28 Aralık 2017 Perşembe

Çocuklarda Gece Korkuları

Çocuklarda Korkular 

Günlük hayatımızda yaşadığımız mutluluk, üzüntü gibi duygular kadar korku da yaşanması normal olan bir duygudur. Durumlara verdiğimiz tepkilerin belirleyicileri genellikle duygularımızdır. Örneğin, çocuğumuza oyuncak bir bebek ya da oyuncak bir araba aldığımızda sevinmesi kadar; yüksek sesle bağıran ya da ona kızgın gözlerle bakan birisinden korkması normal olarak karşılanması gereken bir durumdur. Korku, çocukların hoşlanmadıkları, tedirgin oldukları kişiler, durumlar ve olaylar karşısında yaşadıkları doğal bir duygudur ve çocuklar bu duygunun tepkisi olarak huzursuzlanmak, ağlamak, bağırmak gibi tepkiler verebilirler. Her yaşın kendi dönemine özgü gelişimsel korkuları vardır. Küçük yaşlarda en sık rastladığımız korkular; anneden ayrılma ve yalnız kalma, annenin geri gelmeyeceğini düşünme, yüksek ses, büyük nesneler, hayvanlar ve karanlıktır. Özellikle 3-4 yaşlarında en çok karşımıza çıkan korkular karanlık korkusu ve anne-babadan ayrılma korkusudur. 

Çocuklarda Gece Korkuları 

Çocuklarda en sık ortaya çıkan korkuların başında karanlık ve gece korkuları gelmektedir. 3-4 yaş döneminde gelişim sürecinin bir özelliği olarak bu korkuların ortaya çıkıyor olması normal karşılanmaktadır. Ancak bu korkuların çocukların uyku düzenini bozması, anne-babaya bağımlılık düzeyini arttırması, yalnız yatmalarına engel olması gibi durumlarda, bu korkular artık normal gelişim süreci seyrinin dışına çıkmış olarak düşünülmelidir. Gece korkuları, ebeveynler ve çevre tarafından en çok pekiştirilen korkulardır. Eğer ebeveynlerde de karanlık ve gece yalnız uyuyamama ve ışıksız uyuyamama gibi korkular var ise, bu korkular daha çok pekişmektedir. Anne-babasının gece korkuları ile ilgili yoğun kaygılar yaşadığını gören çocuk, bu durumda daha da kaygılı bir yaklaşım sergileyecektir. Anne-babanın korkuları olduğunu gören çocuğun düşüneceği: “Demek ki korkacak bir şey var.” olacaktır ve bu durumda çocuğun korku düzeyi daha da artabilecektir. Eğer anne-babalar bu korkuyu pekiştirmezlerse ve uygun yaklaşımları sergileyerek çocuklarını rahatlatırlarsa, olması beklenen bu korkunun ortadan kalkmasıdır. 

Çocuklarda gece korkularının ortaya çıkışını tetikleyen en önemli etken, karanlıktan çekinmek ve ne olduğunu görememektir. Karanlıkta karşısına neyin çıkacağını bilmeyen çocuk nasıl davranacağını ve kendini nasıl koruyacağını ve savunacağını bilemediğinden, bu korkusunu geceye genellemekte ve uyku düzeni bozulabilmektedir. Karanlıkta gelebileceği düşünülen herhangi bir saldırı, duvarda gördüğünü söylediği nesneler, dolaptan çıkabilecek korkutucu figürler ya da baş edilmesi güç bir durum karşısında nasıl tepki vereceğini bilememek ve anne-babası gibi ondan daha güçlü ve olaylar karşısında nasıl davranacağını bilen yetişkin bireylerin yanında olmayışı, çocukların korkularını daha da arttırabilmektedir. Bu tarz durumlarda çocuklar ev içerisinde karanlık odalara yalnız girememeye ve yalnız gezememeye, tuvalete yalnız gidememeye, gece uykusuna yalnız geçememeye ve yatarken yanlarına anne ya da babalarını istemeye başlayabilirler. 

Uyku saatinin yaklaşması ile birlikte çocuk hırçınlaşmaya, keyifsizleşmeye başlarsa, odasına gitmemek için türlü oyunlar ve yollar uygulamayı seçiyorsa, odasına gittiğiniz zaman odadan çıkmamanız için sohbetleri uzatıyorsa, odadan çıktığınız zaman arkanızdan sesleniyor ve hemen yatağından kalkıp yanınıza geliyorsa, uykuya dalma sürecinde sizi yanında istiyorsa, geceleri uyanıp ağlıyor, sizin yatağınıza geliyor ve kendi yatağında uyumayı reddediyorsa, uyku saatlerinde azalma ve uyku kalitesinde bozulma görülüyorsa çocuğunuzun gece korkuları onu olumsuz yönde etkiliyor olabilir. 
Çocuğun duygusal durumu, uyku düzeni ve kalitesini etkileyen bir faktördür. Gündüz yaşadığı yaşantılar, çocuğun gece uykusunu, huzurunu ve korku düzeyini azaltabilir veya arttırabilir. Örneğin yuva ortamında yaşanan bir sıkıntı, aile içinde yaşanan bir tartışma veya huzursuzluk, taşınma, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin seyahate giderek çocuktan uzaklaşması, aileye yeni bir bebeğin katılımı, boşanma, aile içi kayıp ve yas gibi durumlar, aile içindeki tüm bireylerde huzursuzluk ve kaygı durumlarını tetikleyeceği gibi çocukların da kaygısını arttırabilir ve gün boyu yaşanan kaygı, geceleri çocukların karşısına gece korkusu olarak çıkabilir ve uyku kalitesini bozabilir. 

Gece korkularını tetikleyebilecek faktörlerden bir tanesi de yatmadan önce ya da gün boyunca izlenen şiddet içerikli çizgi filmler ya da oynanan oyunlar olabilmektedir. Fazlasıyla hareket öğesi ve agresyon dolu içeriğe sahip olan animasyonlar, çocukların zihinlerini meşgul ederek onların korkmasına ve bu korkunun geceleri ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Çizgi filmlerin ve filmlerin yanı sıra, yine aynı tarz içerikli resimleri olan öykü kitapları da çocukları ürkütebilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde yerleşerek gelişen temel güven duygusu, çocukların geliştirdikleri kaygı ve korku durumlarının oluşumunda çok önemli bir yer tutmaktadır. Annesinden henüz ayrışamamış ve annesine bağımlılığı henüz süren, anne-babadan ayrılamayan, ebeveynlerini kaybetme ve yalnız kalma korkusunu yaşayan çocuklarda, gece korkularının görülme olasılığı yüksektir. Çocuklar uyandıkları zaman ebeveynlerinin gitmiş olacağı ve onları göremeyeceğinin endişesini yaşayarak, uykuya dalmak istememekte veya uykuya dalınca kabuslar görebilmektedirler. 

Kabuslar 

Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi uyku sırasında kabuslar görebilmektedirler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, kabusların görülme sıklığıdır. Eğer çocuğunuz haftada bir-iki kere ve daha fazla sıklıkla kabus görüyor ise, burada bir sıkıntı olduğu düşünülebilir. Eğer çocuğunuz sıklıkla aynı tarz kabuslar görüyorsa, bu durum bir stres faktörünün ve endişe bozukluğunun göstergesi olabilir. 

Çocukların kabusları genellikle gün boyu karşılaştıkları yaşantıları ile bağlantılı olmaktadır. Çocukların yuvada, aile ortamında veya sosyal ortamlarda yaşadıkları olumsuz durumlar, keyiflerini kaçıran olaylar, üzüntüler ve çatışma durumları, gece korkularına ve çocukların rüya ve kabuslarına taşınabilmektedir. Çocuklar bazen kabuslarını hatırlarlar bazen ise hatırlamayabilirler. 

Kabuslardan farklı olarak gece korkuları ile ilgili yaşanabilecek bir diğer durum “gece terörü” adı verilen bozukluktur. Gece teröründe çocuklar, korkarak ve çığlık atarak uyanır, yaptıklarını bilinçli olarak yapmaz ve sabah kalktığında bu yaptıklarını hatırlamaz. Gece terörüne sıklıkla okul öncesi dönemde rastlamaktayız. Gece korkuları yaşayan, kabuslar gören ve gece terörü yaşayan çocuklar, genellikle yalnız değil ebeveynleri ile uyumak istemekte ve gece uykuları bölündüğü zaman kendi yataklarını terk ederek anne-babalarının yanına gitmeyi tercih etmektedirler. 

Anne-babalara Öneriler: 

• Anne-baba olarak ilk yapılması gereken, çocuğunuzu çok iyi tanımaktır. Çocuğunuzun nelerden hoşlandığını, neleri sevdiğini, nelerden ürktüğünü ve çekindiğini, nelerden korktuğunu bilmeniz çok önemlidir. Bu sayede çocuğunuzun korkularının ne zaman ortaya çıktığını bilebilirsiniz. 

• Çocukların genel gelişim düzeyleri ve bu düzeylerin genel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak, çocukları tanımak ve anlamak adına çok belirleyicidir. Çocukların korkuları, gelişimsel sürecin bir parçası olarak ortaya çıkabildiğinden, hangi dönemde hangi korkunun baş gösterebileceğini bilmek, ebeveynlerin doğru yaklaşımları belirleyebilmesi adına çok önemlidir. 

• Çocuğunuzun korkusunun herhangi bir olaydan sonra, bir olayın tetiklemesi ile ortaya çıkıp çıkmadığını tespit ederek, bu durumu elimine etmeye çalışmak, korkunun ortadan kaldırılabilmesi adına önemlidir. 
• Çocuğunuzun korkuları hakkında onunla konuşabilirsiniz. Korkuları yokmuş gibi davranarak görmezden gelmek, çocuğunuzun kendini kötü hissetmesine sebep olabilecektir. Bu nedenle yaşadığı duygulara saygı duymak, onu anlamaya çalışmak, onu anladığınızı ve yanında olduğunuzu hissettirmek, çocuğunuzun rahatlamasına ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olacaktır. 

• Korkular ile ilgili dalga geçmek, alay etmek, çocuğu yargılamak, onu utandırmak, herkese korkusunu anlatarak onu küçük düşürmek, onu korktuğu şeyleri yapmaya zorlamak gibi durumlar, çocuğun özgüven duygusunu ve size olan güvenini olumsuz yönde etkileyecek ve ilişkinizi bozabilecek tutumlardır. Ayrıca bu tarz olumsuz yaklaşımlar çocuğun korkularını tetikleyerek daha da artmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle, bu tip yaklaşımları kullanmamak gerekmektedir. 

• Gün boyunca çocuğunuz ile kaliteli zaman geçirmek, birbirinize vakit ayırmak, oyunlar oynamak, sohbet etmek hem ebeveyn-çocuk ilişkinizi geliştirecek, hem de çocuğunuzun rahatlamasını sağlayacaktır. Gün içindeki olumlu yaşantılar, çocuğunuzun gece uykusunu olumlu yönde etkileyebilmekte ve gece korkusunu azaltabilmektedir. 

• Uykuya dalma zamanının yaklaşması ile birlikte çocuğunuzu rahatlatacak, kaygısını azaltacak etkinlikler yapabilirsiniz. Örneğin birlikte hikaye okumak, resim yapmak, sohbet etmek gibi faaliyetler hem çocuğunuzun uykuya keyifle geçmesini sağlayacak hem de ilişkinizi geliştirecektir. 

• Çocuğunuz mutlaka kendi odasında ve kendi yatağında uykuya dalmalıdır. Uykuya dalana kadar onun odasında kalabilirsiniz ancak onun yatağına yatmadan, yatağın yanında yerde ya da bir minderin üstünde oturarak, saçlarını okşayabilir, elinden tutarak onu rahatlatabilirsiniz. 

• Eğer çocuğunuz gece uyanıp yanınıza gelir ve sizin yatağınızda kalmak isterse, onu kendi odasına götürmeli ve orada tekrar uykuya geçmesini sağlamalısınız. İlk önce onu rahatlatmalı, daha sonrasında kendi yatağında uykuya dalması için ona destek olmalısınız. Sizin yatağınızda kalmasına izin vermemelisiniz. 

• Eğer çocuğunuz sizin de onunla birlikte yatakta yatmanız için ısrar ederse, onunla yatmamalı ancak odada kalarak yanında olduğunuzu ona hissettirmeli ve onu rahatlatmalısınız. 

• Çocuğunuza korkularını nasıl hafifletebileceği, ne yaparsa kendini daha rahat ve güvende hissedebileceği, korku anları ile nasıl başa çıkabileceği noktalarında bazı ipuçları vermek ve önerilerde bulunmak, kendisinin de bazı yöntemler bulmasına destek olmak ve bunları uygulaması yönünde onu yüreklendirmek, yaşanan sıkıntıları rahatlatabilmek adına önemli bir yol olabilmektedir. 

• Tüm bu önerileri yerine getirmenize rağmen hala korkular sürüyor ise, bu durum profesyonel bir müdahaleye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bu konu ile ilgili bir uzmana başvurabilir ve ondan yardım alabilirsiniz.

Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

22 Aralık 2017 Cuma

Kontrolcü Anne-Babalar

    Davranış ve tutumların kazanılmasında öğrenmenin rolü büyüktür. Çocukların becerileri ve davranışları anne-baba tutumları doğrultusunda şekillenir. Anne-babaların çocuklarını yetiştirirken benimsedikleri tutumlar, çocukların benlik algılarını, özgüven gelişimlerini, problem çözme becerilerini, çevresindeki bireylerle kurdukları ilişkileri doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Dolayısıyla, uygunsuz anne-baba tutumları, çocuğun uyumsuz davranışlarının ve sağlıksız gelişiminin başlıca nedeni olabilir. 

    Anne-baba tutumlarını, aile içerisinde çocukla kurulan iletişim yolları, sevginin ifade ediliş biçimi, uygulanan disiplin yöntemleri, istenilen davranışın çocuğa nasıl kazandırıldığı, çocuğun bir birey olarak görülüp görülmediği gibi durumlar belirler. Bazı ebeveynler, çocuğun davranışları karşısında ilgisiz ve kayıtsız durarak ona gerekli desteği veremezken, bazıları ise çocuğa gereğinden fazla özen göstererek onun bireysel gelişimini engellerler.

    Aşırı koruyucu tutum, ebeveynin çocuğu gereğinden fazla kontrol etmesi, koruması, ilgi göstermesi olarak ifade edilebilir. Özellikle bir kaybın ya da zor bir hamilelik sürecinin ardından dünyaya gelen, geç kavuşulan, bazı sağlık sorunları geçirmiş olan, ailenin tek çocuğu ya da tek torunu olan çocukların ebeveynlerinde bu tutumların daha sık görüldüğü fark edilmiştir. Bu tutum annelerde daha da çok gözlemlenebilir. Çocuğun doğumu ile beraber ilgi ve bakımın en yoğun olduğu dönemde anne çocuğu ile bütünleşmeye başlar. Anne-babaların bu tutumlarının altında aslında kendi kaygıları, kendi yalnızlıkları, çocuklarının kendilerine bağımlılığından mutlu olmaları gibi sebepler yer almaktadır. Dış dünyanın tehlikeli olduğu, bu tehlikelere karşı her an tetikte olmaları ve çocuklarını korumaları gerektiği inancındadırlar. Çocuklarından ayrılmakta, onları bir birey olarak kabul etmekte, yaşlarına uygun becerileri geliştirmelerine ve bağımsızlaşmalarına izin vermekte zorlanırlar. Çocuğa abartılmış bir sevgi gösterip, tüm ihtiyaçlarını koşulsuzca karşılarlar. Bu tutumu gösteren ebeveynler, çocukları kendi başlarına yemek yiyebilmesine rağmen aç kalmasın diye kendi elleriyle yemeklerini yedirir; düşmesin diye koşmasına izin vermezler. El yıkama- diş fırçalama, tuvalet temizliği gibi özbakım becerilerini çocuklarının yerine gerçekleştirebilir; hastalanmasınlar diye dışarı çıkmalarına, yuvaya gitmelerine izin vermeyebilirler. Çocuklarını mutlu etmek, onları yormamak, onlara yardımcı olmak için bu tutumu sergilediklerini ifade eder; çocukları yerine sorulan sorulara cevap verir; pek çok konuda onların adına karar verirler.

    Aşırı kontrollü anne-baba tutumları çocuklara farkında olmadan bazı olumsuz mesajlar iletirler: ‘Seni kontrol ediyorum; çünkü sen tek başına yapamazsın; sen beceriksizsin; ben yardım etmezsem senin yaptığın yeterince iyi olmaz.’

    Bu tutumla büyüyen çocuklar anne-babaya fazla bağımlı olacakları için kendi başlarına kaldıklarında neyi ne kadar gerçekleştirebilirler; o ortamda kendilerini ne kadar gösterebilirler; ne kadar başarılı olabilirler emin olamazlar. Kendilerine güvenemez; herhangi bir konuda kendi başlarına karar veremezler. Herhangi bir problemle karşılaşmamak için sosyal ortamlardan kaçar; karşılaştıkları problemleri de kendi başlarına çözemezler. Kendi başlarına bir şeyler yapabileceklerine dair inançları olmaz. Yalnız kaldıklarında ihtiyaçlarını fark edemez ve kendilerini gerektiği gibi koruyamazlar. Bu da kaygılarını arttırır ve kendilerine bakan kişi ya da kişilere daha da çok bağlanırlar. Daha çok bağlandıkları için beceriler ilerleyen yaşa rağmen gelişmez ve kaygılar daha da tetiklenir. Bu bir döngüdür ve çocuğun sağlıklı psikolojik gelişimi için bu döngünün kırılması gerekir. Koruyucu tutumla büyüyen çocuklar evde, aileleri ve tanıdıklarının yanında aşırı derecede hareketli, sınırsız, dürtüsel, agresif davranışlar gösterebilirken, ev dışındaki ortamlarda oldukça pasif, savunmasız, utangaç, sessiz, tutuk bir profil çizerler. Evde gücünü kabul ettirmeye çalışan çocuklar dış ortamda oldukça ürkek bir tutum içerisinde olurlar. Tüm istek ve ihtiyaçları anne-babaları tarafından karşılanan çocuklar, başta her türlü ortamda aynı tutumla karşılaşacaklarını düşünürler; ancak zamanla dış dünyada hiç kimsenin onları kendi anne-babaları gibi el üstünde tutmayacağını, koşulsuz kabul ve sevgi göstermeyeceğini fark ederler. Bu da, kontrollü tutumlarla büyüyen çocuklar için daha büyük bir yıkım olur.

    Aşırı koruyucu bir tutum çocuğun sorumluluk almasını engelleyebileceği gibi sosyal becerilerini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bireyselliğine izin verilmemiş, kendi becerilerini göstermesine ve kendini geliştirmesine fırsat tanınmamışın bir çocuğun yaşına uygun psikolojik olgunlaşmaya erişebileceğini söyleyemeyiz. Böyle bir çocuğun toplum tarafından da kabulü zorlaşır. Çocuk kabul görebilmek için pasif kalmayı ya da tam tersine agresif davranışlar göstermeyi seçebilir.

    Koruyuculuğun, denetleyiciliğin olumsuz etkileri çocukluğun ilk yıllarında çok fark edilmese de çocukların kişilik gelişimlerinde kalıcı etkiler bırakır. Sağlıklı fiziksel, ruhsal, sosyal gelişimleri zedelenir. İlişki başlatma ve sürdürmede başarısızlıklar yaşayabilirler. Kurdukları ilişkilerde bağlanabileceği kişiler arayabilir; yetişkinliklerinde de destek arayışlarını, bağımlılıklarını sürdürebilirler. Kendilerini ve sınırlarını tanımakta, sorumluluk almakta, girişimci olmakta zorlanabilirler.

    Aşırı koruyuculuk ve kontrolcülük aslında anne-babanın hayatını da oldukça zorlaştırır. Tek amaçları çocuklarını denetlemek, kollamak olan ebeveynler kendi yaşantılarını, evliliklerini, eşleri ile olan ilişkilerini dengelemekte zorlanırlar. Kendi hayatlarındansa çocuk odaklı bir yaşam içine girerler. Bu durum her iki ebeveyn için de bir süre sonra oldukça yorucu olmaya başlar.

    Uygun anne- baba tutumları çocuğun sosyal çevrede kabul görmesini kolaylaştırır. Doğru tutumlar sayesinde çocuk, kendine ve becerilerine güvenmeyi öğrenir; kendi başarılarını fark eder; ilgi ve yeteneklerini geliştirme fırsatı bulur; sosyal muhakemeyi, toplumsal alışkanlıkları, normları kazanır ve rastladığı problemleri kendi başına çözmeye çalışır.
Anne-Babalara Öneriler: 

    • Çocuğunuzun hangi yaşta hangi becerileri gösterebileceğini öğrenin ve bu becerileri geliştirebileceği ortamlar ve fırsatlar sunun. Çocuk çevresini, objeleri tanıyarak; onların nasıl kullanıldıklarını, ne işe yaradıklarını öğrenerek hayata uyum gösterebilir.

    • Çocuğunuzu iyi gözlemlemeyin; ona teşvik edici ve destekleyici yaklaşın; yeteneklerinin gelişimini, değişimini izleyin ve önerilerde bulunun. Çocukları, yaş ve gelişimlerine uygun aktivitelerle tanıştırmak, onların kendi becerilerinin farkına varabilmelerini ve kendi ilgi alanlarını oluşturabilmelerini kolaylaştırır. Çocuk değişik hobilerle uğraşırken, hem kendini fiziksel, zihinsel, duygusal olarak geliştirir; hem de daha çok zevk aldığı, mutlu olabileceği alanları keşfetmeye başlar.

    • Duygularını hangi yollarla daha iyi ve daha doğru ifade edebileceği konusunda ona yol gösterin. Anne-baba olarak sizler de duygularınızı ifade ederek çocuğunuza model olun ve ona duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaya çalışın.

    • Çocuğun büyürken karşılaştığı her engel ya da zorluğun ve bunlarla baş edebilme sürecinin onun için bir öğrenme deneyimi olduğunu unutmayın. Problemlerini çözmesi konusunda ona fırsat tanıyın.

    • Zorlandığı durumlarda müdahale edip çözüm bulmak yerine kendi çözümlerini bulabilmesi için ona yol gösterin. Bazen çocuğunuzu sadece dinlemek bile onun kendi çözümüne ulaşması için bir kapı aralar.

    • Kardeşiyle ya da arkadaşlarıyla arasında bir sorun olduğunda, olayı değerlendirmesi ve kendi davranışının sorumluluğunu alması için çocuğunuzu teşvik edin.

    • Çocuğunuzu ileriki yaşlara hazırlarken, ona yaşına uygun sorumluluklar verin. Büyürken bazı görevleri üstlenmesi sorumluluk duygusunu geliştirebileceği gibi özgüvenini de besler.

    • Aile ve evle ilgili süreçlerde çocuğunuzun da fikrini alın; bazı küçük kararlara onu da dahil edin ve onun da düşüncelerini dile getirmesine izin verin.

    • Başkalarının yanında çocuğunuzun olumlu özelliklerinden bahsedin ve onu övün.

    • Ona güvendiğinizi, başaracağına inandığınızı, onunla gurur duyduğunuzu sık sık dile getirin.

    • Çocuğunuza güvenli sınırlar çizdikten sonra, ilerlediği yolda ona sadece rehberlik etmeye çalışın.
Klinik Psikolog İrem Fırat

15 Aralık 2017 Cuma

Televizyon ve Çocuk


Televizyon çocukların ilk aylardan itibaren ilgisini çeken bir araçtır. Birkaç aylık bebekler bile bu renkli, hareketli ve sesli görüntüyle ilgilenirler, görme alanları içinde takip edebilirler. Bebekler büyüyüp özellikle müziğe ilgi duymaya başladıkça müzik eşliğinde verilen görsel olarak vurgulanan görüntülere daha fazla ilgi duymaya başlarlar. Televizyonda söz ve görüntü bir arada verildiği için çocuklar çok kolay etkilenirler. İyi seçilmiş programlar izlettirildiğinde çocukların bilgisini, hayal gücünü artırabilir. İlk yıllarda özellikle reklamlar bebeklerin ve çocukların ilgisini daha fazla çeker. Müzik kanalları da aynı şekilde müzik-ritm ve renkli görüntülerin eşlik ettiği klipler nedeniyle ilgi çekici olur.  Bu dönemde fazla televizyon karşısında tutulan çocukların televizyon izleme alışkanlıklarının gelişmeye başladığı bilinmektedir. Özellikle de çocuğa rahat yemek yedirmek veya onun sakince oturmasını sağlamak amaçlı olarak televizyon seyretmeye teşvik edilen çocukların okul yıllarında da sürdürecekleri şekilde televizyon izleme alışkanlığı gelişmektedir. Ayrıca anne-babası çok televizyon izleyen çocukların da yine model alma yoluyla zaman geçirme ve eğlenme aracı olarak televizyonu tercih etmeleri söz konusudur. Küçük yaşlardan itibaren televizyon izleme saatleri sınırlandırılmayan çocuklar okul yaşlarında televizyon bağımlısı olmaya aday olmaktadırlar. Kontrolsüz şekilde televizyon izlettirilen çocukların yorum yapma, muhakeme etme yeteneklerinin olumsuz etkilendiği bilinmektedir. Çünkü televizyon izlemek tek yönlü, pasif bir etkinliktir. Oysa en etkin öğrenme yolu deneyerek yaşayarak öğrenmedir. Fazla televizyon karşısında kalan çocuk direkt bilgi almaya alışır ve etkileşim içine giremez. Bu nedenle Televizyonun olumlu etkileri ancak sınırlı ve seçilmiş programların izlenmesiyle sağlanabilir.

Anne-Babalara öneriler

*  3 yaş civarında çocukların çizgi film, belgesel ve eğitimsel programları izlemeleri onların yaratıcılıklarını geliştirir  ve hoşça vakit geçirmelerini sağlar. Ancak bu yaşlardan itibaren televizyon başında geçirecekleri vakit sınırlandırılmalıdır. Bebeklik çağlarından itibaren fazla televizyon izlettirilen çocukların özellikle iletişim ve konuşma  becerilerinin gecikmesi riski oluşmaktadır.

*  Bazı çizgi filmlerin aşırı şiddet ve korku öğesi içerdikleri ve bu nedenle çocuklar üzerinde birçok olumsuz etkiye yol açtıkları bilinmektedir.  Oyun çağı çocuğu henüz hayal ile gerçeği ayırt edemeyeceğinden şiddet ve saldırganlık içeren görüntülerden daha çok etkilenir. Bu  nedenle çocuğunuzun izlediği çizgi filmlerin denetimini siz yapmalısınız. 

*  Okula giden çocukların, dinlenme, yemek yeme, oyun oynama, uyku ve ders zamanları çıkarıldığında eğer vakitleri kalıyorsa televizyon seyretmelerine izin verilmelidir. Bu saat de genellikle derslerin bitmesinin ardından planlanmalıdır.

*  Çocukların günlük televizyon izlemeleri gereken saatler konusunda değişik görüşler olmakla beraber özellikle okul çocuklarının günde bir saatten fazla televizyon izlememeleri önerilmektedir

*  Çocuğun yaşına uygun programlar izlemesi sağlanmalıdır. Yetişkinler için hazırlanmış dizi, film, magazin türü programların mümkün olduğunca çocuklara izlettirilmemesi gerekmektedir.  

*  Çocuklar genellikle evde yalnız hissettiklerinde ve uygun aktivite bulamadıklarında televizyonu tercih etmektedirler. Çocuğunuzun yaşına ve ilgi alanına uygun oyunlar bulup onunla oynayabilirseniz ve televizyon dışında birlikte eğlenebileceğiniz aktiviteler bulabilirseniz çocuğunuz televizyon izlemek yerine sizinle oynamayı tercih edecektir 


Çocuklar ilk olarak hangi yaşta televizyonla tanıştırılmalı? 

Çocuğun bebekliğinden itibaren televizyonun aynı ortamda açık olmasında bir sakınca yoktur. Hatta bol işitsel uyaran içermesi bakımından yararları da olabilmektedir. Ancak bu, çocuğun televizyon karşısına oturtulup başka uyaran verilmemesi anlamına gelmemelidir. Aslında çocuklar 2 yaşlarından itibaren televizyon karşısına oturup kısa çizgi filmler izleyebilirler. Ya da eğitimsel içerikli çocuk programlarını izlemeleri uygundur. Ama bebeklikten itibaren izlenen müzik kanallarının çocukların dil ve iletişim becerileri üzerinde olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Çocuklar okul öncesi dönemde çizgi filmler, çocuk filmleri ve eğitimsel programları izleyebilecek dikkat ve sabır süresine sahiptirler. Yani bir saat civarı televizyon başında oturabilirler. Bu süreyi aşmamak uygun olur. Çünkü bu dönemdeki çocuklar çok alıcıdırlar ve zihinsel gelişimleri için gerekli olan başka bir çok faaliyetle ilgilidirler. Öğrenmenin en yoğun olduğu bu dönemde tek yönlü bir etkinlik olan televizyon ile doldurmamak gerekmektedir. Ayrıca bu yaşlarda çocuklar yaşam rutinleri konusunda alışkanlıklar edinirler. Sürekli televizyon izleyen çocuklar bunu alışkanlığa dönüştürmekte ve bir çok gelişim alanında yetersiz uyaranlar nedeniyle geri kalabilmektedirler. Özellikle okul çağına gelindiğinde televizyon alışkanlığı nedeniyle okul ve derse uyum ve uygun çalışma alışkanlıkları geliştirme konusunda ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Bazen çocuklar için hazırlanan programlar ve çizgi filmler de şiddet ve uygun olmayan görüntüler içerebilmektedir. Buradaki denetim yine ailelere düşmektedir. Televizyon için ayrılan süre çocuğun gün içindeki boş zamanına oranlanmalıdır. Örneğin okul ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması haricinde çocuğunuzun kalan boş vaktinin dörtte birinden fazlasının televizyon ile harcanması uygun olmayacaktır. Çünkü çocuğun oyuna, paylaşıma, hobilerini geliştirecek zaman geçirmeye de ihtiyacı vardır.  Eğer çocuğun boş zamanlarında onunla sohbet etmeye, oyun oynamaya veya başka hobilerine vakit ayırabiliyorsanız, çocuğunuz genellikle TV izlemek yerine sizinle vakit geçirmeyi tercih edecektir. 

Uzun süre televizyon karşısında bırakılan çocukların yaşayabileceği problemler nelerdir?

Televizyonun en önemli olumsuz etkisi çocuğun tek yönlü bir iletişim içinde olması ve karşılıklı etkileşime fırsat vermemesidir. Özellikle dil gelişiminin ve sosyal gelişimin temellerinin atıldığı  en önemli dönem  olan ilk 3 yılda televizyon karşısında fazla vakit geçiren çocukların konuşmada gecikmelerinin olma olasılığı artmakta ve dış dünya ile iletişimde sorunlar yaşayabilmektedirler. Okul çağı çocuklarında ise yeterli ve uygun çalışma alışkanlığı geliştirememe ve aktif öğrenme yerine kalıp öğrenmeye eğilim, düşünce esnekliğinin azalması gibi bazı olumsuz etkilerden söz edilmektedir.

Uzun süre klip ve reklam izlettirilen çocuklarda ne gibi problemler ortaya çıkabilir?

Renk, ses, ritm ve hareketin bir arada sunulduğu reklam ve müzik klibi gibi programlar çocukların çok ilgisini çekebilmektedirler. Reklamlarda kullanılan bazı bilinç altı uyaranların çocukların tutum ve tavırlarını etkilediği bilinmektedir. Yani bu tür programların çocukları çok fazla etkilediği bilinmektedir. Reklam ve klipleri kontrolsüzce izleyen çocukların verilen her tür mesajı kalıcı olarak alabilmekte, korku, kaygı, öfke gibi duyguları yoğun yaşayabilmekte, zaman zaman şiddet eğilimlerinin arttığı ve sosyal ilişkilerde zorlanabildikleri bilinmektedir.

Çocuğun televizyon izlemesi hangi durumlarda yararlı olabilir?

Bazı eğitimsel programların özellikle yetersiz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar için yararlı olabileceği düşünülmektedir. Burada yine bu programların belli bir pedagojik sansürden geçmiş olması gerekliliği söz konusudur. Bunun yanı sıra çocukların gerçek hayatta karşılaşma fırsatı bulamadıkları doğa ve çevre ile ilgili bazı görüntüleri örneğin belgesel programlar aracılığı ile izlemeleri okul bilgisinin görsel bir malzemeyle eşleştirilmesi anlamında kalıcılık sağlamaktadır. Belgesel programlar hem çocukların ilgisini çekmekte hem de yeni bilgiler öğrenmek konusunda teşvik edici ve merak uyandırıcı olmaktadır.

Televizyonun yaralı olabilmesi için anne-babaların izlemesi gereken yollar nelerdir?

Sınırlandırma buradaki en temel prensiptir. Çocuğun zaman zaman dinlenmek ve eğlenmek için bir keyif aracı olarak kullanması durumunda televizyon etkili bir araçtır. Ancak çocuğu esir alan bir hale dönüştüğünde tamamıyla zarar verici olmaktadır. Öncelikle çocuğunuzun izlediği programların hangileri olduğunu bilmeli ve çocuğunuz için ne kadar yararlı ve gerekli olduğunu önce siz değerlendirmelisiniz. 

Televizyon dışında yararlı ve eğitici olabilecek ne gibi aktiviteler önerilebilir?

Her yaş grubunun ilgisi ve becerisi farklı olmakla beraber tüm çocuklar anne-babalarıyla zaman geçirmekten keyif alırlar ve her türlü oyunu anne-babalarıyla oynayabilirler. Seçtikleri, tercih ettikleri oyun ve oyuncaklarla sizin de ilgilenmeniz, oyun kurmak ve o oyunun parçası olmak konusunda ona destek vermelisiniz. Çocukların hem ilgilerini çekebilecek hem de dikkat, algı, hafıza ve muhakeme gibi yeteneklerini geliştirebilecek, dil gelişimine yardımcı, yaratıcılığı destekleyen birçok oyun mevcuttur. Çocuğunuzla yapacağınız aktiviteyi planlamadan önce onu çok iyi tanımalısınız. Bazen çocuklar hep benzer oyunları tercih ederler. Bu kolaylarına gelebilir. Bu durumda eğitimsel oyunlar ve materyaller satan mağazalara danışarak yaşına uygun yeni malzemelerle tanıştırabilirsiniz. Ayrıca evde oluşturacağınız kağıt, karton, boya, hamur vb gibi bazı yaratıcı malzemelerle de çocuğunuzun ilgisini çekecek oyunlar hazırlayabilirsiniz. Bu tarz aktiviteler hem çocuğun duygularını ifade etmesi için bir araç olmakta hem de becerilerini geliştirmeye yardımcı olmaktadırlar. Çocuklar genellikle bu tarz oyunlardan keyif alırlar. Onlara serbestçe oynamaları konusunda fırsat verilmesi önemlidir. Bazen anne-babalar çocuklarının çok mükemmel şeyler yaratmalarını isteyebilirler. Örneğin yaptığı resimleri eleştirirler ve neden daha özenle yapmadığını sorabilirler. Bu tavır çocukların kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olabilmekte ve bu tarz aktivitelerden kaçınmalarına neden olabilmektedir. Oysa televizyon izlemek bir performans gerektirmez. Bu durumda çocuk televizyon izlemeyi başka aktivitelere tercih edecektir.

Uzman Pedagog Belgin Temur

30 Kasım 2017 Perşembe

Çocuklarda İnatlaşma

Bazen ebeveynler yemek yeme, uyuma saatleri, tuvalet eğitimi, alışveriş ve okula gitme gibi belirli bir düzen gerektiren konularda sıklıkla çocuklarıyla çatışırlar. Çocuklarının her şeye karşı gelen bir tavır içinde olduğundan yakınırlar. “Hiç sözümüzü dinlemiyor; bizimle her konuda çatışabiliyor; sürekli inatlaşıyor; eline geçirdiğini sahipleniyor; her şeye “bu benim” diyor; elinden alınınca huysuzlanıyor; alışverişte istediği her şeyin alınmasını istiyor ve onu alıncaya kadar kendini yerden yere atıyor” gibi sözlerle bu durumu ifade ederler.
İnatlaşma çocuklarda her yaşta görülebilir. Özellikle ergenlik ve 2-4 yaş dönemi çocukların kurallara en çok karşı çıktıkları, direnç gösterdikleri, “hayır” kelimesini en sık kullandıkları dönemlerdir. Çocuklar yalnızca anne babalarına değil çevrelerindeki tüm bireylere karşı çıkma eğilimindedirler. Bazen 2-4 yaş döneminde, çocuklarınızın anlam veremediğiniz tutarsız istekleri olur. Önceden çok arzuladıkları birşey önlerine konduğunda  “ben bunu değil diğerini istemiştim” diye sızlanabilirler. Ve karşılarındaki kişiyi pes ettirene kadar bu çatışmaya devam edebilirler. İnatlaşma döneminin süresi ve şiddeti her çocukta değişkenlik gösterebilir ve aile tutumlarıyla çok bağlantılıdır.
Bazı durumlarda da inatlaşma anne babaya karşı bir tavır ya da ilgi ve sevgi ihtiyacı ile açıklanabilir. Anne ve babasından yeterli ilgiyi görmediğini düşünen çocuklar fark edilmek, ilgi odağı olmak, anne ve babasının dikkatini çekebilmek için de inatlaşma yoluna gidebilirler. Böyle durumlarda çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak, öfke, üzüntü gibi duyguları hissedebilmenin ve dile getirmenin doğal olduğunu onlara aktarabilmek önemlidir. Ebeveynlerin de duygularını ifade ederek çocuğa model olmaları ve duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları son derece faydalıdır.  Bazen de çocukların sadece okulda ya da sadece ev ortamında anne-babayla inatlaştığını gözlemleyebilirsiniz. Böyle durumlarda da uygulanan disiplin yöntemi, çocuktan beklenilen sorumluluklar, koyulan kuralların ne kadar tutarlı bir şekilde uygulanabiliyor olduğu gözden geçirilmeli; değerlendirilmelidir.
2-4 yaş döneminde yaşanılan inatlaşmalar bağımsız bir birey olma yolunda atılan adımlardan biridir aslında. Bir yaş itibariyle çocuklar çevrelerini deneme yanılma yoluyla keşfetmeye başlarlar; 2-4 yaş inatlaşma dönemi de bu keşfin bir parçasıdır. İnatlaşarak, çocuklar hem kendilerini, kendi kurallarını, bağımsızlıklarını kabul ettirmeye çalışırlar hem de çevredeki sınırlamaların, ailenin kurallarının ne kadar geçerli ve tutarlı olduğunu test ederler. Çocuklar varlıklarını kabul ettirebilmek için istenilen ne olursa olsun karşı çıkar ve sadece kendi istediklerini yapacaklarını kanıtlamaya çalışırlar. Unutulmamalıdır ki bu durum 2-4 yaş dönemi çocuklarında beklenilen normal bir gelişim sürecidir ve kişilik gelişimi açısından da oldukça önemlidir. Bu inatlaşmaların beklenilen bir süreç olduğunu bilmeyen anne babalar kendilerini çocuklarıyla anlamsız çekişmeler içinde bulurlar. Bu da ebeveynlerin hem kendilerini yıpratır; hem de çocuklarıyla olan ilişkilerine zarar verir.
Bu dönemde anne babalara düşen en önemli görev bu inatlaşmalar karşısında sabırlı olabilmektir. Çocuklarının inatlaşma döneminde olduğunu ve bunun normal bir süreç olduğunu hatırlamak anne-babayı rahatlatacağı gibi sabırlı ve hoşgörülü olmasını da kolaylaştıracaktır. Anne babalar sakin kalamadıklarında; inatlaşmalar karşısında bağırıp seslerini yükselttiklerinde çocuklar korkarlar ve ebeveynlerinden daha da uzaklaşır; inatlaşmaya devam ederler. Ebeveyn ve çocuk arasında bir iletişim problemi ortaya çıkabilir. Bu nedenle ani tepkiler vermektense beraber, çocukların fikirlerini de alarak yaşanılan sorunlara çözüm yolları üretmeye çalışmak önemlidir.
Hangi yaşta olursa olsun her çocuk belli sınırları olmasını ister; buna ihtiyaç duyar. Karşısında, kuralları uygulayan tutarlı bir anne baba görmekten hoşlanır; ancak böyle kendini güvende hisseder. Bu nedenle mutlaka önceden belirlenmiş anlaşılır ve net kurallarınız olsun. Çok fazla kural koymak yerine, çocuğun güvenliğini sağlayabilecek, onu tehlikelerden koruyacak, hayatını düzene sokacak basit kurallar seçin. Örneğin; okul öncesi dönemde daha çok özbakıma, yemek ve uykuya yönelik düzenlemeler yapın. İlerleyen yaşla ve artan sorumluluklarla beraber kuralları güncelleyin; gerekirse yeni kurallar ekleyin. Kuralları koyarken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, beklentilerinizin çocuğunuzun  yaşına, bilişsel ve psikolojik gelişimine uygun olmasıdır. Özellikle küçük çocuklarda kuralların anlaşılır olmasına özen gösterin ve basit bir dille açıklayın. Bazı kurallara birlikte karar verin ve bütün aile için geçerli kurallar da koyun. Bu çocuğunuzu daha iyi hissettirecektir. Ve tabiki kuralları uygulamakta tutarlı olun. Çocuğunuz sizi test edecektir ve ona karşı direnemediğinizi gördüğünde sizinle başedebileceğini düşünecek ve inatlaşmaya devam edecektir. Bu nedenle; önce “hayır” dediğiniz bir şeye sonradan “evet” dememeye özen gösterin. Sizin dışınızda çocuğunuzun çevresindeki diğer bireylerin de koyduğunuz bu kurallara uygun davranmasını sağlayın. Ancak o zaman çocuğunuzun kurallara karşı direnci azaltılabilir.
Ona kararlı ama yumuşak bir ses tonuyla yaklaşın. İstediği şeyi şu an yapamayacağını söyleyin ve bunun nedenini mutlaka açıklayın. Bu durumdan dolayı onun gibi sizin de üzgün olduğunuzu belirtin. Bunu hissetmesi çok önemlidir. Bu tarz bir yaklaşım, yaşanılan çatışmalar sonucu bozulan anne-baba ve çocuk ilişkilerinin düzelmesine de yardımcı olacaktır.
Ona kuralları hatırlatıp, istediğinin neden olamayacağını açıkladıktan sonra hala inatlaşmaya devam ederse bir süre bunu görmezden gelin. Yine de vazgeçmiyorsa, ilgisini başka bir yöne, sevdiği bir oyuncağa, hoşlanabileceği bir objeye, yemeğe çekmeye çalışın. Dikkatini dağıtabilecek çeşitli yollar deneyin. Oyunlar önerin; “Beraber kitap okumak mı istersin yoksa resim yapmak mı ?” gibi yerine getirebileceğiniz alternatifler sunun. Birçok şeyi onun seçmesine izin verin. Bu durum onun size karşı daha ılımlı yaklaşmasını da sağlayacaktır. Böylece, çocuğunuz, artık onu kendi kararlarını veren bir birey olarak kabul ettiğinizi hissedecektir. Örneğin; dışarı üstüne birşey giymeden çıkmakta inatlaşan çocuğunuza “Dışarı çıkarken bu hırkanı mı giymek istersin yoksa bu kazağını mı” diye sorabilirsiniz. Böyle davrandığınızda, çocuğunuz onun fikirlerine değer verdiğinizi, önemsediğinizi düşünecek ve yaşanılan olaya karşı direncini azaltacaktır. Çocuklar “hayır” ı da aslında anne-babalarından öğrenirler. Kendi isteklerine “hayır” dendiğini duyan çocuk, ondan istediklerinize “hayır” demeye başlar. Bu nedenle “hayır” kelimesini çok sık kullanmamaya çalışın. Aynı zamanda çocuğunuza cevabının hayır olabileceği sorular sormak yerine alternatifler sunup seçim hakkı tanımak da daha doğrudur. “Ayakkabılarını giyer misin?” yerine “Mavi ayakkabını mı yoksa pembeyi mi giymek istersin?” diye sormak daha uygundur. Alternatif sunmak çocuğun seçme ve karar verme yeteneğini geliştirdiği gibi özgüven gelişimini de destekler. Aynı zamanda kurallara uyumu da kolaylaştırır.
Çocuğunuz sizinle inatlaştığı sürece nelerle karşılaşabileceğini bilmelidir. Ona, kurallara uymamanın, anne-babanın sözünü dinlememenin bazı sonuçları olduğu hatırlatılmalı ve çocuğunuz bu sonucu yaşayarak öğrenmelidir. Bir süre olumsuz tavırlarını göz ardı edip, olumlu bütün davranışlarını desteklemek ve ödüllendirmek de ona kendini iyi hissettirecektir. Onun yanında başkalarına çocuğunuzun onayladığınız davranışlarından bahsedin ve onu övün.
Sonuç olarak; bütün bunları uygulamaya çalışırken onun bağımsız bir birey olma yolunda olduğunu unutmayın. Onun mantıklı isteklerine cevap vermeye çalışın; sadece kendi direktiflerinizle onu yönlendirmeyin. Bazı durumlarda onun da kendi seçimlerini yapabilmesine fırsat tanıyın. Bu şekilde, çocuğunuz mantıklı ve mantıksız istekleri karşısında ebeveynlerinin davranışları arasındaki farkı gözlemleyebilecek; hangi isteklerine cevap veriliyor; hangileri karşılıksız kalıyor daha iyi anlayabilecektir.       
Anne-Babalara Tavsiyeler
• Çocuğunuzla yaşadığınız çatışmalarda, hoşunuza gitmeyen durumu, rahatsızlığını dile getirirken çocuğunuza değil, onun uygun bulmadığınız davranışına odaklanın. Örneğin, ‘Beni sinirlendiriyorsun’ demek yerine ‘Oyuncaklarını toplamadığında sinirleniyorum.’diyebilirsiniz. Böylece çocuğunuza hem uygun bulmadığınız davranışını belirtecek hem de bu davranışının sonucunda hissettiğiniz duyguyu aktaracaksınız.

• Çocuğunuzla konuşurken ‘Ben Dili’ni kullanmaya çalışın. Yani ‘Terbiyesizlik ediyorsun’ demek yerine ‘Ben çok rahatsız oluyorum’ diyin. Bu yaklaşım çocuğunuzun sizi daha iyi anlamasına yardımcı olacaktır.

• İsteğinizi dile getirirken olumlu ifadeler kullanmaya çalışın. ‘Bağırma’ demek yerine ‘Alçak sesle konuştuğunda seni daha iyi anlıyorum’ diyebildiğinizde çok daha etkili ve hızlı bir davranış değişikliği gözlemleyebilirsiniz.

• Ceza yöntemi, uygun olmayan davranışı kısa süreli bastırsa da uzun vadede etkisizdir. Çocuğunuzun belirli bir süre sonra verdiğiniz cezalara rağmen aynı davranışı tekrar tekrar sergilediğini gözlemleyebilirsiniz. Bu nedenle uygun olmayan bir davranış gösterdiğinde ceza vermek yerine istenilen davranışı sergilediğinde ödüllendirme sistemini uygulayın.

• Çocuğunuza ev içinde rahatça oynayabileceği, etrafı dağıtıp her şeyi karıştırabileceği bir alan ayırın ve orada oynaması için teşvik edin.

• 4 yaşından sonra da çocuğunuzun inatlaşmaları yoğun bir şekilde devam ediyorsa, koyduğunuz kuralları, bunları ne kadar tutarlı uygulayabildiğinizi tekrar gözden geçirin.

• Ayrıca kurduğunuz ilişkinin ne kadar sağlıklı olduğunu, çocuğunuzun anne-baba ile paylaşım ihtiyacını ne kadar giderebildiğini, onun olumlu özelliklerini ve davranışlarının ne derece fark edebildiğinizi değerlendirin.
Klinik Psikolog İrem Fırat

24 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarda Korkular


İnsanlar yaşamlarını ya da güvenliklerini tehdit eden durumlar içine girdiklerinde korkarlar ya da kaygılanırlar; çünkü bu hayatta kalabilmek için verilen doğal bir tepkidir. Bireyler içinde bulundukları durumda kendilerini koruyabilmek için ne yapmaları ve ne gibi önlemler almaları gerektiğine, yaşadıkları korkunun ya da kaygının etkisiyle karar verirler. Kaygı, kişinin bir olay ya da obje ile karşı karşıya kaldığında yaşanılan bu durumu kendi yorumlarına dayanarak bir tehdit olarak algılaması sonucu, bedensel, duygusal ve zihinsel olarak hissettiği bir huzursuzluk halidir. Dolayısıyla yaşanılan kaygıya tam olarak neyin neden olduğu belirsizdir. Korku ise gerçek, dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı gösterilen duygusal bir tepkidir; yani kaynağı bellidir. Korkunun kaynağı belli olduğu için kişi, korku duygusuna vesile olan olay, durum ya da objeden uzaklaştığında rahatlar.
Çocuklarda korkular gelişimlerinin bir parçası olarak okul öncesi dönemde ortaya çıkmaya başlar. Aslında her yaş döneminin kendine özgü korkuları vardır; yani çocuk gelişim basamaklarını atladıkça yaşadığı korkular da şekil değiştirir. Doğumdan sonraki ilk bir yıl içerisinde bebeklerin en büyük korkusu ona bakım veren kişiden ayrı kalmaktır. Yabancı suratlar görmek onları ürkütür. Çok büyük objeler, hayvanlar, yüksek sesler de 2 yaşına kadar bebekler için korkutucu olabilir. 3-4 yaş döneminde ise palyaço gibi büyük ve renkli şekiller, böcek, hayvan ve ayrılık gibi korkulara ek olarak çocuklar sıklıkla karanlıktan korkmaya başlarlar. Ayrıca bu yaş döneminde çocukların hayal güçleri de oldukça güçlü olduğu için yaşadıkları korkularla ilgili çeşitli sorular sorabilirler. Sizden aldıkları cevaplardan ya da çevrede duydukları ya da gördükleri olaylardan etkilenerek kaygı uyandırabilecek düşünceler içine girebilirler. Sağlık, ölüm ya da canlarının acıması ile ilgili yeni korkular üretebilirler. 5 yaş itibariyle suç, şiddet, kavga içeren görüntülerden, dış dünyadan, fırtına, deprem gibi doğal afetlerden korkmaya başlayabilir;  tanımadıkları kişilerden zarar gelebileceğini düşünebilirler. 6 yaş civarında tüm bu korkulara ek olarak hayalet, canavar, hayali kahramanlar gibi doğaüstü varlıklardan korkma dönemi başlar. Günlük yaşamla ilgili korkular 7-8 yaş civarında görülmeye başlarken, ölüm korkusu, sınavlarda başarısız olmaktan, verilen görevi eksik yapmaktan duyulabilecek korkular ise 9 yaş itibariyle kendisini gösterebilir.  Bu korkuların birçoğu gelişimsel olduğu için geçicidirler de; çocuğun kendini güvende hissetmesi ile de azalırlar. Ancak çocuğun yaşadığı bu korkular günlük yaşantısını olumsuz yönde etkilemeye başlamışsa ve çocuk bu durumla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyorsa bir uzman desteğine başvurmakta fayda vardır. 
Çocuklarda sıklıkla görülen korkuları karanlık korkusu, kabuslar ve gece terörüdür. Gece korkuları ve özellikle karanlık korkusu ebeveynler tarafından fark edilmeden en fazla pekiştirilen korkulardır. Karanlığın getirdiği bilinmezlik ve tahmin edilemezlik hissi çocuğun korkular yaşamasına neden olur. Çocuklar karanlık ortamlarda çevrelerinde, girdikleri bir odada ne olduğunu göremedikleri ve ne ile karşılaşabileceklerini bilemedikleri için endişe duymaya başlarlar. Bir saldırıya maruz kalma, onları zora sokabilecek bir durumla ya da her türlü potansiyel tehditle karşılaşma düşüncesi ve karşılaşılabilecek bu durumlarla nasıl baş edebileceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını bilememe ya da savunma konusunda kendilerini yeterince güçlü görememe durumu çocukların karanlık korkusu yaşamalarına sebebiyet verir. Karanlık korkuları yaşayan çocuklar hissettikleri korkuyu azaltabilmek için karanlık odalara yalnız girememek, anne babanın yanında yatmak istemek, ışık yakmadan uykuya geçememek, karanlıkta yalnız gerçekleştirmelerini gerektirecek tüm durumları reddetmek gibi farklı kaçınma davranışları içine girebilirler. Bu çocuklar, sadece ışıkların yanması ya da yetişkin bireylerin yanlarında olmaları ile rahatlarlar. Rahatladıklarını fark ettikleri için de bu davranışları göstermeye devam ederler. Ancak bu tarz davranışlar çocukta sadece geçici bir rahatlama sağlar; uzun vadede yaşanılan sorunu çözmezler; tam tersine sıkıntıların daha yoğun yaşanmasına neden olurlar. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardır. Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Bu tarz davranışlar ancak anne-baba tarafından pekiştirilmediğinde ortadan kalkar. Aynı zamanda anne babanın bu konuda çocuğa model olması da önemlidir.  Anne ya da babasının yalnız ya da ışıksız uyuyamadığını, karanlık ortamlarda tedirgin olduğunu gören bir çocuk karanlığın korkulması gereken bir durum olduğuna inanır; bu da yaşadığı korkuyu daha yoğun yaşamasına yol açabilir.             
Kabuslar çocukların uyku kalitesini etkileyen durumlardır. Yetişkinlerde olduğu gibi çocukların da zaman zaman kabuslar görmeleri doğaldır. Ancak kabusların görülme sıklığı artmışsa; çocuk her hafta bir iki gün kabus görerek uyanıyorsa, bu durum çocuğun bazı kaygılarının ve korkularının olduğuna işaret edebilir. Çocuğunuzun gördüğü kabusların içeriği de yaşadığı huzursuzluk hakkında bir fikir verebilir. Çocuk sıklıkla aynı temalara sahip kabuslar görüyorsa, bu durum çocuğun korkularına neden olabilecek düşüncelerin neler olabileceği konusunda yol gösterici olacaktır. Özellikle kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu taşıyan, kaybolma, kaçırılmaanne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe endişeleri olan ve bu nedenle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemeyen; yani ayrılık anksiyetesi yaşayan çocukların sıklıkla ayrılma temalı kabuslar gördüğü bilinmektedir. Genellikle çocuklar gün içerisinde yaşadıkları, gördükleri ya da duydukları olaylardan etkilenirler ve bunları kabuslarına taşırlar. Anne ve babasının yaşadığı bir tartışma, kardeş doğumu, boşanma, ailedeki bireylerden birinin kaybı, okulda arkadaşlarla yaşanan çatışmalar ve huzursuzluklar, televizyonda izledikleri şiddet içerikli görüntüler, dövüş, savaş gibi temalara sahip bilgisayar oyunları, agresif içerikli dergiler ve kitaplar çocukların yaşayabilecekleri kaygı durumlarını tetikler ya da var olan kaygıları, korkuları arttırır. Yaşanan korkular kabuslar şeklinde kendini gösterebilir ve çocuğun uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir.            
Okul öncesi dönemde sık rastlanan gece terörü dediğimiz durumda ise çocuk uykuya daldıktan kısa bir süre sonra çığlıklar atarak aniden uyanır. Panik halindedir; bağırır; amaçsız hareketler yapar; anlamsız sesler çıkarır ya da konuşur. Çevresindeki bireyleri tanımaz; söylenilenleri, kendisinden istenilenleri anlamaz. Hızlı nefes-alıp verme, terleme gibi fiziksel belirtiler de görülebilir. Gece terörü yaşayan bir çocuğu uyandırmak çok zordur; uyandığında da yaptıklarını, olan olayları hatırlamaz. Bu nedenle ebeveynlerin atak sırasında çocuğu sakinleştirmeye çalışmak yerine gece terörünün çocuk uykuya daldıktan ne kadar zaman sonra başladığını, ne gibi belirtilerle kendini gösterdiğini gözlemlemeleri daha uygun olacaktır. Sonrasında atağın sıklıkla görüldüğü saatler belirlenebilir ve çocuk o saatlerin hemen öncesinde uyandırılarak atak yaşaması önlenebilir. Bu durum çocuğun yaşadığı korku ya da kaygılarla ilişkilendirilebileceği gibi nörolojik bir alt yapıya da sahip olabilir. Bu nedenle yaşanan gece terörünün bir tür gece korkusu mu olduğu yoksa havale ya da epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıkların bir belirtisi mi olduğu çok iyi ayırt edilmelidir.            
Tüm bunlara ek olarak, geceleri korkular yaşayan, sık uyanan ve ebeveynleri ile uyumak isteyen çocukların psikolojik olgunlaşmalarının yeterli olmadığı da görülebilmektedir. Yaşamın ilk yılları çocuklar için, başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı yaşlardır. Anne ve babanın çocuğa karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir. Çocuğun, ne olursa olsun, her zaman, her koşulda annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. Bebekler ihtiyaçlarını tutarlı bir şekilde karşılayan ebeveynlere güvenmeyi öğrenirler ve dünyaya daha rahat uyum sağlayabilirler. Ancak; aksi durumlarda yani anne baba bebekle yeteri kadar ilgilenmiyor ya da ihmal ediyor ise bebek hayal kırıklığına uğrar; güvensizlik duygusu gelişmeye başlar ve dünyayı ürkütücü bir yer olarak algılar. Bu nedenle anne bebek arasında güvenli bir bağ oluşabilmesi için ilgili, dikkatli, şefkatli ve doyurucu bir bakım önemlidir. Sonraki yaşlarda da çocuğun her koşulda sevildiğini, kabul gördüğünü, güvende olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır; ancak bu şekilde çocuklar kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler. 
Eğer çocuğunuz eskiye oranla daha az uyuyor, uyku vakti yaklaştığında huzursuzlaşıyorsa, tek başına odasına gitmekte direniyor, sizin odadan gitmemeniz için çeşitli yollara başvuruyorsa, yatağından kalkıp sık sık sizin yanınıza geliyor, rahat ve huzurlu bir uyku uyuyamıyorsa, gece korkuları yaşıyor ve bu gece korkuları da onun toplum ve okul yaşamındaki işlevselliğine engel oluyor olabilir. Bu gibi durumlarda anne-babalara düşen en önemli görev çocuğun yaşadığı korkuyu kabul etmektir. Çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu ona hissettirebilmek önemlidir. Ebeveynlerin de duygularını ifade ederek çocuğa model olmaları ve duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları son derece faydalıdır.  
Korkularla baş edebilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygı ve korkularla yüzleştirilmesi, korkulara ve kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve böylece performansının artması yönünde hedefler belirlenir.
 
Anne-Babalara Öneriler: 
  • Çocuğunuzun gelişim dönemi ile ilgili bilgi sahibi olun; hangi yaş döneminde hangi korkuların görülebileceğini öğrenin.
  • Çocuğun yaşadığı korkuların tam olarak ne zaman başladığını, hangi durumlarda daha çok ortaya çıktığını, ne sıklıkla görüldüğünü ve gün içerisinde yaşadığı olaylarla ilişkili olup olmadığını gözlemlemeye çalışın. Bunları tespit edebilmek alınacak önlemlerin neler olabileceğini de belirlemenizi kolaylaştıracaktır.
  • Çocuğunuzla korktuğu şeyle ilgili konuşun. Korkuları size anlamsız gelse de; gerçekçi görünmese de o bu korkuları çok ciddi boyutlarda yaşıyor olabilir. Bu nedenle korkacak bir şey olmadığına dair onu ikna etmeye çalışmayın.
  • Korkularını küçümsemeyin; korkularıyla dalga geçmeyin ve çevredeki bireyler tarafından alay konusu haline gelmesini engelleyin. Bu tarz olumsuz yaklaşımlar çocuğunuzun yaşadığı korkuları daha yoğun yaşamasına neden olabileceği gibi özgüven gelişimini de olumsuz yönde etkileyecektir. 
  • Çocuğunuzun korktuğu durumlarla ilgili onu bilgilendirin. Bu durumun olma olasılığını, olursa neler yapabileceğinizi beraber konuşarak bulun.
  • Çocuğun kendi yatağı olmasına rağmen anne baba ile yatma konusunda ısrarcı olması birçok ailede yaşanan sorunlardan biridir. Çocuklar içinde bulundukları bir sıkıntıyı, yaşadıkları bir korkuyu ya da kaygıyı sözel olarak ifade etmekte zorlandıklarında bunu davranışlarıyla göstermeyi seçebilirler. Anne babalarıyla yattıklarında daha güvende olacaklarını
    düşünebilirler. Bu gibi durumlarda çocukların duygularını anlayabilmek, onları
    dinlemek, kabul etmek ve anlayış göstermek önemlidir.
  • Ancak çocuğunuz küçük yaşlardan itibaren kendi odasında ve kendi yatağında yatmalıdır.
  • Temel alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi dönem kurala uyum becerisinin
    geliştirilebilmesi için en uygun dönemdir. Çocuğun kendi yatağında yatma alışkanlığını kazanabilmesinde anne baba tutumlarının önemi büyüktür. Ebeveynler çocuklarının kendi odalarında ve kendi yataklarında yatmaları konusunda kararlı ve tutarlı olabildiklerinde çocuk bu alışkanlığı kolayca kazanır.
  • Başlangıçta çocuklar uyuyana kadar yanlarında beklenebilir, ancak yanında yatarak, ya da anne ve babaya dokunarak çocuğun uyumasana izin verilmemelidir. Bunun yerine çocuğa alternatifler sunulabilir, sevdiği bir oyuncağını seçebileceği ve onunla uyuyabileceği iletilebilir.
  • Çocuklar sık sık uykularından kalkıp ebeveynlerinin yanına gelmek istediklerinde her seferinde yılmadan aynı şekilde çocukların yataklarına götürülmesi gerekir.
  • Gerekirse uyku saati yaklaştığında kaygılarını azaltabilmek adına sakince uykuya dalabilmesi için bir süre birlikte zaman geçirebilirsiniz.  
  • Çocuğunuzla resimler yaparak, dramatizasyon oyunları oynayarak duygularını daha rahat ifade etmesini sağlayabilirsiniz.
  • Tüm bu çabalara rağmen çocuğunuzun korkuları yoğun bir şekilde devam ediyor ve belirtiler sıklıkla görülüyorsa mutlaka profesyonel bir uzman desteğine başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki çocuğunuzun yaşadığı korkulara ve kaygılara yönelik gerekli önlemler alınmazsa, bu durum ileride daha ciddi psikolojik problemlere sebebiyet verebilir.

          Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

17 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarda Paylaşma

“Benim, alamazsın.” “Oyuncağımı geri ver.” “O benim annem, anne onu öpme.” Çocukların kimi zaman en sevdiği kırmızı oyuncak arabası için, kimi zaman annesinin aldığı çikolata için, kimi zaman da babası için bu gibi cümleleri kullandığına hepimiz şahit olmuşuzdur.

Bebeklik döneminden çocukluk dönemine geçmeye başlayan çocukların yaşayarak öğrenmesi gereken çok fazla şey ve atlaması gereken birçok gelişim basamağı vardır. Bu gelişim sadece boyun uzaması veya kilo almak gibi fiziksel gelişimi içermemektedir. Çocuklar her dönemde psikolojik olarak da büyümektedirler. Özellikle çocukların, annelerinden ayrışarak bireyselleşmeye başladıkları dönem; psikolojik olarak büyüme konusunun en güzel örneklerinden biridir. Bu dönemde annesinden ayrı bir birey olduğunu fark eden çocuk, kendi başına yapabildiklerini de yavaş yavaş fark etmeye başlar. Önce emekleyen, sonra ayakları üzerinde durmayı becerirken yetişkinlerin elinden tutarak yürümeye başlayan ve en sonunda kendi ayakları üzerinde durarak desteksiz yürümeyi başarabilen çocuk, tek başına bir şeyleri başarabildiğini yaşayarak öğrenmiş olur. Farklı bir kişiliği olduğunu ve kendi başına bir şeyleri başarabildiğini anlayan çocuğun bir sonraki görevi de kendisine ait olan şeyleri fark etmektir. Kendine ait odasında kendi yatağında uyuyan çocuk, yine kendi odasında kendi oyuncakları ile oynayabilmektedir. Kendi seçtiği kıyafetleri giymek isteyen çocuk büyüdükçe kendi istediği kıyafetlerin alınmasını talep etmeye başlayacaktır. İşte bu dönem 2-3 yaşlarına denk gelmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği çocukların “benmerkezcilik” özelliklerinin doruk noktasına çıkmasıdır. Bu dönemdeki çocuklar sadece kendi isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda talepkardır. Çevrelerindeki diğer kişilerin de bir şeyler isteyeceği, onların da bazı beklentileri olabileceği konusunda bir farkındalığa sahip değillerdir. Onlar için varsa yoksa kendileri ve kendi istekleridir önemli olan.

İşte tam bu noktada özellikle anne-babaların yaşamakta ve çözmekte çok zorlandıkları bir durum ortaya çıkar: “paylaşmak”. Bu yaş dönemindeki çocuklar sahip oldukları hiçbir nesneyi diğerleri ile paylaşmak istemezler. Çünkü “ben ve benim” kelimeleri bu yaş grubundaki çocukların en sık kullandığı kelimedir. Bir taraftan kendini, anne ve babasını, çevresini kendi istekleri doğrultusunda kontrol etmeyi ve yönetmeyi öğrenen çocuk, kendinin olan her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu fark eder. Bu nedenle de hiçbir eşyasını kimseyle paylaşmak istemez. Çünkü o çikolata, o oyuncak onundur. Eğer verirse geri gelip gelmeyeceklerini bilmiyordur çikolatasının ve oyuncaklarının.  Tam da kontrolü yeni yeni eline almaya başlamışken kaybedebilme kaygısını yaşayan çocuk, hiçbir şeyini paylaşmayı tercih etmeyecektir. Bu sayede kendi kontrolü ve otoritesi devam etmiş olabilecektir.
Kişiliklerin temellerinin atıldığı ve gelişim açısından temel taşlardan biri olan bu yaş dönemi, ebeveynler için çocuklarına nasıl yaklaşacaklarını belirlemek adına zor bir dönem olabilmektedir. Misafir olarak gidilen bir arkadaşlarının evinde, çocuklarının orada beğendiği bir bebeği alıp kendi oyuncağı gibi davranması ve kendi evine götürmek istemesi veya oradaki diğer çocuklar ile kendi oyuncak arabalarını paylaşmayıp hepsini kucağında taşıması ve arabalarını çocuklardan kaçırması gibi yaşantılar, ebeveynleri zor durumda bırakabilmekte ve ebeveynler ne yapacaklarını şaşırabilmektedirler.

Burada ebeveynlerin izlemesi gereken en önemli yol; çocuklarına model olmaktır. Tıpkı çocuklarımızın sergilemelerini beklediğimiz her davranışta olduğu gibi, paylaşmayı öğrenmeleri için de onlara model olmak biz yetişkinlerin görevidir. Kendimizin yapmadığı bir davranışı çocuklarımızın sergilemesini beklememeliyiz. O nedenle ilk önce çocuklarımıza görsel olarak model olmalıyız. Anne-baba olarak kendi eşyalarımızı paylaşmakla bu işe başlayabiliriz. Ancak aldığımız eşyaları mutlaka geri vermeliyiz ki çocuğumuz vereceği oyuncaklarının geri geleceğini öğrenebilsin. Buna ilk olarak çocuğunuzla oynayacağınız nesne saklama oyunlarını verebiliriz. Saklanan bir nesneyi bulan çocuk, o nesnenin gittiğini ve geri geldiğini yaşayarak öğrenecektir. Bunu öğrenen çocuk oyun oynarken arkadaşına verdiği oyuncak ayısını geri alacağını da yavaş yavaş öğrenecektir.
Bazı çocuklar, anne ve babalarını özellikle kendi yaşıtları ile paylaşmayı pek tercih etmezler. Anne-babalarının başka çocuklar ile ilgilenmesini, onlarla oyun oynamasını hiç sevmeyen çocuklar vardır. Annesi arkadaşı ile sohbet ederken birden sohbetin ortasına giren, annesi ve arkadaşının ortasına oturup sohbeti başka bir konuya çeken çocukları sık sık görebiliriz. Bu tip durumlarda kontrol yetişkinde olmalıdır. Çocuğa anlaşıldığını hissettirmek, onunla ilgilenilmesini istediğini söyleyerek empatik bir yaklaşımda bulunmak, ancak bunu belli bir süre sonra yapacağımızı söyleyerek bu durumlar karşısındaki tutumumuzu sergilemek, çocuğumuzun hem kendinin ve duygularının anlaşıldığını hissetmesi hem de var olan durumun düzenlenebilmesi adına önemli bir yoldur.
Peki ya kardeşler? Birçok aile çocuğunun tek başına büyümemesi ve paylaşmayı öğrenmesi adına 2 ya da 3 çocuk sahibi olmayı tercih edebilmektedir. Özellikle tek başına büyüyen çocukların paylaşımlarının daha az olduğunun düşünüldüğü günümüz toplumunda, kardeşleri ile birlikte büyüyen, aynı oyuncaklar ile birlikte oynayan, aynı kıyafetleri giyen çocukların paylaşmayı daha erken yaşlarda öğrendikleri görülmektedir. Tek çocuklar ise oyun grupların veya yuvalara başladıkları zaman paylaşım ile ilgili yaşantılar ile ilk olarak oyuncaklar aracılığı ile karşılaşmakta ve paylaşmayı buralarda öğrenmektedirler.

Anne-babalara öneriler:
• Anne-babalar olarak çocuklarımıza model olmak: Paylaşma, doğuştan öğrenilen bir yaşantı olmadığı için çocuklarımıza ilk biz model olarak paylaşım örnekleri sergilemeliyiz. Örneğin; yediğimiz bir çikolatayı ikiye bölerek yemek, okuduğumuz gazeteyi birbirimize vererek değiştirmek ve sonrasında geri almak gibi.

• Paylaşmak istemeyen çocuğumuzu zorlamamak: Çocuklar paylaşmak istemiyorsa bu davranışı onlara zorlayarak kazandıramayız. Bu yaklaşım gerçek bir davranış edinme yolu değildir. Ayrıca hepimizin sadece bize ait olan özel eşyalarımız olabilir.  Bu, çocuklarımız için de geçerli olabilir. O nedenle başlangıç olarak kendi istedikleri eşyalarını paylaşmaları konusunda çocuklarımız teşvik etmek ve paylaşım sonrasında çocuklarımızı sözel olarak ödüllendirmek “Bravo sana, arkadaşın ile oyuncağını ne güzel paylaştın, süpersin.”, bu davranışın içselleştirilmesine destek olacaktır.

• Beklentilerimizi belirlemek ve empati kurmayı geliştirmek: 3 yaşındaki bir çocuktan hemen oyuncağını paylaşmasını beklemek ile 5 yaşındaki bir çocuktan bunu beklemek arasında çok fark vardır. Çünkü 3 yaşındaki bir çocuğun farkındalık düzeyi işle 5 yaş çocuğununki farklıdır. Paylaşım davranışının gelişebilmesi için, ilk önce empati kurabilme becerisinin gelişmesi gerekmektedir. Empati, yani kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyarak onun ne hissedebileceğini anlama becerisi 5-6 yaş itibari ile gelişebilmektedir. Bu nedenle 3 yaşındaki bir çocuk bir oyuncağını paylaştığında hem kendisinin hem de karşı tarafın ne hissettiği konusuna çok odaklanmaz. Ancak 5 yaş itibariyle çocuklar bu durumu daha rahat kavrayabilirler. Ebeveynler, çocuklarını duygularını ifade etmek ve karşı tarafın ne hissedebileceğini düşündürmek konusunda çocuklarına hem model olmalı hem de çocuklarını buna teşvik etmelidirler.

• Daha sık sosyal ortamlara girmek: yaşıtları ile daha fazla sosyal ortamlarda bir araya gelen çocukların paylaşım becerisi, girmeyenlere oranlara daha çabuk gelişecektir. Bu nedenle parka gitmek, bahçeye çıkmak, oyun gruplarına katılmak, yuvaya gitmek gibi çocukların yaşıtları ile zaman geçirebileceği ortamlara girmelerini sağlamak çok gereklidir. Çünkü çocuklar en iyi yaşayarak ve yaşıtları ile vakit geçirerek davranışları öğrenir ve içselleştirirler.

• Paylaşmak istemiyorsa yol göstermek: bazı çocuklar hiçbir şeylerini paylaşmaya yanaşmayabilirler. Burada ihtiyaç duydukları şey, kontrolün kendilerinde olduğunu bilmektir. Tek bir oyuncağını vermek yerine iki oyuncağından hangisini vermek istediğini çocuğunuza sorarak onu paylaşımlarını arttırması konusunda yönlendirebilirsiniz. “Hangi oyuncağını arkadaşın ile paylaşmak istersin? Böylece birlikte oynayabilirsiniz.” diyerek çocuğunuzu destekleyebilirsiniz.

• Paylaşım sonrası çocuğumuzu ödüllendirmek: oyuncağını, çikolatasını bir arkadaşı ile paylaşan çocuğumuzu sözel ödüller ile motive ederek hem davranışın öğrenilmesini hem de pekişmesini sağlayabilirsiniz. “Harikasın, boyalarını ne güzel paylaştın arkadaşınla, bu davranışına bayıldım.” gibi. Bu övgüyü duyan çocuk hem mutlu olacak hem de doğru bir davranış sergilediğini fark ederek paylaşmanın önemini anlayacaktır.

• Çocuğunuz ile oyun oynarken paylaşmayı vurgulayın: gün içerisinde çocuğunuz ile oynarken oyuncakları, boyaları paylaşarak oyunu sürdürün. Oynadığınız arabaları değiş-tokuş yaparak yarıştırın. Böylece hem çocuğunuza model olun hem de paylaşımı yaşantılamasına fırsat verin.

• Çocuğunuzun yerine siz paylaşmayın: çocuğunuzun elinde tuttuğu bebeği isteyen diğer çocuğa, bebeği çocuğunuzun elinden çekerek alıp veren taraf siz olmayın. Bu tip durumlarda çocuğunuzu paylaşması konusunda zorlamak yerine onu sözel olarak desteklemek daha etkili bir yoldur. Çünkü eğer siz onun yerine yaparsanız, bu davranışı öğrenemez. Bunun yerine ne yapabileceğini sorarak çocuğunuzu yönlendirin ve doğru davranışı bulduğu zaman onu överek ödüllendirin.

• Eğer hiçbir yol işe yaramıyorsa, bu durum duygusal bir sıkıntının habercisi de olabilir. Özellikle 6 yaşını geçmiş çocuklar paylaşmaya hiç yanaşmıyor ve bu konuya çok tepkili iseler; bu noktada bir uzmana danışmakta fayda vardır.


Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

3 Kasım 2017 Cuma

Çocuklara Ödev Yapma Alışkanlığını Kazandırma

Ödev, çocuklarımızın okul çağına gelmesi ile birlikte sıklıkla karşılaştığımız bir kavramdır. Bazı aileler ve çocuklar için yapılması çok kolay ve keyifli olan ödevler, bazı aileler ve çocuklar için zorlanılan ve can sıkıcı bir “görev” olarak tanımlanabilmektedir.
Ödev, basit anlamıyla öğretmenlerin öğrencilere okul dışında yapmaları için verdiği çalışma demektir. Bütün anne-babalar çocuklarının ödevlerini kaliteli bir şekilde ve zamanında tamamlamalarını istemekte ve beklemektedirler. Aslında ödevler çocukların en önemli sorumluluklarından biridir. Bu bağlamda biz yetişkinlerin unutmaması gereken en önemli nokta; çocuklarımıza sorumluluk kazandırmak için okul ve ödevlerin başlamasını beklememek ve küçük yaşlardan itibaren çocuklarımızın yaş ve beceri düzeylerine uygun sorumlulukları çocuklarımıza vererek hem bu sorumlulukları hayata geçirmeleri için teşvik etmek hem de başarıları ve çabayı takdir ederek çocuklarımızın motivasyon düzeyini arttırma noktasında destekleyici olmaktır. Oyuncakları toplama, kendi yemeğini yeme, yemek masasını toplarken tabağını kaldırma gibi sorumluluklar, okul döneminde karşılaşılacak ödev yapma sorumluluğunun temellerinin atılmasına ve sisteminin oturtulmasına katkıda bulunacaktır.
Ev ödevlerinin veriliş amacı; çocukların sorumluluk kazanmasının yanı sıra çocukların ders sırasında öğrendiklerinin ev ortamında tekrar edilerek pekiştirilmesi ve bu bilgilerin uzun süreli belleğe kaydedilmesi, daha sonra öğrenilecek bilgiler için zemin hazırlanması, araştırma yapma ve kaynak kullanma becerilerinin geliştirilmesi ve bireysel çalışma becerilerinin gelişiminin sağlanmasıdır. Burada önemli olan nokta; ödevlerin çocukların akademik gelişim ve beceri düzeyine uygun olması ve derste öğrenilen bilgilerin içeriği ile ödevlerin içeriğinin birbiri ile örtüşüyor olmasıdır.
Özellikle eğitim-öğretim hayatına yeni başlayan çocuklar, ödev yapma konusunda sıkıntı yaşayabilmektedirler. Ödevin ne anlama geldiğini, ne zaman ve nasıl yapılacağını bilmeyen çocuklar için bu yeni “görev” biraz kafa karıştırıcı ve sıkıcı olabilir. Zaten bütün gün okul ortamında ders dinlemiş ve bilgi depolamış olan çocuklar için eve gelince de yine kitap ve defterlerle uğraşmak pek de eğlenceli olmayabilir. Bu nedenle anne-baba ve öğretmenlerin ödevler konusunda yapabilecekleri ilk şey; ödevin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve ödev yapmanın faydalarını çocuklara anlatmak olmalıdır.
Ödevin anlamını ve önem düzeyini özümseyen çocuklar yine de ödev yapma konusunda istekli olmayabilirler. “Ödevi nasıl yapacaklar, nereden başlayacaklar, ne kadar sürecek, nerede yapacaklar, eğer yapamazlarsa ne olacak?” gibi birçok soru, çocukların aklını kurcalayabilir. Özellikle öğrenme ve dikkat alanında zorlanma yaşayan çocuklar için okul sonrası bir de ödevlerle uğraşmak bir kabus halini alabilmektedir. Bu noktada ebeveynlerin çocuklarına ödevlerini nasıl yapacaklarını öğrenmek konusunda yardımcı olmaları ancak yardımcı olmanın destekleyici olmak olduğunu unutmamaları, çocuklarının yerine ödev yapmamaları, çocuklar ödev yaparken yanlarında olmaları ancak çocuklar zorlandığında tüm sorumluluğu almak yerine yol gösterici olmaları ve çocukları devam etmeleri ve denemeleri yönünde teşvik etmeleri çok önemlidir.
Ödev yapma ve verimli ders çalışma tekniklerinin uygulanarak hayata geçirilmesi konusundaki en önemli noktalar; günlük programın hazırlanması, uygun çalışma mekanının belirlenmesi, gereken materyallerin hazırlanması ve çalışma zaman dilimleri ile uygun çalışma programının hazırlanmasıdır.
Günlük programın hazırlanması: Günlük program kabaca ne zaman ne yapılacağının belirlenerek uygulanması anlamına gelmektedir. Çocuğun okuldan geliş saati ile birlikte dinlenme, yemek yeme, ödev yapma, oyun oynama, televizyon-bilgisayar, kitap okuma gibi her gün yaptığı etkinliklerin belirlenmesi ve neyin hangi saat diliminde yapılacağının belirlenerek uygulanması, hem çocuk hem aile için hayatın akışını düzenleyici bir planlamadır hem de çocukların zamanı kullanmayı öğrenme, planlama ve organizasyon ile sorumluluk alma ve uygulama becerilerinin gelişimini destekleyecektir. Günlük programı hazırlarken hangi maddelerin kullanılacağını ve hangi saat dilimine neyin yapılacağını belirleme işinde çocuğun da mutlaka söz sahibi olması gerekir çünkü bu program onun programı. Burada en önemli nokta; çocuğun dikkat süresi ve kalitesinin yüksek olduğu bir zaman dilimine “ödev yapma” maddesini yerleştirmektir. Çocuğun okul sonrası dinlenmesi ve bir şeyler yemesi sonrası ödev zamanını programa yerleştirmek uygun olabilir. Günlük programı hazırladıktan sonra çocukların rahatlıkla görebileceği bir yere asmak, çocuklar için uyarıcı ve hatırlatıcı olacaktır. Günlük programı uygulama noktasında anne-babalar çocukları teşvik edici bir rol sergilemelidir. Program hayata geçtikçe çocukları tebrik etmek, bu durumu beğendiğimizi onlara fark ettirmek, yapamadıkları veya yapmaya zorlandıkları durumlarda bunu açıkça konuşmak ve belki programı revize etmek işe yarayabilir.
Uygun çalışma mekanının belirlenmesi: Günlük program belirlendikten sonra sıra ders çalışma mekanının belirlenmesine gelir. Ders çalışma için en uygun mekan, eğer varsa çocuğun kendi odasıdır. Çocuğun dikkat ve konsantrasyonunu sağlayabileceği, görsel ve işitsel uyaranlardan etkilenmeden bölünmeden çalışabileceği, kendi malzemelerinin olduğu, ışık düzeyinin çalışmaya uygun olduğu, çalışma masasının sade ve belli bir düzende durduğu bir ortam ders çalışmak için elverişlidir. Eğer çocuğun kendi odası yoksa veya ders çalışmak için uygun değilse, çocuğun rahatça çalışabileceği bir mekan organize edilmelidir. Bu mekan örneğin mutfak masası, salondaki yemek masası veya herhangi bir odada çocuğumuz için düzenlenmiş bir masa olabilir. Tüm bu mekanlar için önemli olan; çocuğun ses ve dikkat dağıtıcı uyaranlardan uzak olması (televizyon, telefon, kapı, yüksek sesler, bilgisayar vb), çalışma masasının sade ve uyaranlardan arındırılmış olması ve mekanda ders çalışma sırasında kullanılacak materyallerin ve uygun ışık düzeyinin bulunmasıdır.  Çocuğun ders çalışması için uygun mekanı belirlerken çocuğun da fikrini alabilirsiniz ve uygun yeri birkaç deneme ile bulabilirsiniz.
Gereken materyallerin hazırlanması: Çocukların ödev yaparken ihtiyaç duyacağı defterler ve kitapların yanı sıra kurşun kalem, kırmızı kalem, silgi, kalemtıraş, yapıştırıcı, makas, renkli kağıtlar, dosya kağıdı, şeffaf dosya, karton gibi malzemelerin belli bir düzende saklanması, ödev yaparken çalışmanın bölünmesini ve çocuğun bu malzemeleri ararken hem dikkatinin dağılmasını hem de zaman kaybetmesini engelleyecektir. Bu malzemeler eğer çocuğun odasında duruyorsa çocuk mutlaka yerlerini bilmeli, eğer kendi odasında çalışmıyorsa bu malzemeler bir sepette-kutuda durmalı ve ders çalışma mekanına taşınabilmelidir. Çocuklar ödeve başlarken neye ihtiyaçları olduğunu belirleyerek malzemelerini hazırlayabilir ve eksiklerini giderebilirler, böylece çalışma düzeni sekteye uğramadan devam eder.
Çalışma zaman dilimleri ile uygun çalışma programının hazırlanması: Günlük programı hazırlarken ders çalışmaya ayrılan zaman dilimini doğru bir şekilde planlamak çok önemlidir. Ders çalışma zamanını planlarken ilk ihtiyacımız olan; hangi derslerden ve kaç ödevimiz olduğudur. Ayrıca ertesi gün sınav olup olmadığı da ders çalışma sıralamasının belirlenmesi için önemli bir noktadır. Eğer sınav varsa önce ödevleri tamamlayıp sonra mı sınava çalışılacak, bunun sıraya konulması gerekir. Ödeve başlarken de hangi ödevlerin önce hangilerinin sonra yapılacağını planlayarak sıraya dizmek, hangi ödevin ne kadar süreceğini tahmini olarak belirleyerek ödevlere ayrılacak süreleri planlamak, eğer ödevler çok ve uzun ise mola zamanlarını belirlemek, ödevlerde gerekli materyalleri tekrar kontrol edip eksikleri tamamlamak gereklidir. Ödev yaparken, zor ödevlerden veya çocuğun zorlandığı derslerden başlamak yerine, çocuğun yapmayı daha çok sevdiği ve daha kolayca yaptığı derslerin ödevlerinden başlamak ve sonra zor veya uzun bir ödeve geçmek; çocuğun ödeve başlama ve ödev yapma istek ve motivasyonunu arttıracaktır. Zor veya yapmakta zorlandığı bir dersin ödevinden başlamak, çocuğun motivasyon düzeyini düşürebilir, çocuk ödevlere isteksiz yaklaşabilir, yapmayı reddedebilir, ödeve başlamayı sürekli erteleyebilir. Bazı çocuklar ise zor ve uzun ödevlerle başlayıp onları hemen bitirmeyi isteyebilmektedir. O nedenle hangi ödevden başlamak istediği ve ödevleri sıralama konularında çocuklara öncelikleri belirleme noktasında destek olmalı ve onlara da söz hakkı vermeliyiz. Ödevleri sıralama ve zaman dilimlerini planlama becerisinin gelişimi, zamanı kullanma becerisinin gelişimi için çok önemlidir. Küçük yaşlarda planlama becerilerini geliştirmek, ilerleyen zamanlarda daha da yoğun olarak kullanılacak bu becerinin temellerini atacaktır.
Ödev yapma konusunda anne-babalara öneriler:

• Ödevin ne olduğunu ve aslında amacının ne olduğunu çocuğumuza anlatmalıyız. Burada en önemli görev; anne, baba ve öğretmenlere düşmektedir. Ödevin pekiştirici ve eğitici önemini kavrayan çocuklar için ödev yapmak keyifli hale gelecektir.

• Günlük program ile çalışma programlarının hazırlanması noktasında çocuğunuza destek olmalısınız. Önceliklerin ve ihtiyaçların belirlenerek çocuğunuz için en uygun planın belirlenmesi noktasında çocuğunuza ışık tutarak yönlendirici ve destekleyici bir yol izlemeniz uygun olacaktır. Sizin desteğinizle kendi planını hazırlayan çocuğunuzun çalışma motivasyonu artacaktır.

• Çocuğunuzun yerine ödev yapmayın. Ödev yapma noktasında sadece destek olmanız, çocuğunuzun talebi doğrultusuna çalışma ortamında bulunmanız, sorduğu sorulara yönlendirici yanıtlar vermeniz ve çocuğunuzu düşünmeye teşvik etmeniz önemlidir. Unutmayın; ödevler çocukların iç disiplin kazanması ve kendi başına çalışabilme becerisinin gelişimi için verilmektedir.

• Aileler ödevlerini kontrolünü yapıp yapmama ve yanlışları düzeltip düzeltmeme noktalarında kararsızlıklar yaşayabilmektedirler. Bu noktada çocuğumuzun öğretmeni ile iletişim halinde olmak önemlidir. Ödevler günlük bilgilerin pekiştirilmesi için verilir, eğer çocuğumuz günlük bilgileri hatırlayamıyor ve ödevini yapamıyorsa bu konuyu öğretmeniniz ile paylaşmamız gereklidir. Anne-babalar ödevleri kontrol etme noktasında çocuklarını yönlendirici bir rol izleyebilirler, “Ödevini kontrol ettin mi? Bakalım gözümüzden kaçan bir şey olmuş mu?” gibi yönlendirmelerle çocukların ödevlerini kontrol etmeleri ve eğer varsa hatalarını düzeltmeleri sağlanabilir. Anne-babalar asla ödevlerdeki hataları düzeltmemelidir.

• Çocuklar ödevlerini yaptıkça bu durumu pekiştirerek beğenimizi dile getirmeliyiz. Aferin, süpersin, ödevini tamamladın, çok çaba sarf ettin.” gibi cümlelerle çocuğumuzun performansını olumlu cümlelerle pekiştirmeliyiz.

• Eğer çocuklarımız ödev yapmak istemiyorsa, bunun sebeplerini açıkça konuşmalıyız. Bazen çocukların ödev yapmak istememe sebebinin altında öğrenme ve dikkat alanında yaşadıkları zorlanmalar yatıyor olabilir. Bu sebeple bu isteksizlik noktasını hem çocuğumuzla hem de öğretmeni ile konuşarak sınıf içi durumu, derse katılımı ve ders süresindeki dinleme ve konsantrasyon becerileri ile ilgili bilgi sahibi olmalıyız.

• Ödevini yapamayan veya yanlış yapan çocuklara asla kızmamalı ve onları azarlamamalıyız. Elbette anne-baba olarak çocuklarımızın başarılı olmasını isteriz. Bu noktada ödevi niye yapamadığını veya niye yanlış yaptığını araştırıcı bir yol izleyerek çözmeye çalışmak, ilerleyen yıllarda karşılaşılabilecek sıkıntıları önleyecektir.

• Eğer çocuğumuz ödev ve ders konularında çok zorlanıyor, direnç gösteriyor, tüm çabalara rağmen yapmayı reddediyorsa, altta yatan farklı psikolojik etkenler olabilir. Bu noktada psikolojik ve akademik bir destek ve yönlendirme için bir uzman görüşü faydalı olacaktır.

• Ödev yapma ve okul başarısı elbette önemlidir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta; ödev ve ders başarısı, hayat başarısı için tek başına yeterli değil, destekleyicidir. O nedenle çocuklarımız ders ve ödev noktalarında çaba sarf ederken, iç disiplin kazanmaya çalıştıklarını, kendi başına bir görevi tamamlama becerisini geliştirmeye çabaladıklarını, sorumluluk alma ve uygulama becerilerini gelişerek bireyselleştiklerini unutmayalım ve onları teşvik ederek destekleyelim.

 Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

20 Ekim 2017 Cuma

Evin Küçük Hakimi

Yaşamın ilk üç yılı, çocuk gelişimi ve eğitimi açısından bakıldığı zaman “sihirli” yıllardır. Çocuğun bilişsel, motor, dil ve sosyal gelişiminin yanı sıra kişilik gelişimine ait temeller de bu yıllar içerisinde atılmaktadır. 

İki-üç yaş dönemi çocuğun gelişimi açısından çok renkli geçen bir dönemdir. Bu yaştaki çocuklarda gelişimin birçok basamağında seri ilerlemeler kaydedilmektedir. Çocuklar artık rahatlıkla kendi başlarına yürüyebilmekte hatta koşabilmekte, kendilerini ve isteklerini rahatlıkla ifade edebilmekte, hatta diğer çocuklar ile aynı ortamda oyun oynama becerisini gerçekleştirebilmektedirler. Önceki yıllarda her türlü ihtiyacını giderebilmek için annesine veya bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duyan çocuk, artık birtakım becerileri edinmiştir ve bunları bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duymadan kendisinin gerçekleştirebildiğinin farkına varmıştır. İki yaş çocuğu, artık kendisinin farkına varmaktadır, çevredeki diğer bireylerden farklı olduğunu ayırt etmeye başlamıştır. Bu yaş döneminde gerçekleşen birçok alandaki ilerlemeler, çocukları bağımsızlığa doğru yönlendirmektedir. Her gün yeni bir şeyler öğrenme isteği ile dolu olan bu yaş çocuğu sürekli sorular sormaktadır. Bu soruları sormasının nedeni; onun için yabancı olan dış dünyayı yavaş yavaş tanımaya başlaması ve bilmediği şeylere karşı iç dünyasında geliştirmiş olduğu meraktır. Çocuk sıklıkla sorduğu bu sorular aracılığı ile dış dünyaya ait belirsizlikleri ortadan kaldırarak merakını gidermek ve daha fazla bilgi edinmek istemektedir. Edindiği her bir bilgi ve başarabildiğini gördüğü her bir beceri, çocuğun kendine olan güvenini arttırarak sağlamlaştırmakta ve çocuğu bağımsızlığa doğru yöneltmeye devam etmektedir. 

Kendi bağımsızlığını ve becerilerini kanıtlamak isteyen iki yaş çocuğu artık her şeyi ebeveynlerinin desteği olmadan kendi başına yapmak istemekte ve bu konuda yapılacak herhangi bir desteği reddetmektedir. Bu durum daha önceleri çocuklarına her alanda yardım etmiş olan ebeveynleri şaşırtmaktadır. Bu yaş döneminde çocuklar için önemli olan şey “kendi”leridir. Çocukların gerçekleştirdiği her etkinliğin temel amacı kendileridir. Bu dönemdeki çocukların taşıdığı temel özelliklerden bir tanesi de “egosantrizm” yani “benmerkezcilik”tir. Benmerkezcilik, çocuğun kendini dünyanın merkezinde gibi hissetmesidir. Her ihtiyaçları anında karşılığını bulmalıdır, her dedikleri vakit kaybetmeden yerine getirilmelidir, istek ve talepleri kesinlikle reddedilemez, engellenmeye tahammülleri yoktur, başka bir kişinin istekleri olduğundan haberdar değillerdir, diğer bireylerin ihtiyaçlarının farkında değillerdir, her zaman ve her yerde her istediklerini yapabileceklerini düşünmektedirler, her şeyi kontrol etmek istemekte yani bir anlamda evin yeni patronu, evin hakimi olduklarını düşünmektedirler. Bu tarz bir tablo ile karşı karşıya kalan anne ve babalar genellikle çok şaşırmaktadırlar. Bu “her şeyden önce ben ve ihtiyaçlarım” mantığı aslında çocuk gelişimi açısından doğal bir gelişim basamağıdır. 

Dış dünyada gördüğü her şeye merak duyan bu yaş çocuğunun etrafındaki her uyarana yönelik bir ilgisi vardır. Çocuk bu uyaranları tüm duyu organları ile tanımak istemekte, onları ellemekte, koklamakta, onlar ile oynayarak onlar ile ilgili merakını gidermek istemektedir. Çocuklar etrafta gördükleri her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünürler ve her şeyi almak istemektedirler. Her şeyi istediği anda yapabileceğini düşünen çocuk, bu istekleri engellenir veya ertelenirse, herhangi bir talebi karşısında “Hayır!” sözünü duyarsa buna tahammül edememekte, tepkisini ağlayarak, bağırarak, tepinerek, bir şeyleri fırlatarak, etrafındakilere vurarak, tekme atarak göstermektedir. Aslında bu yaş grubunda bu tarz tepkiler sıklıkla görülmektedir. Dünya çocuklar için çok büyük, belirsizlikler ile dolu ve korkutucu bir yerdir. Böyle bir yerdeki çocuk eğer güçlü ve sert tepkiler ile kendini ifade ederse, annesi, babası ve diğer yetişkinler tarafından “güçlü” olarak algılanacağını düşünmekte ve bu yönde bir “sorun çözme ve baş etme yöntemi” geliştirmektedir. Bu güçlü ve sert tepkileri sergileyen çocuk, bu sayede karşılaştığı tüm engellemeleri ortadan kaldırabileceğini düşünür. 

Bu yaş dönemindeki çocuklarda görülen bir diğer özellik; çocukların her şeye sahip olmayı istemeleri ve sahibi oldukları şeyleri diğerleri ile paylaşmamalarıdır. Kendilerine ait bir oyuncak bebeği, askerlerini, arabalarını, topaçlarını kimseye vermezler. O sadece onlarındır, onlara aittir ve o oyuncağı yöneten sadece kendileridir. Kendini her konunun tek hakimi gibi hisseden çocuk, tabii ki bu oyuncağın da patronudur, onun üzerinde bir güce sahiptir. Bu dönem çocukları, paylaşmanın ne demek olduğunu bilmemektedir. Yani eğer çocuk ona ait olan oyuncak arabasını başka birisine verirse artık o oyuncak arabanın bir daha geri gelip gelmeyeceği konusundan dolayı kaygılandırmaktadır. Bu nedenle çocuk kendisine ait hiçbir şeyi kimse ile paylaşmaz. Böylece hem oyuncağı onda kalmaya, onun olmaya devam etmiş olur, çocuk bir şeylerin sahibi ve tek patronu olma duygusunu yaşamaya devam eder olur, hem de patron olmanın verdiği güçlü olma duygusunu yaşamayı sürdürür. 

Bu yaş döneminde karşılaşılan bir diğer özellik ise çocukların, sorulan sorulara genellikle ‘Hayır!’ diyerek yanıt vermeleridir. Tıpkı bazı becerileri kazandıktan sonra destek almayı reddetmeleri gibi, sorulara yanıt vermeyi reddetmeleri de güçlerini çevreye ispat etmeye yönelik bir tepkidir. Karşısındaki bireyin sorusunu yanıtlamayı reddeden veya o kişinin bir talebini karşılamayı kabul etmeyen çocuk kendinin de diğer bireyler arasında güçlü bir şekilde var olduğunu ve diğer bireylerin de onun gücünü hissettiklerini düşünmektedir. 

Eğer bu yaş döneminde bir çocuğunuz varsa;

-Unutulmaması gereken en önemli nokta, bu yaş dönemindeki çocukların benmerkezci özelliklere sahip olduklarıdır. Bu dönem geçici bir dönemdir ve çocukların bu özellikleri hep böyle devam etmeyecektir. Bu nedenle anne ve babaların yapmaları gereken en önemli şey; bu özelliğin yaş dönemine ait olduğunu unutmamaktır. Anne ve babalar çocuklarına karşı sabırlı olmalıdırlar. Çocuklar dünya ile daha yeni tanışmaktadır ve aslında nasıl davranmaları gerektiğini bilmemektedirler. Bu nedenle kendilerini korumak için güçlü olmaya ihtiyaçları vardır ve güç duygusunu ancak istedikleri anında gerçekleşirse hissedebilmektedirler. 

-Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta, bu yaş çocuğunun henüz paylaşma kavramına ait bir bilgisinin olmadığıdır. Çünkü bu yaş çocuğu henüz verdiği nesnenin geri geleceğini tahmin edebilecek yeterli bilişsel gelişim düzeyine sahip değildir. Oyuncağını verdiği anda onu bir daha hiç göremeyeceğini düşünmektedir. Bu nedenle oyuncağını vermemekte, onunla sadece kendisi oynamaktadır. 

-Bu yaş çocuğu için güç kavramı çok önemlidir. Yeni yeni bağımsızlaşmaya başlayan çocuğun temel güven duygusunu kazanabilmesi için bir şeylere sahip olduğunu ve onlar üzerinde bir hakimiyeti olduğunu hissetmesi çok önemlidir. 

- Çocuğunuz size bencil gibi görünse de, aslında bunun tek nedeni bu yaşa ait özellikleri taşıyor olmasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, sizin bu tarz durumlarda nasıl tepki verdiğinizdir. Çocuklar bu dönemde henüz disiplin kavramını edinmemişlerdir ve davranışlarının sonuçlarını deneyerek görmekte ve öğrenmektedirler. Neye nasıl tepki verdiğinize çok dikkat ederler ve aynı durum ile tekrar karşılaştıklarında nasıl tepki verecekleri aslında o tarz bir durum ile ilk defa karşılaştıklarında şekillenmektedir. 

-Eğer çocuğunuz istediği bir şey gerçekleşmediği zaman ağlıyor, bağırıyor, tepiniyor ise; anne-babalar olarak sakin kalmalı, çocuğun bu sert tepkilerine sert ve inatçı tepkiler vermemeli, onun yerine çocuğunuzun dikkatini başka bir şeye yönelterek bu sıkıntıyı gidermeyi denemelisiniz. Eğer çocuğunuz ile inatlaşır, onu cezalandırırsanız; bu hem ebeveyn-çocuk ilişkisinin bozulmasına hem de çocuğun sizin ile ilişki kurma biçimi olarak bu yolu öğrenmesine ve hep bu yolu uygulamasına neden olabilir. Ayrıca öğrendiği bu davranış kalıbı ileriki yıllara taşınabilir ve çocuğunuzun çevresindeki bireyler ile kuracağı ilişkinin şeklini belirleyebilir. Yani çocuğunuz başka bireyler ile de inatlaşarak, karşılaştığı sorunları çözmeye çalışabilir ve bu, ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir. 

Anne-Babalara Öneriler: 

*Bu yaş dönemindeki çocuğunuzun sorduğu sorulara onun anlayacağı basit bir dille yanıt verin. 

*Çocuğunuza yavaş yavaş disiplini öğretmeye başlayın. Yani yaş dönemine uygun olarak kural ve sınırları koymaya başlayabilirsiniz. Ev ortamında her isteğine “Evet” yanıtı alan bir çocuk girdiği bir sosyal ortamda “Hayır” yanıtı ile karşılaşırsa ve bu duyduğu ilk “Hayır”ı olursa çocuk şaşırmakta, ne yapacağını bilememekte ve huzursuz olmaktadır. Bu sıkıntılar beraberinde uyum problemlerini getirebilmektedir. Bu nedenle ev ortamında uyması gereken bazı kuralları olması sosyal gelişimi ve kişilik gelişimi açısından olumlu olacaktır. 

*Ebeveyn olarak anne-babalar yaşanan sıkıntılar karşısında ne kadar sakin kalabilirler ise, sorunu çözmek o kadar rahat ve kolay olacaktır. 

*Bir çocuğa bir davranışı öğretmenin en uygun yolu o davranışı pekiştirmektir. Örneğin eğer çocuğunuz oyuncağını paylaşmıyor, isteyen bir arkadaşına oyuncağını vermiyor ve bu durum sizi üzüyor ise yapmanız gereken şey; bu olumsuz davranışı sertçe cezalandırmak yerine davranışını görmezden gelmek ve oyuncağını arkadaşı ile paylaşarak olumlu davranışı sergilediği anda onu hemen ödüllendirerek geribildirim vermektir. Çocuğunuz oyuncağını bir başkası ile paylaşınca, bu davranışını anında ödüllendirin. Bu ödül, sözel olarak onu tebrik etmek gibi manevi bir ödül olabileceği gibi yaşına uygun çok küçük bir maddi ödül(yapıştırma vb. gibi) de olabilir. Bu ödülü çocuğunuzun sevdiği şeyler içinden belirleyebilirsiniz. 

*Çocuğunuz ne kadar sık yaşıtları ile bir araya gelirse, paylaşma becerisini o kadar hızlı bir şeklide edinecektir. Çocuklar birbirlerini gözlemleyerek birbirleri ile etkileşime geçmeye başlarlar. Birlikte geçirdikleri zaman dilimi attıkça birbirlerine alışacaklar böylece paylaşımlarda bulunmaya başlayacaklar ve sosyal gelişimleri olumlu yönde gelişecektir. 

*Çocuklar görerek öğrenirler. Dünyaya gözlerini ilk açtıkları anda karşılarında annelerini ve babalarını görürler. Öğrendikleri ilk bilgiler, aile içi yaşantılar ile elde edilmektedir. Bu nedenle çocuklar evlerinde ne yaşanırsa onu görür, kalıp olarak öğrenir ve uygularlar. Yani çocuklar ebeveynlerini model alırlar. Bu nedenle anne ve babanın çocuklarına verdikleri mesajlar çok önemlidir. Burada önemli olan çocuğa beklediğimiz davranışı gösteren bir model olabilmektir. Bunun yanı sıra çocuğa anne ve babadan giden mesajlar tutarlı olmalı ve birbiriyle çelişmemelidir. Ayrı iki kanaldan aynı mesajı alan çocuğun güven duygusu artacaktır. 

*Çocuklar yaşayarak öğrenirler. Bu nedenle yaşıtları ile vakit geçirebileceği bir oyun grubu ortamı, geliştirici ve pekiştirici bir ortam olabilir.


Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Yarız