30 Mayıs 2019 Perşembe

Bebek Odası Nasıl Düzenlenmelidir?

Yaşamın ilk yılı bebekler için oldukça hızlı geçer; ancak yaşamlarını sürdürebilmeleri için bir yetişkinin desteği gereklidir. Bu destek sadece bebeğin doyurulması, uyutulması ve temizlenmesi için değil; özen ve şevkatle sevilmesi, sıkıntılarının giderilebilmesi ve anne ile bebek arasında kurulacak olan sağlıklı iletişim ve karşılıklı anlayış için gereklidir. 0-1 yaş, başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı bir yaştır. Anne ve babanın bebeğe karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir.Bebeğin, ne olursa olsun, her zaman, her koşulda annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. Bebekler ihtiyaçlarını tutarlı bir şekilde karşılayan ebeveynlere güvenmeyi öğrenirler ve dünyaya daha rahat uyum sağlayabilirler. Ancak; aksi durumlarda yani anne-baba bebekle yeteri kadar ilgilenmiyor ya da ihmal ediyor ise bebek hayal kırıklığına uğrar; güvensizlik duygusu gelişmeye başlar ve dünyayı ürkütücü bir yer olarak algılar. Bu nedenle anne bebek arasında güvenli bir bağ oluşabilmesi için ilgili, dikkatli, şefkatli ve doyurucu bir bakım önemlidir. 
Doğru bir bebek odası seçiminin de bu güven duygusunun gelişimine doğrudan olmasa da dolaylı yoldan bir katkısı vardır. Çünkü bebek odası hazırlarken öncelikle dikkat edilmesi gereken noktalar bebeğin rahatı ve emniyetidir; ona güvenli ve kullanışlı bir oda hazırlamak gerekir. Bu nedenle, bebek odası hazırlamak anne babalar için zevkli bir uğraş olduğu kadar üzerinde titizlikle de durulması gereken bir konudur. İlk karar verilmesi gereken bebeğin evin hangi odasında kendini en rahat hissedeceği ve tehlikelerden uzak olacağıdır. Kolaylıkla ulaşılabilecek, sesten rahatsız olmayacağı, pencereli, rahat havalandırılabilecek, güneş alan aydınlık bir oda seçilmelidir; bu bebeğinizin uykusundan da daha huzurlu uyanmasını sağlayacaktır. Bebeğinizin dış dünya ile ilişkisi odada kullandığınız renkler, desenler ve mobilyalarla şekillenir; özellikle değişik renklerdeki aksesuarlar bebeğin uyarılmasını sağlar ve dikkatini çeker. Onun gözlerini yormayacak, açık ve odayı ferah gösterecek canlı renkler seçmekte fayda vardır. Önemli olan bebeğin yatağındayken gördüğü renklerin rahatlatıcı, sakinleştirici olmasıdır. Sonrasında değişik renklerde bordürler, malzemeler ve oyuncaklarla süsleyerek odaya canlılık katılabilir fakat çeşitli renk ve şekil kullanımında aşırıya kaçmamak gerekir; bu bebek için yorucu olur. Ayrıca, odayı bebeğin ve ona bakan bireyin hareketlerini kısıtlayacak şekilde doldurmamak gerekir. Uyumlu ve düzenli bir oda bebeğinizin zihinsel gelişimini destekler; erken yaşlarda renk, şekil gibi kavramların öğrenilmesini hızlandırır.
Odanın aydınlatılmasında ise çok kuvvetli ışık vermeyen ufak avizeler seçilmeli, ışık tavandan yansımamalı, direk bebeğin yüzüne gelmemeli ve odanın tam ortasında bulunmamalıdır. Ayrıca, herhangi bir düşme ya da çarpma anında çocuğunuzun güvenliği açısından seçtiğiniz mobilyaların, özellikle karyola ve parmaklıkların keskin ve sivri köşeli olmamasına; yuvarlık hatlı mobilyalar seçmeye ve mobilyaların cam içermiyor olmasına özen göstermeliyiz. Karyolayı hiçbir şeye ulaşamayacağı bir yerde bulundurmalıyız.Yatak kenarlarının da bebeğin düşmesini engelleyecek yükseklikte olması gerekir. Monte edeceğiniz raflar da bebeğinizin ulaşıp üzerindekileri deviremeyeceği, sizin ya da bebeğinizin hareketiyle düşmeyecek bir yerde olmalıdır. Buna ek olarak, karyola parmaklıklarının arasını geniş tutmamak, evdeki prizlere koruyucu kapaklar takmak, kafasını çarpmasını engellemek için radyatör koruyucuları kullanmak gibi önlemler de alınabilir. Yatağının içinde gereğinden fazla yastık, örtü bulundurmamak gerekir; ancak uyurken sarılabileceği yumuşak bir yorganının olması kendini daha güvende hissetmesini sağlayacaktır. Bebeğiniz çevresindeki olabilecek tehlikelerin farkında değildir. Bu nedenle, tehlikeleri bebekten uzaklaştırmak, onu tehlikeye sokacak durumları ortadan kaldırmak anne-babaya düşen bir görevdir. Bu şekilde sadece bebeğinizi tehlikelerden korumuş olmayacaksınız, aynı zamanda bebeğinizin güvende olduğunu bilmek sizin de içinizi rahatlatacak ve yaşayabileceğiniz kaygıları azaltacaktır.
Bebek odası için sallanan bir sandalye bulundurmak da anne ile bebeğin birbirlerine olan bağlılıklarını destekleyecek deneyimler yaşamalarını sağlar. Bebeğe sarılıp sallanırken bebek için huzurlu ve sakin bir ortam yaratılmış olur. Çünkü; 0-1 yaş döneminde bebekler ince, yumuşak dokunuşlara, hislere ve karşılıklı iletişime ihtiyaç duyar; anne babalarıyla iletişim kurabilmek için emme, sokulma, bakma, gülme ve ağlama davranışlarını kullanırlar. Annelerine daha çok ihtiyaç duyar; daha çok arar ve yakın temas içinde olmak isterler. Annenin, yüzünü ona yaklaştırıp, sarılarak, şevkatle dokunarak, gülerek bebeğiyle iletişim kurması bebeğin hoşuna gider; onu heyecanlandırır; annesini daha dikkatli dinler ve daha çok iletişim kurmaya çalışır. Böylece, doğum sonrası anne ile bebeğin teması  ile başlayan ve bebeğin ihtiyaçlarının tutarlı bir şekilde karşılanmasıyla güçlenen bebekle anne arasında kurulan duygusal bağ desteklenmiş olur.
Bebek odası düzenlerken tabii ki oyuncakların da unutulmaması gerekir. Bebeklerin ve çocukların becerilerinin gelişimi çevredeki uyaranların miktarı ile doğru orantılıdır; yani ne kadar fazla uyaran varsa, gelişimleri o kadar hızlı olur. Oyuncaklar da bebekler için güçlü bir uyaran görevindedir; tüm duyularına hitap eder. Oyuncaklar aracılığıyla dış dünyayı daha çok algılar; çevresindeki bireylerle daha iyi iletişim kurarlar. Bu sayede fiziksel, zihinsel, sosyal, dil, motor gelişimleri ve görsel, işitsel becerileri de desteklenmiş olur. Ancak oyuncak seçimini de gelişigüzel yapmamak gerekir; yaşına ve gelişim düzeyine uygun oyun malzemeleri seçilmelidir. Bebeğinizin ilk oyuncakları onun göz hizasında asılı, hareket eden, sesler çıkaran renkli objeler, dönenceler, çıngıraklar, dişlikler, ses çıkaran yumuşak hayvanlar olabilir. Bebekler parlak, renkli ve sallanan nesneleri severler; onları tutmaktan, sallamaktan ve tadına bakmaktan zevk alırlar. Bu nedenle sadece yattığında görebileceği hareketli nesnelerin yanı sıra yatağına yakın, odanın diğer kısımlarına da bu tarz oyuncaklar yerleştirebilirsiniz. Uykuya geçişi kolaylaştırmak için de bir müzik kutusu ya da basit ritmli enstrümantal şarkılar dinleyebileceği bir CD çalar da bulundurulabilir. Müziğin rahatlatıcı ve dinlendirici etkisi vardır. Ayrıca müzik dinleyen bebeklerde daha düzenli nefes alıp verme ve kalp atışları olduğu gözlemlenmiştir.  
Kısacası, duyularına hitap eden bu oyuncaklarla bebeğiniz çevresini her geçen gün daha çok keşfedecek; farklı sesleri ve şekilleri ayırt edebilmeye başlayacaktır. Tabii ki bebeğinizin yaşı ilerledikçe gereksinimleri ve istekleri değişecektir; bu nedenle odasının da yeni yaşına, içinde bulunduğu gelişim basamağına ve o basamağın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmesi gerekir.        
Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

24 Mayıs 2019 Cuma

Ergenlik Dönemi

Ergenlik dönemi sadece çevre faktörünün tetiklediği bir süreç midir? 

Ergenlik nedir? Ergenlik her bireyin çocukluk döneminden sonra yaşadığı, bireyselleşme ve kendi ayakları üzerinde durmaya alışmak için alıştırmalar, deneme-yanılmalar yaptığı, gelişimin sağlıklı ve doğru bir yolda ilerlediğini gösteren, tüm olumlu-olumsuz yaşantılarıyla yaşanması gereken bir gelişim dönemi olarak adlandırılabilir. Her birey bu geçiş dönemini mutlaka yaşar. Ancak hangi yaşta hangi evreden geçeceği bireyin tüm alanlardaki gelişimi ile paralel ilerlediğinden, her birey bu evreleri farklı yaş veya ay dönemlerinde yaşayabilir.

Meydana gelen fiziksel ve fizyolojik değişiklikler ile başladığını söyleyebileceğimiz erinlik dönemi, ergenliğin ilk basamağıdır. Bu değişiklikler, hipotalamusun uyardığı  hipofiz bezinin salgıladığı büyüme hormonlarının salınımı ile aktive olmaya başlar. Bu aktivasyon ile birlikte ergenlerde ani başlayan bir büyüme atılımı ortaya çıkar. Bu atılım sürecinde bireylerin boylarında, kol ve bacaklarında uzama, el ve ayaklarında büyüme gözlemlenmeye başlar. Bu hızlı büyüme sürecinde ergenler hayatlarının en çirkin dönemlerini yaşamaktadırlar ve bu çirkinlik dönemine eşlik eden bir “Ne oluyor?” kaygısı ortaya çıkmaktadır. Bu fizyolojik değişikliklerin getirdiği fiziksel farklılıklar sakarlık, beceriksizlik dengeyi kurmakta ve korumakta zaman zaman zorluklar yaşama gibi sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. İşte bu noktada çevrenin ve çevresel faktörlerin ergen üzerindeki etkileri devreye girmeye başlıyor. Ergenlik dönemindeki bireyler için çevrenin kendilerine yönelik bakış açıları ve düşünceleri çok önem kazanmaktadır. Bu nedenle çevreden ergene gelen dönüt, ergen için çok değerlidir. Bu geri bildirimler, ergenin kendine bakış açısının ve hatta davranış örüntülerinin ve özelliklerinin şekillenmesini sağlayabilmektedir. Olumlu geri bildirimler alan ergenler için şekillenen olumlu yaşantılar, olumsuz geri bildirimler alan ergenler için hayal kırıklığı yaratan durumlar olabilmektedir. Ergenlerin birbirleriyle dalga geçmeleri, arkadaş grupları tarafından kabul görmeme gibi durumlar, zaten fiziksel olarak birtakım “garip ve tarif edilmesi karmaşık” değişiklikler yaşayan bireylerin kendileriyle ve farklılıklarıyla ilgili farkındalık geliştirmesine ve bu düşüncelerin ergenlerin öz-benlik ve öz-saygı ile ilgili alanlara da olumsuz etki yapmasına sebep olabilmektedir. Hatta, olumsuz geri bildirim veren kişiye karşı negatif bir algı ve düşünce geliştirerek, ergenlik döneminde çok önemli olan arkadaşlık ilişkilerini bu eleştiriler doğrultusunda geliştirmek bile yaşanan sonuçlar arasında yer alabiliyor.

Ergenlik döneminde başarı ile üstesinden gelinmesi gereken görevlerden biri hatta ilki, bedenimizi kabul etmektir. Fiziksel açıdan çekici olarak kabul edilen insanların toplum içinde daha çok kabul gördükleri, çekici olmayan insanların ise çevre ile olan etkileşim ve iletişimlerinde güçlükler yaşadıkları araştırma sonuçlarından elde edilen bilimsel verilerdir. 

Hayatın en çirkin dönemi olarak adlandırılan ve fiziksel olarak yaşanan değişimlerle süregelen ergenlik döneminde bireyler birçok çelişki ile baş etmeye çalışmaktadırlar. Bir taraftan kendi ayakları üzerinde durmak için ebeveynleri ile alışılagelmemiş bir güç savaşına girerken, dönem dönem ne yapacaklarını bilemeyip onların çözüm yollarına ihtiyaç duyarak başvurmak zorunda kalabilmektedirler. Kendi bedenlerinde olan gelişmeler, onları ayna karşısına geçerek kendilerini incelemeye yöneltmekte, ancak aynada gördükleri görüntü ile televizyonlarda, gazete ve dergilerde, internet sitelerinde gördükleri bedenler arasındaki farklılıklar onları şaşırtmaktadır. Bu çelişki karşısında da ne yapacaklarını bilememekte ve hayal kırıklığına uğrayarak kendilerini beğenmemek gibi bir durumla karşı karşıya kalabilmektedirler. Bu durum, ergenlik döneminde sıklıkla rastladığımız yeme bozukluklarına sebep olabilmektedir. Ayrıca bu sıkıntı ile baş etmekte zorlanan bireylerin benlik ve kendilik algıları ile ilgili fikirlerinde olumsuz yönde değişmeler görülebilmektedir. Bu olumsuzluklar ergenleri depresif duygu durumlarına doğru götürebilmektedir. 

Beden imgesi ile ilgili yaşanan ve çevre tarafından beslenen bir diğer durum da ergenin erken ya da geç olgunlaşmasıdır. Ergenlerin ayna karşısında kendileri ve beden imgeleri ile ilgili düşünceleri şekillenirken, çevreden gelen geri bildirimler de bu şekillenmeye yardımcı olurlar. Bu etkileşimde en önemli faktörlerden biri diğer ergenlere kıyasla olgunlaşmanın erken ya da geç oluşudur.

Erken olgunlaşan ergenler genellikle daha çabuk büyüdükleri için çevre tarafından onlara daha çok sorumluluk yüklenmektedir. Geç olgunlaşan ergenler ise erken olgunlaşanlara oranla çocukluk yıllarını daha uzun yaşar gözükmektedirler. Çevreden onlara giden mesaj hala çocuk oldukları yönündedir. Yaşanan bu iki farklı durum her iki grup içinde taşınması ağır bir yükü işaret etmektedir. Erken olgunlaşan birey çevreden gelen mesajlar doğrultusunda yaşından ve bedensel ve bilişsel düzeyinin karşılayabileceğinden daha zor bir problemi çözme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Geç olgunlaşan birey ise istifa etmiş olduğunu düşündüğü çocukluk mesleğinin yükümlülüklerini hala yerine getirmek zorunda olduğunun çevreden gelen baskısını üzerinde hissetmektedir.

Artık çocukluk döneminden çıkan ve çevresi tarafından “Artık büyüdün.” mesajını alan ergene yine çevresi ve içinde yaşadığı toplum tarafından bazı sorumluluklar ve roller yüklenmektedir. Bir yandan bedensel gelişimi ve onun yankılarıyla başa çıkmaya çalışan ergenin yaşadığı bir diğer çelişki de bu büyüme meselesi ile ilgilidir. Ev dışındaki sosyal çevresinde, arkadaş ortamında her şeye tek başına karar verebilen ve kendi istekleri doğrultusunda tercih yapabilen birey, ev ortamında belki de hala anne-babasının verdiği kararlara uymak zorunda kalabilmektedir. Bu ikilem, bireylerin rol çatışmaları yaşamasına sebep olabilmektedir. Yani, alışverişe arkadaşları ile çıktığında kendi parasını kendi ödeyen ergen, ebeveynleri ile dışarı çıktığında hala maddi olarak onlara bağımlı olduğunu anımsamaktadır. Bazen çocuk bazen ergen oluyor olmak, birey için güç bir durum ile baş edebilmeyi gerektirmektedir.

Yaşı büyüdükçe ergenin yaşam alanı da genişlemektedir. Çevreden gelen yeni ve farklı beklentiler bireyi dengesizliklere sürükleyebilmektedir. Arkadaş gruplarının ve ebeveynlerinin farklı beklentileri arasında kalan ergen, ne yapacağını bilemez ve çaresizliğe kapılır. Problem çözme ve yeni çevreye ayak uydurma becerilerinde yetersizlik yaşayan, neden-sonuç ilişkilerini kurmakta zorluklar yaşayan ergen, bu geçiş döneminde fırtınanın içinde kalmakta ve oradan nasıl çıkacağını arayarak bulmaya çalışmaktadır.

Yakın çevreden gelen beklentilerin yanı sıra toplumsal bir bakış açısı ile baktığımız zaman yaşadığı toplumun da ergenden bazı beklentileri vardır. Çünkü o toplumu geliştirecek ve yarınlara taşıyacak olan kişiler şu anda büyümekte olan bireylerdir. Örneğin bir otobüse bindiğimiz zaman klasik olarak şöyle bir örnekle karşılaşabiliriz. Yaşlı bir teyze otobüse biner ve oturacak yer yoktur. Etrafına bakınmaya başlar. Bu durum genellikle iki şekilde sonuçlanır. Ya gençlerden biri teyzeye yer verir. Ya da kimse yer vermez. Türk toplumunda genellikle yaşlılara yer verilmektedir. Eğer teyze oturacak yer bulursa gence teşekkür eder ve çevresindekilere “Bu ülke onlara emanet, ne iyi yetişmiş bir çocuk, keşke hepsi böyle olsa!” der. Bu ufak sohbette bile aslında toplumun ergenlere yüklediği bazı rollere ait ipuçları bulunmaktadır. Bu ülkenin emanet edileceği kişiler elbette yetişen bireylerdir ve toplu taşıma araçlarında bile bu sorumluluk onlara fısıldanmaktadır. Eğer hiçbir genç teyzeye yer vermezse o zaman teyze kızar ve “Bu ülke bunlara mı emanet edilecek, vah vah!” diyerek bir serzenişte bulunabilir. Burada da toplumun gençten beklediği bazı şeyler olduğu ancak gencin şu anda bunu kesinlikle yerine getirmiyor olduğu ve kendinden yaşça ve yaşamca tecrübeli kişileri hayal kırıklığına uğrattığı, hatta bu kişilerin gencin davranışından dolayı memleketin geleceği ile ilgili kaygıları olduğu mesajları saklıdır. İşte en ufak bir davranış bile toplumun gençten bekledikleri olduğunu ona hatırlatmaya yetmektedir.

Ergenlik döneminde meydana gelen bütün değişiklilerin altında yatan nedenlerden biri de cinsel dürtülerdeki artıştır. Bu dürtülerin şekillenmesinde çevrenin rolü çok büyüktür. Ancak çevreye sıra gelmeden önce aktive olması gereken bazı hormonlar bulunmaktadır. Şef bez olan hipofiz bezinin tetiklediği büyüme ve cinsellik hormonları, bireysel genetik kodlama ve programlama doğrultusunda harekete geçer. Bu kodlama, her bireyde doğuştan getirilmekte ve birey yeterli olgunluğa ulaştığı zaman harekete geçerek ergenliğe giriş belirtilerine start vermeye hazırlanırlar. Uygun zaman gelince, hormonların aktivasyonu başlar. Düzenleyici genler hipofizi harekete geçirir ve FSH, LH, JCSH ve ESTRAİDOL hormonları genetik kodlanmaları doğrultusunda ergenlerin gelişimine katkıda bulunmaya başlarlar. FSH hormonu erkeklerde sperm hücrelerinin oluşumunu, kızlarda yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlar. LH hormonu kızlarda östrojen ve progestron salınımını sağlar. JCSH hormonu erkeklerde testosteron salgılanmasını, bu sayede de cinsel organlarını gelişimini ve ses tonunun değişerek kalınlaşmasını sağlar. ESTRAİDOL hormonu ise kozlarda memelerin ve uterusun gelişimini sağlar. İnsan hayatı boyunca toplam iki kere salınan bu hormonlar ve hormon salınımı sonucu ergenin vücudunda meydana gelen değişikliklere Birincil Cinsiyet Özellikleri adı verilmektedir. Kızlar bedenlerinde başlayan bu gelişmelerden sonra birçok toplumda ergenliğin başı olarak ifade edilen ay hali ile karşı karşıya kalırlar. Erkeklerde ise gece aldatmaları ergenliğin başı olarak adlandırılır. 

Birincil Cinsiyet Özelliklerinden sonra devreye bir de İkincil Cinsiyet Özellikleri girer. Bu özellikler vücutta kıllanma, vücuttaki yağ dokusunun artışı, terleme, erkeklerde adem elmasının ortaya çıkması, vücut hatlarının şekillenmesi olarak özetlenebilir. 

Ortaya çıkan tüm bu cinsiyet özellikleri bireylerin cinsel farkındalıklarını harekete geçirmektedir. Bu farkındalığın harekete geçmesi bu özellikler ile başlamakta ve çevrenin tetikleyici özellikleri ile doruğa çıkabilmektedir. Medyadaki imrenilen modeller, bedeni ile ilgilenmeye ve sadece kendiyle ilgilenirken içe dönmeye başlayan ergenler için uyarıcı bir hale bürünmektedir. Yaşanan içsel çatışmaları çözemeyen ergenler, savunma mekanizmalarını devreye sokarak bu sayede bu durumla baş etmeye çalışırlar.

Tüm bu fiziksel, cinsel ve fizyolojik gelişimlerin yanı sıra ergenlik döneminde görülen en önemli gelişim ve değişim basamaklarından biri de ergenin bilişsel düzeyinde görülen değişimdir. Ergenlik dönemiyle birlikte merkezi sinir sisteminde de bazı hareketlenmeler olmaktadır. Özellikle prefrontal kortekste meydana gelen hızlı değişiklikler zihinsel hareketlenmeleri arttırmaktadır. Aksonların üzeri miyelin kılıfı ile kaplandıkça gri olan beynin rengi parietal-frontal ve pefrontal lobda yoğun olarak beyaza doğru değişmektedir ve beyindeki bilgi akışı hızlanmaktadır. Beyindeki elektriksel dalgalar ve organizmada görülen değişiklikler ve “Nasıl olsa bana hiçbir şey olmaz.” düşüncesi sosyal tecrübe azlığı yaşayan ergenleri risk alma davranışlarına ve hareketin fazla olduğu aktivitelere yönlendirmektedir.

Ergenlik dönemindeki bireyler bilişsel gelişimleri doğrultusunda varsayımsal olarak düşünebilmeye, problem çözmeye, mantık yürüterek muhakeme edebilmeye, sorgulamaya başlarlar. Bu süreçte çevrelerinden gelen uyarıları hepsini koşulsuz olarak kabul etmeden önce kendi mantık süzgeçlerinden geçirir, sorgular ve eğer kendilerine uygun gelirse kabul ederler. Bu yaş grubundaki kişilerde ya siyah- ya beyaz, ya doğru- ya yanlış olduğu için sunulan öneriyi ya kabul ya ret ederler. Belki olabilir gibi bir düşünceleri yoktur. 

Ergenlik döneminde yaşanan tüm bu gelişmeleri ve değişmeleri göz önüne alarak analiz ettiğimiz zaman, ortaya şöyle bir görüntü çıkmaktadır. Ergenlik bireyde birtakım fizyolojik, fiziksel ve bedensel değişikliklerle başlamakta, bu değişikliklere bilişsel değişimler eşlik etmektedir. Yani bireyde ilk başlayan değişim organizmada-bedende başlamaktadır. Bu değişimlerin farkındalığı ise bireye çevreden gelen mesajlar ile ulaşmaktadır. Bir süre sonra çevreden gelen bu mesajlar ergen için önem kazanmakta ve ergenin duygusal ve sosyal gelişimine etki etmektedir. Bu mesajla ile birey bedeninde başlayan değişimleri şekillendirmeye devam etmektedir. Olumlu gele çevresel uyaranlar ve mesajlar bireyin oluşmakta olan kimliğine olumlu katkılar yapmakta, olumsuz gelen mesajlar ise kimlik gelişimine negatif etkide bulunmakta ve benlik algısını olumsuz yönde etkileyerek yetişkin yaşantısına sağlam olmayan yatırımlar yapabilmektedir. 

Yani ergenlerin gelişiminde çevre tek başına olayı başlatan bir faktör değildir. Bireyi bu değişime tetikleyen içsel faktörleri şiddetle destekleyen ve bireyin şekillenmesinde üst düzey rol oynayan bir faktördür. Belki de bu soruyu şu şekilde özetleyebiliriz: ergenlik döneminde bireye eşlik eden başrol oyuncuları; bireyin gelişimlerini tetikleyen hormonlar, genetik kodlamalar, bilişsel ve fiziksel değişimlerdir. En etkili yardımcı rol ise bu değişimlere geri bildirim veren çevreye düşmektedir.

Ergenlik döneminde bulunan bireylerin üstlendiği görevlerden biri de duygusal olarak diğer yetişkinlerden bağımsızlığını alarak kendi ayaklarının üzerinde durabilme becerisini kazanmaktır. Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren ilk görevi sağlıklı ve güvenli bir bağlanma ilişkisini gerçekleştirmek olan birey, doğumdan sonraki ilk yıllarda da hep yetişkin kontrolü, desteği ve süper vizyonuna ihtiyaç duymaktadır. Ergenliğe giriş ile birlikte bireyin yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde durabilmeye yönelik gelişimi başladığından ergen ve anne-baba arası çatışmalar baş göstermektedir.

Bilişsel gelişimi ergenlik döneminde hızla devam eden birey, muhakeme etme, akıl yürütme ve sorgulama becerilerinin edinimi ile birlikte bu yaşına dek evde konan tüm kurallara itiraz etmeden uyma davranışı gösterirken, bu dönem ile birlikte bu kuralları neden sorgulamadan kabul ettiğini düşünmeye başlar. Neden dışarı çıkarken izin almak zorundadır? Neden saat 6’da evde olmak zorundadır? Neden birlikte dışarı çıkacağı arkadaşlarını ailesi tanımak zorundadır? Neden ailesinin yatmasını söylediği saatte yatmak zorundadır? Neden ödevlerinin annesinin söylediği saatte yapmak zorundadır? Kendi istediği saatte de pekala ödevlerini tamamlayabilir. 

Kuralları sorgulama evresi, ergenin ibresini yavaş yavaş kuralları koyan kişilere doğru çevirmeye başlar. Bugüne dek evde otorite figürü olan ve her dedikleri koşulsuz olarak kabul edilen anne ve baba,  çocuklarının ergenlik dönemi ile birlikte her dediklerini artık itiraz etmeden, nedenini sorgulamadan ve mantık temelli bir açıklama duymadan kabul etmeyen bir birey olduğunu fark etmeye başlarlar. 

Bu dönemde ergenler anne-babaları tarafından anlaşılmadıklarını, yaşadıkları hakkında anne-babasının en ufak bir düşüncesi olmadığını düşünür. Anne-babalar da anlaşılmadıklarını, çocuklarının neden bu kadar değişken olduğunu, neden onların koyduğu kuralları ve değerleri sorguladıklarını ve eden onlara karşı geldiklerini düşünürler. Ergenin gözünde anne-babası artık kusursuz kişiler değildir. Ergen artık ebeveynlerine eleştirel bir bakış açısı ile bakmaya başlar. Aslında tüm bu değişmeler ergenin kimlik mücadelesi içinde olduğunu bize gösteren ipuçlarıdır.

Ergenlik dönemindeki bireyler hayatın birçok anında ve alanında ikilemler ile karşı karşıya kalırlar. O gün canları sinemaya gitmek istemektedir. Hemen arkadaşlarına telefon ederler ve bir film seçerek gitmeye karar verirler. Ancak arkadaşları yanlarında kuzenlerini de getireceğini söyleyince bütün plan suya düşebilir çünkü kuzenler küçüktür ve onlarla geziyor görünmek çevreden pek olumlu geri bildirimler almayacak belki de alay konusu olacaktır. Sırf kuzenler geleceği için çok görmek istedikleri filmden bir dakika önce çok gitmek isterken bir anda vazgeçip fikir değiştirebilirler. Bu tarz ikilemleri her an yaşayabilirler. Ya da ergen yeni kıyafetler almak istemektedir ve ebeveynlerini gidip alışveriş yapmaya ikna etmiştir. Sıra evden çıkıp alışveriş merkezindeki dükkanları gezmeye geldiğinde ise ergen evde hevesle alacağını anlattığı kıyafetlerin neredeyse yüzüne bile bakmamaktadır.

Anna Freud’a göre ergenlik dönemi 2,5 yaş döneminin tekrarı gibidir. Bu yaştaki bireyler tıpkı çocukluğun ilk yıllarında olduğu gibi içe dönebilirler. Bedenlerindeki farklılaşma ve gelişim bireyi iç dünyası ile baş başa bırakabilir. Ergenlik dönemi ile birlikte bastırmakta oldukları cinsellik dürtüleri yavaş yavaş karşılarına çıkmaya başlar. Erken çocukluk döneminde yaşanmış olan ödipal karmaşa bu sefer çözümlenmek üzere ergenin karşısındadır. Ancak çocukluk döneminde karşı cinsten olan ebeveynle özdeşleşerek geçici olarak çözülmüş olan bu karmaşa, şimdi nasıl çözülecektir? 

İşte burada devreye ergenin geliştirdiği savunma mekanizmaları girmektedir. Anna Freud’ a göre ergenler bu durumda devreye özdeşleşme mekanizmalarını sokmaktadır. Böylece ergenler hemcinsleri olan ebeveyn ile özdeşleşmeyi bir çözüm olarak kullanırlar. Erkek ergen babası, kız ergen annesi ile özdeşleşir. Ancak yine de anne-babayı beğenmeme, onları eleştirme, sorgulama süreci devam etmektedir. Bu dönemde ergenler hem bu savunma mekanizmalarının hem çevrenin hem de dürtülerinin etkisiyle arkadaşlara doğru bir yönelim içine girerler. Anne-babalarında arayıp bulamadıklarını hatta farkında olmadan anne-babalarında olanları arkadaşlarında ararlar. Ancak bulamazlar. Bu da ergenleri sık sık arkadaş değiştirmeye yöneltir. Ergenin iç dünyasında neler olup bittiğine anlam veremeyen anne-baba, çocuklarının neden bu kadar sık arkadaş değiştirdiğini anlayamaz. Bu da ev içinde arkadaşlar ile ilgili sohbetler açıldığı zaman anne-babanın ergeni bu konuda sorguya çekmek istemesi, ergenin özgürleşmeye çalıştığı bu dönemde neden hala ona karıştıklarını sorgulaması ve sorulara yanıt vermemesi ve genellikle anne-babanın sorunun cevabına ulaşmak için üsteleyerek ergeni sohbet ortamından kaçırtmaları ile son bulmaktadır. Bu olaydan çocuk bazı dersler çıkarmıştır. Bir daha ebeveynlerine arkadaşları ile ilgili bir şey anlatmamaya karar verebilir. Bu da riskli bir yaş grubunda olan ergeni ailesinden uzaklaştırabilir ve ailenin yapmasından hoşlanmayacağı davranışlara (sigara-alkol kullanma, okulu kırma, geç saatlere kadar gezme, ailenin sevmediği tarzda müzik dinleme, vs.) yönlendirebilir. Çünkü ergene göre bu davranışlar belki de ailesini cezalandırmak için keşfettiği bir yöntem olabilmektedir. 

Blos’a göre ise ergen karşına tekrar çıkan bu ödipal karmaşayı geriye dönerek çözebilecektir. Blos burada iki türlü çatışmadan söz etmektedir: a) negatif ödipal çatışma b) pozitif ödipal çatışma. Negatif ödipal çatışmada ergen, karşı cinsten olan ebeveyne sevgisini yönlendirmekte, pozitif ödipal çatışmada ise sevgisini hemcinsi olan ebeveyne yöneltmektedir. Eğer ergen bu çatışmayı sonlandırabilirse, aile dışındaki nesneler yönelmesi daha kolay olacak ve ergen ebeveynlerinden ayrışarak bağımsızlığa doğru yönelecektir.  Bu durum ise ebeveyn-ergen arası izin alma, ev dışında geçirilen saat sayısını ayarlama, izin alabilme ya da almaya gerek duymama gibi sıkıntıları beraberinde getirebilmektedir.

Ergenlerin bu dönemde kullandığı bir diğer savunma mekanizması ise çileciktir. Ergenin bu zamana kadar bastırmış olduğu dürtüleri açığa çıkmaya başlamıştır. İd bu dürtülerin hemen ihtiyaçlarını gidermesini söylemektedir. Ödipal dönem sonucunda gelişmeye başlayan süper ego ise bu ihtiyaçları bastırmaktadır. Bu durum ergeni rahatsız etmektedir. Bu nedenle ergen çilecilik savunma mekanizmasını devreye sokar ve haz alma durumunu erteleyerek kendini bu durumdan uzaklaştırır. Burada devreye entelektüelleştirme savunma mekanizması devreye girebilir. Birey yaşadığı bu durumu daha mantıklı bir şekilde açıklar ve konuyu değiştirerek tartışmalara katılmaya başlayabilir. Bu durumda ergeni aile platformunda evin ekonomisinin nasıl planlanacağı gibi konularda fikir beyan ederken bulmak mümkündür. Burada devreye süper ego da girmektedir. Gelişmekte olan süper ego, ergenin var olan potansiyelini fark etmesinde yol gösterici bir rol oynamaktadır. Kendi gücünün farkına varmaya başlayan ergen daha çok sorumluluk almaya başlayabilir böylece kendini aile platformunda söz sahibi hissederek önerilerde bulunabilir. Bu da çocuklarının büyümeye başladığını ebeveynlere gösteren bir durum olarak kendini göstermektedir ve aslında ergenin önerilerde bulunuyor olması anne-babanın hoşuna gidebilmektedir.

Kendi potansiyellerinin ve iç güçlerinin farkına varmaya başlayan ergenler, Blos’a göre anne-babalarından ayrışarak hayatlarına devam etmek istemektedirler. Blos bu dönemi, çocukluğun 2,5-3 yaş dönemine benzetmektedir. Nasıl ki o dönemdeki çocuk her soruya “Hayır.” yanıtı ile karşılık vermekte, oyuncaklarını kimseye vermeyerek içe dönmekte ve benmerkezci davranmakta, masada duran telefonu alıp fırlatarak gücünü denemekte ve çevreye gücünü göstererek kendini kabul ettirmek istemekte ise; ergenler de anne-baba ile ilişkilerini minimuma indirerek artık onlardan ayrılabileceklerini hem kendilerine hem anne-babalarına hem de çevreye kanıtlayarak güçlerini göstermek istemektedirler. Bu bireyselleşme sürecine Blos, Margaret Mahler’in “Birinci Bireyselleşme Süreci”nin ardından “İkinci Bireyselleşme Süreci” adını vermiştir. Bu süreçte ergenin temel amacı anne-babadan ayrışmak ve kendi yapılarını sağlamlaştırmaktır. Bu dönemde ayrışma çabasında olan ergen, tıpkı çocuklukta kullandığı geçiş nesneleri gibi aracılara ihtiyaç duyar. Bu nesneler çocuklukta bir ayıcık, bir oyuncak köpek olabilirken, ergenlikte ise bu nesnelerin yerini arkadaşlar, yaşanan anıların yazıldığı hatıra defterleri, yaşananların anlatıldığı şiir defterleri, hayran olunan ünlülerin fotoğraflarının toplandığı albümler almaktadır. 

Bu geçiş nesneleri, ergenlerin bireyselleşme sürecinde ailesine daha eleştirel bir gözle bakmasına neden olabilmektedir. Daha önceden hep “doğru” olarak kabul ettiği her şey artık bir sorgudan geçmektedir. Bu dönemde de zıtlıklar ergenin hayatında yer almaktadır. Ergenler bir yandan ebeveynlerini çok severken, bir yandan da onlara eleştirel bir bakış açısıyla bakabilmektedirler. 

Bu dönemde de ergenlerde bazı regresif durumlar söz konusu olabilmektedir. Aslında bu regresyon bir savunma mekanizması olarak da adlandırılabilir. Ancak bu durumlar anne-baba için çocuklarına uyarı yapılması gereken birer durum olarak görülmektedir. Örneğin ergenler kendilerini banyoya kapar ve saatlerce oradan çıkmayabilirler. Haftada bir kere saçlarını yıkamak onlara yeterli gelmektedir. Saçlarına her gün jöle sürerler ama bir önceki gün sürdüklerini yıkamadan…En çok sevdikleri siyah t-shirtleri üç gündür üstlerindedir ama onu çıkarıp yıkanması için makineye atmak akıllarından bile geçmez…İşte bu tür gerilemeler ebeveynleri çıldırtmaktadır. Odalarını toplamamaları, üst-başlarına gereken önemi vermiyor olmaları ergen-ebeveyn etkileşiminde yaşanan tartışmaların bir diğer sebebi olmaktadır.

Blos’a göre ergenlik altı evreden oluşmaktadır. İlk dönem olan latent dönemde ergen çatışma yaşamamaktadır, eğere çocukluk döneminden kalan çatışmaları halen devam ediyor ise onları çözmektedir. İkinci dönem olan ergenlik öncesi dönemde ergen, negatif ödipal çatışma yaşamaktadır ve bu çatışma onu akran grubuna yöneltmektedir. Üçüncü dönem olan erken ergenlikte ergen halen negatif ödipal çatışmayı yaşamaya devam etmekte ve aile dışındaki nesneler ile bu çatışmayı çözmeye çalışmaktadır. Dördüncü dönem olan orta ergenlikte birey pozitif ödipal çatışmayı ortadan kaldırmaya uğraşmakta ve yine çözümünü aile dışı nesnelerde aramaktadır. Geç ergenlik döneminde ise yaşana ödipal çatışma artık son bulur ve bu sayede cinsel kimlik yerleşmeye başlar. Orta ergenlik döneminden itibaren ergenler karşı cinsten bireylere ilgi duymaya başlar ve karşı cinsle olan ilişki ergen için doyurucu ve en önemli ilişki şeklini almaya başlar. Bu sağlıklı bir gelişim sürecinin ilerlediğinin göstergesidir.

Ergenliğin tüm bu evrelerinde aslında birey bağımsızlaşma, kendi ayakları üzerinde durabilme, kendini ifade ederek söz sahibi olma ve karar verebilme yetkisine sahip olabilmeyi istemektedir. Ergenin tüm bu istekleri hem kendisi hem de anne-babası için yeni ve uyum sağlaması güç süreçler olabilmektedir. Burada anne-babalara düşen rol; çocuklarının büyümeye başladığın kabul ederek onlara destek olmak, değerli olduklarını ve ne olursa olsun her koşulda karşılık beklemeksizin sevildiklerini hissettirmektir. Evet, ergenlik hepimizin yaşadığı, zorlukları olan ama yaşanmadan gelişilmesi ve öğrenilmesi mümkün olmayan bir süreçtir. Eğer ebeveynler bu süreci kendilerinin de yaşadığını unutmazlarsa bu değişim süreci herkes adına daha sağlıklı bir şekilde noktalanacaktır.

Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

17 Mayıs 2019 Cuma

Yalnız Yatmanın Önemi

Çocukların fiziksel bir nedenden kaynaklanan durumlar haricinde yataklarında kendi başlarına rahat bir şekilde ve kısa sürede uykuya dalamamaları ve derin bir uyku uyuyamamaları psikolojik olarak olgunlaşmayla ilgili bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Bu problemin başlangıcı ve devamında anne baba tutumları da oldukça etkili olmaktadır. Uyku alışkanlığının oldukça küçük yaştan itibaren belli bir disiplin içerisinde sürdürülmesi gerekmektedir. Yalnız uyuyan çocukların kendilerine olan güvenleri artmaktadır. Dolayısıyla tek başına uyumakta zorlanan çocukların psikolojik olgunlaşma açısından yeterli olmadığı da düşünülebilir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren dış dünyaya karşı hem korku duyan hem de güven ihtiyacı içerisinde olan bebeğin uyku halindeyken de kendini güvende hissederek uykuda kalabilmeyi deneyimlemesi çok çok önemlidir. Bu güven duygusunun çocuğun ebeveynleri tarafından korunduğu ve ihtiyaçlarının karşılandığı ortamda geliştiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla anne babanın çocuklarının her türlü ihtiyacını düzenli ve yeterli olarak karşılayamadığı bir durumda çocuğun yalnız yatma ile ilgili korku ve kaçınmalar geliştirmesi olasıdır. Böyle durumlarda anne babanın da çocuğun korkuları ve kaçınmaları karşısında fazlaca kaygılanıp yataklarında uyumasına izin vermeleri sık gözlenen bir durumdur. 

    Bu sorunun uzun sürmesi halinde ise çocuğun ve ebeveynin ilişkisi de bundan oldukça etkilenmektedir. Bazı durumlarda anne babanın da çocuğunun yanlarında kalmasını istediği durumlar görülebilmektedir. Özellikle yoğun çalışan, çocuğuyla çok az vakit geçirebilen ve onunla yeterince ilgilenemediği için suçluluk hisseden ebeveynler akşam uyku vaktinde çocuklarının yanlarında yatmasını tercih edebilmektedirler. Ancak bu durumun çocukların psikolojik olgunlaşmasına olumsuz etki ettiğini fark edemeyebilmektedirler. Özellikle korkuları dolayısıyla anne babanın yanında yatmayı tercih eden çocuk karşısında anne babanın nasıl bir tutum sergilediği önemli olmaktadır. Anne babanın çocuğun korkusu yüzünden onunla yatmayı kabul etmesi çocuk için kısa vadede rahatlatıcı olmakla beraber çocuğa giden mesaj daha farklı bir şekilde de yorumlanabilmektedir. Çocuğa anne babası tarafından ‘ sen korkuyorken yalnız yatmak imkansız, korkularınla yanında biz olmadan baş etmen çok zor, yanımızda kalmalısın’ anlamında bir mesaj da gidiyor olabilir; bu da çocuğun anne babasına bağımlılığını arttıracak, kendi başına var olan korku ve diğer sorunlarla baş etme becerisine yönelik öz güvenini azaltabilecektir. 

    Çocuk sürekli gece uyuyamamaktan bahsediyor, kabuslar görüyor, size yalnız yatamadığından bahsediyor ve yanınıza gelmek istiyorsa çocuğun günlük hayatını da olumsuz yönde etkileyen bir takım baş etmekte zorlandığı kaygı ve korkuları olabilir. Bu kaygılar bazen anne, bazen baba bazen de anne babanın ilişkisi ile ilgili de olabileceği gibi arkadaş, okul, öğretmen gibi farklı sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuğun anne babasının onun bu taleplerini eleştirmek yerine onu zorlayan olumsuz durumları ve duygularını dinlemesi gerekmektedir. Çocuğun davranışlarını eleştirmek yerine onu salt olarak dinlemek ve anlaşıldığını hissettirmeniz önemli olacaktır. Ancak her koşulda çocuğun korkuları karşısında yanınıza gelmesine izin vermeniz doğru bir yardım olmayacaktır. Çocuğun anne babasının yatak odasının da kendi odasının da bir sahibi olduğunu ve kişilere özel bir alan olduğunu bilmesi gerekmektedir. Bu gibi sorunlarla anne baba olarak çocuğunuzun zor baş ettiği ve sizlerin de zorlandığınız bir dönemde profesyonel bir yardım almanız yararlı olacaktır.


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Çocuğun Yaşamında Babanın Rolü

Çocukla kurulan iletişimde her zaman anne daha önde görülür. Ve babalar da genelde, belki biraz da kolaylarına geldiği için, geri planda kalmayı tercih ederler. Oysa çocuğun yaşamında babanın rolü en az anne kadar önemli. İşte, bu konuda Belgin Temur’un verdiği bilgiler...

Babalık rolü tıpkı annelik gibi çocuğa sahip olmayı istemekle başlıyor. Her iki eşin de çocuk sahibi olmaya karar vermeleri, kendilerini bu göreve hazır hissetmeleri önemli. Baba adayının çocuklarıyla ilk iletişimleri annenin hamilelik döneminde eşine yardımcı olmaya başlıyor.

Hamileliğin her aşamasını takip etmek, anneye bebeği hazırlık aşamasında psikolojik destek vermek, bebeğin gelişimini takip etmek, doktor kontrollerinde bulunmak bu role hazırlığın önemli adımları. Doğumdan itibaren bebeğin ihtiyaçlarının karşılanmasında anneye yardımcı olmak da yine bebekle fiziksel-psikolojik etkileşimin oluşumunda etkili. Özellikle babaların bebekleriyle beden temaslarının olması ve göz teması kurmalarının önemi büyük. Çocuğun doğumundan itibaren onunla yoğun bir iletişim halinde olan babaların, hayatları boyunca çocuklarıyla daha sağlıklı iletişim kurma olasılıkları artıyor.

Seksüel gelişim ve baba

Babanın çocuk üzerindeki en önemli rollerinden biri de çocuğun psiko-seksüel gelişimi üzerindeki etkileri. Kız ve erkek çocukların doğuştan getirdikleri kendi cinsiyet rollerine ait özellikleri ancak sağlıklı modellerin izlenmesi ve taklit edilmesi yolunda gelişebiliyor. Babanın aile içinde tavrı, fonksiyonu, çocuğuyla kurduğu yakın, açık ve güvenli bir ilişki, özellikle erkek çocuğun babayla özdeşleşmesini kolaylaştırıyor ve kendi cinsiyet rolünü geliştirmesine yardımcı oluyor. Erkek çocuklar taklit edebilecekleri ya da yakın ilişki kurarak özdeşleşebilecekleri iyi bir model bulamadıklarında kendi cinsel kimlik gelişimleri bu durumdan olumsuz etkileniyor. Ya da babanın aile içinde yeterince etkin olamadığı durumlarda erkek çocukların maskülen özelliklerinin yeterince gelişememesi riskinin oluşabileceği biliniyor. Aynı şekilde kız çocuklar için de babanın rolü, karşı cinsi anlaması, kendine güveninin geliştirebilmesi açısından önem taşıyor. Babayla iletişimde bulunarak erkeklere karşı nasıl tepkide bulunacaklarını ve erkeklerin kendi cinsiyetlerine nasıl tepkide bulunduklarını öğreniyorlar. Yetersiz baba modeli ya da yoksunluğu, kız çocukları özellikle ergenlik döneminde etkiliyor ve ergenlik sıkıntılarının daha şiddetli yaşanmasına neden olabiliyor.

Baba ve disiplin

Çocuğun gelişiminde, hayata hazırlanmasında uygun disiplin yöntemlerinin kullanılmasının önemi büyük. Disiplinin oluşturulmasında anneye de babaya da önemli görevler düşüyor. Anneler genelde çocuklarıyla daha fazla zaman geçirebilmek ve bu nedenle kuralları uygularken pratikteki zorluklar nedeniyle tutarlı davranamayabiliyorlar. Bu noktada babanın sadece kızan, bağıran, otoriteyi temsil eden, kendisinden korkulan ve tehdit unsuru olarak kullanılan rolde tutulması sıkça rastlanılan bir durum oluyor. Oysa bu tutum hem çocukların yeterince disipline edilememelerine hem de babaya iletişimden uzak bir rol verilmesine neden oluyor. Bunun yerine annenin de babanın da belli esneklikleri de bulunan, mümkün olduğunca ortak disiplin ilkeleriyle yaklaşmaları gerekiyor. Çocuklarıyla daha az zaman geçirmek, kurallarında daha tutarlı olmaları konusunda zaman zaman babalar için avantaj oluşturabiliyor. Ama bu avantajı babayı korku objesine çevirerek dezavantaja dönüştürmemek gerekiyor. Ve disiplin oluşturulurken çocukların duygularının değil, davranışlarının kısıtlanması ya da başka deyişle istenmeyen ve uygun olmayan davranışların uygun olanlarıyla değiştirilmesi esas olmalı. Babalar bu noktada daha çok istenmeyen davranışı vurgularlarsa, çocuklar da kendilerini hep olumsuz davranışları olan, istenmeyen, sorun yaratan çocuk olarak algılayabilirler. İstenmeyen davranışları değiştirirken sadece sorun olan davranışları vurgulamak yerine olumlu davranışın ne olduğunu belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek daha etkili olur ve çocuğun olumsuz benlik algısını geliştirmesi riskini de ortadan kaldırır. Ödül mutlaka maddesel bir şey olmak zorunda değildir. Hatta maddesel ödüller yerine davranışsal veya sözlü ödüller kullanılması daha fazla tercih edilmelidir. Çünkü “Seninle gurur duyuyorum, bu şekilde davranırsan beni çok mutlu edeceksin” gibi açıklamalar çocuğu olumlu davranmaya motive ettiği gibi, kendisini algılamasını da olumlu yönde etkiler.

Zaman yerine hediye

Babaların bazen çocuklarıyla yeterince zaman geçiremedikleri ve onlarla yeterince ilgilenemedikleri kaygısıyla onları hediyeye ve oyuncağa boğdukları biliniyor. Ve böylece her akşam eve geldiğinde “Baba bana ne getirdin?” diyen çocuklarına bir şey vermenin hazzını yaşamak isteyebiliyorlar. Oysa bu tavır, çocukların yeni bir şeye sahip olanın keyfini yaşamaktan alıkoyuyor ve sürekli talep etmelerine ve bir türlü sahip olduklarından memnun olmamalarına neden oluyor. Üstelik aslında baba ile çocuk arasında gerekli olan duygusal yakınlığın yerini de asla tutmuyor. Her gün bir oyuncak getirmek yerine çocuğunu kucağına alıp onunla 5-10 dakika sohbet etmek, o günün nasıl geçtiğinden öz etmek, çocuklar için de babalar için de çok daha doyurucu oluyor.

Babaların çocuklarıyla iletişimlerinde dikkat etmeleri gereken noktalar:

 Hamilelik döneminde eşinize hoşgörü, anlayış ve özel ilgi gösterin, bebeğinizin anne karnındaki gelişimiyle ilgilenin. Çocuğunuzun gelişimi anne karnındayken başlar. Ve eşinden destek gören, huzurlu bir hamilelik geçiren annelerin çocuklarının çok daha sağlıklı oldukları biliniyor.

 Bebeğinizin bakımında görev alın. Bebeğinizin sağlığı, beslenmesi, temizliği, ağladığında sakinleştirilmesi ve tüm ihtiyaçlarının karşılanması konusunda becerilerinizi geliştirin. Onun da bir kişiliği olduğunu, sevdiği ve sevmediği şeyleri doğduğu andan itibaren takip etmeye ve öğrenmeye başlayın. Unutmayın ki, bu ilişki daha sonra sürecek olan sağlıklı bir ilişkinin önemli bir başlangıcıdır.

 Çocuğunuz üzerinde korkuya dayalı bir disiplin uygulamayın. Sizinle rahat ve açık bir ilişki kurabilmesi için ona fırsat verin. Tam tersi olarak tamamen disiplinsiz, kuralsız ve kontrolsüz bir disiplinin de çocuk üzerindeki olumsuz etkilenin göz ardı etmeyin.

 Çocuğunuzla iyi iletişim kurmanız önemlidir. Tıpkı annesiyle olduğu gibi sizinle de yakın ve sıcak ilişki kurabilmesi ve üzüntüsünü ve mutluluğunu sizinle paylaşabilmesi gerekir. Oysa babasının kendisinden uzak olduğunu hisseden bir çocuklar, babalarıyla aralarında bir mesafe olması gerektiği mesajını alırlar ve bu durum onların ihtiyaç duyduklarında gerekli desteği talep etmeleri konusunda çekingen kalmalarına neden olabilir. Böyle bir durumda bu desteği başka kaynaklardan arama riski oluşur. Özellikle küçük yaşlarda babalarıyla duygusal anlamda yakınlaşamayan çocukların ergenlik dönemlerinde daha büyük sorunlar yaşadıkları ve bu dönemin zorluklarıyla baş etme konusunda daha yetersiz kaldıkları biliniyor. Bu nedenle zaman kaybetmeden çocuğunuzu dinlemeye ve onunla yakınlaşmaya başlayın.

 Babaların da tıpkı anneler gibi çocuklarını her koşulda (başarılarında da başarısızlıklarında da) sevdiklerini hissettirmeleri, çocuklarının kendi hayatlarındaki önemini çocuklarına ifade etmeleri, sağlıklı bir güven gelişimi için çok önemlidir. İstenmeyen davranışları öne çıkarıp vurgulamaktan çok, olumlu-istenen davranışın desteklenmesi, ödüllendirilmesi ve övülmesi çocukla kurulacak disiplin ilişkisi etkinliğini artırır.

 Yoğun iş temposu nedeniyle çocuklarıyla daha az vakit geçirmek zorunda kalan babaların da, onlarla sağlıklı iletişim geliştirebilmeleri ve çocuklarına yeterli ilgi gösterebilmeleri mümkündür. Önemli olan kısa da olsa çocuklarla özel zaman geçirmek ve bu zaman diliminde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarıyla ilgilenebilmektir. 

 Çocukların, babalarının özel ilgilerine ihtiyaç duydukları ve bu ilginin çocukların hem zihinsel hem de psiko-seksüel gelişimleri açısından çok gerekli olduğu unutulmamalıdır. 

 Baba yoksunluğunun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri biliniyor. Özellikle de babasının yetersiz ilgisine ve ihmaline maruz kalan çocukların kişilik gelişimlerinin bir yönüyle yetersiz kalabileceği ihtimali unutulmamalı.

Kişilik Gelişiminde Babaların Rolü

Babanın çocuğun kişilik gelişimindeki rolü konusunda bize bilgi veren Mavi Pedagojik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nden Psikolojik Danışman Belgin Temur, etkin bir baba rolü çocukların her türlü gelişimlerine olumlu yönde katkıda bulunuyor diyor ve şöyle devam ediyor: “Babanın çocuğu ile ilişki kurma biçimi çocuğun kişiliğini etkiliyor. Örneğin, aşırı otoriter tavır ve ilgisizlik çocukların utanç, çekingenlik gibi kişilik özellikleri geliştirebilmelerine neden olabiliyor. İlgili ve sevgi dolu bir tavır ise çocukların sosyal uyum yeteneklerinin artmasına, liderlik özellikleri geliştirebilmelerine etki ediyor. Babanın sağlıklı otorite sağlayamadığı, disiplinsiz ve aşırı hoşgörülü bir tutumda olması ise çocukların bazı uyum ve davranış bozuklukları yaşama olasılığını arttırıyor.”

Uzman Pedagog Belgin Temur 


4 Mayıs 2019 Cumartesi

Çocuklarda Korkular

İnsanlar yaşamlarını ya da güvenliklerini tehdit eden durumlar içine girdiklerinde korkarlar ya da kaygılanırlar; çünkü bu hayatta kalabilmek için verilen doğal bir tepkidir. Bireyler içinde bulundukları durumda kendilerini koruyabilmek için ne yapmaları ve ne gibi önlemler almaları gerektiğine, yaşadıkları korkunun ya da kaygının etkisiyle karar verirler. Kaygı, kişinin bir olay ya da obje ile karşı karşıya kaldığında yaşanılan bu durumu kendi yorumlarına dayanarak bir tehdit olarak algılaması sonucu, bedensel, duygusal ve zihinsel olarak hissettiği bir huzursuzluk halidir.Dolayısıyla yaşanılan kaygıya tam olarak neyin neden olduğu belirsizdir.Korku ise gerçek, dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı gösterilen duygusal bir tepkidir; yani kaynağı bellidir. Korkunun kaynağı belli olduğu için kişi, korku duygusuna vesile olan olay, durum ya da objeden uzaklaştığında rahatlar.
Çocuklarda korkular gelişimlerinin bir parçası olarak okul öncesi dönemde ortaya çıkmaya başlar. Aslında her yaş döneminin kendine özgü korkuları vardır; yani çocuk gelişim basamaklarını atladıkça yaşadığı korkular da şekil değiştirir. Doğumdan sonraki ilk bir yıl içerisinde bebeklerin en büyük korkusu ona bakım veren kişiden ayrı kalmaktır. Yabancı suratlar görmek onları ürkütür. Çok büyük objeler, hayvanlar, yüksek sesler de 2 yaşına kadar bebekler için korkutucu olabilir. 3-4 yaş döneminde ise palyaço gibi büyük ve renkli şekiller, böcek, hayvan ve ayrılık gibi korkulara ek olarak çocuklar sıklıkla karanlıktan korkmaya başlarlar. Ayrıca bu yaş döneminde çocukların hayal güçleri de oldukça güçlü olduğu için yaşadıkları korkularla ilgili çeşitli sorular sorabilirler. Sizden aldıkları cevaplardan ya da çevrede duydukları ya da gördükleri olaylardan etkilenerek kaygı uyandırabilecek düşünceler içine girebilirler. Sağlık, ölüm ya da canlarının acıması ile ilgili yeni korkular üretebilirler. 5 yaş itibariyle suç, şiddet, kavga içeren görüntülerden, dış dünyadan, fırtına, deprem gibi doğal afetlerden korkmaya başlayabilir;  tanımadıkları kişilerden zarar gelebileceğini düşünebilirler. 6 yaş civarında tüm bu korkulara ek olarak hayalet, canavar, hayali kahramanlar gibi doğaüstü varlıklardan korkma dönemi başlar. Günlük yaşamla ilgili korkular 7-8 yaş civarında görülmeye başlarken, ölüm korkusu, sınavlarda başarısız olmaktan, verilen görevi eksik yapmaktan duyulabilecek korkular ise 9 yaş itibariyle kendisini gösterebilir.  Bu korkuların birçoğu gelişimsel olduğu için geçicidirler de; çocuğun kendini güvende hissetmesi ile de azalırlar. Ancak çocuğun yaşadığı bu korkular günlük yaşantısını olumsuz yönde etkilemeye başlamışsa ve çocuk bu durumla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyorsa bir uzman desteğine başvurmakta fayda vardır.  
Çocuklarda sıklıkla görülen korkuları karanlık korkusu, kabuslar ve gece terörüdür. Gece korkuları ve özellikle karanlık korkusu ebeveynler tarafından fark edilmeden en fazla pekiştirilen korkulardır. Karanlığın getirdiği bilinmezlik ve tahmin edilemezlik hissi çocuğun korkular yaşamasına neden olur. Çocuklar karanlık ortamlarda çevrelerinde, girdikleri bir odada ne olduğunu göremedikleri ve ne ile karşılaşabileceklerini bilemedikleri için endişe duymaya başlarlar. Bir saldırıya maruz kalma, onları zora sokabilecek bir durumla ya da her türlü potansiyel tehditle karşılaşma düşüncesi ve karşılaşılabilecek bu durumlarla nasıl baş edebileceklerini, kendilerini nasıl koruyacaklarını bilememe ya da savunma konusunda kendilerini yeterince güçlü görememe durumu çocukların karanlık korkusu yaşamalarına sebebiyet verir. Karanlık korkuları yaşayan çocuklar hissettikleri korkuyu azaltabilmek için karanlık odalara yalnız girememek, anne babanın yanında yatmak istemek, ışık yakmadan uykuya geçememek, karanlıkta yalnız gerçekleştirmelerini gerektirecek tüm durumları reddetmek gibi farklı kaçınma davranışları içine girebilirler. Bu çocuklar, sadece ışıkların yanması ya da yetişkin bireylerin yanlarında olmaları ile rahatlarlar. Rahatladıklarını fark ettikleri için de bu davranışları göstermeye devam ederler. Ancak bu tarz davranışlar çocukta sadece geçici bir rahatlama sağlar; uzun vadede yaşanılan sorunu çözmezler; tam tersine sıkıntıların daha yoğun yaşanmasına neden olurlar. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardır.Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Bu tarz davranışlar ancak anne-baba tarafından pekiştirilmediğinde ortadan kalkar. Aynı zamanda anne babanın bu konuda çocuğa model olması da önemlidir.  Anne ya da babasının yalnız ya da ışıksız uyuyamadığını, karanlık ortamlarda tedirgin olduğunu gören bir çocuk karanlığın korkulması gereken bir durum olduğuna inanır; bu da yaşadığı korkuyu daha yoğun yaşamasına yol açabilir.              
Kabuslar çocukların uyku kalitesini etkileyen durumlardır. Yetişkinlerde olduğu gibi çocukların da zaman zaman kabuslar görmeleri doğaldır. Ancak kabusların görülme sıklığı artmışsa; çocuk her hafta bir iki gün kabus görerek uyanıyorsa, bu durum çocuğun bazı kaygılarının ve korkularının olduğuna işaret edebilir. Çocuğunuzun gördüğü kabusların içeriği de yaşadığı huzursuzluk hakkında bir fikir verebilir. Çocuk sıklıkla aynı temalara sahip kabuslar görüyorsa, bu durum çocuğun korkularına neden olabilecek düşüncelerin neler olabileceği konusunda yol gösterici olacaktır. Özellikle kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu taşıyan, kaybolma, kaçırılmaanne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe endişeleri olan ve bu nedenle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemeyen; yani ayrılık anksiyetesi yaşayan çocukların sıklıkla ayrılma temalı kabuslar gördüğü bilinmektedir. Genellikle çocuklar gün içerisinde yaşadıkları, gördükleri ya da duydukları olaylardan etkilenirler ve bunları kabuslarına taşırlar. Anne ve babasının yaşadığı bir tartışma, kardeş doğumu, boşanma, ailedeki bireylerden birinin kaybı, okulda arkadaşlarla yaşanan çatışmalar ve huzursuzluklar, televizyonda izledikleri şiddet içerikli görüntüler, dövüş, savaş gibi temalara sahip bilgisayar oyunları, agresif içerikli dergiler ve kitaplar çocukların yaşayabilecekleri kaygı durumlarını tetikler ya da var olan kaygıları, korkuları arttırır. Yaşanan korkular kabuslar şeklinde kendini gösterebilir ve çocuğun uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir.             
Okul öncesi dönemde sık rastlanan gece terörü dediğimiz durumda ise çocuk uykuya daldıktan kısa bir süre sonra çığlıklar atarak aniden uyanır. Panik halindedir; bağırır; amaçsız hareketler yapar; anlamsız sesler çıkarır ya da konuşur. Çevresindeki bireyleri tanımaz; söylenilenleri, kendisinden istenilenleri anlamaz. Hızlı nefes-alıp verme, terleme gibi fiziksel belirtiler de görülebilir. Gece terörü yaşayan bir çocuğu uyandırmak çok zordur; uyandığında da yaptıklarını, olan olayları hatırlamaz. Bu nedenle ebeveynlerin atak sırasında çocuğu sakinleştirmeye çalışmak yerine gece terörünün çocuk uykuya daldıktan ne kadar zaman sonra başladığını, ne gibi belirtilerle kendini gösterdiğini gözlemlemeleri daha uygun olacaktır. Sonrasında atağın sıklıkla görüldüğü saatler belirlenebilir ve çocuk o saatlerin hemen öncesinde uyandırılarak atak yaşaması önlenebilir. Bu durum çocuğun yaşadığı korku ya da kaygılarla ilişkilendirilebileceği gibi nörolojik bir alt yapıya da sahip olabilir. Bu nedenle yaşanan gece terörünün bir tür gece korkusu mu olduğu yoksa havale ya da epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıkların bir belirtisi mi olduğu çok iyi ayırt edilmelidir.             
Tüm bunlara ek olarak, geceleri korkular yaşayan, sık uyanan ve ebeveynleri ile uyumak isteyen çocukların psikolojik olgunlaşmalarının yeterli olmadığı da görülebilmektedir. Yaşamın ilk yılları çocuklar için, başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı yaşlardır. Anne ve babanın çocuğa karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir. Çocuğun, ne olursa olsun, her zaman, her koşulda annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. Bebekler ihtiyaçlarını tutarlı bir şekilde karşılayan ebeveynlere güvenmeyi öğrenirler ve dünyaya daha rahat uyum sağlayabilirler. Ancak; aksi durumlarda yani anne baba bebekle yeteri kadar ilgilenmiyor ya da ihmal ediyor ise bebek hayal kırıklığına uğrar; güvensizlik duygusu gelişmeye başlar ve dünyayı ürkütücü bir yer olarak algılar. Bu nedenle anne bebek arasında güvenli bir bağ oluşabilmesi için ilgili, dikkatli, şefkatli ve doyurucu bir bakım önemlidir. Sonraki yaşlarda da çocuğun her koşulda sevildiğini, kabul gördüğünü, güvende olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır; ancak bu şekilde çocuklar kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler.  
Eğer çocuğunuz eskiye oranla daha az uyuyor, uyku vakti yaklaştığında huzursuzlaşıyorsa, tek başına odasına gitmekte direniyor, sizin odadan gitmemeniz için çeşitli yollara başvuruyorsa, yatağından kalkıp sık sık sizin yanınıza geliyor, rahat ve huzurlu bir uyku uyuyamıyorsa, gece korkuları yaşıyor ve bu gece korkuları da onun toplum ve okul yaşamındaki işlevselliğine engel oluyor olabilir. Bu gibi durumlarda anne-babalara düşen en önemli görev çocuğun yaşadığı korkuyu kabul etmektir. Çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu ona hissettirebilmek önemlidir. Ebeveynlerin de duygularını ifade ederek çocuğa model olmaları ve duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları son derece faydalıdır.   
Korkularla baş edebilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygı ve korkularla yüzleşilmesi, korkulara ve kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve böylece performansının artması yönünde hedefler belirlenir.  
Anne-Babalara Öneriler: 
  • Çocuğunuzun gelişim dönemi ile ilgili bilgi sahibi olun; hangi yaş döneminde hangi korkuların görülebileceğini öğrenin.

  • Çocuğun yaşadığı korkuların tam olarak ne zaman başladığını, hangi durumlarda daha çok ortaya çıktığını, ne sıklıkla görüldüğünü ve gün içerisinde yaşadığı olaylarla ilişkili olup olmadığını gözlemlemeye çalışın. Bunları tespit edebilmek alınacak önlemlerin neler olabileceğini de belirlemenizi kolaylaştıracaktır.
  • Çocuğunuzla korktuğu şeyle ilgili konuşun. Korkuları size anlamsız gelse de; gerçekçi görünmese de o bu korkuları çok ciddi boyutlarda yaşıyor olabilir. Bu nedenle korkacak bir şey olmadığına dair onu ikna etmeye çalışmayın.

  • Korkularını küçümsemeyin; korkularıyla dalga geçmeyin ve çevredeki bireyler tarafından alay konusu haline gelmesini engelleyin. Bu tarz olumsuz yaklaşımlar çocuğunuzun yaşadığı korkuları daha yoğun yaşamasına neden olabileceği gibi özgüven gelişimini de olumsuz yönde etkileyecektir. 

  • Çocuğunuzun korktuğu durumlarla ilgili onu bilgilendirin. Bu durumun olma olasılığını, olursa neler yapabileceğinizi beraber konuşarak bulun.

  • Çocuğun kendi yatağı olmasına rağmen anne baba ile yatma konusunda ısrarcı olması birçok ailede yaşanan sorunlardan biridir. Çocuklar içinde bulundukları bir sıkıntıyı, yaşadıkları bir korkuyu ya da kaygıyı sözel olarak ifade etmekte zorlandıklarında bunu davranışlarıyla göstermeyi seçebilirler. Anne babalarıyla yattıklarında daha güvende olacaklarını düşünebilirler. Bu gibi durumlarda çocukların duygularını anlayabilmek, onları dinlemek, kabul etmek ve anlayış göstermek önemlidir.Ancak çocuğunuz küçük yaşlardan itibaren kendi odasında ve kendi yatağında yatmalıdır.Temel alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi dönem kurala uyum becerisinin geliştirilebilmesi için en uygun dönemdir. Çocuğun kendi yatağında yatma alışkanlığını kazanabilmesinde anne baba tutumlarının önemi büyüktür. Ebeveynler çocuklarının kendi odalarında ve kendi yataklarında yatmaları konusunda kararlı ve tutarlı olabildiklerinde çocuk bu alışkanlığı kolayca kazanır.Başlangıçta çocuklar uyuyana kadar yanlarında beklenebilir, ancak yanında yatarak, ya da anne ve babaya dokunarak çocuğun uyumasına izin verilmemelidir. Bunun yerine çocuğa alternatifler sunulabilir, sevdiği bir oyuncağını seçebileceği ve onunla uyuyabileceği iletilebilir.

  • Çocuklar sık sık uykularından kalkıp ebeveynlerinin yanına gelmek istediklerinde her seferinde yılmadan aynı şekilde çocukların yataklarına götürülmesi gerekir.
  • Gerekirse uyku saati yaklaştığında kaygılarını azaltabilmek adına sakince uykuya dalabilmesi için bir süre birlikte zaman geçirebilirsiniz.  

  • Çocuğunuzla resimler yaparak, dramatizasyon oyunları oynayarak duygularını daha rahat ifade etmesini sağlayabilirsiniz.

  • Tüm bu çabalara rağmen çocuğunuzun korkuları yoğun bir şekilde devam ediyor ve belirtiler sıklıkla görülüyorsa mutlaka profesyonel bir uzman desteğine başvurmak gerekir. Unutulmamalıdır ki çocuğunuzun yaşadığı korkulara ve kaygılara yönelik gerekli önlemler alınmazsa, bu durum ileride daha ciddi psikolojik problemlere sebebiyet verebilir.
Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat