20 Eylül 2021 Pazartesi

Öğrenme Bozukluğu Nedir ?


NASIL ANLAŞILIR? NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Türkiye'de ilkokul çağındaki çocukların 1 milyonunda öğrenme bozukluğu olduğunu söyleyen uzmanlar, bu durumun çocuğun okulda başarısız olmasına neden olan önemli etkenlerden biri olduğunu söylüyor. Okulda büyük zorluklar yaşayan bu çocukların, kendileriyle ve hayatla barışık olabilmeleri için ise anne-babalara çok önemli görevler düşüyor.

Çocuğunuzun okuldaki başarısızlığı, öğrenme bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Öğrenme bozukluğu olan çocuklar normal, hatta normalin üzerinde bir zekaya sahip oldukları halde, okulda yaşıtlarından beklenen belli becerileri edinmekte zorlanabiliyorlar. Türkiye'de ortalama yüzde 5-10 civarında çocukta öğrenme bozukluğu görülüyor. Buna göre her sınıfa ortalama, 2 öğrenme bozukluğu olan öğrenci düşüyor. Dolayısıyla yaşıtlarıyla aynı okulda ve sınıfta eğitim görmek zorunda kalan bu çocuklar, yaşıtlarına ayak uydurmakta çok büyük zorluklar yaşıyorlar. Bu da onların duygusal sorunlar yaşamalarına neden oluyor. Öğrenme bozukluğu olan bir çocuğun kendisiyle ve hayatla barışık olabilmesinde ve hayata uyum sağlayabilmesinde anne-babaların ve öğretmenlerin rolü çok büyük. Bu sorunla yaşamak ve başa çıkmak anne-babalar için de zor olabilir. Ancak anne-babaların, problemi kabullenmesi, çözüm için sorunun kaynağını bulması, bir uzmanın desteğini alması ve çocuğa her davranışında sabırlı ve olumlu yaklaşması gerekiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü'nden Klinik Psikolog Şeniz Pamuk ve Mavi Pedagojik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi'nden Psikolog Belgin Temur öğrenme bozukluğunun nasıl bir sorun olduğunu, bu sorunu yaşayan çocukların eğitimlerinin nasıl olması gerektiğini ve anne-babaların dikkat etmeleri gerekenleri anlattılar. 

Öğrenme bozukluğunun nedenleri?

Yapılan araştırmalar, öğrenme bozukluğunun ortaya çıkmasında tek bir neden bulunmadığını gösteriyor diyen Psikolog Belgin Temur, bu olasılıkları şöyle sıralıyor: "Doğum öncesinde annenin yetersiz beslenmesi, enfeksiyonlar, kontrolsüz ilaç kullanımı, doğum sırasında yaşanan bazı sorunlar, zor doğum, kordon anomalileri, doğum sonrası ateşli hastalıklar, kafa travmaları ve kalıtsal etmenlere bağlı olarak çocukta öğrenme bozukluğu ortaya çıkabiliyor."

Öğrenme bozukluğu nedir? 

Öğrenme bozukluğunun, öğretmen ve anne-babalar tarafından çoğunlukla zeka geriliği olarak yorumlandığını belirten Psikolog Şeniz Pamuk, sağını ve solunu ayırt edemeyen veya okuma-yazma öğrenemeyen çocukların ailelerinin çocuğa hemen "Geri zekalı" damgası vurmalarının yanlış olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor: "Öğrenme bozukluğu; beyine ait duygusal veya davranışsal bozukluktan kaynaklanabilen ve akademik becerilerde ortaya çıkan gerilik olarak tanımlanabiliyor. Çocuğun okulda başarısız olmasının nedenlerinden biri öğrenme bozukluğudur. Türkiye'de ilkokul çağındaki çocukların 1 milyonunda öğrenme bozukluğu var ve bunların da genellikle normal veya normalin üzerinde zeka düzeyine sahip olduğu tahmin ediliyor. Öğrenme bozukluğu, erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 4 kat daha fazla görülüyor. Türkiye'de ise bu sorun genellikle hiperaktivite (dikkat dağınıklığı) ile karıştırılıyor." 

Öğrenme bozukluğu nasıl anlaşılıyor?

Türkiye'de öğrenme bozukluğunun yeni yeni tanınmaya başladığını söyleyen Şeniz Pamuk, öğrenme bozukluğunun öğretmen ve anne-babalar tarafından yeterince bilinmemesinin bu durumu daha da zorlaştırdığını vurguluyor. Şeniz Pamuk "Öğrenme bozukluğu olan çocukların sorunlarının derecesi farklı olmasına rağmen, hepsinin ortak yanı normal veya normalin üzerinde zekaya sahip olmaları. Ancak öğrenme bozukluğu olan çocuklar, okuma-yazmayı öğrenmekte, harfleri ve sembolleri hatırlamakta zorluk çekiyorlar." diyor ve çocukta öğrenme bozukluğunun belirtilerini şöyle sıralıyor: 

* Yaşıtları öğrenebildiği halde, öğrenme bozukluğu olan çocuk okuma-yazmada ve aritmetikte zorlanır. 

* Okul ve dersle ilgili konularda dikkatini toplayamaz. 

* Okurken ve yazarken harf atlar örneğin, bulut yerine bult yazar. Harf ekler örneğin, dev yerine deve yazar. Ters okur veya yazar örneğin, ev yerine ve yazar. 

* Okurken ve yazarken harf ve ses eşlemelerinde sıklıkla hatalar yapar, örneğin; b'yi d, k'yi t, k'yi g, m'yi n söylemek veya yazmak gibi. Noktalı ve noktasız harfleri karıştırabilir. Bu nedenlerle deniz yerine bemiz, fısıltı yerine vızıltı yazabilir. 

* Okuması son derece yavaştır, harfleri seslendirmek için büyük çaba harcar, ancak okuduğunu anlamakta güçlük çeker. 

* Yazılı ifadeleri son derece kısa ve mesaj iletmekten uzaktır; çocuğun ne anlatmak istediği anlaşılmaz. 

* Düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak ifade etmekte zorlanır. 

* Çocuk okulla ilgili işleri sürekli olarak erteler. 

* Unutkan ve dalgındır. 

* Çarpım tablosunu öğrenmekte zorluk çeker. 

* Rakamları ters görür ve bazen yazıları aynada aksettiği gibi ters yazar, örneğin; 6'yı 9, 7'i 4, 15'i 51 gibi.

*  Toplama yerine çarpma yaptıkları gibi, toplamaya da soldan başladıkları görülür.

* Zaman kavramı gelişmemiştir. 

Eğitimde nelere dikkat edilmeli?

Pedagog Belgin Temur, öğrenme bozukluğu olan çocuğun eğitimi sırasında anne-babasının ve öğretmeninin dikkat etmesi gerekenleri şöyle anlatıyor: "Her sınıfta ortalama 2 çocuğun öğrenme bozukluğuna sahip olduğu düşünüldüğünde bu durumun hiç de azımsanmayacak yoğunlukta olduğu görülüyor. Eğitim sistemimizde bu çocuklar için hemen hiçbir özel uygulama yapılmıyor. Bu çocukların tanısı zamanında konulamadığı için yanlış anlaşılıyorlar. Bazen "Yaramaz ve saygısız", bazen de "Tembel" olarak nitelendiriliyorlar. Bu da onların okul hayatları boyunca bu sabıka ile yaşamalarına, var olan potansiyellerinin eriyip gitmesine neden oluyor. Uzman desteğinde yapılacak özel eğitim çalışmasının, çocuğun okula başladığı dönemde başlatılması gerekiyor. Bu çalışma çocuğun hem zorlandığı alanlarda gelişmesini sağlamayı hem de kendisiyle ilgili olumlu yönleri fark etmeye başlamasını amaçlıyor. Ayrıca ailenin, öğretmen ve okulun da çocuğun durumuyla ilgili bilgilendirilmeleri, uzmanın, ailenin ve okulun koordineli olarak aynı dili kullanmaları, aynı teknikleri uygulamaları sağlanıyor. Problemin tanısının ilkokulun son yıllarında ya da ortaokul döneminde konulması durumunda benzer terapi yaklaşımları kullanılıyor. Ancak problemin çözümünün geciktirilmesi problemin de büyümesine neden olduğundan bu dönemde başlanacak bir terapide aileye de çocuğa da biraz daha fazla görev düşüyor." 

Anne-babaların dikkat etmesi gerekenler

Pedagog Belgin Temur, ailelerin öğrenme bozukluğu yaşayan çocuklarıyla daha iyi iletişim kurabilmeleri için şu önerilerde bulunuyor:

* Öncelikle çocuğunuzun zorluk yaşadığı alanları bir uzman yardımıyla iyi saptayın. 

* Onu olduğu gibi kabul edin, özel durumuyla bağlantılı olarak ona daha çok tolerans tanıyın. 

* Unutmayın ki; çocuğunuzun zeka sorunu yok, o sadece özel ve farklı bir çocuk ve farklı öğreniyor.

* Ona değerli olduğunu hissettirin. Bunun için yapmanız gerekenler şunlar; onun kararlarına saygı gösterin, onu dinleyin ve çocuğunuza sık sık sizin için çok değerli bir varlık olduğunu söyleyin. 

* Ona koşulsuz sevildiğini hissettirin. Bunun için yapmanız gereken en önemli şey, başarılı da olsa başarısız da olsa ona onu sevdiğinizi söylemek. 

* Ona destek olun. Örneğin; herhangi bir ödevi ya da işi yaparken ona güvendiğinizi ve başaracağına inandığınızı söyleyin. Ya da ona olumsuz eleştiri yerine teşvik edici önerilerde bulunun. "Yine mi yapamadın" yerine, "Çaba gösterirsen başarırsın" deyin. 

* Evde küçük sorumluluklar verin. Örneğin; Masa hazırlamasını, dolapları yerleştirmesini söyleyin. Başardığında onu ödüllendirin. Maddi ödül yerine sözel ödülü tercih edin. Sözel ödül onu takdir etmektir. Örneğin; ona "Aferin, güzel yaptın, seninle gurur duyuyorum" gibi sözler söyleyin. Bu sözleriniz onun benlik algısının yükselmesine yardımcı olacaktır.

* Zaten yapamaz düşüncesiyle yaklaşmayın. Kendisine ait sorumluluklarında, siz etkin rol almayın. Örneğin; ödevlerini onun yerine yapmayın, onu siz giydirmeyin, ona yemek yedirmeyin. Yetersiz ve yavaş da olsa bir şeyleri kendi başına yapması konusunda ona fırsat verin ve yüreklendirin.

* Başarılı olduğu alanları belirleyin Örneğin; müzik, resim, sanat, spor vs. ve bu alanlara dönük sosyal çalışmalar yapması için fırsat yaratın. Başardığı işlerde onu takdir edin, ama dozunu iyi ayarlayın. Eğer bir işi gerçekten kötü yaptıysa, onu onore etmeyin. Unutmayın ki çocuklar abartıyı kolay fark ederler.

* Günlük yaşamınızı programlayın. Çocuğunuz ne zaman ne yapması gerektiğini önceden bilsin. Program konusunda tutarlı olun. 
* Onu kardeşleriyle ya da arkadaşlarıyla karşılaştırmayın. Çünkü kendisini yaşına göre yetersiz hissetmesine neden olabilirsiniz. 

* Ona beklentilerinizi net bir şekilde anlatın ve kendinize onun düzeyine uygun beklentiler belirleyin. Ona verdiğiniz görevler onun yapabileceği şeyler olsun. 

* Ona bir şey öğretmek istediğinizde mümkün olduğunca bol materyal kullanın, birden fazla duyusuna hitap edebilecek malzemeler hazırlayın. Örneğin matematiği, rakamlarla değil de elmalarla veya bunun gibi somut malzemelerle anlatın. Özellikle öğretilecek konunun görsel malzemelerle zenginleştirilmesi, kolay öğrenmesine ve bilginin kalıcı olmasına yardımcı olacaktır. 

* Ona bol bol günlük hayat deneyimi edinme fırsatı hazırlayın. Çünkü, en iyi öğrenme “Yaşayarak öğrenme”dir. 

* Beklediğiniz hızda öğrenmediğinde onu suçlamayın, sabırlı olun. 

* Onun dikkatinin kısa süreli olduğunu unutmayın.  Ona verdiğiniz görev ve sorumlulukları buna göre ayarlayın. 

* Onunla iyi iletişim kurun, onu dinleyin, anlaşıldığını hissettirin. Ancak iyi bir iletişimle, yaşadığı olumsuzlukların üstesinden gelmesine yardımcı olabilirsiniz. 

* Ve tüm bu süreçte bir uzman desteği alın. Çünkü bu hem çocuğunuzun zorluklarıyla baş etmesini sağlayacak hem de sizin çaresiz hissettiğiniz noktalarda yeniden motive olmanızı ve ihtiyaç duyduğunuz anda destek bulmanızı sağlayacak.

Öğrenme bozukluğunun çeşitleri

Öğrenme bozukluğu çeşitli şekillerde görülebilir. Bunlar: 

* Okuma bozukluğu (Disleksi): Çocuk gördüğü harflere doğru sesleri vermekte zorlanır. 

* Yazma bozukluğu (Disgrafi): Çocuk, yazmak istediklerini doğru harflere ve harf sıralamalarına dönüştürmekte zorlanır. 

* Aritmetik bozukluk (Diskalküli): Çocuk, sayı kavramlarını öğrenmede, işlem yapmada veya problem çözmede zorlanır. 

Yukarıda sıraladıklarımız öğrenme bozukluğunun en kolay fark edilen şeklini tanımlıyor. Bu durumdaki bir çocuk ilkokulun ilk sınıflarında hemen fark edilir. Ancak, en zor olanı çocuğun anlama ve kendini ifade etme konusunda zorlanmasıdır ve bu çocukların fark edilmesi daha uzun bir zaman alabilir. 

Önlem alınmazsa çocukta başka sorunlar ortaya çıkar

Pedagog Belgin Temur, özel eğitim almamış öğrenme bozukluğu vakalarında okul başarısızlığının çözümsüz ve nedeni anlaşılamayan bir problem olarak kaldığını belirterek, önlem alınmadığında neler yaşanacağıyla ilgili olarak anne-babaları şöyle uyarıyor: "Çözümsüzlük günden güne büyüyor, çocuk okula ve okulla ilgili faaliyetlere karşı günden güne daha fazla soğukluk hissediyor. Aile, yakın çevre ve öğretmen de çocuğun başarısızlığını vurguluyor ve çözümün çocuğun daha fazla çalışması olduğu fikrinde birleşiyorlar. Bu yanlış kanı, aileyi özel öğretmenler tutmaya ya da çocuğa daha sıkı bir çalışma programı hazırlamaya yöneltiyor. Bu çaba bir işe yaramadığında, problem her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Böyle bir durumda çocuklarda duygusal problemler görülüyor ve özgüven yetersizliği, iletişim kopukluğu, içe kapanma veya saldırganlık, uyumsuzluk, depresyon vs. gibi değişik uyum ve davranış problemlerinin görülme olasılığı artıyor." 

Öğrenme bozukluğu olan çocuğunuzla iyi bir iletişim kurarak, yaşadığı olumsuzlukların üstesinden gelmesine yardımcı olabilirsiniz. 

Onu olduğu gibi kabul edin, özel durumuyla bağlantılı olarak ona daha çok tolerans tanıyın. Olumsuz eleştiri yerine teşvik edici önerilerde bulunun. 

Duygusal sorunlara neden oluyor

Özel öğrenme bozukluğu yaşayan çocukların çok ciddi duygusal sorunlar yaşayabildiklerini belirten Psikolog Belgin Temur ve bununla ilgili olarak şunları söylüyor: "Özellikle okuma-yazmada problem yaşayan çocuklar okulda başarısız oldukları için, kendi zekalarından şüphe duyabiliyorlar. Kendilerine sık sık 'Ben aptal mıyım?' sorusunu soruyorlar. Okulda ve günlük yaşamda karşılaştıkları olumsuz deneyimler, benlik algılarını da olumsuz yönde etkiliyor. Öğrenme bozukluğu olan çocukların aileleri ve öğretmenleri genellikle onların yapamadıklarına ve beceremediklerine odaklanıyorlar. Bu nedenle sıkça olumsuz uyarı alıyorlar. Bu tutum da çocuğun kendine ilişkin olumsuz düşüncelerinin pekişmesine neden oluyor. Organize olmakta güçlük çekmeleri ve yeterli ders çalışma becerisi geliştirememiş olmaları ders çalışmayı bir kabusa dönüştürebiliyor. Bu da derse ve okula karşı ciddi motivasyon kayıplarına neden oluyor. Dolayısıyla çocuk, okula gitmek istemiyor, okumaya karşı isteksiz oluyor, okul arkadaşlarıyla sosyal ilişki kurmakta ve sürdürmekte güçlük çekiyor ve hareketleri saldırgan bir hale gelebiliyor.


Uzman Pedagog Belgin Temur

28 Temmuz 2021 Çarşamba

Çocuğunuz Hangi Zeka Tipine Sahip?

Zeka kavramı, öğrenme, anlama, öğrenilenleri genelleyip yeni durumlarda kullanabilme ve bir problemle karşılaşıldığında uygun çözüm yolları bulabilme becerilerini içerir. Önceki yıllarda zekanın doğuştan geldiği, tek tip olduğu ve gelişim göstermediğine inanılırdı. Ama aslında zeka özellikle çocuğun ilk yıllarında hızlı bir gelişim gösterir. İlerleyen yaşla beraber gelişimi yavaşlar ve yirmili yaşlardan itibaren de durur. Zekayı belirleyen en önemli faktör kalıtımdır. Ancak doğum öncesi ve sonrasında yaşanabilecek bulaşıcı hastalık, zehirlenme gibi durumlar ya da bazı komplikasyonlar, kromozomal bozukluklar, uyaran yetersizliği, ihmal ve istismar gibi durumların da zeka gelişimi üzerinde etkisi vardır.

Toplumumuzda, zeka düzeyi okul başarısı ile çok fazla ilişkilendirilmektedir. Oysa sadece akademik becerileri çok iyi olan çocuk zekidir demek yanlıştır. Akademik başarı uygun öğrenme yöntemlerinin bulunmasıyla artar. Uygun yöntemleri de çocuğumuzda hangi zeka alanının daha baskın olduğunu anlayarak bulabiliriz. Günümüzde 8 çeşit zeka alanının olduğu kabul edilmektedir. Bunlar sözel, sayısal, görsel, bedensel, işitsel, sosyal, içsel zeka ve doğa zekasıdır. Ayrıca bu zeka tiplerinin kişilerin meslek seçimlerinde de etkili olduğu düşünülmektedir. Ancak tabiki sadece zeka tipine göre, sen  bu alanda başarılı olabilirsin diyerek çocuğu meslek seçimine zorlamak doğru değildir. 

Sözel zekanın baskın olması konuşma ve yazma becerilerinin kuvvetli olması anlamına gelir. Sözel zeka tipine sahip olan çocuklar, duygu ve düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak etkili bir biçimde aktarabilirler. Kitap okumaktan, hikayeler anlatmaktan, konuşmaktan çok zevk alırlar. Kelime bilgileri fazladır ve güçlü bir hafızaları vardır. Onlar için en etkin öğrenme yolu dinlemektir. Büyüdüklerinde iyi bir yazar ya da gazeteci olabilirler.  

Sayısal (mantıksal) zeka ise neden-sonuç ilişkisi kurabilme yeteneğidir. Sayısal alanı kuvvetli olan çocuklar herşeyin nedenini anlamak isterler ve sürekli sorgularlar. Sayılarla uğraşmak, mantık yürütmek, puzzle yapmak, dama,satranç oynamak, yeni şeyler keşfetmek onları çok fazla heyecanlandırır. Matematiği öğrenmek ve uygulamakta sıkıntı çekmezler; matematik bilgileri fazladır. Bu nedenle; bir bilgisayar mühendisi ya da bilim adamı olmak isteyebilirler.  

Görsel zeka, görülenleri zihinde canlandırabilme ve daha iyi akılda tutabilme kabiliyetidir. Resimler, şekiller, haritalar, tablolar, slayt gösterileri görsel zekaya sahip çocukların öğrenmelerini kolaylaştırır. Bu çocuklar sanata meraklıdır; çizime ve resime kabiliyetlidirler. Hayal kurarlar. Bir kere gördükleri bir kişiyi bir daha gördüklerinde hemen hatırlarlar. Mimar, dekoratör ya da ressam olmak onları mutlu edebilir. 

Çocuğun, bedenini ve ellerini kullanarak kendini daha iyi ifade edebilmesi de bedensel zekasının daha baskın olduğunu gösterir. Uzun süre hareketli kalabildikleri için dans, spor, drama, heykel veya seramik gibi el becerileri, tamir onların hoşuna gidebilecek aktivitelerdir. Dokunarak ve hareketle daha iyi öğrenebilirler. Bu nedenle; sanatla, atölye çalışmalarıyla öğrenimlerinin desteklenmesi uygun olacaktır. Sporcu, dansçı ya da aktör olmayı seçebilirler.

İşitsel(müzik) zekası kuvvetli olan çocuklarsa kendilerini en iyi müzikle ifade ederler. Bir müzisyen gibi çok iyi bir müzik kulağına sahiptirler; ton farklılıkları, ses frekanslarındaki değişiklikler hemen dikkatlerini çeker. Melodileri tanır; şarkıları kolay ezberler ve akılda tutarlar. Kişileri seslerinden hemen tanıyabilirler. Konuşmaları ve hareketleri ritmiktir. Diğer zeka tiplerine sahip çocuklara oranla bir müzik aleti çalmaya daha yatkındırlar ve daha da hızlı öğrenirler.  

Sosyal (kişilerarası) zekası güçlü olan çocuklar insanların ruh hallerini, duygularını, düşüncelerini anlamaya daha eğilimlidirler. Sosyal ortamlarda bulunmak, arkadaşlarla zaman geçirmek, onlarla beraber oynamak, konuşmak çok hoşlarına gider. Sosyal zekası baskın olan çocukların arkadaşlık ilişkileri de kuvvetli olur. Yakın arkadaşları fazladır; ve arkadaşlarını dinleyip sorunlarına yardımcı olabilmek, önerilerde bulunmak onları mutlu eder. Liderlik özelliklerine sahiptirler; toplantılar, eğlenceler ve çeşitli organizasyonlar düzenlemekten zevk alırlar. Böyle çocuklar danışman, öğretmen olmak ya da politikayla ilgilenmek isteyebilirler.  

İçsel zeka ise bireyin kendini tanıma, güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olma kapasitesidir. Sürekli kendilerini daha iyi tanımaya çalışırlar; yaptıkları hatalardan ders alırlar. Aceleci değildirler; davranışlarının sonuçlarının neler olabileceğini düşünüp kendilerini ona göre yönlendirirler. Özgüvenleri yüksektir. Bağımsız davranmayı severler. Grup çalışmalarındansa yalnız daha iyi çalışırlar. Hayal güçleri kuvvetlidir. Farklı fikirler üretmek onları eğlendirir. Bu zekanın psikologlarda, filozoflarda gelişmiş olduğu düşünülmektedir. 

Doğa zekası ise çocuğun, içinde bulunduğu doğanın zenginliklerinin farkına varmasını, doğayı sevmesini, yaşayan tüm canlılara karşı duyarlı olmasını sağlar. Doğa zekası olanlar çiçekleri sever; hayvan beslemekten zevk alırlar. Ormanlar, hayvanat bahçeleri onların en vazgeçilmez mekanlarıdır. Bu nedenle doğayla içiçe olabilecekleri bir meslek seçmek isteyebilirler.

 

Bazı kişilerde bu zeka alanlarından sadece biri, bazılarında ise birkaçı baskındır. Ve çocuklar baskın oldukları zeka tiplerini kullanarak daha iyi öğrenebilirler. Öğrenemeyen çocuk yoktur aslında; sadece her çocuğun öğrenme şekli birbirinden farklıdır. Çocuğa uygun metodu keşfedip kullanabilmek onun daha kolay ve zevkli bir şekilde çalışmasını sağlar. Örneğin; yabancı dil öğrenen çocuğunuzun sözel zekası daha kuvvetli ise, kitaplar okuyarak, kelime hazinesini genişleterek daha iyi öğrenir. Eğer görsel zekası baskınsa, video ve filmler izleyerek; müzik zekasına sahipse yabancı şarkılar dinleyerek öğrenme yoluna gidilebilir. 

Ailelere öneriler:

 v     Doğumundan itibaren çocuğu gözlemlemek önemlidir. Bazen çocuklarımızın olumsuz olarak nitelendirdiğimiz davranışları bize çocuğumuzda baskın olan zeka tipi hakkında ipucu verebilir. Örneğin; çok konuşkan, sürekli derste yanındaki arkadaşıyla iletişim halinde olmaya çalışan çocuğumuzun sözel zekasının kuvvetli olabileceği düşünülebilir.

v     Çocuğun hangi derslerde daha başarılı ya da hangisinde başarısız olduğuna dikkat edilmelidir.

v     Yeteneklerini keşfetmek ve ilgi alanlarını desteklemek gerekir.

v     Uygun çalışma ortamı ve çalışma malzemeleri sağlanmalıdır.

v     Sorduğu sorular cevaplandırmaya çalışmalı; çocuk araştırmaya, yeni fikirler üretmeye yönlendirilmelidir.

v     Zeka tipine uygun çalışma yöntemleri belirlenmeli ve çalışma alışkanlığı kazandırılmalıdır.

v     Çocuğun zihinsel kapasitesi üzerinde fazla durulmamalıdır. Normalin üzerinde bir zekaya bile sahip olsa çocuğa bunun söylenmesi uygun değildir. Ben zaten zekiyim; çalışmama gerek yok diye düşünerek çalışma alışkanlığını kaybedebilir; bu da akademik sorunları beraberinde getirir. Ya da çok fazla beklenti içinde olunduğunda en ufak bir hata, başarısızlık onların kendilerine olan güvenlerini zedeleyebilir. Unutulmamalıdır ki önemli olan çocuğun zekası değil; hangi zeka tipine sahip olduğu ve bu zeka tipine uygun çalışma becerilerinin kazandırılmış olup olmadığıdır.  

Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

6 Temmuz 2021 Salı

Çocuklarda Stres ve Çocukların Stresle Başa Çıkabilmesi İçin 7 Yol

ÇOCUKLARDA STRES 

Günümüzde her yaştan bireyler, her gün yeni bir koşturmacanın, yeni bir etkileşimin içinde yer almakta, sürekli değişen yaşam koşullarına uyum sağlamak ve hayatını sürdürebilmek için maksimum düzeyde çaba sarf ederek ayakta durmaya çalışmaktadır. Bu çabayı sarf eden sadece biz yetişkinler değiliz. Çocuklar da zorlu hayat şartlarından etkilenmekte ve bu durum ile başa çıkabilmeye çalışmaktadırlar. Bu şartlar, hem yetişkinlerde hem çocuklarda stresin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Stres, yaşam kalitesini başlı başına düşürebilen, bireylerin hem zihinsel hem de duygusal olarak negatif yönde etkilenmesine ve huzursuzluk yaşarak demoralize olmasına, zaman zaman bu demoralizasyonun öfkelenmeye ve agresyona dönüşebilmesine sebep olan bir faktördür. Aile içinde yaşanan olumsuz durumlar, anne ve babanın çocuğa yaklaşım stilleri, ailenin çocuklarına yönelik beklenti düzeyi, gelişim basamakları boyunca çocukların gerçekleştirmesini beklediğimiz görevler, çocukların aldığı sorumluluklar ve bu sorumlulukları gerçekleştirerek başarma düzeyleri çocukların duygularını etkilemekte ve bu durumlar onları huzursuz ve mutsuz bir düzeye getirerek stresi tetikleyebilmektedir. Çocukların yaş düzeyine uygun olmayan görevler vermek ve onlardan bu görevleri başarmalarını beklemek, başaramadıkları zaman onları olumsuz yönde eleştirmek, çocukların motivasyonunu kırmakta ve keyiflerini kaçırmaktadır. Anne-baba arasında gerçekleşebilecek tartışmalar; her ne kadar “Çocuğun yanında tartışmadık.” dense bile çocuklar ebeveynlerinin duygularını ve içinde bulundukları ruhsal durumu hemen analiz ederek algılayabildikleri için, çocukların stres düzeyini arttırabilmektedir. Ebeveynlerin iş ortamında yaşadıkları sıkıntıları ev ortamına taşımaları, çocukları ile geçirdikleri zaman miktarında azalma olması, yeni bir kardeşin aileye katılması, bir kayıp yaşanması, boşanma, taşınma gibi yaşamsal etkenler çocukların stres düzeylerini etkileyebilen faktörlerdir. Huzursuz, keyifsiz, sürekli tartışmaların olduğu, ses tonunun yüksek düzeyde kullanıldığı, her aile bireyinin birbirinden kopuk vakit geçirdiği, belli kural ve sınırların olmadığı, sorumlulukların yerine getirilmediği aile ortamları çocukların gelişimini ve stres düzeylerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Bedensel rahatsızlıklar ve hastalık durumları da çocukların stres yaşamasına neden olabilmektedir. Bedensel problemler yaşayan veya bedensel engelleri olan çocuklar, çevreden aldıkları negatif geribildirimler sebebi ile olumsuz yaşantılar ile baş etmek zorunda kalmakta ve bu alanda zorlanmalar yaşayabilmektedirler. Ayrıca bu rahatsızlıkları ve hastalıklar nedeniyle sosyal ortamlarda geçirdikleri zaman miktarı azalan çocuklarda içe çekilme, paylaşımlarda azalma, yeni bir sosyal ortama girme konusunda çekinme gibi durumlar ile karşılaşılabilir ve bu durum çocukların stres düzeylerini tetikleyerek arttırabilir. Çünkü her birey kendi yaşıtları ile sosyal ortamlarda vakit geçirebilmeyi ister ancak o ortamda ortaya çıkabilecek sıkıntılar ile baş edebilecek beceri düzeyine sahip olabilmek çok önemlidir. Eğer çocuklar bu beceri düzeyine sahip değillerse, stresli olmaları karşılaşılabilecek bir durumdur.            

Çocukların sahip oldukları kişilik özellikleri de stres ile baş etme ve stres düzeyini ayarlayabilme becerilerini etkileyebilmektedir. Daha sessiz, sakin, içe dönük, kendi halinde olan çocuklar, stres tetikleyici faktörler ile karşılaştıkları zaman; daha dışadönük, kendini ve duygularını daha rahat ifade eden, sıkıntıları ile daha kolay baş edebilen, problem çözme becerileri gelişmiş çocuklara oranla daha kolay ve daha yoğun düzeyde problem yaşayabilmektedirler. Çocuklarda stres, tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi tüm sosyal yaşantıları, okul becerilerini, aile içi ilişkileri olumsuz yönde etkileyen bir faktördür. Çocuklar stres durumu içinde bulundukları zaman davranışlarında, kurdukları ilişki biçimlerinde, kullandıkları dil becerilerinde, ders başarılarında, arkadaş ilişkilerinde, sosyal aktivitelerinde olumsuz gelişmeler görülebilmektedir. Stres ile başa çıkabilmekte zorlanan çocukların davranışlarında aşırı hareketlilik ya da tam tersi olarak içe çekilme ve hareketsizlik görülebilir. Yaşadığı stres durumu ile başa çıkabilme düzeyi ile bağlantılı olarak çocukların dikkat düzeylerinde de değişiklikler olabilmektedir. Stresin getirdiği zihinsel yorgunluk nedeniyle çocuklar okul derslerine konsantre olmakta, öğretmenlerinin verdiği yönergeleri takip etmekte, ödevlerini yapmakta sıkıntı yaşayabilmektedirler. Bu alanlardaki sıkıntılar nedeniyle çocukların ders başarısı düşmekte ve bu başarısızlık sınavlara da yansımaktadır. Stres yaşayan çocuklar, dönem dönem bu streslerini sınav anına da taşımakta, bu nedenle sınava konsantre olmakta ve soruları algılayarak yanıtlamakta güçlük çekebilmektedirler. Bu ders başarısızlığı durumu dönem sonlarında karnelere de yansıyabilmekte ve durum zaten stresli olan çocuğu daha da stres altına sokabilmektedir. Ailesinin bu duruma nasıl tepki vereceği, ona kızıp kızmayacakları çocuğun kaygısını arttırarak kendine olan güven düzeyini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir.Akademik alanda yaşanan bu sıkıntılar ilerleyen dönemlerde daha da genellenerek, okula karşı olumsuz bir tepki geliştirme şekline de dönüşebilir. Okula gitmeyi reddetme, okul fobisi geliştirme gibi durumlar ve bu durumlara eşlik eden psiko-somatik bazı belirtiler ile karşılaşılabilir. Bu belirtiler; karın ağrısı, mide bulantısı, baş ağrısı, baş dönmesi gibi belirtiler olabilir.Stres yaşayan çocuklar arkadaş ilişkilerinde de dönem dönem problemler yaşayabilmektedirler. Okul öncesi dönem çocuklarında oyunlar sırasında oyuncak paylaşımında sıkıntılar görülebilir. Çocuklar kendi oyuncaklarını diğer arkadaşları ile paylaşmayarak oyunu bozmaya ve huzursuzluk çıkarmaya yönelik tutumlar sergileyebilmektedirler. Oyuncakları fırlatma ve oyuncaklara zarar verme, arkadaşlarına zarar vermeye yönelik eylemlerde bulunma (vurma, canını acıtma, vb.) gibi davranışlar, stres sonucu ortaya çıkabilmektedir. Okul çağı çocuklarında oyunlar sırasında sıra beklemekte, oyun kurallarına uymakta, oyun oynayacağı arkadaşlarını seçmekte ve oyuna dahil olmakta sıkıntı yaşanabilir. Çocuklar istemedikleri, hoşlarına gitmeyen bir kural olduğu zaman itiraz edebilmekte ve oyundan çıkmak isteyebilmekte ya da kendi kurallarının uygulanması konusunda inatçı ve zorla kabul ettirici bir tutum gösterebilmektedirler.  Hoşlarına gitmeyen bir tutum ve tavır ile karşılaştıkları zaman duruma itiraz etme, duruma uyum sağlamakta zorlanma, reddedici bir hal sergileme, öfke nöbetleri ve ağlama krizleri ile karşılaşılması olasıdır.

Çocuklar stresli oldukları ve bu stres düzeyi ile başa çıkmakta zorlandıkları zaman, uyku ve yemek düzenlerinde de bazı değişiklikler görülebilir. Uykuya dalmakta zorlanma, uyku saatlerinde azalma ya da stresle baş etmekte zorlanıldığı için uyuyarak bu durumdan kaçınma gibi düzen değişiklikleri görülebileceği gibi; yiyecek tüketim miktarında artış veya azalmaların olması, yemek yemeyi tamamen reddetme gibi durumlar ile karşı karşıya kalınabilir. Bu uyku ve yemek problemleri çocukların bedensel sağlıklarında zayıflamalara yol açabilir.Tüm bu faktörlerin ve tetikleyicilerin yoğunlaşarak artması ve çocukların bu durumla ile baş edememesi, ilerleyen dönemlerde kaygı bozuklukları, özgüven problemleri, olumsuz benlik algısı geliştirme, depresyon, yeme bozuklukları, tik problemleri, alt ıslatma problemleri, davranış bozuklukları gibi psikolojik ve psikiyatrik sıkıntılara yol açabilir. 


 Stres ile başa çıkabilmek için neler yapabiliriz?

·          Anne-babalara düşen ilk görev, çocuklarını tüm yönleriyle tanımaktır. Hem bedensel, sosyal, ruhsal, duygusal, zihinsel hem de kişilik ve kimlik gelişimi alanlarında çocukların gelişim basamaklarını dikkatli bir şekilde gözlemleyerek takip etmek çök önemlidir. Bu alanlarda yaşanabilecek aksama ve gecikmeler, tüm yaşamı etkileyeceğinden, ebeveynler iyi birer gözlemci olarak çocuklarını tanımalıdırlar.

·          Ebeveynler çocukları ile her gün “kaliteli zaman” geçirmeye önem vermelidirler. Her gün çocukları ile baş başa, keyif alacakları bir aktivite içinde olmak ve birlikte vakit geçirmek, hem birbirlerini önemsediklerini ve değerli olduklarını birbirlerine hissettirmelerini hem de eğlenceli vakit geçirmelerini sağlayacaktır. Kaliteli zaman uygulamasında önemli olan, 15 dakika ya da yarım saat bile olsa, baş başa vakit geçirmektir.

·          Çocuklar ne olursa olsun karşılıksız ve bedelsiz olarak sevildiklerini ve kabul gördüklerini bilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle anne-babalara düşen en önemli görevlerden birisi, çocuklarına onun koşulsuz olarak sevildiği söylemek ve hissettirmektir. Bu tarz olumlu mesajlar ve yaşantılar, çocukların özgüven duygularını olumlu yönde geliştirecektir.

·          Çocuklara, kendilerini ve duygularını ifade etmelerine fırsat verecek ortamlar yaratmak ve onları ifade etmelerini geliştirecek yönde desteklemek çok önemlidir. Çocuklar iyi hissettikleri olaylar kadar, olumsuz yaşantıları ve mutsuzlukları hakkında konuşmayı da öğrenmelidirler ve ebeveynlere bu noktada düşen görev, çocukları desteleyerek etkin bir şekilde dinlemek ve anlaşıldıklarını hissettirmektir. Böylece çocuklar kendilerini rahatlamış ve daha huzurlu hissedeceklerdir.

·          Çocukların problem çözme becerilerinin geliştirilmesi adına fırsatlar yaratarak bu becerilerini desteklemek, hem çocukların stres durumları karşısında ne yapabileceklerini öğrenmelerine, hem de hayat ile baş etme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olacaktır. Yaşanılan sorun alanları ve durumlarında, bu sorunun nasıl çözüleceğini çocuğunuza sormak ve bu çözüm yolunu uygulamasına fırsat vermek, destekleyici bir tutum olacaktır.

·          Çocukların keyif alacakları ortamlar yaratarak rahatlamalarına fırsat vermek, stres ile baş edebilmek adına izlenecek temel adımlardan birisidir. Gergin, huzursuz ve mutsuz çocukların stres durumları ile başa çıkması daha zordur. Bu nedenle spor aktivitelerine katılmak, sosyal faaliyetlere dahil olmak, sanatsal çalışmalarda bulunmak, çocukların hem bu alanlardaki becerilerini geliştirecek hem de rahatlayarak kendilerini daha iyi hissetmelerine fırsat sağlayacaktır.

·          Stres faktörlerinin çocukları olumsuz yönde etkilediği, anne-babaların ve çocukların bu durumla ile başa çıkmakta güçlük yaşadığı durumlarda yapılması gereken, konunun profesyoneli olan bir uzmandan yardım almaktır. 


Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

23 Haziran 2021 Çarşamba

Çocukların Gelişim Dönemlerinin Karakteristik Özellikleri

Çocukların Gelişim Dönemlerinin ‘Karakter’istik Özellikleri


Çocuklar büyürken belirli yaş dönemlerine göre farklı alanlarda gelişme gösterirler. Her gelişim alanının kendisine has yapıda karakteristik özellikleri bulunmaktadır. Her dönem içerisinde ortaya çıkan değişimler bir sonraki ya da öncekinin aynısı olarak gerçekleşmez.  Dolayısıyla çocuğun çevresinde yer alan, gelişiminde rol oynayan kişilerin bu dönemlere ait olan belirgin özelliklerin neler olduğunu, nasıl ortaya çıktığını, çocuk ve aile bireyleri açısından nasıl ele alınması gerektiğini bilmesi önemlidir. Ayrıca anne babaların ortaya çıkan olumlu gelişim özelliklerinin nasıl pekiştirileceğini ve  bu değişimlerle nasıl baş edilmesi gerektiğini bilmelerinde fayda vardır.


0-2 yaş ‘ Merhaba Dünya’..


Bu dönemde elbette çocuğun içerisinde doğduğu dünyada onunla en sık ilgilenen, onun ihtiyaçlarını karşılamakta olan bir kişi vardır; bu kişi de genellikle annedir. Annesi onu doyuran, temizleyen, en temel ihtiyaçlarının giderilmesiyle ilgilenen kişidir.  Çocuğun bu kişiyle olan ilişkisi; bir insanla olan ilk ilişkisidir. Bu açıdan bakarsak bu ilişkinin nasıl başladığı ve nasıl sürdüğü; çocuk hayatında sonradan var olacak ilişkilerinde büyük rol oynar. Annenin çocuğuna nasıl bir bakım verdiği, onun ihtiyaçlarını ne kadar iyi karşıladığı bu dönemde çocuğun psikolojik sağlığını etkilemektedir. Dolayısıyla bu dönemin en önemli etkeni bu anne – çocuk ilişkisidir. Ayrıca bu yaş döneminin erken dönemlerinde çocuğun seçim yapmaktan çok seçilene uyma gibi bir durumu söz konusudur. Ancak çocuğun yaşı ilerledikçe seçimlerini kendi belirlemek isteyecektir. Çevresini tanımaya başlayan çocuk için isteklerini yerine getirmek önemli olacaktır. Büyüdükçe bağımsızlaşmaya başlayan çocuk kendi seçimlerine göre hareket etmek isteyecektir. Böyle bir durumda anne ve babanın kuralları yani otoritesiyle karşılaşacaktır. Anne ve babanın da kurallar konusunda bu dönemden itibaren uygulayıcı olması gerekmektedir; aksi halde çocuğun doğru ve yanlışları öğrenmesi zorlaşabilir. Bu anlamda ev içerisinde doğumdan itibaren var olan kesin kurallar çocuk için yararlıdır. Bunun yanı sıra; çocukla ekstradan geçirilen vaktin nasıl değerlendirildiği de anne – çocuk ilişkisini etkilemektedir. Anne çocuğa dış dünyayı, oradaki insanları tanımasında hem bir model hem de bir yardımcıdır. Bu açıdan çocuğun güven duygusunun oluşmasında annenin ya da bakımveren birincil kişinin etkisi büyüktür. Anne çocuğa dış dünyanın yaşanabilecek olan bir yer olduğunu göstererek, hem özgüveninin oluşmasına hem de çocuğun dış dünyaya karşı güvenli bir tutum geliştirmesinde yardımcı olur.Diğer önemli bir nokta ise büyüyen çocuğun anne ve babadan bağımsızlaşması ve gelişen yeteneklerini kullanabilmesidir. Yeteneklerinin gelişmesine izin vermek, çocuğun üzerinde kurduğumuz kontrol ile alakalıdır. Bu kontrolün azaldığı noktada çocuğun var olan potansiyelini ortaya çıkarabildiği ve  yeteneklerini kullanma konusunda hızlanacağı kesinlikle doğrudur. Bu açıdan çocuğun büyümesinin göz ardı edilmemesi, doğduğu andan itibaren gelişen yanların iyi takip edilmesi ve desteklenmesi, çocuğun gelişiminin olumlu yönde ilerlemesine neden olur. Böylece anne ve bebeğin memnuniyeti artar; anne –çocuk ilişkisi gelişir. Anne babaların çocuğun kendini güvende hissedebileceği farklı ortamlarda bulunmasına izin vermeleri; bu yaştan itibaren gelişmeye başlayan sosyalleşmesine katkı sağlayacaktır. Bu dönemde anneye aşırı düşkünlük gibi bağımlılık hallerinin; bu tür ortamlarda aşılması söz konusudur. Ancak annenin çocuğa uygun ortamı sağladıktan sonra kaygılanmaması; çocuğun özgüven gelişimi için yararlı olacaktır.


2-4 Yaş  ‘ Kontrol’.. ve  3-5  Yaş  ‘Merak’..


2-4 yaş döneminde yer alan çocuklar için kontrol duygusu çok önemlidir. Bu yaş döneminde çocuklar gerek anne babalarıyla gerekse akranlarıyla ‘karşılıklı’ sayılabilecek ilişkiyi fark ederler. Bu ilişki biçiminde; öncesinde her şeyin daha talep edilmeden edinildiği bir dönemden alıp-verme işine girişildiği; kendinde olanı vermek zorunda kalarak mutsuzluğun, hoşnutsuzluğun da fazlaca yaşanabildiği bir döneme girilir. Ellerinde olanı kaybetmemek için inatçılık ifade eden davranışlar göstermeye başlarlar – ki bazen bu tip durumlar kriz şeklinde de yaşanabilir. Krizin yaşanmasında anne babanın çocuk ile giriştiği çatışmanın da etkisi büyüktür.  Artık her şeyin tek hakimi onlar değillerdir. Çevrenin koyduğu engeller; yasaklar ve kurallar baş gösterir. Çocuk bu durumun isteklerini ertelemek, bekletmek zorunda olduğunu farkedene kadar kontrolü kendi elinde tutmaya devam eder. Anne babasının  nelerden mutlu olup-olmadığını fark eder ve davranışlarını buna göre ayarlar. Bu karşılıklı ilişkiyi fark eden çocuk, anne ve baba ya da diğer kişiler de ondan bir şey talep ettiğinde  kendinde olan bir şeylerden vazgeçmek, olanları vermek zorunda kalmaktadır. Böyle durumlarda, sizin isteklerinizi reddedebilir, karşı çıkar dolayısıyla öfke duygusu artabilir.. Bu durumda inatçılık beraberinde yaşanan öfke patlamaları da ebeveyn – çocuk ilişkisini çıkmaza düşürür. Böyle bir durumda çocuğun sakinleşmesini beklemek ve ona alternatif yollar üretip seçmesi gerektiğini vurgulamak gereklidir. Kontrolün bazen onda bazen ise anne-babanın elinde olduğunu hissetmelidir. Bu açıdan çocuğun da kendi otoritesini hissedeceği ortamlar; örneğin kendi odasındaki kurallar gibi-yaratılmalıdır. Aynı şekilde anne ve babanın da otoritesini sürdürdüğü yerler çocuğa anlatılmalıdır. Anne babaların çocuklarının isteklerine göre hareket etmeleri bazen anne babaların onu devamlı mutlu etmeye  çalışma çabalarının sonuçlarıdır. Ancak bu durum çocuğun sosyalleşmesini geciktirebilir ve çocuğun ileriki yaş dönemlerinde de bu talepkar tutumunu değiştirmemesine yol açabilir.  3-5 yaş döneminde ise birçok şeyi merak edip öğrenmekle ilgili istek yoğun olarak ortaya çıkar. Bu dönemin merak duygusu birçok alana yayıldığı gibi sıklıkla cinsiyetler arasındaki farkların da bilinmeye, araştırılmaya başlandığı bir dönemdir. Bebeklerin nereden geldiği de bu yoğun merak duygusunun konuları arasındadır. Bu dönemde anne- babaların çocuklarının öğrenmek istedikleri konularda sordukları sorulara verdikleri ani sert tepkiler çocuğun hata yaptığını sanarak kendini suçlamasına neden olabilir. Bu açıdan anne ve babaların çocuklarının meraklarını sade bir anlatımla gidermeye çalışması; bunu yaparken kimi zaman profesyonel bir destek alabilmeleri gerekmektedir. Bunun haricinde çocuklarına resimlerle de merak ettiklerini anlatmayı deneyip bu yaş dönemini bilgilendirici kaynaklardan da yardım sağlayabilirler. Anne babaların, çocuklarının var olan merak duygusunu farklı alanlara yönlendirebilmesi önemlidir. İyi bir yönlendirmeyle öğrenme isteklerini desteklemeleri, dolayısıyla kendi dünyalarını genişletmelerinde onlara hem konuşarak hem de yaşayarak ve görerek öğrenecekleri ortamlar yaratmak yararlıdır.  Çevredeki uyaranların çok olması; çocuğun öğrenmek istediği şeyleri öğrenebilmesinde yardımcı olur. Bu açıdan kendi yaş dönemine ait malzemeler, oyuncaklar, kitaplarla çocukların gelişimlerine katkıda bulunulabilir. Ancak bunu yaparken dış dünyanın gerçekleri olan kurallar, yasaklar konusunda yaptırımlarda bulunarak onların ruhsal gelişimlerine katkı sağlamaları yararlı olacaktır. Ortaya çıkan merak duygusu bazen korkulan şeylerle de ilgilenmeye neden olabilir. Korktuğu konuların üzerinde fazla durmadan onu anlamaya çalışmak, korkulan her neyse onun hakkında resimler çizmek, hamurdan şekiller yapmak duygu ve düşüncelerini açığa çıkartmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla yaşanan yoğun duygu ortaya çıkarılmış olur.


4- 6 Yaş ‘ Onlar gibi olmak’ ve ‘Meli-malılar’..


Bu yaş döneminin en belirgin özelliği anne ve babanın değerleri, söyledikleri, yaptıklarının çocuk için değerinin farklı olmasıdır.  Kız çocuğun babasına; erkek çocuğun da annesine olan ilgisi çok fazladır. Bununla beraber erkek çocuk için baba gibi, kız çocuk için ise anne gibi olabilmek değerlidir. Kız çocuk babasını, erkek çocuk ise annesini diğerleriyle paylaşmakta zorlanır, kıskançlık krizleri yaşanabilir. Böyle bir durumun normal kabul edilebilir olması dışında aşırı uç haller sınır koyularak aşılabilir. Örneğin süre koyarak geçirilen vakit ya da iş paylaşımı bu sınır koyma davranışlarındandır. Gerektiğinde ise  anne ve baba olmanın ne olduğu ve gereklilikleri çocukla paylaşılarak aydınlatıcı olunabilir. Babalarının öz bakım, tamir malzemelerini kullanmaya çalışan erkek çocukları ile annelerinin makyaj malzemelerini gizlice kullanan kız çocuklarına bu yaş döneminde sıklıkla rastlanmaktadır. Normal bir davranış olarak sayılabilecek bu durum kimi zaman ebeveyn tarafından hoşa gitmese de; ani ve öfkeli tepkiler verilmemelidir. Bu gibi şeyleri büyüyünce kullanabileceğini anlatmak; bu gibi aletlerin oyuncağı ile oynamasını sağlayabilmek faydalı olmaktadır. 4-6 yaş dönemindeki çocuk kendi cinsiyetinden olan ebeveynin onun davranışlarını onaylamasından, takdir etmesinden de önemsenecek derecede mutlu olmaktadır. Bu açıdan ebeveynler onay verirken, doğru-yanlışı da öğretmiş olurlar. Anne babanın doğru ve yanlışları çocuğun kendi doğrularına ve yanlışlarına temel hazırlayacaktır. Anne babanın koyduğu kurallar da bu yaş döneminde önemsenmelidir. Evde konulan kurallara uyabilen çocuğun diğer sosyal ortamlarda kurallar konusunda sıkıntı yaşama ihtimali azalır. Dolayısıyla anne-babanın kurallarının çocuğun öz kontrolünü, sorumluluk duygusunu geliştirdiği ortaya çıkmaktadır; çocuk kendi davranışlarını kontrol edebilmeyi öğrenmektedir. Böylece bu dönemde çocuklara model olabilecek bir anne-babanın varlığı diğer yaş dönemlerine göre daha önemlidir. Anne – babanın herhangi bir şekilde çocuğun hayatında olmadığı durumlarda, bir yetişkinin çocuğun modeli olmaya çalışması, çocuğun kişilik gelişimi için gereklidir.


6-12 Yaş ‘ Sosyal ilişkiler’..


Bu dönemde okul çağı çocuğundan bahsetmek gerekmektedir. Bu dönem çocuğun daha kontrollü olduğu, ilgi alanını değiştirdiği bir dönemdir. Okul bu dönemdeki çocuk için vaktinin ve gücünün tamamını burada kullanabileceği bir ortamdır. Okul sayesinde hem öğrenecekleri artacak, hem de aldıkları notlarla anne babanın ilgisini kazanma söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bu dönemde anne ve babanın onayını görmek, onlar tarafından beğenilmek büyüyen bir çocuk için hala etkili olmaktadır. Bu onay ve takdir çocuğun özgüvenini arttıracak; dolayısıyla dış dünyada daha rahat hareket edebilecektir. Ayrıca kurulan arkadaşlık ilişkileri de bir diğer tatmin kaynağıdır. Artık sosyal bir ortamın içerisinde yani dış dünyanın ortasında daha uzun süre tek başına mücadale etmek zorunda kalan çocuk, okul başarısı, arkadaş ilişkileri gibi konularla daha çok ilgilenmeye başlar. Bu yaş dönemindeki çocuklar, arkadaş ilişkileri konusunda ‘cinsiyet ayrımı’ yaparak kendi cinsiyetinden olanla daha fazla vakit geçirmeye çalışırlar. Küçük gruplaşmalar meydana gelebilir; diğer cinsiyete karşı herhangi bir konuda yoğun olarak öfke, kızgınlık hissedebilirler. Anne babalar genelde çocuklarının zararlı bir grup içerisinde kötü davranışlar öğrenmesiyle ilgili kaygılanırlar. Çocuklarının arkadaşlarını tanımaya hatta onların ilişkilerini bozmaya,onları ayırmaya çalışabilirler. Bu durumda çocuğun arkadaş ortamını direkt değiştirmek yerine onunla bu konuyu konuşmak ve neler yapması gerektiği konusunda ona sorular sormak daha yararlıdır. Seçimleri konusunda onun düşünmesi sağlanmalıdır. Çünkü önceki gibi vaktini tamamen evde geçirmeyen çocuğun, kendisini kontrol edebilmesi daha önemli olacaktır. Böylece dış ortamda kendine olan güveni artacaktır. Arkadaş ilişkilerini çok fazla kontrol etmeye çalışan anne ve babanın, çocuğuyla ilişkisi bozulup,çocuk tarafından araya mesafe sokulabilir. Bu tutumun ileriki yaşlarda daha kopuk aile ilişkilerine yol açması mümkündür. Anne babaların bu dönemde çocuğunun kullandığı potansiyeli desteklemeye çalışmaları ve her anlamdaki gelişim ve değişimleri tarafsız değerlendirerek, onu motive etmeye çalışmaları önemlidir. Okul başarısını değerlendirirken, olumlu yanlar göz ardı edilmemelidir. Daha az başarılı olduğu dersler konusunda neler yapabileceğini beraber düşünmek yararlı olacağı gibi başarısı da takdir edilmelidir. Anne babasının yeterince takdirini görmeyen çocuk, kendine olan güvenini kaybederek bu alandan ilgisini çekebilir. Ayrıca bu dönemde ortaya çıkan eğilimler; ki bunlar fen, matematik, sosyal alan gibi konulardadır-fark edilip yaz için ya da okul süresince ek kurslarla desteklenebilir.

12 Yaş ve Sonrasında Ergenlik   ‘ Değişim ve gelişim bir arada’..


Bu dönemde çocuk  kendisiyle ilgili büyük bir değişim ile karşı karşıyadır. Bedeni ve ruhsal dünyası gelişen ve değişen çocuğun başta kendisi sonra ise çevresiyle ilgili neler olup bittiğini sorgulaması artmıştır. Hayatının odak noktası kendisidir. Bu yaş döneminde ortaya çıkan yalnızlık hissi giderek artmaya başlar. Anne ve babanın kontrolünden uzaklaşmaya dair istek; onların desteğini sürdürmek istemeyle beraber gider. Hayatındaki değişikliklerle mücadelesinde ona destek olabilecek kişiler anne-babası ve arkadaşlarıdır. Özellikle bu dönemde ebeveynlerin çocuklarına yardım etmeyi istemeleri; aşırı müdahaleci olmalarıyla sonuçlanabilmektedir.  Bu durum çocuğun kendini evin dışarısına atmaya karşı olan isteğini arttırır. Aile içi ilişkilerde ise öfke patlamaları uzun süre devam edebilir. Anne babanın müdahaleci olmayla yardım etmek arasındaki sınırı iyi korumaları gerekmektedir. Kendi hayatını kontrol etmeye çalışan çocuğun bu isteği olumlu karşılanmalıdır. Çocuklarının bazen yaşından daha ufak biri gibi, kimi zaman da bir yetişkin gibi davranabildiğini gören aileler  nasıl bir tutumla çocuklarına yaklaşacakları konusunda zorlanırlar. Ancak unutulmamalıdır ki; ergenlik ne çocuk ne de yetişkin olunan bir dönemdir. Dolayısıyla bedenin büyümesiyle psikolojik olarak olgunlaşma aynı paralellikte seyretmeyebilir. Anne ve babanın bu gibi bir durumda onu anlamaya çalıştıktan sonra fikirlerini söylemeleri daha net bir çözüm yoludur. Diğer önemli yan ise anne babanın bu dönemde çocuğa ne kadar model olabildiği, kendini kontrol etmesinde ona ne kadar yol gösterebildiği ile ilgilidir. Geleceği ilgili kaygıları olan ergene bu anlamda ışık tutabilmek ayaklarını yere daha sağlam basmasına neden olur. Ebeveynlerin kendi ergenlik dönemlerini hatırlayarak çocuklarıyla paylaşmaları çocuğun kendini tek hissetmemesine ve ailesinin onu anlayabildiğine dair inancının oluşmasına yardımcı olur. Ergenlik döneminde cinsellik ve cinsel organların işlevi fark edilir ve çocukta karşı cinse yönelik arzular baş gösterir. Böyle bir durumda çocuk için karşı cinsle nasıl iletişim kuracağı, nasıl arkadaş olacağı kendisi için bir problem olabilir. Böyle bir durumda  kendisini ifade ettiği şekilde onu dinlemek ve sorduklarına verilen cevaplarla destek olabilmek yaşadığı yalnızlık, çaresizlik gibi duyguları azaltır. Ayrıca kendi cinsiyetinden olan ebeveynin karşı cinsle kurulan ilişkide dikkat etmesi gerekenler konusunda onu desteklemesi de yararlı olacaktır. Bu kimi zaman doğaçlama bir bilgi alışverişi kimi zaman da kaynak göstererek yapılabilir. Çocuğun utanarak paylaşamadığı konuları fark edersek; ihtiyacı olan bilgileri öğrenebileceği kitap vb. kaynakları sunarak bilgilenmesini sağlayabiliriz. Ayrıca bu dönemde yakın dostluk ilişkileri oluşacağı  için anne babaların çocuklarının arkadaşlıkları konusunda daha toleranslı olması, küçük gruplaşmalarının oluşmasına saygı göstermeleri gerekir. Ancak şüphe edilebilecek bir durumda mesafeyi korumak yani müdahale konusunda hassas davranarak çocuğunun arkadaş ilişkilerini gözlemlemeleri zararlı durumların ortaya çıkmasını engelleyebilir.


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

25 Mayıs 2021 Salı

Ebeveynlerin Sıklıkla Yaptığı 10 Hata


1. Çocuğum Hiç Üzülmesin…

Ebeveynlerin çoğu çocuklarının üzülmesinden, ağlamasından ve hüzünlenmesinden rahatsızlık duyarlar. Bu nedenle de çocuklarını daha fazla üzmemek adına üzüntü yaratacak durumları yaşatmamaya gayret gösterirler. Üzüleceği bir şey olduysa bu üzüntüyü giderebilmek ve çocuğu mutlu etmek adına onun çok seveceği şeyler yapıp çok memnun olacağı şeyler almaya çalışırlar. Böylece çocuk hep mutlu olacak, üzüntü gibi rahatsızlık veren bir duyguyu hiç yaşamayacaktır. Peki aslında bu tavır çocukta nasıl bir etki yapar? Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi yaşamda karşılaştıkları sorunlarla baş etmeyi ancak deneyimle öğrenebilirler. Örneğin hiç engellenmeyen bir çocuk, sosyal bir ortama girdiğinde ve kendi istediği olmadığında çok büyük bir sıkıntı yaşar; kendi istediğinin olması için büyük bir çaba içine girer; agresifleşebilir, huzursuzlaşabilir, uyumsuzlaşabilir ya da kendi içine dönebilir. Oysa evde annne babadan her zaman her istediğinin olamayacağını öğrenen ve ihtiyaçlarını erteleme deneyimi yaşayan bir çocuk sosyal bir ortama girdiğinde engellenmekten hoşlanmasa da bu duygusuyla baş edebilecek deneyimlere sahip olur. Böylece yaşıtlarıyla ilişkisinde çok daha mutlu, huzurlu ve uyumlu olur. Çocuklar sanıldığının aksine olumsuz duygularla daha kolay baş edebilirler. Bu nedenle aile içinde yaşanan üzüntü verici durumların çocuklarla paylaşılması gerekir. Böylece çocuklar üzüntü yaratan durumları değerlendirme ve sonrasında ortaya çıkan karmaşık duygularla baş etme deneyimi yaşarlar.

2. Çocuk Babadan Korkmalı (mı?)

Bir çok ailede anne çocuğuyla çok yakın ilişkide olduğu için disiplini sağlamakta ve çocuğa söz geçirebilmekte zorlanır. Bu nedenle de disiplin işi çocukla çok daha az ve kısıtlı zamanlarda ilişkide olan babaya devredilir. Anne baş edemediği noktada çocuğu babaya havale eder. Bunun çocuk için de daha sağlıklı olduğu düşünülür. Çünkü aksi halde, babanın çocukla yakın bir ilişkisi olması durumunda disiplinin elden gideceği ve çocuğun kontrolünün hiçbir şekilde mümkün olmayacağına inanılır. Oysa babanın da annenin de disiplin konusunda eşit söz sahibi olduğu ailelerde çocuklar çok daha sağlıklı büyüyorlar ve aile içi iletişim sorunları en aza iniyor. Çocuğun babadan korkması baba ile ilişkisinde rahat olamamasına yol açıyor. Diğer yandan anneye de her konuda nazının geçtiğini düşünmesi yine anne ile ilişkisinde güven duymamasına ve yeterli özgüveni geliştirememesine neden oluyor.

3. Çocukla Birlikte Uyumak

Özellikle çalışan anneler çocuklarıyla az zaman geçirdikleri ve çocuğa daha uzun süreli şefkat hissi verebilmek adına çocukla birlikte uyumayı tercih edebiliyorlar. Üstelik çocuk da anne de bu durumdan memnun oluyor. Böylece başka bir uyku seçeneğine gerek duyulmuyor. Oysa anne baba ile uyumak çocuk için bir çok sakınca içeriyor. Öncelikle kendi başlarına kendi yataklarında uyuyamayan çocuklarda özgüven sorunlarına daha sık rastlanıyor. Yaşa bağlı gelişimsel korkularla baş etme becerisi kazanamıyorlar ve bu korkular daha uzun süre devam ediyor. Uzun süren korkular ise başka ciddi kaygı sorunlarına yol açabiliyor. Oysa bir çocuğun kendi odasında, kendi yatağında güvenle uykuya dalmasının ve huzurla sabaha dek uyuyabilmesinin ruhsal sağlığın en önemli göstergelerinden biri olduğu unutulmamalıdır.

4. Sen Her Şeyi Başarırsın!

Çocukların becerilerinin gelişmesi ve başarıya yönlendirmek adına yüksek beklentiler oluşturmak zannedildiğinin aksine çocuklarda yetersizlik duygularına yol açabiliyor. Çocuklar doğaları gereği becerilerini geliştirirken zamana ihtiyaç duyarlar ve yeterince iyi yapamadıkları evrelerde kendi yetersizliklerini hızlıca hissederler. Bu aşamada çocukları teşvik etmek adına fazla zorlamak ve “sen her şeyi başarırsın” dayatması aslında çocukların yaptıkları her hatada telaşlanmalarına ve sonrasında da hata yapmaktan korkmalarına sebep olabilir. Sonrasında ise yeni bir şey denemekten kaçınma, yeni ortamlara girmekten endişe duyma gibi daha ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu nedenle çocukları överken onlara farkında olmadan fazladan yük yüklüyor olabileceğimizi ve yetersizlik duyguları yaratıyor olabileceğimizi unutmamalıyız.

5. Dünya Çok Tehlikeli

Çocukların tehlikelerden korunması özellikle günümüzde gerçekten anne babaların çok hassas oldukları bir husus. Ancak çocukları tehlikelerden korumak adına dış dünyayı ve yabancıları çok tehlikeli göstermek, anne-babanın yanından asla ayrılmaması gerektiği konusunda fazla vurgu yapmak, insanların güvenilmeyecek varlıklar olduğunun altını çizmek çocuklarda ciddi kaygı sorunlarına sebep olabiliyor. Özellikle okul öncesi dönemde anneden ayrılma güçlükleri, dolayısıyla okula uyumda zorlanma ve her tür yenilik karşısında aşırı kaygı tepkisi verme gibi sonuçlara yol açabiliyor. Bu nedenle çocuklara dış dünyanın tehlikelerini anlatırken, insanlarla nasıl güvenli ilişki kurması gerektiğine dair de bilgi verilmesi ve hep anne babaya yapışık yaşamak yerine, tek başına kaldığında kendini nasıl koruyabileceği ve güvenebileceği kişileri nasıl ayırd edebileceği konusunda eğitim verilmesi daha yararlı olacaktır.

6. Senden Güzeli, Senden İyisi Yok!

Bebeklik döneminde bebeğin biriciklik hissini yaşaması temel güven duygusunun gelişiminde çok önemlidir. Ancak çocuk büyümeye ve gelişmeye başladıkça dünyada tek olmadığının kendisi gibi başka çocuklar da olduğunun, bu çocukların da kendisi gibi sevilen, özel çocuklar olduğunun ayırdına varmaya başlar. İşte bu aşamada anne babanın çocuğu tüm diğer çocuklardan üstün görerek, ona da bu duyguyu aşılaması, “sen prenssin/prensessin” tavrı çocukların, her girdikleri ortamda bu “özel” olma hissini aramalarına sebep oluyor. Böyle çocuklar rekabet ve kısançlık gibi duygularla baş etmeyi öğrenemiyorlar. Oysa bu duyguların öğrenilmesi yaşam boyu psikolojik sağlık için önemli. Her zaman birinci ve önce olmak, hep ayrıcalıklı olma arzusu sosyal ilişkiler içinde ciddi zorluklara sebep olabiliyor. Bu nedenle çocuğunuzu severken elbette sizin için biricik ve değerli olduğunu hissettirmeniz ama ona gereğinden fazla “üstünlük” duygusu da yüklememeniz gerekiyor.

7. Abi/Abla Oldun Sen!

Bir kardeşin doğumu birçok çocuk için yaşamın en önemli travmalarından biri olabilir. Özellikle de bu dönemde anne baba uygun tutumlar içinde değilse.. Büyük çocuğu onurlandırmak adına kardeşin doğumuyla birlikte onun abi/abla olduğunun altını çizmek ve ona birden bire evin büyük çocuğu muamelesi yapmak çocuklar için çok zorlayıcı olabiliyor. Bu yaklaşım kardeşlerine olan karmaşık duyguların daha da sertleşmesine ve anne babaya olan kızgınlığın artmasına sebep oluyor. Bunun yerine çocuğa zaman verip onun da bu yeni duruma uyum sağlaması için tüm olumlu/olumsuz duyguları ifade etmesi için yüreklendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü çocuklar bu dönemde özellikle anne babanın gözünde değer kaybetme korkusu yaşadıkları için bu süreçte anne babanın sevgisini ilgisini test etme ihtiyacında olurlar ve sıklıkla anne babanın kendisini mi kardeşini mi kayırdığını takip ederler. Sen abi/abla oldun yaklaşımı büyük çocuğu onore etmekten çok, küçük çocuğu korumaya yönelik bir yaklaşımdır. Bu da çocuğun var olan olumsuz duygularının şiddetlenmesinden başka işe yaramaz.

8. Annen Olmam Ama!

Çocuklar anne babanın istediğini yapmadığında ya da tam tersi olarak istemediklerini yapınca sıklıkla şöyle bir tavır sergilenir: “böyle yaparsan gideceğim bu evden” veya “beni hasta ediyorsun; annen olmak istemiyorum” Bazen kızgınlıkla bazen de çocuğu uygun davranışa teşvik etmek amacıyla söylenen bu gibi şeyler aslında çocuklar için çok ciddi bir terk edilme tehdidi niteliğinde oluyor. Çünkü çocuk ruh sağlığının en önemli temel taşlarından biri olan temel güven duygusu, “her nasıl davranırsam davranayım, sevilirim, değer görürüm” duygusu bu tür yaklaşımlarla yerini koşullu sevilmeye bırakıyor. Çocuk anne babanın istediği gibi olmadığında terk edileceğini, fiziksel olarak anne baba yanında olsa da duygusal olarak ondan vazgeçtikleri duygusunu yaşayabiliyor. Bu nedenle belki de en tehlikeli tehditlerden birinin de bu yaklaşımla oluştuğu söylenebilir.

9. Her Şeyin Var; Kıymetini Bilmelisin !

Günümüz çocukları elbette bir önceki jenerasyona göre daha fazla şeye sahip olabiliyor. Özellikle de maddi değeri olan bir çok şeye sahip olabiliyorlar. Bir çok anne baba kendi çocukluğunda sahip olamadığı bir çok şeyi çocuğuna verebiliyor ve hatta bunun için çalışıyor. Diğer yandan yine günümüz anne babaları sıklıkla çocukları için oluşturdukları bu özel koşulları sıklıkla dile getiriyorlar. Çocuklarına bu koşulları sağladıkları için çocuklarının daha fazla başarılı olmalarını, daha minnettar olmalarını, daha mutlu olmalarına ve hayatlarından daha memnun olmalarını bekliyorlar. Çocuk anne babanın istediği gibi bir çocuk olmadığında da çocuğun sahip olduğu şeylerin birer birer elinden alınacağı tehdidi gündeme geliyor. Oysa çocuklar sahip olmamayı yaşamadıkları için sahip olmanın da mutluluk veren bir şey olacağı sonucuna da ulaşamıyorlar. Çoğu gerçekten anne babasını memnun edememenin verdiği suçluluk duygusunu yaşıyor. Belki bir çoğu bunu ifade etmiyor, edemiyor. Bunun yerine çatışıyorlar; talep ediyorlar; bazen de anne babanın sağladığı bu koşulları istemediklerini dile getirip onların istedikleri bir çocuk olmayı da reddediyorlar. Anne babaların bu tuzağa düşmeden çocuklarıyla ilişkilerinde bu tarz maddesel şeyleri referans göstermemeleri, başarının ve mutluluğun sahip olunan şeylerin karşılığı olamayacağını fark etmeleri önemli. Ayrıca çocuklar genellikle karşılanamayan duygusal ihtiyaçların yerine bu tarz maddesel taleplerde bulunuyorlar. Bu sebeple de anne babaların çocukların önce duygusal ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiklerini fark etmeleri önem taşıyor.

10. Başka Çocukları Örnek Göstermek!

Çocukların anne babaları ile ilişkilerinde en çok şikayetçi oldukları konulardan biri de başka çocuklarla karşılaştırılmaları oluyor. Aslında bir çok ebeveyn çocuğu motive etmek ve ona iyi bir örnek oluşturmak için başka çocukları örnek gösterdiğini dile getiriyor. Ancak çocuklar bu karşılaştırmayı her zaman bir tehdit olarak yaşıyorlar ve “ben yeterince iyi değilim, annem babam beni yeterli bulmuyor, onlara layık bir çocuk değilim” duyguları yaşıyorlar. Bu duygu ile büyüyen çocuklar hem rakip olarak gösterilen çocuklara hem anne babalarına öfke duyuyorlar. Diğer yandan bu duygu, genellikle çocuğun kendini daha da geri çekmesine ve çabadan kaçınmasına sebep oluyor.


Uzman Pedagog Belgin Temur

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Hobi Sahibi Olmanın Çocuk Üzerindeki Yararları

Çocukları, yaş ve gelişimlerine uygun aktivitelerle tanıştırmak, onların kendi becerilerinin farkına varabilmelerini ve kendi ilgi alanlarını oluşturabilmelerini kolaylaştırır. Çocuk değişik hobilerle uğraşırken, hem kendini fiziksel, zihinsel, duygusal olarak geliştirir; hem de daha çok zevk aldığı, mutlu olabileceği alanları keşfetmeye başlar.


İlk çocukluk döneminden başlayarak çocuklar hobilerle tanıştırılmalıdır. Kazanılan hobiler, çocukların kişisel gelişimlerini, ilerideki hayatlarını, yaşam tarzlarını, seçtikleri mesleği, kariyerlerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Bu nedenle, ebeveynler küçük yaşlardan itibaren, çocuklarının ilgi alanlarını gözlemlemeli, keşfetmeli ve yeteneklerinin gelişmesine fırsat vermelidir. Çocuklar hobilerle kendi kendilerine yetebilen, yeni ilişkilere ve paylaşıma hazır;  keşfetmeye, öğrenmeye istekli bir hale gelirler.


Çocukluk döneminde oyun en önemli ve en gerekli hobidir. Bazen çocukların her seferinde aynı oyuncaklarla aynı şeklide oynadığını gözlemleyebilirsiniz. Oyun çocuğun iç dünyasını dışarıya yansıtabilmesi, duygusal ilişkileri başlatabilmesi için bir araçtır. Çocuklar oyun yoluyla birikmiş enerjilerini uygun ve kabul edilebilir bir şekilde dışarı yansıtabilirler. Doğal ve aktif yollarla öğrenirler.  Çocuklar oynadıkça duyuları keskinleşir; hayal güçleri ve yaratıcılıkları gelişir. Sosyal becerileri artar. Seçme, değerlendirme ve karar verme yetileri gelişen çocuklar daha özgüvenli bireyler olma yolunda adım atarlar. Oyun çocukların dünyayı keşfinde onlara yardımcı ve yol gösterici olur. Çocuklar oynadıkları oyunlar sayesinde gerçek ve gerçek olmayanı ayırt edebilmeye, güçlü oldukları yanları keşfetmeye başlarlar ve zevk aldıkları hobileri seçerler. Örneğin bebekliğinden itibaren, farklı tonlarda seslere duyarlı olan, müzikle beraber hareketlenen, müzikli oyunları tercih eden bir çocuk, ileri yaşlarda ilgisi ve yeteneğine uygun bir ses ya da müzik aleti çalmayı hobi edinebilir; hatta yetişkinliğinde mesleği haline getirebilir. Bir enstrüman çalmayı öğrenmek, taklit etme becerisini ve hafızayı destekler. Ya da küçüklüğünde uçurtma ile oynayan bir çocuk, biraz büyüdüğünde maket oyuncaklara ilgi duymaya başlayabilir ve yetişkinliğinde model uçak ya da arabalarla uğraşmayı bir hobi olarak seçebilir. Grupla çalışma ve kurala uyum becerisi gelişmiş iyi bir sporcu ya da takım oyuncusu da başarılı bir yönetici olmaya adaydır.


Seçilen farklı hobiler çocuğun farklı gelişim alanlarını destekleyebilir. Hobiler sayesinde çocuğun dikkat ve konsantrasyonu, el-göz koordinasyonu, ince-kaba motor becerileri, yaratıcılığı, algılaması, estetik anlayışı, soyut düşünme becerisi, sayısal ve sözel zekası desteklenebilir. İletişim, duyguları ifade etme, empati kurma ve sosyal becerileri gelişir. Grup becerilerini, grup içi uyumu, işbirliğini ve düzenli çalışmayı öğrenir. Gerçek performansını ve potansiyelini görmek çocuğun özgüvenini destekler; daha cesur davranabilmesini sağlar. Problem çözme ve zorluklarla başa çıkma becerisi kazanır. Beklemeyi, sabretmeyi, sırasını beklemeyi, toplum kurallarını öğrenir. Bazı hobiler sayesinde de doğa ve hayvan sevgisi ile tanışabilir.

Her çocuğun farklı beceri alanları olduğunu unutmamak gerekir. Bazı çocuklarda sadece tek bir yetenek alanı öne çıkarken, bazılarında ise birkaçı baskın olabilir. Ve çocuklar baskın olan yeteneklerini kullanarak daha iyi öğrenebilirler. Öğrenemeyen çocuk yoktur aslında; sadece her çocuğun öğrenme şekli birbirinden farklıdır. Çocuğa uygun metodu keşfedip kullanabilmek onun daha kolay ve zevkli bir şekilde çalışmasını da sağlar. Örneğin; yabancı dil öğrenen çocuğunuzun sözel beceri alanları daha kuvvetli ise, kitaplar okuyarak, kelime hazinesini genişleterek daha iyi öğrenir. Eğer görsel becerileri, hafızası baskınsa, video ve filmler izleyerek; müzikle ilgili hobilere sahipse yabancı şarkılar dinleyerek öğrenmek onun için daha kolay olabilir. Ancak her çocuğun hayatı boyunca sürdürebileceği, bir hobi haline getirebileceği özel bir yeteneği olmaya da bilir. Anne-babalar çocukları aynı anda birden çok hobiye yönlendirirken dikkatli olmalıdır. Çocuğun birden çok aktiviteyi kısıtlı bir zamanda yapmayı çalışması, çocuğun gerçek ilgi alanlarının gözden kaçmasına neden olabilir. Daha önce çok zevk aldığı bir aktiviteden hoşlanmamaya başlayabilir. İyi organize olunamazsa, bu durum çocuklara bir yük olarak gelmeye başlayabilir, sevdikleri hobileri de yapmaktan vazgeçebilirler. Çocuk faydalanabileceği bir hobiden hiçbir kazanım sağlayamayabilir. Hobi çocuk için zevk verici, eğlendirici bir aktivite olmalıdır. Yapılan herhangi bir hobide belirgin bir başarı ya da üstün bir yetenek fark edildiğinde ise o alanda çocuğun uzmanlaşmasını isteyip istemediğimize yönelik tercihimizi yaparak çocuğu doğru yönlendirmeliyiz.



Anne-babalara öneriler

  • Çocuğunuzu, yaşına ve gelişim düzeyine uygun oyuncaklarla tanıştırın. Bu oyuncaklar çocuğunuzun kendini keşfetmesine ve kendi için en doğru ilgi alanını seçmesine yardımcı olacaktır.
  • Çocuğunuzu  iyi gözlemlemeyin; ona teşvik edici ve destekleyici yaklaşın; yeteneklerinin gelişimini, değişimini izleyin ve önerilerde bulunun.
  • Çocuğunuzu gerçekten ilgisi ve yeteneği olan hobilere yönlendirmeye çalışın. İsteksizce, önemsenmeden yapılan bir aktivite çocuk için eziyet haline gelebilir; özgüvenini zedeleyebilir ve kaygılarını tetikleyebilir.
  • Çocuğunuzun gittiği her kursta ya da edindiği her hobide aynı oranda başarılı olamayabileceğini unutmayın ve beklentilerinizi ona göre belirleyin.
  • Kendi hobilerinize çocuğunuzu da dahil ederek ona model olun. Çizdiğiniz bir resimde size eşlik etmesini, yaptığınız kurabiye için malzemeleri hazırlamasını isteyin. Haftasonu balık tutmaya, fotoğraf çekmeye onu da götürün. Aile olarak beraber vakit geçirebilmek bütün çocukları mutlu eder.
  • Çocuğunuza yeni ortamlar ve fırsatlar sunun. Çocuğunuz çevresini, objeleri tanıyarak; onların nasıl kullanıldıklarını, ne işe yaradıklarını öğrenerek ilgi alanlarını seçecektir.
  • Çocuğunuzun farklı aktiviteleri ve malzemeleri denemesine fırsat verin ve onu başladığı aktiviteyi devam ettirme konusunda motive edin.
  • Çocuğunuzun olabildiğince az bilgisayar ve tv ile vakit geçirmesini sağlayın; bilgisayarla ve tv ile geçirilen saatin yerine anne ve babasıyla beraber paylaşım içinde olacağı aktiviteler planlayın.
  • Sanal ortamlar yerine çocuğunuza sportif faaliyetlerde bulunabileceği, yaz kampı, drama, dans gibi sosyal beceri anlamında kendini geliştirebileceği doğal ortamlar sunun.
  • Çocuğunuzu arkadaş gruplarına, oyun gruplarına dâhil etmek, grup oyunlarına ve sporlarına yönlendirmek, sanatsal aktivitelere katılmalarını sağlamak hobiler edinmelerini ve bunları geliştirmelerini sağlayacaktır.
  • Çocuğunuzu ilgilendiği uğraşlar ve edindiği hobiler için takdir edin.
Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat