27 Ekim 2018 Cumartesi

Ayrılma Anksiyetesi & Okul Fobisi

Çocuk ile çocuğun ihtiyacını karşılayan ve ona ilgi gösteren kişi arasında öncelikle bir bağlanma gerçekleşir. Çocuğun sosyal gelişimi böyle başlar ve ileri ki yaşantısında da çevresindeki bireylerle kuracağı ilişkilerin temelinde de bu bağlanma biçimi yatar. Anne ve çocuk arasındaki duygusal ve fiziksel temas bağlanmayı karşılıklı olarak güçlendirir. Bebekler hep annelerinin yanında olmak isterler; huzursuz olduklarında annenin yüzü, sesi, dokunuşuyla rahatlarlar. Bu noktada sağlıklı bir bağlanma gerçekleşebilmesi için bebeğin ihtiyaçlarının olabildiğince çabuk karşılanabilmesi gereklidir. İhtiyaçların karşılanabilme süresi uzadıkça gerilim artar; bebeğin yaşadığı kaygı yükselir. Bazı araştırmalar doğumdan hemen sonra bebekle fiziksel temas kuran annelerin güçlü bağlanma davranışı nedeniyle bebeklerine daha yakın ilgi gösterdiklerini belirtmektedir.

Evrensel olarak bağlanma süreci bütün çocuklarda doğumu takip eden 7-9 aylarda gerçekleşir. Ancak; bağlanmanın çocukların gelişim dönemlerine özgü farklılıklar gösterdiği görülür. Doğum ve doğumu izleyen 8 haftalık süreçte bebek, bakımını üstlenen kişiye bağlanır ve o kişi uzaklaştığında huzursuzlaşır. Bu dönemde anne çocuğun keşfini gerçekleştirebileceği güvenli bir üs gibidir. Çocuk çevreyi keşif için bazen uzaklaşır; ama sonra geri döner ve ilişkiyi tazeler. İlerleyen aylarda ihtiyaçları karşılandığı sürece birden fazla kişiye bağlanma gerçekleştirebilir. Bazı çocuklarda daha erken yaşansa da genelde 6.aydan itibaren çocuk yine anneden ya da bakımıyla ilgilenen kişiden ayrıldığında sıkıntı yaşamaya başlayabilir. Bağlanmanın ilk aylarında anneye daha çok sorumluluk düşer; çünkü bebeğin hareket etme ve ilişki kurma becerileri kısıtlıdır. Ancak 18. aydan itibaren dengeyi sağlama sorumluluğu karşılıklı bir görev halini alır. 

Bazı araştırmacılar yaşamın birinci yılında bebek ile anne arasındaki bağlanmanın gerçekleşmemesi ya da bu bağlanmanın güvenli olmaması sonucunda, çocuğun ileri ki yaşlarında sosyal uyumsuzluk, öz güven eksikliği, stresle başa çıkmada zorlanma gibi sorun durumlarıyla karşılaşabileceğini ileri sürmektedir. Güvenli bağlanmanın gerçekleşemediği durumlarda çocuk anneden ayrıldığında yoğun bir endişe yaşar. Annenin yokluğu çocuk için sevgi ve güven objesinin kaybıdır. Çocuğun yaşadığı kaybetme korkusu bireyselleşmeyi, öz güveni, dış dünyayı algılamayı, sosyal ilişkileri, iç huzuru, okula uyum ve akademik başarıyı doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Çocuklar anne ve babalarıyla kurdukları bağlanma biçimine ve deneyimlerine göre zihinsel bir model oluştururlar. Diğer bireylerle, ona bakan kişilerle kurdukları ilişkilerde, dış dünya ile ilişkilerinde, kişiliklerinin oluşumunda, fiziksel ve ruhsal sağlıklarında bu modeli rehber olarak kullanırlar. 

Yaşamın ilk 3 yılında çocuklar annelerine fiziksel ve duygusal olarak bağımlı yaşarlar. Beslenmeleri, dış dünya ile ilişki kurmaları, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması anne aracılığıyla olur ve bebek bu dönemde kendini annenin bir parçası gibi hisseder. Bu yaşlarda bebek annesini düzenli olarak görmek, onun varlığını, yakınlığını ve sıcaklığını hissetmek ihtiyacındadır. 3 yaşından itibaren çocuklar yavaş yavaş anneden ayrışmaya ve anneden farklı bir birey olduklarını fark etmeye başlarlar. Konuşmalarının gelişmesiyle dış dünya ile ilişki kurarlar ve kendi ihtiyaçlarını ifade ederler. Becerilerinin gelişmesiyle, giyinme-soyunma, beslenme ve temizlik ihtiyaçlarını kendileri gidermeye başlarlar. Bu döneme kadar anneyle kurulmuş olan bağımlılık ilişkisi normal koşullarda yerini ayrışmaya bırakır ve tüm yaşamın belki de en önemli dönüm noktasına gelinir. Bu nedenle de ancak 3 yaşını dolduran bir çocuk sosyal bir grubun parçası olmaya hazırdır ve bu yaştan itibaren çocuklar bir okul öncesi kuruma gidebilecek olgunluğa erişirler. İlk bağlılıkları güvenli olan çocuklar bulundukları ortama iyi bir sosyal uyum gösterebilirler; ancak güvensiz bir bağlanma gerçekleşmişse bu durum çocuklarda düşük öz güvene, zayıf sosyal ilişkilere ve strese karşı zayıf kalma gibi özelliklere sebebiyet verebilir. 

Ayrılma anksiyetesi anne ayrıldığı zaman çocuğun yaşadığı sıkıntıyı ifade eder. Çocuğun içinde bulunduğu gelişim düzeyi ve yaşanılan kaygının süresi ayrılma anksiyetesi ile ilgili önemli ölçütlerdir. Ayrılma anksiyetesi olan çocuklar bağlandıkları ortam veya kişiden ayrıldıklarında aşırı sıkıntı yaşarlar. Ayrılabilecekleri ve ayrılırlarsa neler olabileceği düşüncesi  ayrılma anksiyetesi gösteren çocukların yoğun korku ve endişe yaşamasına neden olur. Kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu nedeniyle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemezler. Bu durum çocuğun okula uyumunda ve sosyal yaşantısında zorluklar yaşamasına neden olabilmektedir. Yine bu çocuklar sıklıkla kaybolma, kaçırılma, anne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe korkuları yaşayabilirler. Evde ya da bulundukları farklı ortamlarda tek başına kalmak, geceleri tek başına yatmak istemeyebilir ve huzursuz olabilirler. Ayrılma anksiyetesi yaşayan küçük çocuklarda ayrılma temalı gece kabuslarının görülme sıklığı da oldukça fazladır. Okula gitmek gibi ayrılığı yaşaması gereken ortamlarda karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma gibi bedensel yakınmalarda bulunabilirler.
Ebeveynlerden ayrı kalma endişesi psikolojik gelişimin doğal bir parçasıdır; yaklaşık 7 aydan 3 yaşına kadar tüm çocuklarda görülebilen bir durumdur. Bir çocuğun ayrılma anksiyetesi gösterdiğini söyleyebilmek için yaşanılan kaygının çocuğun yaşına ve gelişimine göre beklenmedik bir düzeyde olması gerekir. Çocuğun anne ve babasından uzun süre ayrı kalması, kardeş doğumu, ailede vefat ya da hastalık olaylarının yaşanması, okulda ya da ev dışı bir ortamda yaşanan olumsuzluklar da ayrılma anksiyetesinin oluşumunda etkili olabilmektedir. Ayrıca anne ve çocuk ilişkisinin niteliği de  önemli nedenlerden biri olarak görülmektedir. Aşırı koruyucu, sorumluluk vermeyen ya da aşırı disiplin uygulayan, sürekli uyaran ebeveyn tutumlarının çocuğun bu yöndeki gelişimini olumsuz etkileyebildiği düşünülmektedir. Aşırı koruyucu bir tutum çocuğun sorumluluk almasını engelleyebileceği gibi anne ve çocuk arasındaki aşırı düşkünlük karşılıklı bağımlılık oluşmasına neden olabilmektedir. Sınırlayan, sürekli uyaran ve hatalarına karşı eleştirel veya suçlayıcı tavırlar sergileyen ebeveyn davranışları ise çocuğun öz güvenini, problem çözme becerilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Ayrılma anksiyetesi yaşayan çocuklar çeşitli kaçınma davranışları da gösterebilirler. Bazı çocuklar daha yoğun kaçınma davranışları gösterirken,  bazılarında ise daha hafif kaçınma davranışlarına rastlanır. Kaçınma davranışlarının daha hafif olarak görüldüğü ayrılma anksiyetesi durumlarında çocuk okul saatlerinde ya da arkadaşları ile beraber olduğunda anne ve babasına sık sık telefonla ulaşabilmeyi isteyebilir. Ancak kaçınma davranışlarının daha yoğun olarak görüldüğü durumlarda, çocuk okula gitmeyi, kendi odasında uyumayı, anne ve babasından birkaç saat ayrı kalmasını gerektirecek tüm durumları reddedebilir; anne ve babasına yapışabilir ve onları bir gölge gibi odadan odaya takip edebilir. Kaçınma davranışları hafif başlayıp sonradan yoğunlaşa da bilir. Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Çocuğun içinde bulunduğu kaygıyı yaşamasına izin verilmeli, gösterdiği kaçınma davranışları desteklenmemelidir. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardir.

Ayrılma anksiyetesi her yaş çocuğunda görülebilir. Ancak 5-8 yaş aralığı bu durumun en sık gözlemlendiği dönemlerdir. Ayrılma anksiyetesi çocuğun okul, toplum ya da diğer alanlarda zorluklar yaşamaya başlamasına neden olur. Bir çocuğun ayrılık anksiyetesi yaşadığını söyleyebilmemiz için 18 yaşından önce bu belirtileri göstermeye başlamış olması ve belirtilerin en az dört haftadır görülüyor olması gerekir. 
Okula gitmek çocuğun yaşadığı ilk büyük ayrılık olarak düşünülebilir. Anksiyete yaşayan çocukta okul fobisi sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Okula gitme vakti geldiğinde çocukta isteksizlik başlar ve gitmemek için ciddi tepkisel davranışlarda bulunabilir. Dile getirilen karın ağrıları, baş ağrıları gibi şikayetler de çocuğun okula yönelik korkusunun varlığını gösterir. Çocuk mutsuzdur, kaygılıdır ancak neden okula gitmek istemediğini bilmediğini söyleyebilir. Bu şikayetler çocuğun eve gelmesiyle sona erer. Çocuk evde mutlu ve güvendedir. 

Okul fobisi çoğu zaman anne ve çocuk arasındaki karşılıklı bağımlı ilişkiye dayanmaktadır. Anne ve babanın çocuğa aşırı derecede düşkün olması da çocuklarından ayrılmalarında zorluk yaşamalarına neden olabilmektedir. Bu durumda ebeveyn çocuklarının başına kötü şeyler geleceğinden korkar ve çocuğu evde tutmaya çalışabilirler. Ebeveynin yaşadığı bu anksiyete çocuğun da  okuldayken annesine, babasına veya kendisine kötü şeyler olabileceğinden korkmasına ve ayrılma anksiyetesini yaşamasına neden olabilmektedir. 

Yapılan araştırmalar okula gitmeyi reddeden çocuklarda bazı ortak yaşam deneyimleri ortaya çıkarmıştır. Bebeklik ve çocukluk döneminde anneden uzun süre ya da sıklıkla ayrı kalması, babanın ev ve çocukla ilgili konulara uzaklığı, çocuğa ev ortamında sorumluluklar verilmemesi, ilk çocukluk döneminde arkadaşlık ilişkilerinin az olması nedenler arasında sayılabilir.
Terapi süreci nasıl olur?
Ayrılık anksiyetesi ve okul fobisi ile başa çıkabilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygılarla yüzleşilmesi, kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırılabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve dolayısıyla toplumda ve okul yaşamında gösterebileceği performansın artması yönünde hedefler belirlenir. Çalışmalarda kaygıları ortadan kaldırabilmek adına çocuğun aşamalı bir şekilde yaşadığı kaygı ile yüzleşmesi sağlanır; kaçınma davranışları göstermeden kaygının azaldığını görebilmesi üzerinde durulur. Böylece çocuk yaşadığı kaygının ve korkuların tahmin ettiği kadar ürkütücü olmadığını anlar ve olaylara daha gerçekçi yaklaşabilmeyi öğrenir.
Okul Rehberlik Servislerinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
Okul fobisi olan çocuğun okuldan uzak kalmaması önemlidir. Okula devam etmesi yaşadığı bu stresle başa çıkabilme derecesini göstermektedir. Bu nedenle ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Her şeyden önce ailenin çocuğun yaşadığı korku ve kaygıların gelişim dönemi ile ilişkili olup olmadığını öğrenmesi önemlidir. Hangi kaygıların hangi gelişim döneminde görülebileceğini öğrenmek ailenin sergilemesi gerektiği tutumları da şekillendirir. Bu nedenle okul rehberlik servisinin aileyi bu konularda bilgilendirmesi gereklidir. Çocuğun ihtiyacının ne olduğu, korkusunun nedeni, aile içi ilişkileri gözden geçirilmelidir. Okul fobisinin nasıl başladığı, hangi belirtilerle kendini gösterdiği, bu dönem içerisinde ne gibi olaylar yaşandığı saptanmalıdır. Ailenin, sınıf öğretmeninin ve rehberlik servisinin çocuğun korkusunun hangi durumlarda artıp hangi durumlarda azaldığını gözlemlemesi de önemlidir. Bu süreç içerisinde okul ve ailenin işbirliği içerisinde olması yaşanılan durumun daha kolay atlatılabilmesini sağlar.
Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi yasayan çocukların hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu onlara hissettirebilmek okul rehberlik servislerine düşen önemli görevlerden biridir. Ebeveynleri de bu noktada bilgilendirmek, onların da duygularını ifade ederek çocuklarına model olmaları yönünde teşvik etmek ve anne babaları duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları için desteklemek son derece faydalıdır. Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi gibi durumlarda yapılandırılmış bir çalışma ile aşamalı bir şekilde korkusu ile basa çıkabilmesi konusunda çocuğa yardımcı olunmalıdır.
Ancak tüm bunlara rağmen çocuğun yaşadığı korkular azalmıyor, sıklıkla belirtiler kendini gösteriyor ve çocuk bunlarla baş etmekte zorlanıyorsa mutlaka bir uzmandan profesyonel destek alınmalıdır. 
Klinik Psikolog İrem Fırat

19 Ekim 2018 Cuma

Disiplin

Çocuğumuz doğduğu ilk andan itibaren anne-baba olarak onun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir koşturmaca içine gireriz. Onu doyurmayı, altını değiştirmeyi, uyutmayı, kucağımıza alıp sevmeyi, onu sakinleştirmeyi heyecanlı bir “görev” gibi hızlıca ve severek yerine getirmeye çalışırız. Çünkü bebeğimiz, bunların hiçbirini, bizim görevlerimizin hiçbirini kendi başına halledebilecek kadar gelişmiş beceriye sahip değildir. Hatta bu görevleri sadece anne-babalar değil bebeğin etrafındaki herkes elinden geldiğince yerine getirmeye çalışır. Bebek ağlamaya başladığı an, bize verdiği sinyal bir ihtiyacının olduğudur. Bizler de hemen verilen sinyali değerlendirerek ihtiyacın ne olduğunu anlar ve hızla giderek bebeği memnun etmeye çalışırız. Böylece bebeğimiz ihtiyaçlarının sevdikleri tarafından giderildiğini öğrenmeye başlar. Eğer bebeğimizin tüm isteklerini tutarlı bir şekilde ve tam zamanında yerine getiriyorsak, bebeğimiz güvenmeyi öğrenmeye, koşulsuz olarak sevildiğini ve değer verildiğini hissetmeye başlar. İşte tam bu noktadan itibaren disiplin kavramı hayatımıza girmeye başlar. 

Disiplin Nedir?

Disiplin kelimesini duyunca ilk olarak akla gelen kelime genellikle “ceza”dır. Aslında disiplin, çocuklarımızın istenilen davranışları öğrenmesini sağlayarak, onlara iç denetim kazandırmak, bu sayede hem aile içinde hem de toplum içerisinde çocuklarımızın uyumlu bireyler olarak yaşamasını sağlamak anlamına gelmektedir. Disiplin çocuğun aslında doğumu ile birlikte yaşamaya başladığı bir süreç olarak ele alınabilir. Disiplin çocuk eğitiminin temel taşlarından biridir. Disiplindeki temel amaç; çocuğa istenilen davranışları öğreterek kendini kontrol edebilme becerisini kazandırabilmektir. Çünkü her zaman çocuğumuzun yanında olarak onu “Bu doğru, bunu yapabilirsin.” ya da “Bu yanlış, bunu yapamazsın.” şeklinde yönlendirebilmemiz çok ta mümkün olmayacaktır. Bunu sıklıkla çocuğumuzun henüz bize bağımlı olduğu dönemde yani 0-3 yaş döneminde yapabiliriz. 3 yaşından sonra çocuğumuz bağımsızlığı kazanma yoluna girer, bir birey olma yolunda hızla ilerlemeye başlar, dış dünyayı tanımaya yönelik bir ilgi alanı edinir, yaşıtı çocuklar ile birlikte vakit geçirmek onun için çok önemli olmaya başlar yani sosyal gelişim hızla ilerler. Yaşantılar ve yaşayarak, görerek öğrenmek, davranışlarımızın sonuçları önem kazanmaya başlar. Burada önemli olan çocuğumuza uygun olan davranışları ve kuralları öğretebilmek ve benimsetebilmektir. Bunun için ihtiyacımız olan temel anahtarlar; ‘sevgi ve güven’dir. Eğer çocuğumuza onu koşulsuz olarak sevdiğimizi ve güvendiğimizi hissettirebilirsek, onun disiplini ve kuralları öğrenerek benimsemesi daha kolay olacaktır.

Disiplini öğrenmek okul yıllarında başlamaz. Çocuğun kurallar ile karşılaştığı ilk yer okul değil ev ve aile ortamı olmalıdır. Temel alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi dönem, uyku, yemek, temizlik kadar önemli olan disiplinin de edinilerek içselleştirilmesi adına en uygun dönemdir. Ev ortamında hiçbir kural ile karşılaşmayan, her istediğini istediği anda yapabilen ve her isteği anında yerine getirilen çocuk, okula başlaması ile birlikte büyük sıkıntılar ile karşılaşacaktır. Onun kuralları koyduğu ev ortamının yerini, kuralları “öğretmenim” dediği bir yetişkin; istediği gibi dağıttığı odasının yerini, her zaman düzenli olması gereken bir sınıf; istediği oyunu istediği an oynayabildiği zaman dilimlerinin yerini, sadece zil çaldığı zaman oyun oynayabileceği “teneffüsler” aldığı zaman, çocuğunuzun yaşadığı bocalama zaman içerisinde bir uyum problemine dönüşecektir. Bu sebeple aile olarak bizlere düşen görevler, çocuğumuza evimizin bazı kuralları olduğunu öğretmektir. Bu kuralları evinizin ortamına, sizin ve çocuğunuzun kişilik yapılarınıza, çocuğunuzun gelişim düzeyine ve beklentilerinize göre birlikte belirleyebilirsiniz. Ancak kuralların çocuğunuzun yaşına uygun olması çok önemlidir. Örneğin 3 yaşındaki çocuğunuz için oynadıktan sonra oyuncakları toplamak uygun bir kural olabilir. 5 yaşındaki çocuğunuz yemeğinizi masada hep birlikte yedikten sonra kendi tabağını mutfağa götürmeyi bir kural olarak öğrenebilir.

Peki bu kurallar kimler için geçerlidir? Çocuklar anne-babalarını gözlemleyerek öğrenirler. Anne-baba ne yaparsa çocuk için doğru olan odur. Çünkü çocuklar ebeveynlerini model alarak büyürler. Anne-babanın her davranışı, her yaşantısı, yaşadığı her duygu, verdiği her tepki çocuğun gözlemi altındadır. Yani biz nasıl davranırsak, çocuğumuz da aynen o davranışı sergileyecektir. Bu nedenle ebeveynlerin çocuklarına model olmaları çok önemlidir. Çocuğumuzdan sergilemesini istediğimiz bir davranışı eğer biz sergilemezsek, çocuğumuzun o davranışı sergilemesini beklemek ona yapılmış bir haksızlık olacaktır ve tabii ki çocuğumuz bu davranışı sergilemeyecektir.

Çocuk disiplininde “model olmak” kadar önemli bir diğer nokta da “tutarlı” olmaktır. Tutarlı olmak demek, çocuğu yetiştiren anne ve babanın hemfikir olması demektir. Tutarlı olunduğu takdirde çocuk doğru davranışları daha kolay ve hızlı bir şekilde öğrenecektir. Annesinin onay verdiği fakat babasının desteklemediği davranışlar ile karşılaşan çocuk bocalayacak, şaşıracak ve davranış edinimi gerçekleşemeyecektir. Bazı durumlarda çocuk bunu kendi çıkarları için kullanarak davranışını onaylayan ebeveyn ile aynı safta yer alabilir.

Disiplin Eğitiminde Bazı Hatalar

Disiplini çocuğumuza edindirmeye çalışırken bazı durumlarda hata yapabiliriz. Sıklıkla karşılaşılan hatalar şunlardır:

 Çocuğumuza neyi yapmaması gerektiğini söylemek: Çocuğumuza “Yapmasana!”, “Sana yapma dedim!” demek yerine ona neyi yapmasını istediğimizi, hangi davranışı sergilemesini beklediğimizi söylemek ve göstererek model olmak daha etkili bir yol olacaktır. Örneğin akşam yemeğinde tabağındaki yemeği elleriyle yemeye çalışan oğlunuza “Çatalını kullanarak yemeyi deneyebilirsin.” demek ve ona model olarak bunu nasıl yapacağını göstermek daha kalıcı bir çözüm olacaktır.

 Sadece olumsuz davranışlara geribildirim vermek: Çocuğumuz istenmeyen bir davranış sergilediği zaman, yaptığımız ilk şey ona kızmak ve verdiğimiz ilk tepki ona bağırmak olabilmektedir. Ancak böyle istenmeyen bir durumla karşılaştığımızda kızmak yerine, istenen davranışı sergilediği zaman bu olumlu davranışı ödüllendirerek pekiştirmek, bu davranışın kazanımını hızlandıracaktır. Yemek yeme örneğine dönersek; çocuğumuz elleriyle yediğinde ona bağırmak yerine çatalı ile yediği zaman onu övmek, çocuğumuzun hoşuna gidecek ve çatalı ile yediğinde övgü aldığını görünce bu davranışı sergilemeyi tercih etmeye başlayacaktır.

 Çocuğa karşı şiddet ve dayak kullanmak: Bu yaklaşım tarzının çocuk gelişimi ve eğitimine kesinlikle hiçbir faydası yoktur. Aksine çocuklarda yaraları sarılamayacak kadar geniş yaralar bırakabilmektedir. İstenilen davranışı sergilemeyen bir çocuk dayak ile karşılaşıyorsa, kendi istekleri gerçekleştirilmediği takdirde karşısındaki bireyi dövebileceğini düşünür. Yani dayağı bir sorun çözme, iletişim kurma ve isteğine ulaşma yolu olarak öğrenir. Bütün bu olumsuz düşünceler çocuğun çevresi ile iletişim kurmasını engeller, zaman içinde birey girdiği sosyal ortamlarda kabul görememeye başlar, bu da kişinin özgüven gelişimini olumsuz yönde etkileyerek kişilik gelişimini zarara uğratır. Kişi saldırgan ve zarar verici özellikler sergilemeye başlayabilir. Bu nedenle dayak kesinlikle kullanılmaması gereken bir yöntemdir. 

 Annenin kabul ettiği bir davranışı babanın kabul etmemesi: Anne-babalar kendi aralarında oturup konuşarak ortak kurallar belirlemedikleri ve bunu çocuklarına anlatmadıkları takdirde, çocuğa karşı tutarsız bir yaklaşım sergileyeceklerdir. Neyin uygun olup neyin uygun olmadığı konusunda güvendiği iki kişiden farklı mesajlar alan çocuk, nasıl davranacağı konusunda kararsızlık yaşayacaktır, ne zaman ne yapacağını öğrenemeyecek böylece neyin gerçekten doğru ve neyin gerçekten yanlış olduğunun farkın varamayacaktır. Aslında çocuğun ihtiyacı olan şey, neyin doğru ve yanlış olduğunu ona tek ses halinde söyleyecek olan ebeveynlerdir. Tutarlı ebeveynler, disiplini öğretmekte ihtiyaç duyulan en önemli takım oyuncularıdır. Anne-babasından aynı mesajı alan çocuk neye güveneceğini ve neyi yapması gerektiği öğrenir.

 Torununa kıyamayan büyük ebeveynlerin torunlarının her istediğini yapması: Büyük ebeveynler torun sahibi oldukları andan itibaren, torun bütün evlerin hakimi haline gelir. Her istediği anında yerine getirilir. Ağlaması halinde anne ve babaya kızılır, çocuğu niye ağlattıkları sorulur, istekleri yerine getirilmeyince anne-babaya kızılır ve konulan kurallar bir anda ortadan kaybolur. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta: bu çocuğu herkesin çok sevdiği ve bu çocuğun eğitime ihtiyaç duyduğudur. Bu nedenle çocuğun eğitiminde anne-baba ve büyük ebeveynler aynı tutarlılığı sergilemelidirler. Ortak noktalarda aynı davranışları sergilemek konusunda birlikte anne-baba ve büyük ebeveynler, çocuğa kural ve sınırları öğretmekte başarılı olacaklardır.

 “Kuralları sadece anne-baba koyar.” kuralı: Her ev içerisinde uyulması gereken bazı kurallar vardır. Bu kuralları belirlemek o evde birlikte yaşayan kişilerin görevidir. Bu görev sadece ebeveynlerin görevi gibi gözükse de aslında ihtiyaçlarının farkına varan çocuklar da isteklerini ifade ederek kuralların belirlenmesi konusunda ebeveynlerine yardımcı olabilirler. Ancak burada önemli olan nokta; çocuğa söz hakkı vermek kadar, onu kontrol edebiliyor da olmaktır. Çünkü çocukları için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu en iyi ebeveynler bilir. Bu nedenle kuralları belirlerken bu noktayı göz ardı etmemek önemlidir.   

 “Bir sürü kuralımız olmalıdır.” kuralı: Her evin kendi düzenine uygun bazı kuralları olması gerekir ancak burada önemli olan birkaç nokta vardır. Bu kuralların sayısı çok fazla olmamalı, kuralların sayısı ev düzeni ve çocuğun yaşına göre belirlenmeli ve çocuğun yaşı arttıkça kurallar da yaşına uygun şekilde düzenlenebilmelidir. Çocuğun uyum sağlayamadığı birçok kural olması yerine, takip edebildiği ve uyum gösterdiği 1-2 kural olması, hem çocuğun gelişimi hem de disiplin edinimi açısından daha doğrudur. 

 “Kurallara sadece kural oldukları için uyulmalıdır. Ödüle gerek yoktur.” kuralı: Bazı ebeveynler kural olarak koydukları her iteme çocuklarının hemen uyum göstermesini beklemektedirler. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta: çocukların pekiştirilen davranışları çok daha hızlı bir şeklide öğrendiğidir. İstenilen davranışı sergileyen çocuğu, sözel pekiştireçlerle överek (“Aferin sana, bravo!” gibi) veya tensel temas ile(saçını okşayarak, elini okşayarak vs.) destekleyerek yani ödüllendirerek bu davranışı içselleştirmesini sağlayabilirsiniz. Burada önemli olan bir diğer konu da tutarlılıktır. Başlangıçta çocuk istenen davranışı her sergilediğinde onu ödüllendirmek, öğrenme hızını arttıracaktır.

 Kurallar bu kadar katı olmalı mıdır? konusu: Disiplin eğitiminde en önemli konulardan birisi, esnek olmaktır. Zaman zaman anne-babaların katılık yerine esnekliği kullanmaları da gerekecektir. Elinden gelmediği için kurala uyum sağlayamayan bir çocuk karşısında esnek bir tutum sergilenerek kural üzerinde bazı değişiklikler yapmak, disiplin eğitimi için daha faydalı olacaktır. 

 Davranışlarının sonucunu yaşamalı mı? konusu: Çocuklar kurallara uymadıkları zaman bunun bir yaptırımı olmalıdır. Yani kurala uymayan çocuk bunun sonucunu mutlaka yaşamalıdır. Daha öncede bahsettiğimiz gibi, çocuklar yaşayarak öğrenirler. Kurala uymadıkları zaman ne olduğunu görürlerse yani sonucu yaşarlarsa, daha hızlı bir şekilde öğreneceklerdir. En iyi öğrenme; yaşayarak öğrenmedir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta; çocuğun kurala uymadığı zaman yaşayacağı sonucu biliyor olmasıdır. Yaşına göre bu davranış sonuçlarını da kurallar ile birlikte belirleyebilirsiniz. 

Anne-Babalara Öneriler:

Kuralları çocuğunuza açıkça, kısa ve net bir şekilde ifade edin. Aklında bir soru işareti kalmasın.
Çocuğunuza, göstermesini beklediğiniz davranışlar konusunda model olun.

Kurallarınız çocuğunuzun yaşına ve gelişim düzeyine uygun olsun.

Gerektiğinde esnek olun.

Kurallara uyduğu zaman onu ödüllendirin. Ödüller maddi olmaktan çok manevi ödüller olmalıdır. Ona sarılın, onu öpün, saçlarını okşayın. Sözel pekiştireçleri de kullanarak onu motive edin.

Davranışlarının sonuçlarını yaşamasına izin verin. Çocuklar en iyi yaşayarak öğrenirler.

Çocuğunuzun disiplini ve kuralları öğreneceği yer evinizdir. Kuralları öğrenmesi için okula gitmesini beklemeyin. 

Çocuğunuzu iyi gözlemleyin, onu iyi tanıyın. Gelişimini takip edin. Böylece ona en y-uygun kuralları belirlemek daha kolay olacaktır.

Çocuğunuzdan ne beklediğinizi açıkça ifade edin. Olumsuz davranışı sergilediği zaman “Yapma” demek yerine yapmasını beklediğiniz davranışı ona anlatın.

Çocuğunuza vakit ayırın. Birlikte eğlenceli şeyler yapın. Ona karşılıksız sevildiğini ve kabul edildiğini 

hissettirin.

Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ Yarız 

12 Ekim 2018 Cuma

Öğrenme Güçlükleri

Çocukların okula başladıkları dönemde bazen öğrenmeyle ve okulla ilgili sorunlar ortaya çıkar. Eğer bu sorunlar basit düzeydeyse kendiliğinden zaman içinde hallolur. Ancak uzun süreli öğrenme problemleri söz konusu ise bu problemlere neden olabilecek çeşitli etmenlerden söz edilebilir. Öğrenme güçlükleri okul başarısızlığının en önemli  nedenlerinden biridir. 

Öğrenme Bozukluğu Nedir?

“Özel öğrenme bozukluğu”, dinleme, konuşma, okuma yazma ve akıl yürütme ile matematik becerilerin kazanılması ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir bozukluk grubudur. Öğrenme bozukluğu kavramı bu alanlardan en az birinde güçlük çeken çocuklar için kullanılır. Sıklıkla “disleksi” olarak adlandırılan öğrenme bozukluğu, okuma bozukluğunu (disleksi), matematik bozukluğunu (diskalkuli) ve yazılı anlatım bozukluğunu (disgrafi) kapsayan bir bozukluktur. Sözlü ve yazılı dili anlamakla ilgili sıkıntılara işaret eder.  Psiko-pedagojik yardım gerektiren, özel eğitim gerektiren bir sorundur.

Hangi Sıklıkta Görülür?

Yapılan araştırmalarda okula devam eden çocukların % 1 ila 30 unda bu bozukluğun bulunduğu saptanmıştır. Bu da ortalama her sınıfta yaklaşık 2 ila 4 çocuğun öğrenme bozukluğuna sahip olduğunu göstermektedir.

Öğrenme Bozukluğunun Ortaya Çıkmasına Neler Etki Eder?

Yapılan araştırmalar bu bozukluğun ortaya çıkmasında tek bir nedenin bulunmadığını göstermektedir. Doğum öncesinde annenin yetersiz beslenmesi, enfeksiyonlar, kontrolsüz ilaç kullanımı, doğum sırasında yaşanan bazı zorluklar, doğum sonrası ateşli hastalıklar, kafa travmaları ve genetik-kalıtsal etmenlere bağlı olarak ortaya çıkabileceği varsayılmaktadır.

Bu bozukluk nasıl tespit edilir?

Bir çocuğun özel öğrenme bozukluğuna sahip olduğunu saptayabilmemiz için şu kriterlerin gerekliliğinden söz edilir:

 Öncelikle uygulanan zeka testiyle belirlenen zihinsel kapasite ile karşılaştırıldığında aritmetik, okuma-yazma becerilerinin beklenen düzeyin altında olması gerekmektedir.

 Özel Öğrenme Bozukluğunun okul başarısını ve günlük etkinlikleri olumsuz etkilemesi de bir diğer tanı kriteridir.

 Diğer kriter ise öğrenme bozukluğunun görme-işitme kusuruna ya da nörolojik bir hastalığa bağlı olmaması gerekliliğidir.

Öğrenme Bozukluğu tanısı bireysel olarak uygulanan standart testlerde kişinin kronolojik yaşı, ölçülen zeka düzeyi ve aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda, okuma, matematik ve yazılı anlatımın beklenenin önemli ölçüde altında olmasıyla konur.

Özel Öğrenme Güçlüğü Olan Çocuklarda En Sık Gözlenen Özellikler Nelerdir?

 Zeka düzeyleri normal ya da normalin üzerindedir.

 Dikkatleri beklenenden kısa sürelidir, konsantre olmakta güçlükleri vardır, basit uyaranlarla dikkatleri kolayca dağılabilir.

 Aşırı hareketlidirler, yerlerinde durmakta güçlük çekebilirler ya da tam tersi olarak oldukça yavaş hareket edebilirler.

 Görsel ve işitsel algı sorunları yaşarlar. Şekil ve ses olarak benzer rakam ve harfleri birbirine   karıştırabilirler. (Örneğin, 4-7, v-f, z-s, m-b, b-d-p) Bazı kelimeleri ters yazabilirler. Görsel ve işitsel “Şekil-zemin” algılarında problem vardır. Bu problemle bağlantılı olarak okurken ve         yazarken harf ve satır atlama görülebilir. Görsel ve işitsel hafızaları zayıftır. Yönergeleri unutabilirler, karıştırabilirler. Okuma ve yazmayı yaşıtlarına göre daha geç ve güç öğrenebilirler. 

 Hareket koordinasyonları zayıftır. Sakar olabilirler.

 Organize olmakta güçlükleri vardır. Zamanı iyi kullanamazlar.

 Yön bulmakta, kendi yönlerini ayırt etmekte, ölçümlerde zorlanabilirler.

 Dil gelişimlerinde gecikmeler olabilir. Gramer zorlukları çekebilirler. Sözlü dili kullanarak kendilerini ifade etmekte zorlanabilirler.

 Saati öğrenmekte güçlükleri olabilir, dün-bugün, önce-sonra gibi zaman sıralamalarında güçlükleri olabilir.

 Çalışma düzeni ve çalışma alışkanlığı geliştirmekte zorlanırlar, yavaş ve verimsiz çalışırlar.

 Okumayı geç sökerler, yavaş ve hatalı okurlar. Ayna yazısı tipinde yazabilirler. Gramer kurallarını öğrenmekte güçlük çekebilirler.

 Matematik sembollerini ve çarpım tablosunu öğrenmede güçlükleri olabilir.
Matematik muhakemesiyle ilgili zorlukları olabilir, problem çözmekte zorlanabilirler.

Öğrenme Bozukluğuna sahip olan çocuklar bu özelliklerin tümünü aynı yoğunlukta taşımayabilirler. Ancak bu belirtilerden birini bile gösteren çocuğun özel eğitime ve desteğe gereksinimi var demektir.

DUYGUSAL SORUNLAR

Bu güçlüğü yaşayan çocuklar çok ciddi duygusal sorunlar yaşayabilirler. Özellikle okuma ve yazmada problem yaşıyor oldukları ve bununla bağlantılı olarak okulda “başarısız” oldukları için kendi zekalarından şüphe duyabilirler. “Ben aptal mıyım?” sorusunu sık sık sorarlar. Bu başarısızlık ve becerisizlik nedeniyle kendilerinin “yeterince iyi” ve “yeterince değerli” olup olmadıklarından şüphe edebilirler. Okulda ve günlük yaşamda karşılaştıkları olumsuz deneyimler benlik algılarını da olumsuz yönde etkiler. Öğrenme Bozukluğu olan çocukların aileleri ve öğretmenleri genellikle onların “yapamadıklarına” ve “beceremediklerine” odaklanmışlardır. Sıklıkla olumsuz uyarı alırlar. Bu tutum da çocuğun kendine ilişkin olumsuz düşüncelerinin pekişmesine neden olur. Organize olmakta güçlük yaşıyor olmaları ve yeterli ders çalışma becerisi geliştirememiş olmaları ders çalışmayı bir kabusa dönüştürebilir ve bu da derse ve okula karşı ciddi motivasyon kayıplarına neden olabilir. Bu noktada okula gitmek istememe, okumaya karşı isteksiz olma, okul arkadaşlarıyla sosyal ilişki kurmakta ve sürdürmekte güçlük, agresyon eğilimi gibi sonuçlar ortaya çıkabilir. 

Tanı İçin Nereye Başvurulmalı?

Bu bozukluğun tanısının konulması için konunun profesyonellerine başvurulması gerekmektedir. Aileler genellikle önce hangi uzmana gitmeleri gerektiği konusunda kararsızlık yaşamaktadırlar. Bazı aileler öncelikle bir çocuk psikiyatristine gitmeyi tercih etmekte bazı aileler ise öncelikle bir pedagog veya psikologla görüşmeyi tercih etmektedirler.
Çünkü bu sorun bir çok ruh sağlığı profesyonelinin ilgi alanına girmektedir. Öğrenme bozukluğu olan bir çocuk ancak psiko-pedagojik yaklaşımla yapılacak eğitsel terapiyle öğrenebilmektedirler. Normal sınıflardaki müfredat programıyla bu öğrenme gerçekleştirilememektedir. Bu nedenle bir pedagog ve psikologla işbirliği içinde çalışmak önem taşımaktadır. Bu bozukluğu taşıyan çocuklar sıklıkla eş zamanlı olarak başka bozuklukları da gösterebilmektedirler. (Örneğin öğrenme bozukluğuna sıklıkla hiperaktivite eşlik edebilmektedir.) Ayrıca bu çocukların başka duygusal sorunlar açısından da riskli oldukları göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle tanı ve değerlendirme aşamasında bir çocuk psikiyatristinin de katılımı önemlidir. Ek tanı olması durumunda ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir. Ayrıca var olan problemlerin başka bir sağlık problemiyle bağlantılı olup olmadığının da belirlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle çocuğun tıbbi değerlendirmesinin yapılması da önem taşımaktadır. Tanı için anne-babayla, çocukla ve öğretmenle görüşülmesi önemlidir. Bazı zeka ve algı testleri, nöropsikolojik bazı değerlendirmeler psiko-pedagojik değerlendirmenin içeriğini oluşturur. Kullanılacak teknik ve sağaltım programının oluşturulması açısından değerlendirme aşaması önem taşımaktadır.

Ülkemizde üniversite hastanelerinin ve bazı devlet hastanelerinin çocuk psikiyatrisi klinikleri bu çocukların tanısı ve tedavisi konusunda hizmet vermektedirler. Bunun dışında bu konuda çalışan özel psikolojik danışmanlık merkezleri mevcuttur. Bu merkezlerde genellikle çocuk ve gençlerin sorunları konusunda değişik uzmanlıkları olan bir ekip çalışmaktadır. Bu çocukların böyle bir ekip çalışması içinde değerlendirmeleri önemlidir. Ek sorunların tanınabilmesi, uygun eğitimsel ve terapötik yaklaşımın belirlenmesi açısından bazen birden fazla uzmanın değerlendirmesi gerekebilir. (Örneğin: Bu çocuklar sıklıkla dil sorunları yaşarlar. Bu nedenle ekipte bir konuşma terapistinin bulunması önemlidir.)

AİLEYE DÜŞEN GÖREVLER

 Öncelikle çocuğunuzun zorluk yaşadığı alanları bir uzman yardımıyla iyi saptayın.

 Onu olduğu gibi kabul edin, özel durumuyla bağlantılı olarak ona daha toleranslı olun.

 Unutmayın ki çocuğunuzun zeka sorunu yok, o sadece “özel” ve “farklı” bir çocuk ve farklı öğreniyor.

 Ona değerli olduğunu, koşulsuz sevildiğini hissettirin ki o da kendini “değerli” hissedebilsin. 

 Ona destek olun, olumsuz eleştiri yerine teşvik kullanın. 

 Evde küçük sorumluluklar verin, başardığında ödüllendirin. Maddi ödül yerine sözel ödülü tercih edin. Sözel takdirler benlik algısının yükselmesine yardımcı olacaktır.

 Zaten yapamayacağı düşüncesiyle kendisine ait sorumluluklarda siz etkin rol almayın. Yetersiz ve yavaş da olsa kendi başına yapması konusunda fırsat verin, yüreklendirin. 

 Başarılı olduğu alanları belirleyin (örneğin: müzik, resim, sanat, spor, vs.) ve bu alanlara dönük sosyal çalışmalar yapmasına fırsat yaratın. Başardığı işlerde onu takdir edin, ama dozunu iyi ayarlayın. Unutmayın ki çocuklar abartıyı kolay fark ederler.

 Günlük yaşamınızı programlayın. Bu çocuklar genellikle kendileri organize olmakta zorlanırlar ve sizin desteğinize ihtiyaç duyarlar. Çocuğunuz ne zaman ne yapması gerektiğini önceden bilsin. Program konusunda tutarlı olun.

 Onu kardeşleriyle ya da arkadaşlarıyla karşılaştırmayın. Bu durumda kendisini hep yetersiz hissetmesine neden olabilirsiniz.

 Ondan beklentilerinizi net bir şekilde anlatın ve düzeyine uygun beklentiler belirleyin. Ona verdiğiniz görevler onun yapabileceği şeyler olsun. Yapabildiğini gördükçe beklentilerinizi yavaş yavaş arttırın

 Ona bir şey öğretmek istediğinizde mümkün olduğunca bol materyal kullanın, birçok duyusuna hitap edebilecek malzemeler hazırlayın. Özellikle öğretilecek konunun görsel malzemelerle zenginleştirilmesi kolay öğrenmesine ve bilginin kalıcı olmasına yardımcı olacaktır. 

 Ona bol bol günlük hayat deneyimi fırsatı hazırlayın. Unutmayın ki en iyi öğrenme “yaşayarak öğrenme” dir!

 Beklediğiniz hızda öğrenmediğinde onu suçlamayın, sabırlı olun. Ona bir şey öğretemediğinizde kendinizi suçlamayın. Onun standart yöntemlerle öğrenemediğini unutmayın. 

 Unutmayın ki onun dikkati kısa süreli....Ona verdiğiniz görev ve sorumlulukları buna göre ayarlayın. Uzun yönergeler yerine net anlaşılır kısa yönergeleri tercih edin.

 Onunla iyi iletişim kurun, onu dinleyin, anlaşıldığını hissettirin. Ancak iyi bir iletişimle  yaşadığı olumsuzlukların üstesinden gelmesine yardımcı olabilirsiniz.

 Ve tüm bu süreçte bir uzman desteği alın. Çünkü bu hem çocuğunuzun zorluklarıyla  baş etmesini sağlayacak hem de sizin çaresiz hissettiğiniz noktalarda yeniden motive olmanızı, ihtiyaç duyduğunuz anda destek bulmanızı sağlayacak. Unutmayın ki bu problem zamanında, uygun bir müdahaleyle problem olmaktan çıkabilir ya da tam tersi olarak büyüyüp bambaşka problemlerle birleşebilir. 

Önlem Alınmadığında.....

Özel eğitim almamış öğrenme bozukluğu vakalarında okul başarısızlığı çözümsüz ve nedeni anlaşılamayan bir problem olarak kalmaktadır. Çözümsüzlük günden güne büyümekte, çocuk okula ve okulla ilgili faaliyetlere karşı günden güne daha fazla soğukluk hissetmektedir. Aile, yakın çevre ve öğretmen de çocuğun başarısızlığını vurgulamakta çözümün onun “daha fazla çalışması” olduğu fikrinde birleşmektedirler. Bu yanlış kanı aileyi özel öğretmenler tutmaya ya da çocuğa “daha” sıkı bir çalışma programı hazırlamaya yöneltmektedir. Bu çaba da bir işe yaramadığı için problem her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Böyle bir durumda çocuklarda duygusal problemler görülmekte, özgüven yetersizliği, iletişim kopukluğu, içe kapanma veya saldırganlık, uyumsuzluk, depresyon, vs. gibi değişik uyum ve davranış problemlerinin görülme riski artmaktadır.

Eğitimsel Tedavi Nasıl Yapılmaktadır?

Her sınıfta ortalama 3 çocuğun bu bozukluğa sahip olduğu varsayılırsa bu bozukluğun hiç de azımsanmayacak yoğunlukta olduğu söylenebilir. Eğitim sistemimize bakıldığında bu çocuklara dönük hemen hiç bir şey yapılamadığı görülmektedir. Bu çocukların tanısı zamanında konulamadığı için yanlış anlaşılmaktadırlar. Sınıf içinde bazen “yaramaz” ve “saygısız”, bazen de “tembel” olarak nitelenmektedirler. Bu da onların okul hayatları boyunca bu “sabıka” ile yaşamalarına, var olan potansiyellerinin eriyip gitmesine neden olmakta, üstüne de kaygı, özgüven kaybı, depresyon vb. gibi başka sıkıntılar eklenmektedir.

Uzman desteğinde yapılacak özel eğitim çalışması çocuğun okula başladığı dönemde başlatılmalıdır. Bu çalışma hem çocuğun zorlandığı alanlarda gelişmesini sağlamayı hem de kendisiyle ilgili olumlu yönleri fark etmeye başlamasını amaçlamaktadır. Ayrıca ailenin, öğretmen ve okulun da çocuğun durumuyla ilgili bilgilendirilmeleri, uzmanın, ailenin ve okulun koordinasyon içinde aynı dili kullanmaları, aynı teknikleri uygulamaları sağlanmaktadır. Öğretmenler sınıf içinde bu çocuklara yardımcı olmak konusunda güçlükler yaşayabilmektedirler. Çocuğun terapisi sırasında öğretmenle de işbirliği sağlanmakta, sınıftaki uygun yaklaşımın belirlenmesi konusunda öğretmene de destek verilmektedir.

Problemin tanısının ilkokulun son yıllarında ya da ortaokul yıllarında konulması durumunda benzer terapi yaklaşımları kullanılmaktadır. Ancak problemin çözümünün geciktirilmesi problemin de büyümesine neden olduğundan bu dönemde başlanacak bir terapide aileye de çocuğa da biraz daha fazla görev düşmektedir. Genellikle bu kadar geciktirilmiş durumlarda çocuklardaki duygusal sorunlar ve davranış sorunları artış göstermektedir. Aynı şekilde ailenin çaresizlik ve umutsuzluk hisleri artmış olacağından yeniden motive olmaları ve bu problemin “halledilemez” bir problem olamadığını görüp, elbirliğiyle üstesinden gelinebileceğine inanmaları gerekmektedir. Ailenin umutlu ve motive olması çocukların da bu problemin ve bu problemle bağlantılı başka problemlerin üstesinden gelmelerini kolaylaştırmaktadır.


Uzman Pedagog Belgin Temur

5 Ekim 2018 Cuma

ERKEN ERGENLİK

Ergenlik Nedir?
İlk olarak ergenliğin ne olduğuna bakmakta yarar vardır. Ergenlik, ortalama 11-12 yaşlarda başlayıp yaklaşık yirmili yaşların başına kadar süren; kişide hızlı ve karmaşık bir şekilde bedensel ve ruhsal değişimlerin bol bol yaşandığı bir yaş dönemidir.
Ergenlik dönemi birçok kişi tarafından çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olarak da adlandırılır. Bu geçiş döneminde yetişkin hal ve hareketlerini de çocuk davranışlarını da gözlemleyebilmekteyiz. Ne tam yetişkin ne de tam bir çocuk diye içimizden geçiremeyiz.  Bu dönemde çocuksu davranışlar, büyümeyle birlikte bir kısım olarak değişmeye; bir kısımda ise aynı kalmaya ya da yok olmaya başlar. Ergen, kendisini var olduğu topluluklarda tanımlamaya çalışırken bir yandan da kendine ad vermeye çalışmaktadır dolayısıyla sık sık kendisine ben kimim sorusunu sorar. Bu aşama da oldukça zordur. Hem çevresindekiler hem de kendisinin bir karmaşa içinde olduğunu bize tarif edebilir. Çünkü çevrenin büyük etkisi altındadır ve kendini onlardan ötürü de tanımlamaya çalışır, özellikle arkadaş grupları ve gruptaki liderlerin yaptıkları, onları beğenip beğenmedikleri  de oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra ergenlik dönemi erkek ve kız için ayrı ayrı belirli yaş civarında başlamakta ve tahminen sonlanmaktadır. Dolayısıyla kitabi olarak her iki cinsiyette de farklı olacak şekilde başlama ve bitiş yaşları genellenebilmektedir. Ancak bu demek değildir ki her çocuk cinsiyetine göre belirlenmiş yaşta ergenliğe girecek ve bu dönemi bitirecektir. Elbette böyle değil, farklılıklar olacaktır..
Erken ergenlik ne demektir?
Erken ergenlik diye söylenen ve sıkça kulağımıza gelen bu kavram da; çocuklarda obezite oranının artması, beslenme alışkanlıkları ve alınan besinlerdeki değişimler gibi sebeplerle ergenliğin biraz önce belirttiğimiz yaş aralığından daha evvel başlaması olarak düşünülebilir. Peki neden çocukların erken ergenlik yaşadıklarını merak ettiğimizde ise çoğu zaman erken ergenliğin oluşumu açısından kesin bir sebep bulunamamaktadır. Kızlarda erken ergenlik erkeklere oranla daha fazla görülebilmektedir. Erken ergenliğe giren kız çocuklarında 8 yaşından önce ve özellikle 6 yaş civarında meme büyümesi gözükebilmektedir. Buna ek olarak hızlı boy uzaması da varsa çocuk erken ergenlikte olup olmadığı açısından incelenmelidir.
Erken ergenlik beraberinde birtakım psikolojik sorunlara da neden olabilmektedir. Erken ergenlik yaşayan çocukların fiziksel ve beraberinde psikolojik gelişimlerinin yaşıtlarına göre çok daha yoğun şiddette ve hızlı olması; onların kendilerini yaşıtlarından daha ‘farklı’ görmelerine neden olmaktadır.
Çocukların birbirine benzer yanları görerek ve fark ederek kendilerindeki değişimleri de tanımlayabildikleri, bu farkındalığın özgüvenlerini arttırıp, kendindeki değişimlere dair endişelerini azalttığını düşünürsek; bu gibi duygu değişimleri erken ergenlik döneminde oldukça farklı yaşanmakta; çocuklar panik halinde kendilerindeki değişimlerin endişeli seyircileri olabilmektedirler. Çünkü henüz durumu anlayamayan anne baba ve diğer önemli derecedeki yetişkin çevre de çocuğa yaşadıklarını tanımlayabilecek yeterlilikte olamayabilmektedir. Onlar da oldukça ‘farklı ve beklenmedik olan’ bu durum karşısında yoğun şaşkınlık ve çaresizlik hissedebilmektedirler. Bu ‘farklı’ olmaya dair duygu hormonal değişimlerin yaşanmasıyla birlikte ilerlemekte, böylece çocukta utanma ve suçluluk duygularını arttırarak, çocuğun olası duygusal durumunda dalgalanmalara neden olabilmektedir.
Çocuğun kendine yabancılaşmasına da neden olan bu yaşantı, sosyal ilişkilerinde yaşanabilecek sıkıntılara ve kişilik gelişiminde yer alabilecek bazı zorlu geçişlere neden olabilmektedir. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi arkadaş ilişkilerinin ergenlik döneminde öneminin artışı ve birbirine benzemekten dolayı diğerinden referans alabilmek ve aynılık hissinin güven vericiliğini yaşayabilmek, erken ergenliğe girmiş çocuklarda zorlaşmaktadır. Bu çocuklar bazı durumlarda yaşıtları tarafından alay edilmeye maruz kalabilmekte, bu da onların kendilerine olan öfkelerini arttırabilmektedir.

Erken ergenlik ve yaşantılar
Dolayısıyla erken ergenliğin her iki cinsiyet açısından da zorlu geçişler yaşatması ve duygusal/ sosyal zorluklara neden olması beklenmektedir. Yaşıtlarından daha erken yaşta adet görmeye başlayan kız çocuklarının, yaşıtlarına göre depresyona daha yatkın olduklarını gösteren araştırmalar yer almaktadır. Bu çocukların yaşadıkları durumdan dolayı kendilerine öfkeleri ve suçluluk hissi yüksek olabilmektedir. Fiziksel gelişimleri aynı seyirde gitmeyen, yaşıtlarına göre bu açıdan daha hızlı büyüyen kız çocuklarının, arkadaşlık ilişkilerinde yoğun sıkıntı yaşadıkları da ele alınması gereken konular arasındandır. Bu şekilde hızlı büyüdüğü gözlenen çocukların çevresindeki bireylerin de bu çocukları yaşlarına göre daha olgun gördükleri ve bununla birlikte onlardan beklentilerinin daha yüksek olabildiği; bunların da çocuğun sosyal ilişkilerinde yaşayabileceği diğer sıkıntılar olarak ele alınması gerektiği de önemli bir bulgudur. Dolayısıyla bu durumun çocukta kaygı, korku ve duygusal karmaşayı arttıran faktör olarak ele alınmalıdır.
Başka neler yaşanabilir?
Bunlarla birlikte, ek bir bilgi olarak denebilir ki, bu erken gelişen çocuklarda kökeni psikolojik olan fiziksel şikayetlerin yani psikosomatik rahatsızlıkların-örneğin karın ağrısı, baş ağrısı, titreme..vs. yaşıtlarına oranla daha fazla gözlendiği ortaya çıkmaktadır. Ergenlik döneminin de bir özelliği olarak sayılan;  bireyin aklının bedeniyle bir uğraş halinde oluşu, kafasını birçok özelliğine fazlaca yoruyor olması; erken ergenlik döneminde de fazlaca zaman alan bir uğraştır. Normalden erken gelişen kız çocuklarının bedenleriyle ilgili daha fazla hoşnutsuzluk içinde oldukları ve özgüvenlerinin de düşük olduğu gözlenmiştir. Bu çocuklar, bir açıdan sosyal bir alan olarak da düşünülmesi gereken okul ortamında; okula devam etme ve diğer bazı konularda-örneğin okul başarısı- sorunlar yaşayabilmektedirler. Alkol kullanımı ve sigara içme davranışı ergenlik döneminde sıkça karşılaşılan bir durum olsa da, ergenliğe erken giren çocukların yaşıtlarına oranla bu davranışlara daha yatkın oldukları gözlenmektedir.

Bu dönemin oluşmasında neler etkili olur?
Ergenliğin geneline baktığımızda; çevrenin etkisinin önemini birçok alanda görmekteyiz. Medya, genel kültür, aile içi ilişkiler, arkadaş ve okul ortamı gibi birçok alan bu çoğunluğun içerisine girebilmektedir. Medyanın etkisine bakacak olursak; bugün televizyonda yayınlanan birçok gençlik dizisinde giyim tarzı, konuşma şekilleri, karşı cinsle ilişki gibi birçok alanda ergenlik çağında yaşanan duygusal duruma ait değişimler abartılı bir şekilde ele alınmakta ve özendirilmektedir. Kızlar aşırı süslü kıyafetlerle yetişkinlere benzetilmekte, konuşma ve yaşam tarzları bir yetişkinin hayatından farksız gösterilmektedir. Bu yönüyle bakıldığında aslında ortaya sunulan görüntülerde ergenlik dönemindeki bir çocuğun hayatına dahi de bir şey bulunmamaktadır. Sanki tüm anlatılanlar ve gösterilenler, bir yetişkinin hayatına dairdir. Ekranda yetişkin görünümünde çocuklar yaratılmaktadır. Bu durum da çocukların kendi yaş dönemlerine ait özellikleri gözlemleyemeyecekleri bir ortam yaratmaktadır. Halbuki yaş dönemine uygun bir yapıda sunulabilecek görüntüler; çocukların kendilerini tariflemede bir model bulabilecekleri figürler yaratabilmektedir; bu da onların kendi duygu ve düşüncelerine birer referans bulabilmelerine yardımcı olmaktadır. Ancak bu şekilde yetişkin hayatına odaklı, bunu özendirici şekilde sunulan yayınlar çocukların yaşlarından çok daha büyük bir konuma özenmelerine ve bu şekilde davranmaya çalışmalarına neden olabilmektedir. Şimdilerle sokaklarda dolaşan yaşça küçük ama görüntüde büyükmüş gibi olan çocuklara baktığımızda birçoğumuz yakından bakmadan bu kişilerin bir çocuk mu yoksa ergenlik döneminin sonlarında biri mi olduğunu anlayamamaktayız. Kızların aşırı makyaj yapmaları, giyim tarzlarının bir yetişkininki gibi oluşu bu anlayışı zorlaştırmaktadır. Erkek çocuklarında da aynı şekilde, kıyafetlerin, aksesuar kullanımının, hal hareketlerin bir yetişkininkine benziyor olması da bu duruma birer örnektir.
Sosyal ilişkiler
Çevrenin etkisini sosyal ilişkiler açısından da değerlendirmekteyiz. Çünkü büyümeye başlayan bireylere çevredeki büyükler geribildirim verdiğinde çocuklar kendilerini tariflemede, anlamada daha kolay bir dönem geçiriyor olacaklardır ve bu da onların gelişiminde daha sağlam, yapıcı adımlarla hareket etmelerine yardımcı olmaktadır. Ancak değişen genel kültür ile birlikte; aileler de çocuklarının ergenlik dönemini anlamakta zorlanmaktadır. Sık sık aileler kendi ergenliklerinin çocuklarınınki gibi olmadığından bahsetmektedirler. Bunun bir nedeni de çocukların değişen çevreyle uyumlu hareket etme çabasıdır. Ancak anne ve babalar, değişen çevreden onlar gibi etkilenmeyecektir. Dolayısıyla onları anlamak çok da kolay olmayacaktır. Bazen çocuklarının taleplerine şaşıran anne babalar görürüz. Örneğin kendisinden oldukça pahalı bir çanta isteyen bir kızın annesinin çaresizliğini düşünebiliriz. Çocuğunun isteklerini ve değişimlerini anlamakta zorlanan bir anne için, çocuğunun daha çok ergenlik döneminde görülen marka tutkusunun erken yaşlarda başladığını görmek, bir anne için de ne yapacağını bilememek ve korkutucu, çaresizlik hissettiren bir durum olarak düşünülebilir.
Kızlar ve erkekler için medyada ve genel olarak toplumda genç kız/erkek imajının kişiye kazandırdığı popülerite, karşı cinsle ilişki, ‘havalı’ yaşam tarzı gibi konularla ön plana çıkarılmaktadır. Dolayısıyla erken ergenlikteki önemli faktörlerden biri olarak medyanın ve değişen aile yaşam tarzlarının, yetişkin hayatını daha ön planda tutan bir şekilde gösteriyor olması olarak da yorumlanabilir. Aslında bu faktör önemli gözükmektedir. Burada vurgulanan çocukların henüz biyolojik ve psikolojik olgunlaşma yaşına gelmeden; bu yönlerde gelişmeye başlamalarıdır. Ancak fark, buradaki gelişimin dış etkenler tarafından pekiştirilmesidir.
Profesyonel destek
Bazı çevresel uyaranlar, fazlaca tüketilen hormonlu gıdalar, bazı psikolojik bazı sebeplerle erken ergenlik gelişebilmektedir. Özetle bakacak olursak erken ergenlik konusu hem çocuklar hem de anne baba ve diğer yakınları için anlaşılması kolay bir durum değildir. Çocuğun bu koşullara uyumu konusunda uzmanlardan destek alınabilmesi önemli gözükmektedir. Erken ergenliğe girmiş bir bireyin yaşıtlarıyla uyumlu ilişkiler kurabilmesine yardımcı olabilmek ve ebeveynlerin, çocuğun hayatında etkili olan diğer yetişkinlerin de var olan durumu anlayıp uyum sağlayabilmeleri açısından desteklenmeleri gerekebilmektedir. Bu açıdan kurumların bu konuda bilgilenmesi önemlidir.
Uzman Psikolog Emre Altınel