28 Eylül 2018 Cuma

Sınıf İçi İletişim

Sınıf ve okul çocuğun dünyasında ne anlam ifade eder?

Okul ve sınıf yaşantısı çocukların yaşamında oldukça yoğun bir yer işgal eder. Okul çağı çocukları zamanlarının büyük çoğunluğunu okulda geçirirler. Bu nedenle çocuğun okulda ve sınıf ortamında ne yaşadığı, kendisini nasıl algıladığı, nasıl ilişkiler içinde olduğu, okul çevresinden, arkadaşlarından ve öğretmenlerinden ne tür geri bildirim aldığı çok önemlidir. Çocuk bu geri bildirimlerle benlik değerini pekiştirir. Okul öncesi dönemde anne-babasının geri bildirimleri önemliyken okul döneminde daha çok okul çevresinin geri bildirimleri önem kazanır ve çocuk kendine güvenini ve kendine saygısını bu yolla geliştirir. Çocuk okulda kendini başarılı, değerli ve önemli hissediyorsa kendine güveni daha da gelişir. Hem öğrenmek keyifli bir aktiviteye dönüşür hem de okul sevilen ve özlenen bir yer olur. Ancak okul ortamında problemler yaşayan sık uyarı alan, olumsuz yönleri vurgulanan ve bu nedenle arkadaşları tarafından dışlanan çocuklar hem okula gitmeye isteksiz olurlar hem de okumak-öğrenmek keyifli olmaktan çok sıkıntılı ve tatsız bir hal alacağı için çocuk okul ve okumak kavramlarını genel olarak olumsuz bir tavır geliştirebilir. Bu nedenle çocukların birinci sınıftan itibaren çocukların sınıf içinde takip edilmeleri, var olan problemlerin ortaya çıkartılıp gerekli müdahalelerin geciktirilmemesi büyük önem taşır.  Hem olası problemleri önlemek hem de var olan problemlere etkin bir müdahale yöntemi geliştirebilmek için öncelikle sınıfta iyi bir iletişim ortamının oluşturulması gereklidir. Kuralları çocukların ihtiyaç ve özelliklerine göre belirlenmiş, sınırların çocukların gelişimlerini engelleyici olmadığı ve duygu ve düşüncelerin rahatça ifade edilebildiği disiplin yöntemlerinin benimsendiği sınıf ortamları etkili iletişim açısından da en uygun ortamlardır. 
Yaş ve cinsiyete göre farklılık var mıdır?
Birinci sınıf, çocukların yuvadan sonra ilk sosyal iletişim ortamı olması itibarı ile çocukların yaşamında çok daha büyük bir önem taşır. Bu yaştaki çocuklar ailelerinden aldıkları tek ilgiden sonra sosyal bir grubun parçası olmanın, yeni kurallara ve yepyeni bir ortama uyum sağlamanın sıkıntılarını yaşayabilirler. Bu uyum süreci tamamlanırken yine çocuğun kendini ve duygularını ifade edebileceği, kuralları yumuşak bir geçişle öğrenebileceği bir ortam sağlanması önemlidir. Birinci sınıfın ilk 2 ayı içinde genellikle çocuklar kurallara uymaya ve öğretime uyum sağlamaya başlarlar. Bu yaşta çocuklara kurallar öğretilirken onlarla bire bir ilişki kurulması önemlidir. Sosyal bir grubun parçası olmadan önce çocuk öğretmenle bire bir yakın ilişki kurma ve ona güvenme ihtiyacındadır. Bu aşamada öğretmenin çocuğu dinlemesi, onun zorluklarının farkına varması, anne-babayla iletişim halinde çocuğu hem okul ortamına ısıtması hem de kuralları öğrenmesine yardımcı olması gerekmektedir. İkinci sınıfta okuma-yazma becerisinin de gelişmeye başlamasıyla çocuklar başarıyı daha fazla önemsemeye başlarlar. Bu nedenle başarılarının görülmesi ve takdir edilmesi önem kazanır.  Bu dönemde kurallara daha kolay uyum sağlayabilirler. Ancak yargılanma kaygısı olmadan kendilerini rahat ifade edebilmeleri,  olası problemlerle baş etme becerisi kazanmaları ve bu konuda desteklenmeleri önemlidir. Bu nedenle disiplin uygulaması baskıcı ve tek taraflı olmamalı, çocukların da kararlara katıldığı, olumsuz ve istenmeyen davranışlarının kırıcı bir şekilde dile getirilmediği bir ortam yaratılmalıdır. Üçüncü sınıftan itibaren çocuklar kendi duygularını düşüncelerini ifade etmek konusunda daha fazla beceri kazandıkları için bu dönemde özgürce kendini ifade etmesine fırsat verilen çocuklar, kendilerini geliştirme fırsatı bulurlar. İstisnaları olmakla birlikte kız çocukların genellikle sözel yeteneklerinin daha fazla gelişmiş olduğu bilinmektedir. Yani kendilerini sözel olarak ifade etmek konusunda becerileri daha gelişmiştir. Bu nedenle iyi dinlenen ve duyguları anlaşılan kız çocuklar, kendilerini ifade etmeye daha istekli olacaklardır ve bu da olası problemlerin önlenmesi açısından önem taşımaktadır. 

Sınıfta İletişim Temel İlkeleri

Sınıfta iletişimin varlığından söz edilebilmesi için hem öğrencilerin, hem de öğretmenin kendini rahat ve doğru bir şekilde ifade etmesi ve iletişim engelleri kullanılmadan karşılıklı anlaşılma hissinin yaşanması gerekmektedir. Öğrenciler nasıl davranmaları ve nasıl davranmamaları gerektiğini net olarak bilmelidirler. Bunun için de kuralların net bir şekilde belirlenmesi ve kurala uymamanın ceza nedeni olmasındansa kurala uymanın ödül ve takdir nedeni olması prensibi benimsenmelidir. Kurallara rağmen bazen çocuklar, kendi yaşadıkları sıkıntılar ve problemlerle ilgili olarak sınıf içinde problem yaratacak davranışlar sergileyebilirler. Burada öğretmenin çok dikkatli olması gerekmektedir. Çocuğun hangi duyguyu yaşadığı, bu davranışının nedeninin ne olabileceği dikkatle değerlendirilmelidir. Çocuğun her davranış problemi bir disiplin problemi gibi algılanmamalı, önce bu durumun çocuğun yaşadığı bir sıkıntıyla ilgili olup olmadığından emin olunmalıdır. Eğer çocukla ilgili bir sıkıntı söz konusuysa yapılması gereken şey çocuğu dinlemektir. Duygusu anlaşılarak çocuğun da bu duyguyu fark etmesine yardımcı olmak gerekmektedir. Çocuk ancak anlaşıldığını hissettiği zaman problemiyle baş etme gücü kazanabilir. Eğer çocukların davranışları öğretmeni kızdıracak nitelikteyse ve başka bir problemle bağlantılı değilse bu durumda da öğretmenin kendi duygularını ve kendisini kızdıran davranışı açıklıkla ifade etmesi gerekmektedir. Bunun yerine nasıl davranmalarını istediğini de ifade etmelidir. Bu iletişim şekli çocukların kendi aralarındaki iletişim biçimi için de bir model oluşturacaktır. Eğer öğretmen sınıfta her türlü problem karşısında bağırıyor ve çocukları suçluyorsa çocuklar da oyun sırasında ve birbirleriyle ilişkilerinde suçlayıcı, kırıcı ve kavga eğilimli olacaklardır. Öğretmen çocukları dinlediğinde, bir sorun olduğunda kendi olumsuz duygularını ben dili ile çocukları kırmadan ifade ettiğinde, çocukların duygularını anlama ve keşfetme konusunda istekli davrandığında çocuklar da kendi aralarında benzer türde bir iletişim kurmaya başlayacaklardır.

Ebeveynlerin ve eğitimcilerin sınıf yapısındaki olumlu-olumsuz rolleri ve bu rollerin etkileri
Çocuklar birçok konuda olduğu gibi iletişim kurma ve sorun çözme konusunda da önce anne-babalarını ardından da öğretmenlerini model alırlar. Anne-babalar evde çocuklarıyla etkili iletişim kurabilirlerse, herkesin söz hakkının olduğu, demokratik, sınırları belli disiplin yöntemleri uygulayabilirlerse, çocuklar okuldaki kurallara daha kolay uyum sağlayacaklardır. Ev ortamında kendilerini ifade etme becerileri gelişmiş olan çocuklar sınıf ortamında da problemlerle daha kolay baş edebilirler. Sınıfta ise eğitimcilerin anlatan-dinleyen türündeki tek yönlü iletişim yerine karşılıklı duygu ve düşüncelerin ifade edilebileceği çift yönlü iletişim yöntemini tercih etmeleri gerekmektedir. Burada eğitimcilerin hem iletişim yöntemlerini iyi bilmeleri hem de kendilerini iyi tanımaları gerekmektedir. Aslında eğitimcilerden beklenen “mükemmel insan” olmaları değildir. İyi bir iletişimle aslında mükemmel olmak gerekmez. İletişim aksine insani yanımızın her iki tarafı da incitmeyecek ve karşılıklı anlaşılmış olma hissini sağlayacak şekilde ortaya konulmasından başka bir şey değildir. Yani öğretmen kızgın da olabilir, keyifsiz de olabilir. Tıpkı diğer bütün insanlar gibi… İyi ve etkili iletişim önce kendimizi tanımakla başlar. O gün daha gergin ve sinirli isek bunu uygun bir dille ifade etmeli ve bunu karşılıklı bir çatışmaya dönüştürmemeliyiz. Kızgınlığı doğru ifade etmek çocuklar için de çok önemlidir. Çünkü genellikle ifade edilemeyen kızgınlıklar, öfke patlamalarına veya saldırganlığa dönüşebilmektedir. Bu da okullarda ciddi sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle hem anne-babaların, hem de öğretmenlerin kızgınlığı doğru ifade etmeleri ve kızgınken de doğru iletişim kurmak konusunda model olmaları çok önemlidir.

Mevcut eğitim sisteminde sınıf yapısı nasıl? Neler Yapılabilir?

Eğitim sistemimiz sınıf yapısıyla ilgili daha çok fiziksel özellikleri vurgulamaktadır ve çocukların psikolojik ve zihinsel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda hedefler belirlenmekle birlikte bu hedeflere nasıl ulaşılacağı daha çok öğretmenlerin insiyatifinde olmaktadır. Öğretmenler iletişim becerileri konusunda kendilerini geliştirmişlerse ve çocuklarla çift yönlü, çocukları da aktif kılan bir iletişim yöntemi uygulayabiliyorlarsa çok fazla problem yaşanmamaktadır. Ancak geleneksel yöntemlerle çocukları disipline etmeye çalışan, bir problem yaşandığında öğretmenin konuşup öğrencinin dinlediği tek yönlü bir iletişim uygulayan bir öğretmenin sınıf içinde problem yaşama olasılığı çok yüksektir. Üstelik böyle bir sınıfta çocukların iç disiplin kazanmaları mümkün olmayacağı için öğretmenin görme alanı dışına çıkan çocukların benzer, istenmeyen davranışları sıkça tekrar etmeleri söz konusu olacaktır. Sınıf mevcutlarının fazlalığı da düşünüldüğünde geleneksel yöntemlerin hiç işe yaramadığı, öğretmenin, bağıran, kızan, kuralların bekçiliğini yapan adeta polis rolünde olduğu sınıflarda işler karmakarışık bir hal almaktadır. Oysa etkili iletişim yöntemiyle çocukların her biri birey olarak değer görmektedir. Davranışlarından kendileri sorumludurlar. İstenen davranışları sergilediklerinde takdir ve övgü alırlar. Bir problem yaşadıklarında bunu ifade etmeyi ve çözüm için çaba göstermeyi öğrenmişlerdir. 

Sınıf içi iletişim nasıl düzeltilebilir?

Öğretmenlik belki de en zor meslek. Sürekli gelişmeyi, öğrenmeyi, yenilenmeyi gerektiriyor. Hem hep enerjik olmak gerekiyor hem de yöneticilik vasıflarıyla donatılmış olmak. Bunun yanı sıra çocukları sevmek, çocuk psikolojisini bilmek, çocukluk çağının ruhsal problemleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bütün bunlar gerçekten bu mesleği çok sevmeyi gerektiren faktörler. Etkili iletişim de her zaman doğuştan getirdiğimiz yapısal bir özellik değildir. Bu konuda eğitim görmeyi, çaba göstermeyi gerektirir. Her öğretmenin bu beceriler konusunda kendisini geliştirmesi, duygu ifadesi, duyguları anlama, kızgınlığın ben diliyle ifadesi, dinleme (etkin dinleme) gibi iletişim kavramlarını öğrenmesi bu becerileri uygulama pratiği kazanması gerekmektedir. Kalabalık sınıflar, tanınamamış problemler ve bu problemleriyle baş başa bırakılmış binlerce çocuk öğretmenlerimizin ellerine bırakılmış durumdadır. Yaşanan problemlere daha duyarlı ve daha eğitimli bir bakış şart görünmektedir. Sorunların çeşitliliği, büyüklüğü yıldırıcı olmamalı aksine beceri geliştirerek problemler en aza indirilmeye çalışılmalıdır. Etkili iletişim yönteminin öğrenilmesi, uygulanması hem var olan problemlerin en aza indirilmesi konusunda etkili olacaktır, hem de öğretmene yardımcı bir yöntem olduğu için öğretmenin ağır yükünü hafifletecektir. Bu konuda öğretmenlerimizin bireysel çabaları elbette etkili olmaktadır. Ancak bu konunun bir eğitim politikası olarak ele alınması ve tüm öğretmenlerimizin iletişim becerilerini öğrenmelerini sağlayacak hizmet içi eğitim programlarının uygulanması eğitim alanında yaşanan birçok sorunun hafifletilmesini sağlayacaktır.


Uzman Pedagog Belgin Temur

20 Eylül 2018 Perşembe

Mükemmeliyetçi Anne Babalar


Anne-baba tutumu çocuğun davranışını nasıl yönlendirir?

Çocuklar bebekliklerinden itibaren anne-babalarından aldıkları tepkiler doğrultusunda doğruyu ve yanlışı öğrenirler. Küçük bebek annesinin istediği gibi mamasını yediğinde annesinin gülümsemesi, yumuşakça dokunması ve sevgi sözcükleriyle kabul gördüğü mesajını alır. Annenin bu davranışları bebeğin istenen davranışını ödüllendirici niteliktedir. Bir yaşındaki bebek dokunmaması gereken bir eşyaya dokunduğunda annesinin engellemesiyle karşılaşır; annesi ses tonu ve davranışıyla bebeğe bu davranışın uygun olmadığı mesajını verir. Böylece bebekler erken dönemden itibaren yapmaları ve yapmamaları gereken şeyleri öğrenmeye başlarlar. İstenen davranışları sergilediklerinde dış dünya onlar için sevgi dolu, kabul edici, sıcak ve ödüllendiricidir;tam tersi olarak istenmeyen davranışları karşısında engellenebilirler ve bu dış dünya tarafından hoş karşılanmaz, ödüllendirilmez. Böylece anne-babanın tutumu çok erken dönemden itibaren çocuğun davranışlarını yönlendirmeye başlar. 

Mükemmeliyetçi yaklaşım

Bebekler başlangıçta davranışlarının değerlendirmesini anne-babalarının tepkileri aracılığıyla yaparlar. Anne-babanın eğitim anlayışına ve nasıl bir çocuk yetiştirmek istediklerine bağlı olarak pekiştirdikleri ya da engelleyip cezalandırdıkları tutum ve davranışlar da farklı olmaktadır. Elbette her anne-baba çocuğunun gelişimini destekleyecek ve onun zihinsel, psikolojik ve fiziksel gelişimi için gerekli olduğunu düşündüğü tüm önlemleri alır; çocuğunun yaşama dair tüm bilgileri doğru öğrenmesi, kendisini geliştirmesi konusunda destekleyici olur. Ama bazen anne-babalar çocuklarının başlangıçtan itibaren her şeyi “mükemmel” yapmaları konusunda ısrarcı olabilirler. Bu anne-babalar genellikle kendilerinde de hataya izin vermeyen kişilerdir. Onlara göre her şey zamanında, yerli yerinde, yeterli derecede ve hatasız yapılmalıdır. Bunun için gerekli tüm kaynaklar sonuna kadar kullanılmalıdır. Eğer bir hata yapılmışsa burada mutlaka bir sorun var demektir; yeterince dikkat edilmemiştir, yeterince önem verilmemiştir, yeterli çaba harcanmamıştır. Yani ortada bir hata vardır ve bu hata affedilebilir değildir. Mükemmeliyetçilik, kişinin hayatını zorlaştıran, hırsı ve “doğru” yapmayı yaşamın ilk hedefi olarak gören bir yaklaşımdır. Oysa her zaman her şeyin doğrusunu yapmak mümkün olamayacağı gibi bir çok konuda “tek bir doğru” da yoktur. Yani bir şeyi başarmanın birçok değişik yolu olabilir ve bu yol kişiye göre değişebilir. Mükemmeliyetçi ailelerde çocukların belli bir doğruya ulaşmaları için genellikle tek bir yol önerilir. Bu yol en doğru ve en mükemmel yoldur. Çocuk kendi doğrusunu bulmak için anne-babanın belirlediği bu yoldan geçmek durumundadır. Aksi halde davranışı onaylanmaz ve eleştirilir. Özellikle de kendileri başarılı olmuş, meslek sahibi, statü sahibi, yüksek eğitimli kişiler çocuklarının “kendileri gibi” olması konusunda daha ısrarcı olabilmektedirler. Çocuklarının okulda “en başarılı” olmalarını isterler. Kendileri bunun için gerekli tüm yatırımları yaparlar; çocuklarını iyi bir okula gönderip, en güzel okul malzemelerini alırlar, çocuğun başarılı olması için gerekli her türlü koşulu sağlarlar. Sıra çocuktadır. O da bu olanakları çok iyi kullanıp kendisine yapılan yatırımın karşılığını çok başarılı olarak verecektir. Sınavda tüm soruları doğru yapmışken, neden bir soruda dikkat hatası yaptığıyla ilgilenilir. Bir sonraki sınavda aynı hatayı yapmaması için defalarca uyarılır ve gerekli tüm önlemler alınır. Başarılı olduğu, hatasız yaptığı sınav sorularıyla ilgilenilmez. Başarı zaten olması gereken bir sonuçtur. Ama yanlışlar affedilmez. Çünkü çocuk aynı soruyu bir önceki akşam babasıyla yapmıştır; sınavda aynı soruyu yanlış yapması affedilir bir durum değildir. 

Çocukluğunda yeterli eğitim alamamış, yaşam koşulları nedeniyle iyi eğitim olanaklarına sahip olamamış anne-babalar da bazen benzer bir mükemmeliyetçi tutum içine girebilirler. Bu aileler de çocuklarının başarısı için seferber olurlar. Her türlü olanağı yaratırlar. Sonucunda bekledikleri kendilerinin yapamadığını çocuklarının yapmasıdır. Bu durum genellikle çocuklar üzerinde şöyle bir baskı yaratır: Anne-baba çocukluğunda çok zorluk çekmiştir. Çocuklarına sağladıkları olanakların hiçbirine sahip olmamışlardır. Oluşturulan koşullara sahip olan bir çocuğun da mutlaka başarılı olması beklenmektedir. Aksi bir durum düşünülemez. Bu durumda çocuk hata yapmaktan ve başarısız olmaktan daha fazla korkmaktadır. 

Mükemmeliyetçi yaklaşımdan çocuklar nasıl etkilenirler?

Çocuklar becerileri geliştikçe kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılama çabasına girerler. Örneğin; bir yaş civarındaki çocuk eline çatal, kaşık almak ve onları fonksiyonel olarak kullanmak arzusundadır. Başlangıçta bu bir oyun gibi olsa da aslında çocuğun çatal-kaşıkla yemek yeme becerisinin gelişmesi için bu dönemde eline çatal-kaşık vermek çok önemlidir. Oysa mükemmeliyetçi ailelerde çocuk henüz çatalı mükemmel kullanamadığı için ve yemek yerken üstüne dökme olasılığı olduğu için çocuğa izin verilmez ve elinden çatalı alınarak çocuğun beslenmesi anne-baba tarafından sağlanır. Çocuk evdeki bir çok eşya ve aletin kullanımıyla ilgilenir, her şeyi denemek, keşfetmek ister. Oysa iyi yapamadığı veya henüz erken olduğu gerekçesiyle engellenen çocuk “sen yapamazsın”, “yeterince iyi yapamazsın” ya da “yeterince iyi değilsin” mesajını almaktadır. Bu şekilde büyütülen bir çocuk, doğuştan getirmiş olduğu halde bir çok becerisini geliştirme fırsatı bulamaz. Bir süre sonra da “ben iyi yapamıyorum”, “ben beceremem” algısı gelişmeye başlar. Çok basit aktivitelerde bile performans kaygısı yaşamaya başlar. Hatta daha önce deneyip başardığından emin olmadığı yeni aktiviteleri denemek konusunda isteksiz olmaya başlar. Çünkü denemek ve sonunda başarısız olmak kaygısı ağır basmaktadır.

Anne-babaların hataya izin vermeyen, hep mükemmeli bekleyen tutumları çocuklar üzerinde ciddi bir kaygı yaratmaktadır. Çocuklar yanlış yapma kaygısıyla bir çok şeyi denemekten çekinmekte bu da uyum sorunlarına neden olabilmektedir. Ayrıca benlik algısının gelişiminde de anne babadan alınan geri-bildirimlerin önemi büyüktür. Mükemmeliyetçi tavır sanıldığının aksine çocuğu her zaman başarıya götürmemekte hatta “başarısızım”, “yeterince iyi değilim” algısının gelişmesine neden olabilmektedir. Çocuğun kendini yeterli ve başarılı hissetmesinin ön koşulu, yapabildiklerinin, iyi olduğu yanlarının, çabasının vurgulanması ve desteklenmesidir. 
Ayrıca mükemmeli arayan çocuk en doğrusunu ve en iyisini de yapsa genellikle bundan tatmin olmayacaktır. Çünkü hep “daha iyi”yi hedeflemesi öğretilmiştir ve yaptığı her şey, ortaya koyduğu her ürün “hatasız” ve “mükemmel” olmalıdır. Böyle bir çocuk hiçbir zaman yaptığının yeterince iyi ve hatasız olduğundan emin olamaz. Kendisinde hata ve eksik aramaya alışmıştır ve bu nedenle de ürününden hoşnut olmayacaktır. Böyle bir durumda dışarıdan aldığı övgüler ve destek de işe yaramayabilir. Çünkü kendisi kendi yaptığından tatmin olmadığı için yapılan olumlu eleştirileri de inandırıcı bulmayacaktır. Bunun yanı sıra özellikle de anne-babasına sürekli kendini ispat etme, kendini beğendirme çabasına girecektir. Bu çaba bir süre sonra kızgınlık yaratabilir. Anne-babaya duyulan kızgınlığın da her zaman ifade edilmesi kolay olmamaktadır. Bazen bu öfke çocuğun kendisine dönmekte, kendisine zarar verici davranışlar içine girmekte veya çevresiyle uyum sorunları yaşayabilmektedir. 

Mükemmeliyetçi anne-babaların çocukları arkadaş ilişkilerinde de sorunlar yaşayabilmektedirler. Diğer çocukların tutum ve davranışlarını daha fazla eleştirmekte, onlardan beklentileri fazla olmakta ve kendi istedikleri gibi davranmadıklarında da onlardan uzaklaşmayı tercih edebilmektedirler. Bunun sonucunda arkadaş bulmakta, arkadaş edinmekte ve bu arkadaşlıkları sürdürmekte de güçlükler yaşayabilmektedirler.

Anne-babalara öneriler

* Çocuklar bebeklik döneminden itibaren becerilerini geliştirmeleri konusunda desteklenmelidirler. Ama unutulmaması gereken, becerilerin ancak hata yapılarak ve beceriksizliğin ardından öğrenileceğidir. (Arabanın direksiyonuna ilk oturduğumuzda hiçbirimiz mükemmel araba kullanmadık!) Bu nedenle ilk öğrenme ve öğretme aşamasında bebeğinize deneye-yanıla öğrenme konusunda fırsat verin. Yeterince iyi ve becerikli yapamadıklarında onları engellemeyin, utandırmayın; aksine yeniden denemelerine ve kendi kendilerine bu becerileri geliştirmelerine izin verin. Çocuğunuz bir şeyi kendi yapmak istiyorsa onu yapabilmek için gerekli donanıma sahip olmaya başladı demektir. Bu aşamadaki engellemeler uzun vadeli kaygı ve güvensizlik duygusunun temelini oluşturur.
* Hırslı olmak başarıyı tetikleyebilir. Ancak bu hırsın kaygı yaratacak boyutta olması tam tersi olarak başarıyı engelleyici olabilmektedir. Çocuğunuzu başarılı olmaya yönlendirirken onu başkalarıyla değil kendi içinde yarışmaya teşvik ederseniz, başarma hırsının kaygıya dönüşmesi engellenebilir. Başkalarıyla yarıştırılan ve başarısı başkalarının seviyesiyle karşılaştırılan çocuklar yetersizlik hissini ve performans kaygısını daha yoğun yaşamaktadırlar. 
* Çocuğunuzun yapamadıklarından çok yapabildiklerine odaklanın. Başarılı olduğu yanları vurgulanan ve pekiştirilen bir çocuk, yeni şeyler öğrenmeye ve keşfetmeye daha istekli olacaktır. Tam tersi olarak yapamadıkları vurgulanan çocuklar hata yapma ve beğenilmeme korkusuyla öğrenmesi için gerekli hevesi de gösteremeyecektir.
* Hatanın insanı geliştiren ve öğretici bir tarafı olduğu unutulmamalıdır. Çocuk kendi çabasına rağmen hata yapabilir. Bu hatanın sonucunu kendisi yaşar ve bu bir yaşam deneyimidir. Bu deneyime dışarıdan müdahale etmek çocuğu sınırlayıcı olmaktadır. Çocuk kendi davranışlarının sonucunu kendisi yaşamalıdır. Bu aynı zamanda kendi davranışlarının sorumluluğunu edinmesi açısından da önem taşımaktadır. Hatanın yapılabilir olduğu, her insanın hata yapabileceği, hataların bizi doğrulara götüreceği vurgulanmalıdır. Asıl ödüllendirilmesi gereken çocuğun çabasıdır. Yeterince çaba göstermesine rağmen çocuklar hata yapabilirler (Yetişkinler de öyle!) “Bu sınava çok çalışmıştın, soruların çoğunu da doğru yapmışsın, tebrik ederim” denilen bir çocuk bir sonraki sınava çalışmaya daha fazla motive olacaktır. “O kadar anlattım sana yine dikkat etmemişsin, bu hata sana yakışıyor mu?” denilen bir çocuk ise kendini başarısız, beceriksiz, sürekli hata yapan bir çocuk olarak hissedecek ve “ne yaparsam yapayım başaramıyorum” diye düşünerek bir sonraki sınava çalışmaya da istekli olmayacaktır. Çalışsa da başaramama kaygısı ile yeterli performansı gösteremeyecektir.

Uzman Pedagog Belgin Temur



13 Eylül 2018 Perşembe

Televizyon ve Çocuk

Televizyon çocukların ilk aylardan itibaren ilgisini çeken bir araçtır. Birkaç aylık bebekler bile bu renkli, hareketli ve sesli görüntüyle ilgilenirler, görme alanları içinde takip edebilirler. Bebekler büyüyüp özellikle müziğe ilgi duymaya başladıkça müzik eşliğinde verilen görsel olarak vurgulanan görüntülere daha fazla ilgi duymaya başlarlar. Televizyonda söz ve görüntü bir arada verildiği için çocuklar çok kolay etkilenirler. İyi seçilmiş programlar izlettirildiğinde çocukların bilgisini, hayal gücünü artırabilir. İlk yıllarda özellikle reklamlar bebeklerin ve çocukların ilgisini daha fazla çeker. Müzik kanalları da aynı şekilde müzik-ritm ve renkli görüntülerin eşlik ettiği klipler nedeniyle ilgi çekici olur.  Bu dönemde fazla televizyon karşısında tutulan çocukların televizyon izleme alışkanlıklarının gelişmeye başladığı bilinmektedir. Özellikle de çocuğa rahat yemek yedirmek veya onun sakince oturmasını sağlamak amaçlı olarak televizyon seyretmeye teşvik edilen çocukların okul yıllarında da sürdürecekleri şekilde televizyon izleme alışkanlığı gelişmektedir. Ayrıca anne-babası çok televizyon izleyen çocukların da yine model alma yoluyla zaman geçirme ve eğlenme aracı olarak televizyonu tercih etmeleri söz konusudur. Küçük yaşlardan itibaren televizyon izleme saatleri sınırlandırılmayan çocuklar okul yaşlarında televizyon bağımlısı olmaya aday olmaktadırlar. Kontrolsüz şekilde televizyon izlettirilen çocukların yorum yapma, muhakeme etme yeteneklerinin olumsuz etkilendiği bilinmektedir. Çünkü televizyon izlemek tek yönlü, pasif bir etkinliktir. Oysa en etkin öğrenme yolu deneyerek yaşayarak öğrenmedir. Fazla televizyon karşısında kalan çocuk direkt bilgi almaya alışır ve etkileşim içine giremez. Bu nedenle Televizyonun olumlu etkileri ancak sınırlı ve seçilmiş programların izlenmesiyle sağlanabilir.

Anne-Babalara öneriler

*  3 yaş civarında çocukların çizgi film, belgesel ve eğitimsel programları izlemeleri onların yaratıcılıklarını geliştirir  ve hoşça vakit geçirmelerini sağlar. Ancak bu yaşlardan itibaren televizyon başında geçirecekleri vakit sınırlandırılmalıdır. Bebeklik çağlarından itibaren fazla televizyon izlettirilen çocukların özellikle iletişim ve konuşma  becerilerinin gecikmesi riski oluşmaktadır.

*  Bazı çizgi filmlerin aşırı şiddet ve korku öğesi içerdikleri ve bu nedenle çocuklar üzerinde birçok olumsuz etkiye yol açtıkları bilinmektedir.  Oyun çağı çocuğu henüz hayal ile gerçeği ayırt edemeyeceğinden şiddet ve saldırganlık içeren görüntülerden daha çok etkilenir. Bu  nedenle çocuğunuzun izlediği çizgi filmlerin denetimini siz yapmalısınız. 

*  Okula giden çocukların, dinlenme, yemek yeme, oyun oynama, uyku ve ders zamanları çıkarıldığında eğer vakitleri kalıyorsa televizyon seyretmelerine izin verilmelidir. Bu saat de genellikle derslerin bitmesinin ardından planlanmalıdır.

*  Çocukların günlük televizyon izlemeleri gereken saatler konusunda değişik görüşler olmakla beraber özellikle okul çocuklarının günde bir saatten fazla televizyon izlememeleri önerilmektedir

*  Çocuğun yaşına uygun programlar izlemesi sağlanmalıdır. Yetişkinler için hazırlanmış dizi, film, magazin türü programların mümkün olduğunca çocuklara izlettirilmemesi gerekmektedir.  

*  Çocuklar genellikle evde yalnız hissettiklerinde ve uygun aktivite bulamadıklarında televizyonu tercih etmektedirler. Çocuğunuzun yaşına ve ilgi alanına uygun oyunlar bulup onunla oynayabilirseniz ve televizyon dışında birlikte eğlenebileceğiniz aktiviteler bulabilirseniz çocuğunuz televizyon izlemek yerine sizinle oynamayı tercih edecektir 


Çocuklar ilk olarak hangi yaşta televizyonla tanıştırılmalı? 
Çocuğun bebekliğinden itibaren televizyonun aynı ortamda açık olmasında bir sakınca yoktur. Hatta bol işitsel uyaran içermesi bakımından yararları da olabilmektedir. Ancak bu, çocuğun televizyon karşısına oturtulup başka uyaran verilmemesi anlamına gelmemelidir. Aslında çocuklar 2 yaşlarından itibaren televizyon karşısına oturup kısa çizgi filmler izleyebilirler. Ya da eğitimsel içerikli çocuk programlarını izlemeleri uygundur. Ama bebeklikten itibaren izlenen müzik kanallarının çocukların dil ve iletişim becerileri üzerinde olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Çocuklar okul öncesi dönemde çizgi filmler, çocuk filmleri ve eğitimsel programları izleyebilecek dikkat ve sabır süresine sahiptirler. Yani bir saat civarı televizyon başında oturabilirler. Bu süreyi aşmamak uygun olur. Çünkü bu dönemdeki çocuklar çok alıcıdırlar ve zihinsel gelişimleri için gerekli olan başka bir çok faaliyetle ilgilidirler. Öğrenmenin en yoğun olduğu bu dönemde tek yönlü bir etkinlik olan televizyon ile doldurmamak gerekmektedir. Ayrıca bu yaşlarda çocuklar yaşam rutinleri konusunda alışkanlıklar edinirler. Sürekli televizyon izleyen çocuklar bunu alışkanlığa dönüştürmekte ve bir çok gelişim alanında yetersiz uyaranlar nedeniyle geri kalabilmektedirler. Özellikle okul çağına gelindiğinde televizyon alışkanlığı nedeniyle okul ve derse uyum ve uygun çalışma alışkanlıkları geliştirme konusunda ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Bazen çocuklar için hazırlanan programlar ve çizgi filmler de şiddet ve uygun olmayan görüntüler içerebilmektedir. Buradaki denetim yine ailelere düşmektedir. Televizyon için ayrılan süre çocuğun gün içindeki boş zamanına oranlanmalıdır. Örneğin okul ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması haricinde çocuğunuzun kalan boş vaktinin dörtte birinden fazlasının televizyon ile harcanması uygun olmayacaktır. Çünkü çocuğun oyuna, paylaşıma, hobilerini geliştirecek zaman geçirmeye de ihtiyacı vardır.  Eğer çocuğun boş zamanlarında onunla sohbet etmeye, oyun oynamaya veya başka hobilerine vakit ayırabiliyorsanız, çocuğunuz genellikle TV izlemek yerine sizinle vakit geçirmeyi tercih edecektir. 

Uzun süre televizyon karşısında bırakılan çocukların yaşayabileceği problemler nelerdir?
Televizyonun en önemli olumsuz etkisi çocuğun tek yönlü bir iletişim içinde olması ve karşılıklı etkileşime fırsat vermemesidir. Özellikle dil gelişiminin ve sosyal gelişimin temellerinin atıldığı  en önemli dönem  olan ilk 3 yılda televizyon karşısında fazla vakit geçiren çocukların konuşmada gecikmelerinin olma olasılığı artmakta ve dış dünya ile iletişimde sorunlar yaşayabilmektedirler. Okul çağı çocuklarında ise yeterli ve uygun çalışma alışkanlığı geliştirememe ve aktif öğrenme yerine kalıp öğrenmeye eğilim, düşünce esnekliğinin azalması gibi bazı olumsuz etkilerden söz edilmektedir.

Uzun süre klip ve reklam izlettirilen çocuklarda ne gibi problemler ortaya çıkabilir?

Renk, ses, ritm ve hareketin bir arada sunulduğu reklam ve müzik klibi gibi programlar çocukların çok ilgisini çekebilmektedirler. Reklamlarda kullanılan bazı bilinç altı uyaranların çocukların tutum ve tavırlarını etkilediği bilinmektedir. Yani bu tür programların çocukları çok fazla etkilediği bilinmektedir. Reklam ve klipleri kontrolsüzce izleyen çocukların verilen her tür mesajı kalıcı olarak alabilmekte, korku, kaygı, öfke gibi duyguları yoğun yaşayabilmekte, zaman zaman şiddet eğilimlerinin arttığı ve sosyal ilişkilerde zorlanabildikleri bilinmektedir.

Çocuğun televizyon izlemesi hangi durumlarda yararlı olabilir?

Bazı eğitimsel programların özellikle yetersiz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar için yararlı olabileceği düşünülmektedir. Burada yine bu programların belli bir pedagojik sansürden geçmiş olması gerekliliği söz konusudur. Bunun yanı sıra çocukların gerçek hayatta karşılaşma fırsatı bulamadıkları doğa ve çevre ile ilgili bazı görüntüleri örneğin belgesel programlar aracılığı ile izlemeleri okul bilgisinin görsel bir malzemeyle eşleştirilmesi anlamında kalıcılık sağlamaktadır. Belgesel programlar hem çocukların ilgisini çekmekte hem de yeni bilgiler öğrenmek konusunda teşvik edici ve merak uyandırıcı olmaktadır.

Televizyonun yaralı olabilmesi için anne-babaların izlemesi gereken yollar nelerdir?

Sınırlandırma buradaki en temel prensiptir. Çocuğun zaman zaman dinlenmek ve eğlenmek için bir keyif aracı olarak kullanması durumunda televizyon etkili bir araçtır. Ancak çocuğu esir alan bir hale dönüştüğünde tamamıyla zarar verici olmaktadır. Öncelikle çocuğunuzun izlediği programların hangileri olduğunu bilmeli ve çocuğunuz için ne kadar yararlı ve gerekli olduğunu önce siz değerlendirmelisiniz. 

Televizyon dışında yararlı ve eğitici olabilecek ne gibi aktiviteler önerilebilir?

Her yaş grubunun ilgisi ve becerisi farklı olmakla beraber tüm çocuklar anne-babalarıyla zaman geçirmekten keyif alırlar ve her türlü oyunu anne-babalarıyla oynayabilirler. Seçtikleri, tercih ettikleri oyun ve oyuncaklarla sizin de ilgilenmeniz, oyun kurmak ve o oyunun parçası olmak konusunda ona destek vermelisiniz. Çocukların hem ilgilerini çekebilecek hem de dikkat, algı, hafıza ve muhakeme gibi yeteneklerini geliştirebilecek, dil gelişimine yardımcı, yaratıcılığı destekleyen birçok oyun mevcuttur. Çocuğunuzla yapacağınız aktiviteyi planlamadan önce onu çok iyi tanımalısınız. Bazen çocuklar hep benzer oyunları tercih ederler. Bu kolaylarına gelebilir. Bu durumda eğitimsel oyunlar ve materyaller satan mağazalara danışarak yaşına uygun yeni malzemelerle tanıştırabilirsiniz. Ayrıca evde oluşturacağınız kağıt, karton, boya, hamur vb gibi bazı yaratıcı malzemelerle de çocuğunuzun ilgisini çekecek oyunlar hazırlayabilirsiniz. Bu tarz aktiviteler hem çocuğun duygularını ifade etmesi için bir araç olmakta hem de becerilerini geliştirmeye yardımcı olmaktadırlar. Çocuklar genellikle bu tarz oyunlardan keyif alırlar. Onlara serbestçe oynamaları konusunda fırsat verilmesi önemlidir. Bazen anne-babalar çocuklarının çok mükemmel şeyler yaratmalarını isteyebilirler. Örneğin yaptığı resimleri eleştirirler ve neden daha özenle yapmadığını sorabilirler. Bu tavır çocukların kendilerini yetersiz hissetmelerine neden olabilmekte ve bu tarz aktivitelerden kaçınmalarına neden olabilmektedir. Oysa televizyon izlemek bir performans gerektirmez. Bu durumda çocuk televizyon izlemeyi başka aktivitelere tercih edecektir.


Uzman Pedagog Belgin Temur

7 Eylül 2018 Cuma

Çocuğunuz Okula Hazır mı ?

Her çocuğun okula başlamadan önce yeterli okul olgunluğuna sahip olup olmadığının incelenmesi gereklidir. Okula hazır olmak sadece bedensel ve zihinsel yetileri içermez. Aynı zamanda çocuğun psikolojik olgunluk seviyesinin de yeterince gelişmiş olması gereklidir. 

Psikolojik Olgunlaşma Neleri Kapsar?

6 yaşında ve okula başlaması düşünülen bir çocuğun öncelikle yeterli özgüvene sahip olması gereklidir. Bunun için de anne ile olan bağımlılık probleminin çözülmüş olması gerekir. Çocuk kendi başına hareket edebilme, kendini rahat ifade edebilme, sosyal ortamlarda çıkabilecek problemlerle baş etme ve problem çözme becerisine sahip olmalıdır. Özellikle çocuğunuz okul öncesi eğitimi almamışsa psikolojik gelişiminin dikkatle değerlendirilmesi gereklidir. Sürekli tek olmaya ve ilgi odağı olmaya alışmış bir çocuğun birden bire bir sosyal grubun parçası olması başlangıçta çok zor olabilir. Okul öncesi bir kuruma devam eden, kendine güvenen, duygularını rahat ifade edebilen, tek başına hareket etmeye alışık, kurallara uyabilen, anne ya da baba ile ilişkisinde ciddi sorunlar yaşamayan bir çocuk genellikle ilkokula başlarken ciddi bir uyum sorunu yaşamaz. Anneye bağımlı yetişmiş, anne-babadan ve aile ortamından ilk kez ayrılan çocuklarda ise uyum sorunu yaşama olasılığı daha yüksek olmaktadır. 

Diğer Gelişim Alanları

Psikolojik Olgunlaşmanın yanı sıra okula başlayacak bir çocuğun sosyal gelişiminin, dil becerilerinin, hareket yeteneğinin ve akademik becerilerinin de gelişmiş olması gerekmektedir. Yeterli kelime bilgisine sahip olma, düzgün cümle kurabilme, olayları bir düzen içinde takip edebilme ve anlatabilme-yorum yapabilme, el becerilerinin gelişmiş olması (kalem hakimiyeti, çizgi becerileri vs) bedenini rahat kullanabilmek, bedensel koordinasyon yeteneği, kavram bilgisinin (sayı-renk-şekil-yer bildiren kavramlar) gelişmiş olması gerekmektedir. Bunun yanı sıra sorumluluk alabilmesi, yaşıtlarıyla rahat sosyal ilişkiler kurabilmesi ve bu ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi de sosyal uyum için gerekli önkoşullardır.

İlk “Okul” Deneyimi

İlkokul çok önemli bir ilk deneyimdir. Çocuğun öğrenme ve eğitim süreciyle ilk deneyimi neredeyse onun tüm hayatı boyunca “okul” ve “okumak” kavramlarını nasıl algılayacağını belirler. Bu nedenle okula gidecek çocuğumuzun okul ile ilgili ihtiyaçlarını tamamlarken onun psikolojik ve akademik olarak okula ne kadar hazır olduğunu da değerlendirmemiz gerekmektedir.

Okulda İlk Günler

Çocuğun kendi olgunluğu kadar dış koşulların da uyumu etkilediği bilinmektedir. Örneğin kalabalık sınıflar, öğretmenin ve ailenin ilk günlerde çocuğun performansına ait yüksek beklentileri de çocuğun ilk günlerdeki uyumunu olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Anne-Babalara Öneriler

 Çocuğunuz okula başlamadan önce çocuğunuzun okul olgunluğuna erişmiş olduğundan emin olun;
 Bağımsız olarak hareket edebilme ve sorun çözebilme becerisine sahip mi? 
 Kendini ifade edebilecek yeterli kelime bilgisine ve cümle kurma yeteneğine sahip mi? Duygularını ifade edebilir mi? 
 Kendi ihtiyaçlarını karşılayabilir mi? (Yemek yeme, giyinme, temizlik vs) 
 El becerileri yeterince gelişmiş mi? 
 Genel koordinasyonu yeterli mi? 
 İhtiyaçlarını geciktirebiliyor mu? (Beklemeye sabrı var mı?) 
 Kurallara uyma becerisi gelişmiş mi?


 Okul ve öğretmenle işbirliği yapın; çocuğunuzu iyi tanıtın. 
 Öğrenci sayısını göz önünde bulundurun. 
 Okulda rehberlik servisi olmasına dikkat edin. 
 Çocukların bireysel farklılıklarına özen gösteren bir okul seçmeye çalışın. 
 Çocuğunuzun potansiyeline uygun bir okul seçin 
 Çocuğunuzun okula hazır olup olmadığıyla ilgili endişeleriniz varsa yada okula başladığında okula uyumla ilgili problemler yaşıyorsa mutlaka bir uzmana başvurun. 


Uzman  Pedagog Belgin Temur