30 Kasım 2017 Perşembe

Çocuklarda İnatlaşma

Bazen ebeveynler yemek yeme, uyuma saatleri, tuvalet eğitimi, alışveriş ve okula gitme gibi belirli bir düzen gerektiren konularda sıklıkla çocuklarıyla çatışırlar. Çocuklarının her şeye karşı gelen bir tavır içinde olduğundan yakınırlar. “Hiç sözümüzü dinlemiyor; bizimle her konuda çatışabiliyor; sürekli inatlaşıyor; eline geçirdiğini sahipleniyor; her şeye “bu benim” diyor; elinden alınınca huysuzlanıyor; alışverişte istediği her şeyin alınmasını istiyor ve onu alıncaya kadar kendini yerden yere atıyor” gibi sözlerle bu durumu ifade ederler.
İnatlaşma çocuklarda her yaşta görülebilir. Özellikle ergenlik ve 2-4 yaş dönemi çocukların kurallara en çok karşı çıktıkları, direnç gösterdikleri, “hayır” kelimesini en sık kullandıkları dönemlerdir. Çocuklar yalnızca anne babalarına değil çevrelerindeki tüm bireylere karşı çıkma eğilimindedirler. Bazen 2-4 yaş döneminde, çocuklarınızın anlam veremediğiniz tutarsız istekleri olur. Önceden çok arzuladıkları birşey önlerine konduğunda  “ben bunu değil diğerini istemiştim” diye sızlanabilirler. Ve karşılarındaki kişiyi pes ettirene kadar bu çatışmaya devam edebilirler. İnatlaşma döneminin süresi ve şiddeti her çocukta değişkenlik gösterebilir ve aile tutumlarıyla çok bağlantılıdır.
Bazı durumlarda da inatlaşma anne babaya karşı bir tavır ya da ilgi ve sevgi ihtiyacı ile açıklanabilir. Anne ve babasından yeterli ilgiyi görmediğini düşünen çocuklar fark edilmek, ilgi odağı olmak, anne ve babasının dikkatini çekebilmek için de inatlaşma yoluna gidebilirler. Böyle durumlarda çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak, öfke, üzüntü gibi duyguları hissedebilmenin ve dile getirmenin doğal olduğunu onlara aktarabilmek önemlidir. Ebeveynlerin de duygularını ifade ederek çocuğa model olmaları ve duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları son derece faydalıdır.  Bazen de çocukların sadece okulda ya da sadece ev ortamında anne-babayla inatlaştığını gözlemleyebilirsiniz. Böyle durumlarda da uygulanan disiplin yöntemi, çocuktan beklenilen sorumluluklar, koyulan kuralların ne kadar tutarlı bir şekilde uygulanabiliyor olduğu gözden geçirilmeli; değerlendirilmelidir.
2-4 yaş döneminde yaşanılan inatlaşmalar bağımsız bir birey olma yolunda atılan adımlardan biridir aslında. Bir yaş itibariyle çocuklar çevrelerini deneme yanılma yoluyla keşfetmeye başlarlar; 2-4 yaş inatlaşma dönemi de bu keşfin bir parçasıdır. İnatlaşarak, çocuklar hem kendilerini, kendi kurallarını, bağımsızlıklarını kabul ettirmeye çalışırlar hem de çevredeki sınırlamaların, ailenin kurallarının ne kadar geçerli ve tutarlı olduğunu test ederler. Çocuklar varlıklarını kabul ettirebilmek için istenilen ne olursa olsun karşı çıkar ve sadece kendi istediklerini yapacaklarını kanıtlamaya çalışırlar. Unutulmamalıdır ki bu durum 2-4 yaş dönemi çocuklarında beklenilen normal bir gelişim sürecidir ve kişilik gelişimi açısından da oldukça önemlidir. Bu inatlaşmaların beklenilen bir süreç olduğunu bilmeyen anne babalar kendilerini çocuklarıyla anlamsız çekişmeler içinde bulurlar. Bu da ebeveynlerin hem kendilerini yıpratır; hem de çocuklarıyla olan ilişkilerine zarar verir.
Bu dönemde anne babalara düşen en önemli görev bu inatlaşmalar karşısında sabırlı olabilmektir. Çocuklarının inatlaşma döneminde olduğunu ve bunun normal bir süreç olduğunu hatırlamak anne-babayı rahatlatacağı gibi sabırlı ve hoşgörülü olmasını da kolaylaştıracaktır. Anne babalar sakin kalamadıklarında; inatlaşmalar karşısında bağırıp seslerini yükselttiklerinde çocuklar korkarlar ve ebeveynlerinden daha da uzaklaşır; inatlaşmaya devam ederler. Ebeveyn ve çocuk arasında bir iletişim problemi ortaya çıkabilir. Bu nedenle ani tepkiler vermektense beraber, çocukların fikirlerini de alarak yaşanılan sorunlara çözüm yolları üretmeye çalışmak önemlidir.
Hangi yaşta olursa olsun her çocuk belli sınırları olmasını ister; buna ihtiyaç duyar. Karşısında, kuralları uygulayan tutarlı bir anne baba görmekten hoşlanır; ancak böyle kendini güvende hisseder. Bu nedenle mutlaka önceden belirlenmiş anlaşılır ve net kurallarınız olsun. Çok fazla kural koymak yerine, çocuğun güvenliğini sağlayabilecek, onu tehlikelerden koruyacak, hayatını düzene sokacak basit kurallar seçin. Örneğin; okul öncesi dönemde daha çok özbakıma, yemek ve uykuya yönelik düzenlemeler yapın. İlerleyen yaşla ve artan sorumluluklarla beraber kuralları güncelleyin; gerekirse yeni kurallar ekleyin. Kuralları koyarken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, beklentilerinizin çocuğunuzun  yaşına, bilişsel ve psikolojik gelişimine uygun olmasıdır. Özellikle küçük çocuklarda kuralların anlaşılır olmasına özen gösterin ve basit bir dille açıklayın. Bazı kurallara birlikte karar verin ve bütün aile için geçerli kurallar da koyun. Bu çocuğunuzu daha iyi hissettirecektir. Ve tabiki kuralları uygulamakta tutarlı olun. Çocuğunuz sizi test edecektir ve ona karşı direnemediğinizi gördüğünde sizinle başedebileceğini düşünecek ve inatlaşmaya devam edecektir. Bu nedenle; önce “hayır” dediğiniz bir şeye sonradan “evet” dememeye özen gösterin. Sizin dışınızda çocuğunuzun çevresindeki diğer bireylerin de koyduğunuz bu kurallara uygun davranmasını sağlayın. Ancak o zaman çocuğunuzun kurallara karşı direnci azaltılabilir.
Ona kararlı ama yumuşak bir ses tonuyla yaklaşın. İstediği şeyi şu an yapamayacağını söyleyin ve bunun nedenini mutlaka açıklayın. Bu durumdan dolayı onun gibi sizin de üzgün olduğunuzu belirtin. Bunu hissetmesi çok önemlidir. Bu tarz bir yaklaşım, yaşanılan çatışmalar sonucu bozulan anne-baba ve çocuk ilişkilerinin düzelmesine de yardımcı olacaktır.
Ona kuralları hatırlatıp, istediğinin neden olamayacağını açıkladıktan sonra hala inatlaşmaya devam ederse bir süre bunu görmezden gelin. Yine de vazgeçmiyorsa, ilgisini başka bir yöne, sevdiği bir oyuncağa, hoşlanabileceği bir objeye, yemeğe çekmeye çalışın. Dikkatini dağıtabilecek çeşitli yollar deneyin. Oyunlar önerin; “Beraber kitap okumak mı istersin yoksa resim yapmak mı ?” gibi yerine getirebileceğiniz alternatifler sunun. Birçok şeyi onun seçmesine izin verin. Bu durum onun size karşı daha ılımlı yaklaşmasını da sağlayacaktır. Böylece, çocuğunuz, artık onu kendi kararlarını veren bir birey olarak kabul ettiğinizi hissedecektir. Örneğin; dışarı üstüne birşey giymeden çıkmakta inatlaşan çocuğunuza “Dışarı çıkarken bu hırkanı mı giymek istersin yoksa bu kazağını mı” diye sorabilirsiniz. Böyle davrandığınızda, çocuğunuz onun fikirlerine değer verdiğinizi, önemsediğinizi düşünecek ve yaşanılan olaya karşı direncini azaltacaktır. Çocuklar “hayır” ı da aslında anne-babalarından öğrenirler. Kendi isteklerine “hayır” dendiğini duyan çocuk, ondan istediklerinize “hayır” demeye başlar. Bu nedenle “hayır” kelimesini çok sık kullanmamaya çalışın. Aynı zamanda çocuğunuza cevabının hayır olabileceği sorular sormak yerine alternatifler sunup seçim hakkı tanımak da daha doğrudur. “Ayakkabılarını giyer misin?” yerine “Mavi ayakkabını mı yoksa pembeyi mi giymek istersin?” diye sormak daha uygundur. Alternatif sunmak çocuğun seçme ve karar verme yeteneğini geliştirdiği gibi özgüven gelişimini de destekler. Aynı zamanda kurallara uyumu da kolaylaştırır.
Çocuğunuz sizinle inatlaştığı sürece nelerle karşılaşabileceğini bilmelidir. Ona, kurallara uymamanın, anne-babanın sözünü dinlememenin bazı sonuçları olduğu hatırlatılmalı ve çocuğunuz bu sonucu yaşayarak öğrenmelidir. Bir süre olumsuz tavırlarını göz ardı edip, olumlu bütün davranışlarını desteklemek ve ödüllendirmek de ona kendini iyi hissettirecektir. Onun yanında başkalarına çocuğunuzun onayladığınız davranışlarından bahsedin ve onu övün.
Sonuç olarak; bütün bunları uygulamaya çalışırken onun bağımsız bir birey olma yolunda olduğunu unutmayın. Onun mantıklı isteklerine cevap vermeye çalışın; sadece kendi direktiflerinizle onu yönlendirmeyin. Bazı durumlarda onun da kendi seçimlerini yapabilmesine fırsat tanıyın. Bu şekilde, çocuğunuz mantıklı ve mantıksız istekleri karşısında ebeveynlerinin davranışları arasındaki farkı gözlemleyebilecek; hangi isteklerine cevap veriliyor; hangileri karşılıksız kalıyor daha iyi anlayabilecektir.       
Anne-Babalara Tavsiyeler
• Çocuğunuzla yaşadığınız çatışmalarda, hoşunuza gitmeyen durumu, rahatsızlığını dile getirirken çocuğunuza değil, onun uygun bulmadığınız davranışına odaklanın. Örneğin, ‘Beni sinirlendiriyorsun’ demek yerine ‘Oyuncaklarını toplamadığında sinirleniyorum.’diyebilirsiniz. Böylece çocuğunuza hem uygun bulmadığınız davranışını belirtecek hem de bu davranışının sonucunda hissettiğiniz duyguyu aktaracaksınız.

• Çocuğunuzla konuşurken ‘Ben Dili’ni kullanmaya çalışın. Yani ‘Terbiyesizlik ediyorsun’ demek yerine ‘Ben çok rahatsız oluyorum’ diyin. Bu yaklaşım çocuğunuzun sizi daha iyi anlamasına yardımcı olacaktır.

• İsteğinizi dile getirirken olumlu ifadeler kullanmaya çalışın. ‘Bağırma’ demek yerine ‘Alçak sesle konuştuğunda seni daha iyi anlıyorum’ diyebildiğinizde çok daha etkili ve hızlı bir davranış değişikliği gözlemleyebilirsiniz.

• Ceza yöntemi, uygun olmayan davranışı kısa süreli bastırsa da uzun vadede etkisizdir. Çocuğunuzun belirli bir süre sonra verdiğiniz cezalara rağmen aynı davranışı tekrar tekrar sergilediğini gözlemleyebilirsiniz. Bu nedenle uygun olmayan bir davranış gösterdiğinde ceza vermek yerine istenilen davranışı sergilediğinde ödüllendirme sistemini uygulayın.

• Çocuğunuza ev içinde rahatça oynayabileceği, etrafı dağıtıp her şeyi karıştırabileceği bir alan ayırın ve orada oynaması için teşvik edin.

• 4 yaşından sonra da çocuğunuzun inatlaşmaları yoğun bir şekilde devam ediyorsa, koyduğunuz kuralları, bunları ne kadar tutarlı uygulayabildiğinizi tekrar gözden geçirin.

• Ayrıca kurduğunuz ilişkinin ne kadar sağlıklı olduğunu, çocuğunuzun anne-baba ile paylaşım ihtiyacını ne kadar giderebildiğini, onun olumlu özelliklerini ve davranışlarının ne derece fark edebildiğinizi değerlendirin.
Klinik Psikolog İrem Fırat

24 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarda Korkular


İnsanlar yaşamlarını ya da güvenliklerini tehdit eden durumlar içine girdiklerinde korkarlar ya da kaygılanırlar; çünkü bu hayatta kalabilmek için verilen doğal bir tepkidir. Bireyler içinde bulundukları durumda kendilerini koruyabilmek için ne yapmaları ve ne gibi önlemler almaları gerektiğine, yaşadıkları korkunun ya da kaygının etkisiyle karar verirler. Kaygı, kişinin bir olay ya da obje ile karşı karşıya kaldığında yaşanılan bu durumu kendi yorumlarına dayanarak bir tehdit olarak algılaması sonucu, bedensel, duygusal ve zihinsel olarak hissettiği bir huzursuzluk halidir. Dolayısıyla yaşanılan kaygıya tam olarak neyin neden olduğu belirsizdir. Korku ise gerçek, dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı gösterilen duygusal bir tepkidir; yani kaynağı bellidir. Korkunun kaynağı belli olduğu için kişi, korku duygusuna vesile olan olay, durum ya da objeden uzaklaştığında rahatlar.
Çocuklarda korkular gelişimlerinin bir parçası olarak okul öncesi dönemde ortaya çıkmaya başlar. Aslında her yaş döneminin kendine özgü korkuları vardır; yani çocuk gelişim basamaklarını atladıkça yaşadığı korkular da şekil değiştirir. Doğumdan sonraki ilk bir yıl içerisinde bebeklerin en büyük korkusu ona bakım veren kişiden ayrı kalmaktır. Yabancı suratlar görmek onları ürkütür. Çok büyük objeler, hayvanlar, yüksek sesler de 2 yaşına kadar bebekler için korkutucu olabilir. 3-4 yaş döneminde ise palyaço gibi büyük ve renkli şekiller, böcek, hayvan ve ayrılık gibi korkulara ek olarak çocuklar sıklıkla karanlıktan korkmaya başlarlar. Ayrıca bu yaş döneminde çocukların hayal güçleri de oldukça güçlü olduğu için yaşadıkları korkularla ilgili çeşitli sorular sorabilirler. Sizden aldıkları cevaplardan ya da çevrede duydukları ya da gördükleri olaylardan etkilenerek kaygı uyandırabilecek düşünceler içine girebilirler. Sağlık, ölüm ya da canlarının acıması ile ilgili yeni korkular üretebilirler. 5 yaş itibariyle suç, şiddet, kavga içeren görüntülerden, dış dünyadan, fırtına, deprem gibi doğal afetlerden korkmaya başlayabilir;  tanımadıkları kişilerden zarar gelebileceğini düşünebilirler. 6 yaş civarında tüm bu korkulara ek olarak hayalet, canavar, hayali kahramanlar gibi doğaüstü varlıklardan korkma dönemi başlar. Günlük yaşamla ilgili korkular 7-8 yaş civarında görülmeye başlarken, ölüm korkusu, sınavlarda başarısız olmaktan, verilen görevi eksik yapmaktan duyulabilecek korkular ise 9 yaş itibariyle kendisini gösterebilir.  Bu korkuların birçoğu gelişimsel olduğu için geçicidirler de; çocuğun kendini güvende hissetmesi ile de azalırlar. Ancak çocuğun yaşadığı bu korkular günlük yaşantısını olumsuz yönde etkilemeye başlamışsa ve çocuk bu durumla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyorsa bir uzman desteğine başvurmakta fayda vardır. 
Çocuklarda sıklıkla görülen korkuları karanlık korkusu, kabuslar ve gece terörüdür. Gece korkuları ve özellikle karanlık korkusu ebeveynler tarafından fark edilmeden en fazla pekiştirilen korkulardır. Karanlığın getirdiği bilinmezlik ve tahmin edilemezlik hissi çocuğun korkular yaşamasına neden olur. Çocuklar karanlık ortamlarda çevrelerinde, girdikleri bir odada ne olduğunu göremedikleri ve ne ile karşılaşabileceklerini bilemedikleri için endişe duymaya başlarlar. Bir saldırıya maruz kalma, onları zora sokabilecek bir durumla ya da her türlü potansiyel tehditle karşılaşma düşüncesi ve karşılaşılabilecek bu durumlarla nasıl baş edebileceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını bilememe ya da savunma konusunda kendilerini yeterince güçlü görememe durumu çocukların karanlık korkusu yaşamalarına sebebiyet verir. Karanlık korkuları yaşayan çocuklar hissettikleri korkuyu azaltabilmek için karanlık odalara yalnız girememek, anne babanın yanında yatmak istemek, ışık yakmadan uykuya geçememek, karanlıkta yalnız gerçekleştirmelerini gerektirecek tüm durumları reddetmek gibi farklı kaçınma davranışları içine girebilirler. Bu çocuklar, sadece ışıkların yanması ya da yetişkin bireylerin yanlarında olmaları ile rahatlarlar. Rahatladıklarını fark ettikleri için de bu davranışları göstermeye devam ederler. Ancak bu tarz davranışlar çocukta sadece geçici bir rahatlama sağlar; uzun vadede yaşanılan sorunu çözmezler; tam tersine sıkıntıların daha yoğun yaşanmasına neden olurlar. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardır. Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Bu tarz davranışlar ancak anne-baba tarafından pekiştirilmediğinde ortadan kalkar. Aynı zamanda anne babanın bu konuda çocuğa model olması da önemlidir.  Anne ya da babasının yalnız ya da ışıksız uyuyamadığını, karanlık ortamlarda tedirgin olduğunu gören bir çocuk karanlığın korkulması gereken bir durum olduğuna inanır; bu da yaşadığı korkuyu daha yoğun yaşamasına yol açabilir.             
Kabuslar çocukların uyku kalitesini etkileyen durumlardır. Yetişkinlerde olduğu gibi çocukların da zaman zaman kabuslar görmeleri doğaldır. Ancak kabusların görülme sıklığı artmışsa; çocuk her hafta bir iki gün kabus görerek uyanıyorsa, bu durum çocuğun bazı kaygılarının ve korkularının olduğuna işaret edebilir. Çocuğunuzun gördüğü kabusların içeriği de yaşadığı huzursuzluk hakkında bir fikir verebilir. Çocuk sıklıkla aynı temalara sahip kabuslar görüyorsa, bu durum çocuğun korkularına neden olabilecek düşüncelerin neler olabileceği konusunda yol gösterici olacaktır. Özellikle kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu taşıyan, kaybolma, kaçırılmaanne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe endişeleri olan ve bu nedenle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemeyen; yani ayrılık anksiyetesi yaşayan çocukların sıklıkla ayrılma temalı kabuslar gördüğü bilinmektedir. Genellikle çocuklar gün içerisinde yaşadıkları, gördükleri ya da duydukları olaylardan etkilenirler ve bunları kabuslarına taşırlar. Anne ve babasının yaşadığı bir tartışma, kardeş doğumu, boşanma, ailedeki bireylerden birinin kaybı, okulda arkadaşlarla yaşanan çatışmalar ve huzursuzluklar, televizyonda izledikleri şiddet içerikli görüntüler, dövüş, savaş gibi temalara sahip bilgisayar oyunları, agresif içerikli dergiler ve kitaplar çocukların yaşayabilecekleri kaygı durumlarını tetikler ya da var olan kaygıları, korkuları arttırır. Yaşanan korkular kabuslar şeklinde kendini gösterebilir ve çocuğun uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir.            
Okul öncesi dönemde sık rastlanan gece terörü dediğimiz durumda ise çocuk uykuya daldıktan kısa bir süre sonra çığlıklar atarak aniden uyanır. Panik halindedir; bağırır; amaçsız hareketler yapar; anlamsız sesler çıkarır ya da konuşur. Çevresindeki bireyleri tanımaz; söylenilenleri, kendisinden istenilenleri anlamaz. Hızlı nefes-alıp verme, terleme gibi fiziksel belirtiler de görülebilir. Gece terörü yaşayan bir çocuğu uyandırmak çok zordur; uyandığında da yaptıklarını, olan olayları hatırlamaz. Bu nedenle ebeveynlerin atak sırasında çocuğu sakinleştirmeye çalışmak yerine gece terörünün çocuk uykuya daldıktan ne kadar zaman sonra başladığını, ne gibi belirtilerle kendini gösterdiğini gözlemlemeleri daha uygun olacaktır. Sonrasında atağın sıklıkla görüldüğü saatler belirlenebilir ve çocuk o saatlerin hemen öncesinde uyandırılarak atak yaşaması önlenebilir. Bu durum çocuğun yaşadığı korku ya da kaygılarla ilişkilendirilebileceği gibi nörolojik bir alt yapıya da sahip olabilir. Bu nedenle yaşanan gece terörünün bir tür gece korkusu mu olduğu yoksa havale ya da epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıkların bir belirtisi mi olduğu çok iyi ayırt edilmelidir.            
Tüm bunlara ek olarak, geceleri korkular yaşayan, sık uyanan ve ebeveynleri ile uyumak isteyen çocukların psikolojik olgunlaşmalarının yeterli olmadığı da görülebilmektedir. Yaşamın ilk yılları çocuklar için, başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı yaşlardır. Anne ve babanın çocuğa karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir. Çocuğun, ne olursa olsun, her zaman, her koşulda annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. Bebekler ihtiyaçlarını tutarlı bir şekilde karşılayan ebeveynlere güvenmeyi öğrenirler ve dünyaya daha rahat uyum sağlayabilirler. Ancak; aksi durumlarda yani anne baba bebekle yeteri kadar ilgilenmiyor ya da ihmal ediyor ise bebek hayal kırıklığına uğrar; güvensizlik duygusu gelişmeye başlar ve dünyayı ürkütücü bir yer olarak algılar. Bu nedenle anne bebek arasında güvenli bir bağ oluşabilmesi için ilgili, dikkatli, şefkatli ve doyurucu bir bakım önemlidir. Sonraki yaşlarda da çocuğun her koşulda sevildiğini, kabul gördüğünü, güvende olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır; ancak bu şekilde çocuklar kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler. 
Eğer çocuğunuz eskiye oranla daha az uyuyor, uyku vakti yaklaştığında huzursuzlaşıyorsa, tek başına odasına gitmekte direniyor, sizin odadan gitmemeniz için çeşitli yollara başvuruyorsa, yatağından kalkıp sık sık sizin yanınıza geliyor, rahat ve huzurlu bir uyku uyuyamıyorsa, gece korkuları yaşıyor ve bu gece korkuları da onun toplum ve okul yaşamındaki işlevselliğine engel oluyor olabilir. Bu gibi durumlarda anne-babalara düşen en önemli görev çocuğun yaşadığı korkuyu kabul etmektir. Çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu ona hissettirebilmek önemlidir. Ebeveynlerin de duygularını ifade ederek çocuğa model olmaları ve duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları son derece faydalıdır.  
Korkularla baş edebilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygı ve korkularla yüzleştirilmesi, korkulara ve kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve böylece performansının artması yönünde hedefler belirlenir.
 
Anne-Babalara Öneriler: 
  • Çocuğunuzun gelişim dönemi ile ilgili bilgi sahibi olun; hangi yaş döneminde hangi korkuların görülebileceğini öğrenin.
  • Çocuğun yaşadığı korkuların tam olarak ne zaman başladığını, hangi durumlarda daha çok ortaya çıktığını, ne sıklıkla görüldüğünü ve gün içerisinde yaşadığı olaylarla ilişkili olup olmadığını gözlemlemeye çalışın. Bunları tespit edebilmek alınacak önlemlerin neler olabileceğini de belirlemenizi kolaylaştıracaktır.
  • Çocuğunuzla korktuğu şeyle ilgili konuşun. Korkuları size anlamsız gelse de; gerçekçi görünmese de o bu korkuları çok ciddi boyutlarda yaşıyor olabilir. Bu nedenle korkacak bir şey olmadığına dair onu ikna etmeye çalışmayın.
  • Korkularını küçümsemeyin; korkularıyla dalga geçmeyin ve çevredeki bireyler tarafından alay konusu haline gelmesini engelleyin. Bu tarz olumsuz yaklaşımlar çocuğunuzun yaşadığı korkuları daha yoğun yaşamasına neden olabileceği gibi özgüven gelişimini de olumsuz yönde etkileyecektir. 
  • Çocuğunuzun korktuğu durumlarla ilgili onu bilgilendirin. Bu durumun olma olasılığını, olursa neler yapabileceğinizi beraber konuşarak bulun.
  • Çocuğun kendi yatağı olmasına rağmen anne baba ile yatma konusunda ısrarcı olması birçok ailede yaşanan sorunlardan biridir. Çocuklar içinde bulundukları bir sıkıntıyı, yaşadıkları bir korkuyu ya da kaygıyı sözel olarak ifade etmekte zorlandıklarında bunu davranışlarıyla göstermeyi seçebilirler. Anne babalarıyla yattıklarında daha güvende olacaklarını
    düşünebilirler. Bu gibi durumlarda çocukların duygularını anlayabilmek, onları
    dinlemek, kabul etmek ve anlayış göstermek önemlidir.
  • Ancak çocuğunuz küçük yaşlardan itibaren kendi odasında ve kendi yatağında yatmalıdır.
  • Temel alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi dönem kurala uyum becerisinin
    geliştirilebilmesi için en uygun dönemdir. Çocuğun kendi yatağında yatma alışkanlığını kazanabilmesinde anne baba tutumlarının önemi büyüktür. Ebeveynler çocuklarının kendi odalarında ve kendi yataklarında yatmaları konusunda kararlı ve tutarlı olabildiklerinde çocuk bu alışkanlığı kolayca kazanır.
  • Başlangıçta çocuklar uyuyana kadar yanlarında beklenebilir, ancak yanında yatarak, ya da anne ve babaya dokunarak çocuğun uyumasana izin verilmemelidir. Bunun yerine çocuğa alternatifler sunulabilir, sevdiği bir oyuncağını seçebileceği ve onunla uyuyabileceği iletilebilir.
  • Çocuklar sık sık uykularından kalkıp ebeveynlerinin yanına gelmek istediklerinde her seferinde yılmadan aynı şekilde çocukların yataklarına götürülmesi gerekir.
  • Gerekirse uyku saati yaklaştığında kaygılarını azaltabilmek adına sakince uykuya dalabilmesi için bir süre birlikte zaman geçirebilirsiniz.  
  • Çocuğunuzla resimler yaparak, dramatizasyon oyunları oynayarak duygularını daha rahat ifade etmesini sağlayabilirsiniz.
  • Tüm bu çabalara rağmen çocuğunuzun korkuları yoğun bir şekilde devam ediyor ve belirtiler sıklıkla görülüyorsa mutlaka profesyonel bir uzman desteğine başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki çocuğunuzun yaşadığı korkulara ve kaygılara yönelik gerekli önlemler alınmazsa, bu durum ileride daha ciddi psikolojik problemlere sebebiyet verebilir.

          Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

17 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarda Paylaşma

“Benim, alamazsın.” “Oyuncağımı geri ver.” “O benim annem, anne onu öpme.” Çocukların kimi zaman en sevdiği kırmızı oyuncak arabası için, kimi zaman annesinin aldığı çikolata için, kimi zaman da babası için bu gibi cümleleri kullandığına hepimiz şahit olmuşuzdur.

Bebeklik döneminden çocukluk dönemine geçmeye başlayan çocukların yaşayarak öğrenmesi gereken çok fazla şey ve atlaması gereken birçok gelişim basamağı vardır. Bu gelişim sadece boyun uzaması veya kilo almak gibi fiziksel gelişimi içermemektedir. Çocuklar her dönemde psikolojik olarak da büyümektedirler. Özellikle çocukların, annelerinden ayrışarak bireyselleşmeye başladıkları dönem; psikolojik olarak büyüme konusunun en güzel örneklerinden biridir. Bu dönemde annesinden ayrı bir birey olduğunu fark eden çocuk, kendi başına yapabildiklerini de yavaş yavaş fark etmeye başlar. Önce emekleyen, sonra ayakları üzerinde durmayı becerirken yetişkinlerin elinden tutarak yürümeye başlayan ve en sonunda kendi ayakları üzerinde durarak desteksiz yürümeyi başarabilen çocuk, tek başına bir şeyleri başarabildiğini yaşayarak öğrenmiş olur. Farklı bir kişiliği olduğunu ve kendi başına bir şeyleri başarabildiğini anlayan çocuğun bir sonraki görevi de kendisine ait olan şeyleri fark etmektir. Kendine ait odasında kendi yatağında uyuyan çocuk, yine kendi odasında kendi oyuncakları ile oynayabilmektedir. Kendi seçtiği kıyafetleri giymek isteyen çocuk büyüdükçe kendi istediği kıyafetlerin alınmasını talep etmeye başlayacaktır. İşte bu dönem 2-3 yaşlarına denk gelmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği çocukların “benmerkezcilik” özelliklerinin doruk noktasına çıkmasıdır. Bu dönemdeki çocuklar sadece kendi isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda talepkardır. Çevrelerindeki diğer kişilerin de bir şeyler isteyeceği, onların da bazı beklentileri olabileceği konusunda bir farkındalığa sahip değillerdir. Onlar için varsa yoksa kendileri ve kendi istekleridir önemli olan.

İşte tam bu noktada özellikle anne-babaların yaşamakta ve çözmekte çok zorlandıkları bir durum ortaya çıkar: “paylaşmak”. Bu yaş dönemindeki çocuklar sahip oldukları hiçbir nesneyi diğerleri ile paylaşmak istemezler. Çünkü “ben ve benim” kelimeleri bu yaş grubundaki çocukların en sık kullandığı kelimedir. Bir taraftan kendini, anne ve babasını, çevresini kendi istekleri doğrultusunda kontrol etmeyi ve yönetmeyi öğrenen çocuk, kendinin olan her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu fark eder. Bu nedenle de hiçbir eşyasını kimseyle paylaşmak istemez. Çünkü o çikolata, o oyuncak onundur. Eğer verirse geri gelip gelmeyeceklerini bilmiyordur çikolatasının ve oyuncaklarının.  Tam da kontrolü yeni yeni eline almaya başlamışken kaybedebilme kaygısını yaşayan çocuk, hiçbir şeyini paylaşmayı tercih etmeyecektir. Bu sayede kendi kontrolü ve otoritesi devam etmiş olabilecektir.
Kişiliklerin temellerinin atıldığı ve gelişim açısından temel taşlardan biri olan bu yaş dönemi, ebeveynler için çocuklarına nasıl yaklaşacaklarını belirlemek adına zor bir dönem olabilmektedir. Misafir olarak gidilen bir arkadaşlarının evinde, çocuklarının orada beğendiği bir bebeği alıp kendi oyuncağı gibi davranması ve kendi evine götürmek istemesi veya oradaki diğer çocuklar ile kendi oyuncak arabalarını paylaşmayıp hepsini kucağında taşıması ve arabalarını çocuklardan kaçırması gibi yaşantılar, ebeveynleri zor durumda bırakabilmekte ve ebeveynler ne yapacaklarını şaşırabilmektedirler.

Burada ebeveynlerin izlemesi gereken en önemli yol; çocuklarına model olmaktır. Tıpkı çocuklarımızın sergilemelerini beklediğimiz her davranışta olduğu gibi, paylaşmayı öğrenmeleri için de onlara model olmak biz yetişkinlerin görevidir. Kendimizin yapmadığı bir davranışı çocuklarımızın sergilemesini beklememeliyiz. O nedenle ilk önce çocuklarımıza görsel olarak model olmalıyız. Anne-baba olarak kendi eşyalarımızı paylaşmakla bu işe başlayabiliriz. Ancak aldığımız eşyaları mutlaka geri vermeliyiz ki çocuğumuz vereceği oyuncaklarının geri geleceğini öğrenebilsin. Buna ilk olarak çocuğunuzla oynayacağınız nesne saklama oyunlarını verebiliriz. Saklanan bir nesneyi bulan çocuk, o nesnenin gittiğini ve geri geldiğini yaşayarak öğrenecektir. Bunu öğrenen çocuk oyun oynarken arkadaşına verdiği oyuncak ayısını geri alacağını da yavaş yavaş öğrenecektir.
Bazı çocuklar, anne ve babalarını özellikle kendi yaşıtları ile paylaşmayı pek tercih etmezler. Anne-babalarının başka çocuklar ile ilgilenmesini, onlarla oyun oynamasını hiç sevmeyen çocuklar vardır. Annesi arkadaşı ile sohbet ederken birden sohbetin ortasına giren, annesi ve arkadaşının ortasına oturup sohbeti başka bir konuya çeken çocukları sık sık görebiliriz. Bu tip durumlarda kontrol yetişkinde olmalıdır. Çocuğa anlaşıldığını hissettirmek, onunla ilgilenilmesini istediğini söyleyerek empatik bir yaklaşımda bulunmak, ancak bunu belli bir süre sonra yapacağımızı söyleyerek bu durumlar karşısındaki tutumumuzu sergilemek, çocuğumuzun hem kendinin ve duygularının anlaşıldığını hissetmesi hem de var olan durumun düzenlenebilmesi adına önemli bir yoldur.
Peki ya kardeşler? Birçok aile çocuğunun tek başına büyümemesi ve paylaşmayı öğrenmesi adına 2 ya da 3 çocuk sahibi olmayı tercih edebilmektedir. Özellikle tek başına büyüyen çocukların paylaşımlarının daha az olduğunun düşünüldüğü günümüz toplumunda, kardeşleri ile birlikte büyüyen, aynı oyuncaklar ile birlikte oynayan, aynı kıyafetleri giyen çocukların paylaşmayı daha erken yaşlarda öğrendikleri görülmektedir. Tek çocuklar ise oyun grupların veya yuvalara başladıkları zaman paylaşım ile ilgili yaşantılar ile ilk olarak oyuncaklar aracılığı ile karşılaşmakta ve paylaşmayı buralarda öğrenmektedirler.

Anne-babalara öneriler:
• Anne-babalar olarak çocuklarımıza model olmak: Paylaşma, doğuştan öğrenilen bir yaşantı olmadığı için çocuklarımıza ilk biz model olarak paylaşım örnekleri sergilemeliyiz. Örneğin; yediğimiz bir çikolatayı ikiye bölerek yemek, okuduğumuz gazeteyi birbirimize vererek değiştirmek ve sonrasında geri almak gibi.

• Paylaşmak istemeyen çocuğumuzu zorlamamak: Çocuklar paylaşmak istemiyorsa bu davranışı onlara zorlayarak kazandıramayız. Bu yaklaşım gerçek bir davranış edinme yolu değildir. Ayrıca hepimizin sadece bize ait olan özel eşyalarımız olabilir.  Bu, çocuklarımız için de geçerli olabilir. O nedenle başlangıç olarak kendi istedikleri eşyalarını paylaşmaları konusunda çocuklarımız teşvik etmek ve paylaşım sonrasında çocuklarımızı sözel olarak ödüllendirmek “Bravo sana, arkadaşın ile oyuncağını ne güzel paylaştın, süpersin.”, bu davranışın içselleştirilmesine destek olacaktır.

• Beklentilerimizi belirlemek ve empati kurmayı geliştirmek: 3 yaşındaki bir çocuktan hemen oyuncağını paylaşmasını beklemek ile 5 yaşındaki bir çocuktan bunu beklemek arasında çok fark vardır. Çünkü 3 yaşındaki bir çocuğun farkındalık düzeyi işle 5 yaş çocuğununki farklıdır. Paylaşım davranışının gelişebilmesi için, ilk önce empati kurabilme becerisinin gelişmesi gerekmektedir. Empati, yani kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyarak onun ne hissedebileceğini anlama becerisi 5-6 yaş itibari ile gelişebilmektedir. Bu nedenle 3 yaşındaki bir çocuk bir oyuncağını paylaştığında hem kendisinin hem de karşı tarafın ne hissettiği konusuna çok odaklanmaz. Ancak 5 yaş itibariyle çocuklar bu durumu daha rahat kavrayabilirler. Ebeveynler, çocuklarını duygularını ifade etmek ve karşı tarafın ne hissedebileceğini düşündürmek konusunda çocuklarına hem model olmalı hem de çocuklarını buna teşvik etmelidirler.

• Daha sık sosyal ortamlara girmek: yaşıtları ile daha fazla sosyal ortamlarda bir araya gelen çocukların paylaşım becerisi, girmeyenlere oranlara daha çabuk gelişecektir. Bu nedenle parka gitmek, bahçeye çıkmak, oyun gruplarına katılmak, yuvaya gitmek gibi çocukların yaşıtları ile zaman geçirebileceği ortamlara girmelerini sağlamak çok gereklidir. Çünkü çocuklar en iyi yaşayarak ve yaşıtları ile vakit geçirerek davranışları öğrenir ve içselleştirirler.

• Paylaşmak istemiyorsa yol göstermek: bazı çocuklar hiçbir şeylerini paylaşmaya yanaşmayabilirler. Burada ihtiyaç duydukları şey, kontrolün kendilerinde olduğunu bilmektir. Tek bir oyuncağını vermek yerine iki oyuncağından hangisini vermek istediğini çocuğunuza sorarak onu paylaşımlarını arttırması konusunda yönlendirebilirsiniz. “Hangi oyuncağını arkadaşın ile paylaşmak istersin? Böylece birlikte oynayabilirsiniz.” diyerek çocuğunuzu destekleyebilirsiniz.

• Paylaşım sonrası çocuğumuzu ödüllendirmek: oyuncağını, çikolatasını bir arkadaşı ile paylaşan çocuğumuzu sözel ödüller ile motive ederek hem davranışın öğrenilmesini hem de pekişmesini sağlayabilirsiniz. “Harikasın, boyalarını ne güzel paylaştın arkadaşınla, bu davranışına bayıldım.” gibi. Bu övgüyü duyan çocuk hem mutlu olacak hem de doğru bir davranış sergilediğini fark ederek paylaşmanın önemini anlayacaktır.

• Çocuğunuz ile oyun oynarken paylaşmayı vurgulayın: gün içerisinde çocuğunuz ile oynarken oyuncakları, boyaları paylaşarak oyunu sürdürün. Oynadığınız arabaları değiş-tokuş yaparak yarıştırın. Böylece hem çocuğunuza model olun hem de paylaşımı yaşantılamasına fırsat verin.

• Çocuğunuzun yerine siz paylaşmayın: çocuğunuzun elinde tuttuğu bebeği isteyen diğer çocuğa, bebeği çocuğunuzun elinden çekerek alıp veren taraf siz olmayın. Bu tip durumlarda çocuğunuzu paylaşması konusunda zorlamak yerine onu sözel olarak desteklemek daha etkili bir yoldur. Çünkü eğer siz onun yerine yaparsanız, bu davranışı öğrenemez. Bunun yerine ne yapabileceğini sorarak çocuğunuzu yönlendirin ve doğru davranışı bulduğu zaman onu överek ödüllendirin.

• Eğer hiçbir yol işe yaramıyorsa, bu durum duygusal bir sıkıntının habercisi de olabilir. Özellikle 6 yaşını geçmiş çocuklar paylaşmaya hiç yanaşmıyor ve bu konuya çok tepkili iseler; bu noktada bir uzmana danışmakta fayda vardır.


Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

3 Kasım 2017 Cuma

Çocuklara Ödev Yapma Alışkanlığını Kazandırma

Ödev, çocuklarımızın okul çağına gelmesi ile birlikte sıklıkla karşılaştığımız bir kavramdır. Bazı aileler ve çocuklar için yapılması çok kolay ve keyifli olan ödevler, bazı aileler ve çocuklar için zorlanılan ve can sıkıcı bir “görev” olarak tanımlanabilmektedir.
Ödev, basit anlamıyla öğretmenlerin öğrencilere okul dışında yapmaları için verdiği çalışma demektir. Bütün anne-babalar çocuklarının ödevlerini kaliteli bir şekilde ve zamanında tamamlamalarını istemekte ve beklemektedirler. Aslında ödevler çocukların en önemli sorumluluklarından biridir. Bu bağlamda biz yetişkinlerin unutmaması gereken en önemli nokta; çocuklarımıza sorumluluk kazandırmak için okul ve ödevlerin başlamasını beklememek ve küçük yaşlardan itibaren çocuklarımızın yaş ve beceri düzeylerine uygun sorumlulukları çocuklarımıza vererek hem bu sorumlulukları hayata geçirmeleri için teşvik etmek hem de başarıları ve çabayı takdir ederek çocuklarımızın motivasyon düzeyini arttırma noktasında destekleyici olmaktır. Oyuncakları toplama, kendi yemeğini yeme, yemek masasını toplarken tabağını kaldırma gibi sorumluluklar, okul döneminde karşılaşılacak ödev yapma sorumluluğunun temellerinin atılmasına ve sisteminin oturtulmasına katkıda bulunacaktır.
Ev ödevlerinin veriliş amacı; çocukların sorumluluk kazanmasının yanı sıra çocukların ders sırasında öğrendiklerinin ev ortamında tekrar edilerek pekiştirilmesi ve bu bilgilerin uzun süreli belleğe kaydedilmesi, daha sonra öğrenilecek bilgiler için zemin hazırlanması, araştırma yapma ve kaynak kullanma becerilerinin geliştirilmesi ve bireysel çalışma becerilerinin gelişiminin sağlanmasıdır. Burada önemli olan nokta; ödevlerin çocukların akademik gelişim ve beceri düzeyine uygun olması ve derste öğrenilen bilgilerin içeriği ile ödevlerin içeriğinin birbiri ile örtüşüyor olmasıdır.
Özellikle eğitim-öğretim hayatına yeni başlayan çocuklar, ödev yapma konusunda sıkıntı yaşayabilmektedirler. Ödevin ne anlama geldiğini, ne zaman ve nasıl yapılacağını bilmeyen çocuklar için bu yeni “görev” biraz kafa karıştırıcı ve sıkıcı olabilir. Zaten bütün gün okul ortamında ders dinlemiş ve bilgi depolamış olan çocuklar için eve gelince de yine kitap ve defterlerle uğraşmak pek de eğlenceli olmayabilir. Bu nedenle anne-baba ve öğretmenlerin ödevler konusunda yapabilecekleri ilk şey; ödevin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve ödev yapmanın faydalarını çocuklara anlatmak olmalıdır.
Ödevin anlamını ve önem düzeyini özümseyen çocuklar yine de ödev yapma konusunda istekli olmayabilirler. “Ödevi nasıl yapacaklar, nereden başlayacaklar, ne kadar sürecek, nerede yapacaklar, eğer yapamazlarsa ne olacak?” gibi birçok soru, çocukların aklını kurcalayabilir. Özellikle öğrenme ve dikkat alanında zorlanma yaşayan çocuklar için okul sonrası bir de ödevlerle uğraşmak bir kabus halini alabilmektedir. Bu noktada ebeveynlerin çocuklarına ödevlerini nasıl yapacaklarını öğrenmek konusunda yardımcı olmaları ancak yardımcı olmanın destekleyici olmak olduğunu unutmamaları, çocuklarının yerine ödev yapmamaları, çocuklar ödev yaparken yanlarında olmaları ancak çocuklar zorlandığında tüm sorumluluğu almak yerine yol gösterici olmaları ve çocukları devam etmeleri ve denemeleri yönünde teşvik etmeleri çok önemlidir.
Ödev yapma ve verimli ders çalışma tekniklerinin uygulanarak hayata geçirilmesi konusundaki en önemli noktalar; günlük programın hazırlanması, uygun çalışma mekanının belirlenmesi, gereken materyallerin hazırlanması ve çalışma zaman dilimleri ile uygun çalışma programının hazırlanmasıdır.
Günlük programın hazırlanması: Günlük program kabaca ne zaman ne yapılacağının belirlenerek uygulanması anlamına gelmektedir. Çocuğun okuldan geliş saati ile birlikte dinlenme, yemek yeme, ödev yapma, oyun oynama, televizyon-bilgisayar, kitap okuma gibi her gün yaptığı etkinliklerin belirlenmesi ve neyin hangi saat diliminde yapılacağının belirlenerek uygulanması, hem çocuk hem aile için hayatın akışını düzenleyici bir planlamadır hem de çocukların zamanı kullanmayı öğrenme, planlama ve organizasyon ile sorumluluk alma ve uygulama becerilerinin gelişimini destekleyecektir. Günlük programı hazırlarken hangi maddelerin kullanılacağını ve hangi saat dilimine neyin yapılacağını belirleme işinde çocuğun da mutlaka söz sahibi olması gerekir çünkü bu program onun programı. Burada en önemli nokta; çocuğun dikkat süresi ve kalitesinin yüksek olduğu bir zaman dilimine “ödev yapma” maddesini yerleştirmektir. Çocuğun okul sonrası dinlenmesi ve bir şeyler yemesi sonrası ödev zamanını programa yerleştirmek uygun olabilir. Günlük programı hazırladıktan sonra çocukların rahatlıkla görebileceği bir yere asmak, çocuklar için uyarıcı ve hatırlatıcı olacaktır. Günlük programı uygulama noktasında anne-babalar çocukları teşvik edici bir rol sergilemelidir. Program hayata geçtikçe çocukları tebrik etmek, bu durumu beğendiğimizi onlara fark ettirmek, yapamadıkları veya yapmaya zorlandıkları durumlarda bunu açıkça konuşmak ve belki programı revize etmek işe yarayabilir.
Uygun çalışma mekanının belirlenmesi: Günlük program belirlendikten sonra sıra ders çalışma mekanının belirlenmesine gelir. Ders çalışma için en uygun mekan, eğer varsa çocuğun kendi odasıdır. Çocuğun dikkat ve konsantrasyonunu sağlayabileceği, görsel ve işitsel uyaranlardan etkilenmeden bölünmeden çalışabileceği, kendi malzemelerinin olduğu, ışık düzeyinin çalışmaya uygun olduğu, çalışma masasının sade ve belli bir düzende durduğu bir ortam ders çalışmak için elverişlidir. Eğer çocuğun kendi odası yoksa veya ders çalışmak için uygun değilse, çocuğun rahatça çalışabileceği bir mekan organize edilmelidir. Bu mekan örneğin mutfak masası, salondaki yemek masası veya herhangi bir odada çocuğumuz için düzenlenmiş bir masa olabilir. Tüm bu mekanlar için önemli olan; çocuğun ses ve dikkat dağıtıcı uyaranlardan uzak olması (televizyon, telefon, kapı, yüksek sesler, bilgisayar vb), çalışma masasının sade ve uyaranlardan arındırılmış olması ve mekanda ders çalışma sırasında kullanılacak materyallerin ve uygun ışık düzeyinin bulunmasıdır.  Çocuğun ders çalışması için uygun mekanı belirlerken çocuğun da fikrini alabilirsiniz ve uygun yeri birkaç deneme ile bulabilirsiniz.
Gereken materyallerin hazırlanması: Çocukların ödev yaparken ihtiyaç duyacağı defterler ve kitapların yanı sıra kurşun kalem, kırmızı kalem, silgi, kalemtıraş, yapıştırıcı, makas, renkli kağıtlar, dosya kağıdı, şeffaf dosya, karton gibi malzemelerin belli bir düzende saklanması, ödev yaparken çalışmanın bölünmesini ve çocuğun bu malzemeleri ararken hem dikkatinin dağılmasını hem de zaman kaybetmesini engelleyecektir. Bu malzemeler eğer çocuğun odasında duruyorsa çocuk mutlaka yerlerini bilmeli, eğer kendi odasında çalışmıyorsa bu malzemeler bir sepette-kutuda durmalı ve ders çalışma mekanına taşınabilmelidir. Çocuklar ödeve başlarken neye ihtiyaçları olduğunu belirleyerek malzemelerini hazırlayabilir ve eksiklerini giderebilirler, böylece çalışma düzeni sekteye uğramadan devam eder.
Çalışma zaman dilimleri ile uygun çalışma programının hazırlanması: Günlük programı hazırlarken ders çalışmaya ayrılan zaman dilimini doğru bir şekilde planlamak çok önemlidir. Ders çalışma zamanını planlarken ilk ihtiyacımız olan; hangi derslerden ve kaç ödevimiz olduğudur. Ayrıca ertesi gün sınav olup olmadığı da ders çalışma sıralamasının belirlenmesi için önemli bir noktadır. Eğer sınav varsa önce ödevleri tamamlayıp sonra mı sınava çalışılacak, bunun sıraya konulması gerekir. Ödeve başlarken de hangi ödevlerin önce hangilerinin sonra yapılacağını planlayarak sıraya dizmek, hangi ödevin ne kadar süreceğini tahmini olarak belirleyerek ödevlere ayrılacak süreleri planlamak, eğer ödevler çok ve uzun ise mola zamanlarını belirlemek, ödevlerde gerekli materyalleri tekrar kontrol edip eksikleri tamamlamak gereklidir. Ödev yaparken, zor ödevlerden veya çocuğun zorlandığı derslerden başlamak yerine, çocuğun yapmayı daha çok sevdiği ve daha kolayca yaptığı derslerin ödevlerinden başlamak ve sonra zor veya uzun bir ödeve geçmek; çocuğun ödeve başlama ve ödev yapma istek ve motivasyonunu arttıracaktır. Zor veya yapmakta zorlandığı bir dersin ödevinden başlamak, çocuğun motivasyon düzeyini düşürebilir, çocuk ödevlere isteksiz yaklaşabilir, yapmayı reddedebilir, ödeve başlamayı sürekli erteleyebilir. Bazı çocuklar ise zor ve uzun ödevlerle başlayıp onları hemen bitirmeyi isteyebilmektedir. O nedenle hangi ödevden başlamak istediği ve ödevleri sıralama konularında çocuklara öncelikleri belirleme noktasında destek olmalı ve onlara da söz hakkı vermeliyiz. Ödevleri sıralama ve zaman dilimlerini planlama becerisinin gelişimi, zamanı kullanma becerisinin gelişimi için çok önemlidir. Küçük yaşlarda planlama becerilerini geliştirmek, ilerleyen zamanlarda daha da yoğun olarak kullanılacak bu becerinin temellerini atacaktır.
Ödev yapma konusunda anne-babalara öneriler:

• Ödevin ne olduğunu ve aslında amacının ne olduğunu çocuğumuza anlatmalıyız. Burada en önemli görev; anne, baba ve öğretmenlere düşmektedir. Ödevin pekiştirici ve eğitici önemini kavrayan çocuklar için ödev yapmak keyifli hale gelecektir.

• Günlük program ile çalışma programlarının hazırlanması noktasında çocuğunuza destek olmalısınız. Önceliklerin ve ihtiyaçların belirlenerek çocuğunuz için en uygun planın belirlenmesi noktasında çocuğunuza ışık tutarak yönlendirici ve destekleyici bir yol izlemeniz uygun olacaktır. Sizin desteğinizle kendi planını hazırlayan çocuğunuzun çalışma motivasyonu artacaktır.

• Çocuğunuzun yerine ödev yapmayın. Ödev yapma noktasında sadece destek olmanız, çocuğunuzun talebi doğrultusuna çalışma ortamında bulunmanız, sorduğu sorulara yönlendirici yanıtlar vermeniz ve çocuğunuzu düşünmeye teşvik etmeniz önemlidir. Unutmayın; ödevler çocukların iç disiplin kazanması ve kendi başına çalışabilme becerisinin gelişimi için verilmektedir.

• Aileler ödevlerini kontrolünü yapıp yapmama ve yanlışları düzeltip düzeltmeme noktalarında kararsızlıklar yaşayabilmektedirler. Bu noktada çocuğumuzun öğretmeni ile iletişim halinde olmak önemlidir. Ödevler günlük bilgilerin pekiştirilmesi için verilir, eğer çocuğumuz günlük bilgileri hatırlayamıyor ve ödevini yapamıyorsa bu konuyu öğretmeniniz ile paylaşmamız gereklidir. Anne-babalar ödevleri kontrol etme noktasında çocuklarını yönlendirici bir rol izleyebilirler, “Ödevini kontrol ettin mi? Bakalım gözümüzden kaçan bir şey olmuş mu?” gibi yönlendirmelerle çocukların ödevlerini kontrol etmeleri ve eğer varsa hatalarını düzeltmeleri sağlanabilir. Anne-babalar asla ödevlerdeki hataları düzeltmemelidir.

• Çocuklar ödevlerini yaptıkça bu durumu pekiştirerek beğenimizi dile getirmeliyiz. Aferin, süpersin, ödevini tamamladın, çok çaba sarf ettin.” gibi cümlelerle çocuğumuzun performansını olumlu cümlelerle pekiştirmeliyiz.

• Eğer çocuklarımız ödev yapmak istemiyorsa, bunun sebeplerini açıkça konuşmalıyız. Bazen çocukların ödev yapmak istememe sebebinin altında öğrenme ve dikkat alanında yaşadıkları zorlanmalar yatıyor olabilir. Bu sebeple bu isteksizlik noktasını hem çocuğumuzla hem de öğretmeni ile konuşarak sınıf içi durumu, derse katılımı ve ders süresindeki dinleme ve konsantrasyon becerileri ile ilgili bilgi sahibi olmalıyız.

• Ödevini yapamayan veya yanlış yapan çocuklara asla kızmamalı ve onları azarlamamalıyız. Elbette anne-baba olarak çocuklarımızın başarılı olmasını isteriz. Bu noktada ödevi niye yapamadığını veya niye yanlış yaptığını araştırıcı bir yol izleyerek çözmeye çalışmak, ilerleyen yıllarda karşılaşılabilecek sıkıntıları önleyecektir.

• Eğer çocuğumuz ödev ve ders konularında çok zorlanıyor, direnç gösteriyor, tüm çabalara rağmen yapmayı reddediyorsa, altta yatan farklı psikolojik etkenler olabilir. Bu noktada psikolojik ve akademik bir destek ve yönlendirme için bir uzman görüşü faydalı olacaktır.

• Ödev yapma ve okul başarısı elbette önemlidir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta; ödev ve ders başarısı, hayat başarısı için tek başına yeterli değil, destekleyicidir. O nedenle çocuklarımız ders ve ödev noktalarında çaba sarf ederken, iç disiplin kazanmaya çalıştıklarını, kendi başına bir görevi tamamlama becerisini geliştirmeye çabaladıklarını, sorumluluk alma ve uygulama becerilerini gelişerek bireyselleştiklerini unutmayalım ve onları teşvik ederek destekleyelim.

 Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ