17 Ağustos 2019 Cumartesi

Öğrenme Bozukluğu Nedir?

NASIL ANLAŞILIR? NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Türkiye'de ilkokul çağındaki çocukların 1 milyonunda öğrenme bozukluğu olduğunu söyleyen uzmanlar, bu durumun çocuğun okulda başarısız olmasına neden olan önemli etkenlerden biri olduğunu söylüyor. Okulda büyük zorluklar yaşayan bu çocukların, kendileriyle ve hayatla barışık olabilmeleri için ise anne-babalara çok önemli görevler düşüyor.

Çocuğunuzun okuldaki başarısızlığı, öğrenme bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Öğrenme bozukluğu olan çocuklar normal, hatta normalin üzerinde bir zekaya sahip oldukları halde, okulda yaşıtlarından beklenen belli becerileri edinmekte zorlanabiliyorlar. Türkiye'de ortalama yüzde 5-10 civarında çocukta öğrenme bozukluğu görülüyor. Buna göre her sınıfa ortalama, 2 öğrenme bozukluğu olan öğrenci düşüyor. Dolayısıyla yaşıtlarıyla aynı okulda ve sınıfta eğitim görmek zorunda kalan bu çocuklar, yaşıtlarına ayak uydurmakta çok büyük zorluklar yaşıyorlar. Bu da onların duygusal sorunlar yaşamalarına neden oluyor. Öğrenme bozukluğu olan bir çocuğun kendisiyle ve hayatla barışık olabilmesinde ve hayata uyum sağlayabilmesinde anne-babaların ve öğretmenlerin rolü çok büyük. Bu sorunla yaşamak ve başa çıkmak anne-babalar için de zor olabilir. Ancak anne-babaların, problemi kabullenmesi, çözüm için sorunun kaynağını bulması, bir uzmanın desteğini alması ve çocuğa her davranışında sabırlı ve olumlu yaklaşması gerekiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü'nden Klinik Psikolog Şeniz Pamuk ve Mavi Pedagojik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi'nden Psikolog Belgin Temur öğrenme bozukluğunun nasıl bir sorun olduğunu, bu sorunu yaşayan çocukların eğitimlerinin nasıl olması gerektiğini ve anne-babaların dikkat etmeleri gerekenleri anlattılar. 

Öğrenme bozukluğunun nedenleri?

Yapılan araştırmalar, öğrenme bozukluğunun ortaya çıkmasında tek bir neden bulunmadığını gösteriyor diyen Psikolog Belgin Temur, bu olasılıkları şöyle sıralıyor: "Doğum öncesinde annenin yetersiz beslenmesi, enfeksiyonlar, kontrolsüz ilaç kullanımı, doğum sırasında yaşanan bazı sorunlar, zor doğum, kordon anomalileri, doğum sonrası ateşli hastalıklar, kafa travmaları ve kalıtsal etmenlere bağlı olarak çocukta öğrenme bozukluğu ortaya çıkabiliyor."

Öğrenme bozukluğu nedir? 
Öğrenme bozukluğunun, öğretmen ve anne-babalar tarafından çoğunlukla zeka geriliği olarak yorumlandığını belirten Psikolog Şeniz Pamuk, sağını ve solunu ayırt edemeyen veya okuma-yazma öğrenemeyen çocukların ailelerinin çocuğa hemen "Geri zekalı" damgası vurmalarının yanlış olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor: "Öğrenme bozukluğu; beyine ait duygusal veya davranışsal bozukluktan kaynaklanabilen ve akademik becerilerde ortaya çıkan gerilik olarak tanımlanabiliyor. Çocuğun okulda başarısız olmasının nedenlerinden biri öğrenme bozukluğudur. Türkiye'de ilkokul çağındaki çocukların 1 milyonunda öğrenme bozukluğu var ve bunların da genellikle normal veya normalin üzerinde zeka düzeyine sahip olduğu tahmin ediliyor. Öğrenme bozukluğu, erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 4 kat daha fazla görülüyor. Türkiye'de ise bu sorun genellikle hiperaktivite (dikkat dağınıklığı) ile karıştırılıyor." 

Öğrenme bozukluğu nasıl anlaşılıyor?

Türkiye'de öğrenme bozukluğunun yeni yeni tanınmaya başladığını söyleyen Şeniz Pamuk, öğrenme bozukluğunun öğretmen ve anne-babalar tarafından yeterince bilinmemesinin bu durumu daha da zorlaştırdığını vurguluyor. Şeniz Pamuk "Öğrenme bozukluğu olan çocukların sorunlarının derecesi farklı olmasına rağmen, hepsinin ortak yanı normal veya normalin üzerinde zekaya sahip olmaları. Ancak öğrenme bozukluğu olan çocuklar, okuma-yazmayı öğrenmekte, harfleri ve sembolleri hatırlamakta zorluk çekiyorlar." diyor ve çocukta öğrenme bozukluğunun belirtilerini şöyle sıralıyor: 

* Yaşıtları öğrenebildiği halde, öğrenme bozukluğu olan çocuk okuma-yazmada ve aritmetikte zorlanır. 

* Okul ve dersle ilgili konularda dikkatini toplayamaz. 

* Okurken ve yazarken harf atlar örneğin, bulut yerine bult yazar. Harf ekler örneğin, dev yerine deve yazar. Ters okur veya yazar örneğin, ev yerine ve yazar. 

* Okurken ve yazarken harf ve ses eşlemelerinde sıklıkla hatalar yapar, örneğin; b'yi d, k'yi t, k'yi g, m'yi n söylemek veya yazmak gibi. Noktalı ve noktasız harfleri karıştırabilir. Bu nedenlerle deniz yerine bemiz, fısıltı yerine vızıltı yazabilir. 

* Okuması son derece yavaştır, harfleri seslendirmek için büyük çaba harcar, ancak okuduğunu anlamakta güçlük çeker. 

* Yazılı ifadeleri son derece kısa ve mesaj iletmekten uzaktır; çocuğun ne anlatmak istediği anlaşılmaz. 

* Düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak ifade etmekte zorlanır. 

* Çocuk okulla ilgili işleri sürekli olarak erteler. 

* Unutkan ve dalgındır. 

* Çarpım tablosunu öğrenmekte zorluk çeker. 

* Rakamları ters görür ve bazen yazıları aynada aksettiği gibi ters yazar, örneğin; 6'yı 9, 7'i 4, 15'i 51 gibi.

*  Toplama yerine çarpma yaptıkları gibi, toplamaya da soldan başladıkları görülür.

* Zaman kavramı gelişmemiştir. 

Eğitimde nelere dikkat edilmeli?

Pedagog Belgin Temur, öğrenme bozukluğu olan çocuğun eğitimi sırasında anne-babasının ve öğretmeninin dikkat etmesi gerekenleri şöyle anlatıyor: "Her sınıfta ortalama 2 çocuğun öğrenme bozukluğuna sahip olduğu düşünüldüğünde bu durumun hiç de azımsanmayacak yoğunlukta olduğu görülüyor. Eğitim sistemimizde bu çocuklar için hemen hiçbir özel uygulama yapılmıyor. Bu çocukların tanısı zamanında konulamadığı için yanlış anlaşılıyorlar. Bazen "Yaramaz ve saygısız", bazen de "Tembel" olarak nitelendiriliyorlar. Bu da onların okul hayatları boyunca bu sabıka ile yaşamalarına, var olan potansiyellerinin eriyip gitmesine neden oluyor. Uzman desteğinde yapılacak özel eğitim çalışmasının, çocuğun okula başladığı dönemde başlatılması gerekiyor. Bu çalışma çocuğun hem zorlandığı alanlarda gelişmesini sağlamayı hem de kendisiyle ilgili olumlu yönleri fark etmeye başlamasını amaçlıyor. Ayrıca ailenin, öğretmen ve okulun da çocuğun durumuyla ilgili bilgilendirilmeleri, uzmanın, ailenin ve okulun koordineli olarak aynı dili kullanmaları, aynı teknikleri uygulamaları sağlanıyor. Problemin tanısının ilkokulun son yıllarında ya da ortaokul döneminde konulması durumunda benzer terapi yaklaşımları kullanılıyor. Ancak problemin çözümünün geciktirilmesi problemin de büyümesine neden olduğundan bu dönemde başlanacak bir terapide aileye de çocuğa da biraz daha fazla görev düşüyor." 

Anne-babaların dikkat etmesi gerekenler

Pedagog Belgin Temur, ailelerin öğrenme bozukluğu yaşayan çocuklarıyla daha iyi iletişim kurabilmeleri için şu önerilerde bulunuyor:

* Öncelikle çocuğunuzun zorluk yaşadığı alanları bir uzman yardımıyla iyi saptayın. 

* Onu olduğu gibi kabul edin, özel durumuyla bağlantılı olarak ona daha çok tolerans tanıyın. 

* Unutmayın ki; çocuğunuzun zeka sorunu yok, o sadece özel ve farklı bir çocuk ve farklı öğreniyor.

* Ona değerli olduğunu hissettirin. Bunun için yapmanız gerekenler şunlar; onun kararlarına saygı gösterin, onu dinleyin ve çocuğunuza sık sık sizin için çok değerli bir varlık olduğunu söyleyin. 

* Ona koşulsuz sevildiğini hissettirin. Bunun için yapmanız gereken en önemli şey, başarılı da olsa başarısız da olsa ona onu sevdiğinizi söylemek. 

* Ona destek olun. Örneğin; herhangi bir ödevi ya da işi yaparken ona güvendiğinizi ve başaracağına inandığınızı söyleyin. Ya da ona olumsuz eleştiri yerine teşvik edici önerilerde bulunun. "Yine mi yapamadın" yerine, "Çaba gösterirsen başarırsın" deyin. 

* Evde küçük sorumluluklar verin. Örneğin; Masa hazırlamasını, dolapları yerleştirmesini söyleyin. Başardığında onu ödüllendirin. Maddi ödül yerine sözel ödülü tercih edin. Sözel ödül onu takdir etmektir. Örneğin; ona "Aferin, güzel yaptın, seninle gurur duyuyorum" gibi sözler söyleyin. Bu sözleriniz onun benlik algısının yükselmesine yardımcı olacaktır.

* Zaten yapamaz düşüncesiyle yaklaşmayın. Kendisine ait sorumluluklarında, siz etkin rol almayın. Örneğin; ödevlerini onun yerine yapmayın, onu siz giydirmeyin, ona yemek yedirmeyin. Yetersiz ve yavaş da olsa bir şeyleri kendi başına yapması konusunda ona fırsat verin ve yüreklendirin.

* Başarılı olduğu alanları belirleyin Örneğin; müzik, resim, sanat, spor vs. ve bu alanlara dönük sosyal çalışmalar yapması için fırsat yaratın. Başardığı işlerde onu takdir edin, ama dozunu iyi ayarlayın. Eğer bir işi gerçekten kötü yaptıysa, onu onore etmeyin. Unutmayın ki çocuklar abartıyı kolay fark ederler.

* Günlük yaşamınızı programlayın. Çocuğunuz ne zaman ne yapması gerektiğini önceden bilsin. Program konusunda tutarlı olun. 
* Onu kardeşleriyle ya da arkadaşlarıyla karşılaştırmayın. Çünkü kendisini yaşına göre yetersiz hissetmesine neden olabilirsiniz. 

* Ona beklentilerinizi net bir şekilde anlatın ve kendinize onun düzeyine uygun beklentiler belirleyin. Ona verdiğiniz görevler onun yapabileceği şeyler olsun. 

* Ona bir şey öğretmek istediğinizde mümkün olduğunca bol materyal kullanın, birden fazla duyusuna hitap edebilecek malzemeler hazırlayın. Örneğin matematiği, rakamlarla değil de elmalarla veya bunun gibi somut malzemelerle anlatın. Özellikle öğretilecek konunun görsel malzemelerle zenginleştirilmesi, kolay öğrenmesine ve bilginin kalıcı olmasına yardımcı olacaktır. 

* Ona bol bol günlük hayat deneyimi edinme fırsatı hazırlayın. Çünkü, en iyi öğrenme “Yaşayarak öğrenme”dir. 

* Beklediğiniz hızda öğrenmediğinde onu suçlamayın, sabırlı olun. 

* Onun dikkatinin kısa süreli olduğunu unutmayın.  Ona verdiğiniz görev ve sorumlulukları buna göre ayarlayın. 

* Onunla iyi iletişim kurun, onu dinleyin, anlaşıldığını hissettirin. Ancak iyi bir iletişimle, yaşadığı olumsuzlukların üstesinden gelmesine yardımcı olabilirsiniz. 

* Ve tüm bu süreçte bir uzman desteği alın. Çünkü bu hem çocuğunuzun zorluklarıyla baş etmesini sağlayacak hem de sizin çaresiz hissettiğiniz noktalarda yeniden motive olmanızı ve ihtiyaç duyduğunuz anda destek bulmanızı sağlayacak.

Öğrenme bozukluğunun çeşitleri

Öğrenme bozukluğu çeşitli şekillerde görülebilir. Bunlar: 

* Okuma bozukluğu (Disleksi): Çocuk gördüğü harflere doğru sesleri vermekte zorlanır. 

* Yazma bozukluğu (Disgrafi): Çocuk, yazmak istediklerini doğru harflere ve harf sıralamalarına dönüştürmekte zorlanır. 

* Aritmetik bozukluk (Diskalküli): Çocuk, sayı kavramlarını öğrenmede, işlem yapmada veya problem çözmede zorlanır. 

Yukarıda sıraladıklarımız öğrenme bozukluğunun en kolay fark edilen şeklini tanımlıyor. Bu durumdaki bir çocuk ilkokulun ilk sınıflarında hemen fark edilir. Ancak, en zor olanı çocuğun anlama ve kendini ifade etme konusunda zorlanmasıdır ve bu çocukların fark edilmesi daha uzun bir zaman alabilir. 

Önlem alınmazsa çocukta başka sorunlar ortaya çıkar
Pedagog Belgin Temur, özel eğitim almamış öğrenme bozukluğu vakalarında okul başarısızlığının çözümsüz ve nedeni anlaşılamayan bir problem olarak kaldığını belirterek, önlem alınmadığında neler yaşanacağıyla ilgili olarak anne-babaları şöyle uyarıyor: "Çözümsüzlük günden güne büyüyor, çocuk okula ve okulla ilgili faaliyetlere karşı günden güne daha fazla soğukluk hissediyor. Aile, yakın çevre ve öğretmen de çocuğun başarısızlığını vurguluyor ve çözümün çocuğun daha fazla çalışması olduğu fikrinde birleşiyorlar. Bu yanlış kanı, aileyi özel öğretmenler tutmaya ya da çocuğa daha sıkı bir çalışma programı hazırlamaya yöneltiyor. Bu çaba bir işe yaramadığında, problem her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Böyle bir durumda çocuklarda duygusal problemler görülüyor ve özgüven yetersizliği, iletişim kopukluğu, içe kapanma veya saldırganlık, uyumsuzluk, depresyon vs. gibi değişik uyum ve davranış problemlerinin görülme olasılığı artıyor." 

Öğrenme bozukluğu olan çocuğunuzla iyi bir iletişim kurarak, yaşadığı olumsuzlukların üstesinden gelmesine yardımcı olabilirsiniz. 

Onu olduğu gibi kabul edin, özel durumuyla bağlantılı olarak ona daha çok tolerans tanıyın. Olumsuz eleştiri yerine teşvik edici önerilerde bulunun. 

Duygusal sorunlara neden oluyor

Özel öğrenme bozukluğu yaşayan çocukların çok ciddi duygusal sorunlar yaşayabildiklerini belirten Psikolog Belgin Temur ve bununla ilgili olarak şunları söylüyor: "Özellikle okuma-yazmada problem yaşayan çocuklar okulda başarısız oldukları için, kendi zekalarından şüphe duyabiliyorlar. Kendilerine sık sık 'Ben aptal mıyım?' sorusunu soruyorlar. Okulda ve günlük yaşamda karşılaştıkları olumsuz deneyimler, benlik algılarını da olumsuz yönde etkiliyor. Öğrenme bozukluğu olan çocukların aileleri ve öğretmenleri genellikle onların yapamadıklarına ve beceremediklerine odaklanıyorlar. Bu nedenle sıkça olumsuz uyarı alıyorlar. Bu tutum da çocuğun kendine ilişkin olumsuz düşüncelerinin pekişmesine neden oluyor. Organize olmakta güçlük çekmeleri ve yeterli ders çalışma becerisi geliştirememiş olmaları ders çalışmayı bir kabusa dönüştürebiliyor. Bu da derse ve okula karşı ciddi motivasyon kayıplarına neden oluyor. Dolayısıyla çocuk, okula gitmek istemiyor, okumaya karşı isteksiz oluyor, okul arkadaşlarıyla sosyal ilişki kurmakta ve sürdürmekte güçlük çekiyor ve hareketleri saldırgan bir hale gelebiliyor.


Uzman Pedagog Belgin Temur

2 Ağustos 2019 Cuma

Okul Çağı Çocuklarında Ölüm ve Yas

   Ölüm, aslında herkesin konuşmaktan kaçındığı, üzerinde çok fazla düşünmek istemediği, ürkütücü bir kavramdır. Bu tarz bir yaklaşımın olduğu bir ortamda büyüyen çocuk için de ölüm kavramını tam olarak kavramak, ölümün ne demek olduğunu, ölen kişiye ne olduğunu anlamak ve ölüm olayıyla karşılaştığında bunu kabullenebilmek zor olacaktır. Çocuk ölümü inkâr edecektir.  
Çocuğun bir yakınının özellikle ebeveynlerinden birinin ölümü çocuk için sadece günlük ihtiyaçlarını karşılayan birinin kaybı değildir. Onu koruyan, kollayan, ayaklarını güvenle yere basmasını sağlayan, sırtını dayayabileceği kişinin ya da kişilerin artık olmayışıdır. Ve bütün bunlara bağlı olarak alıştığı düzenin, yaşamın dengesinin bozulması, alt üst olmasıdır. Çocuklar alıştıkları düzenin bozulmasına çok çabuk tepki verirler; odalarındaki en ufak bir değişiklik bile onları huzursuz edebilirken, böylesi bir değişikliğin çocuğun düşünceleri ve buna bağlı olarak duyguları ve davranışları üzerindeki etkisi büyüktür.  
Çocuğun ölüm kavramını algılayışı ve verdiği tepkiler, kişiliğine, yaşına, gelişim düzeyine, ölen ebeveynle ilişkisine ve ailenin tepkisine göre farklılıklar gösterir. Tabi iki çocuğun daha önce ölümü tecrübe edip etmemiş olması da vereceği tepkileri etkiler. Köpeğini kaybetmiş bir çocuk için bile bu yaşanması gereken bir yas sürecidir. Böyle bir deneyim yaşamış olması çevresindeki bir bireyin ölümünü anlamasını ve kabullenmesini kolaylaştırabilir. Ancak tabii ki çocuğun ölüm kavramını anlayıp bunu yaşamla ilişkilendirebilmesi için zaman, değişim, nedensellik gibi bilişsel kavramları tam anlamıyla biliyor olması gerekir. 0–3 yaş çocuklarında bu kavramlar oluşmadığından bu yaş grubu ölüme ilişkin pek bir şey bilmez. Bu nedenle ölümden sonraki yas dönemi bu yaş grubunda daha rahat atlatılabilir. 3–5 yaş dönemindeki çocuklar içinse ölümü kabullenmek çok zordur. Ölümün geçici olduğunu düşünürler ve ayrılık, uyku gibi kavramlarla karıştırabilirler. Ölen kişinin uykudan uyanacağı ya da geri geleceği beklentisi vardır. Bu sebeple bu yaş grubuna ölüm kavramını açıklarken ayrılma, uyuma gibi ifadeleri kullanmamak gerekir. Bu yaş grubuna özgü bir diğer özellik ise merak duygusudur. Ölenin nereye gittiğini, orada neler yaptığını, ne ile beslendiğini, üşüyüp üşümediğini sorarlar. Bazen aynı soruları yinelerler. 6–11 yaş dönemiyle birlikte zaman kavramını öğrenmiş ve bunu yaşama entegre edebilmiş oldukları için ölümü anlamaları ve ölümün gerçekliğini kabul etmeleri kolaylaşır. ‘Ölmüş insanı bir daha göremeyiz, artık sesini duyamayız’ düşüncesi yavaş yavaş gelişmeye başlar. Okul çağı ile birlikte ölümün üzüntü verdiği, ölüm sonrası yas döneminin oldukça zorlu geçen bir süreç olduğu öğrenilir. 10–11 yaşla beraber ölümün biyolojik bir süreç olduğu kabul edilir. Ancak her çocuğun üzüntüsünü gösterme ve ifade etme şekli ve derecesi birbirinden farklıdır. Yas sürecinin, hayata uyum aşamasının ne kadar olacağı, nasıl yaşanacağı ve ölüme hangi tepkileri vereceği yas ve gelişim özelliklerinin yanı sıra çocuğun kapasitesiyle de alakalıdır.  
Ölüm olayı çocuklara açıklandıktan sonra ölen kişi hakkında konuşmayı reddetme, içe kapanma ya da tam tersi aşırı hareketlilik görülebilir. Ölümü kabullendikten sonra yoğun bir suçluluk duygusu yaşayabilirler. Ölümün nedenini sorgularlar ve akıllarına yaptıkları hatalar, yaramazlıklar, saldırgan tutumlar, ölen ebeveynle yaşadıkları diyaloglar gelebilir. Ölümü yaptıklarının cezası olarak değerlendirebilirler. Fakat dikkatli izlendiklerini, dinlendiklerini, sevildiklerini ve güvende olduklarını hissederlerse bu suçluluk duygusundan daha rahat kurtulabilirler. Ayrıca, bu çocuklar ölen ebeveynin gidip onları terk ettiğini de düşünebilir. Terk edilmişlik ve yalnızlık duyguları ağır basar ve yas sürecinde yaşanılan üzüntülerden, yaşamlarındaki değişimlerden ölen kişi sorumlu tutulur. Bu nedenle de ölen kişiye karşı yoğun kızgınlık duygusu beslenebilir. Ancak bazen çocukların ölen değil hayatta kalan ebeveyne kızgın olduğunu görürüz. Bu ise çocuğun hayatta kalan ebeveyni tüm olanlardan sorumlu tutması ile açıklanır. Çocuğa göre hayattaki ebeveyn, ölen ebeveynin gitmesine ve onları terk etmesine izin vermiştir. Bütün bunlar öfke nöbetleri ve saldırgan davranışlarla kendini gösterebilir. Bu davranışlar çocuğun yaşadıklarını, hissettiklerini ifade etmek için bulduğu bir yoldur. Bu nedenle, yas süreci içerisinde çocuğun bu tarz davranışlarını kendine ve başkalarına zarar vermediği sürece göz ardı etmekte fayda vardır.             
Ölüm olayı ile beraber çocuğun kaygıları da artabilir. Anne ve babasının varlığında kendini güvende hisseden, ne olursa olsun anne ve babasının her zaman yanında olacağına, onu koruyup kollayacağına inanan çocuklar ebeveyn ölümü ile beraber çevresindeki bireylere hissettikleri güven duygusunu yeniden sorgulamaya başlarlar. İsteklerini geciktirmeden yerine getiren, ihtiyaçlarını karşılamak için daima hazır olan, güvendiği ebeveynlerinden birinin artık olmaması, hayatta kalan ebeveynin de gidebilme ihtimali olduğunu çocuğa hissettirir. Ve çocuk hayatta kalan ebeveyni kaybetme korkuları yaşamaya başlar; ona olan bağımlılığı artar. Bazı çocuklarsa cezalandırılacağı endişesi ile hissettiği duyguları açığa vurmaktan çekinir ve yaşadıkları suçluluk duygusu ve kaybetme korkularıyla tetiklenen gece kabusları yaşayabilirler.            
Bütün bunlarla beraber, okula uyumda problem, okula karşı isteksizlik, okul başarısında değişiklikler, uyku ve yeme problemleri gibi fiziksel tepkiler de görülebilir. Ayrıca, çocuğun ölen kişinin konuşmasını, giyinişini ve bazı özelliklerini taklit ettiğini de gözlemleyebiliriz. Bu yaşanılan yas süreci içerisinde normal kabul edilebilecek bir durumdur. Çocuk ölen kişi ile kendini özdeşleştirir ve onunla ilgili aklında kalan, kafasındaki imajı korumaya çalışır.   
Kayıp yaşayan çocuğun ne hissettiği; bununla nasıl başa çıkabildiğinden çok, yetişkinlerin çocuğa nasıl yaklaştığı önemlidir. Çocuk sıcak, duyarlı, eleştirilmeyeceği bir ortama, söylediklerinin özenle dinlendiği, davranışlarının dikkatle izlendiği bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Çocuğun ruh sağlığının korunması açısından ebeveynin ve çevresindeki diğer bireylerin tutumları oldukça önemlidir. Her şeyden önemlisi, çocuğa karşı açık ve dürüst olabilmektir.   
Ölümü izleyen yas sürecinde yapılması gereken ilk şey ölüm kavramını yaşına uygun ve anlayabileceği bir dille çocuğa ifade etmektir. Bu süreç geciktirilmeden, olabildiğince sakin bir şekilde hayatta kalan ebeveyn tarafından yapılmalıdır. Eğer ölüm çocuktan gizlenirse bu durum çocuğun ölümü yanlış algılamasına neden olur ve çocuğa ölümün gizli, korkutucu, bilinmeyen olduğuna dair bir mesaj gönderilmiş olur. Yani yaşanılanları saklamak yerine çocuğun da bu deneyime ortak olmasına izin verilmelidir. Bir şeyleri gizlemek çocuğu sadece meraklı olmaya iter. Çocuk bu merakını gidermek için sorular sorar; sorduğu sorulara cevap alamaması yaşadığı merakı dindirmez. Sadece bu soruların çevresindeki bireylere sorulmaması gerektiğine dair bir algısı oluşur ve başka yollardan merakını dindirmek için cevaplar aramaya başlar. O zaman da hatalı, gerçeklikten uzak bilgilere ulaşabilir; bir ölüm korkusu geliştirebilir. Bu nedenle ölüm olayı hiçbir koşulda saklanmamalı; çocuğun yaşı, gelişim özellikleri, kişilik yapısı göz önünde bulundurularak çocuğun cenaze törenlerine katılması; mezar ziyaretleri yapması sağlanmalıdır. Ancak eğer çocuk bunu yapmak istemiyorsa ısrarcı olunmamalıdır. Kendisi hazır olduğunda bunu zaten kendiliğinden isteyecektir.   
Bunun dışında onu dinlemek; kendini ve duygularını ifade etmesine imkan tanımak gerekir. Girdiği her ortamda (okul, ev, v.s.) bu sağlanmalı; çevresindeki yetişkinler ve okuldaki öğretmenler tarafından duygu ifadesine teşvik edilmelidir. Yetişkinlerin ve özellikle aile bireylerinin, duygularını dürüstçe ve çocukların anlayabileceği açıklıkta ifade edebilmeleri, çocuğun da duygularını rahatlıkla ifade edebilmesine izin veren bir ortam yaratmaları gereklidir. Ancak bu şekilde çocuğa model olunabilir. Birçok kişi aman çocuğumuz üzülmesin; ağlamasın; yaşanılanlar aklına gelmesin diye olayları konuşmaktan kaçınır; sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi bir tavır içerisinde olur. Oysaki yaşanılan duyguların dışarıya yansıtılamaması ileriye dönük daha ciddi problemlerin sebeplerinden biri olabilir. Yaşanılan olaylar; o anda aklımızdan geçen düşünceler, hissedilen üzüntü, yalnızlık, kızgınlık, suçluluk duyguları, geçmişte paylaşılan mutlu anlar ve gelecek için düşünülen planlar üzerinde konuşmak tüm aile bireyleri açısından yaşanılan süreci kolaylaştırır. Böyle bir yaklaşım içerisinde olunduğunda çocuk farklı hissetmeye başlar; daha az acı hisseder; ölen ebeveyne duyduğu öfke azalır; ölen kişiye karşı daha olumlu duygular hissetmeye başlar; güzel anılar canlanır; çocuğun kendine güveni ve saygısında artış görülür.   
Çocuğun ebeveynin ölümünden sonra kendini ve duygularını rahatça ifade edebilmesi yaşayacağı yeni hayatına uyumu kolaylaştırır. Çocuğun tam olarak hayata adapte olabilmesi 18 ile 24 ay arasında değişebilir. Bu süreç içerisinde çocuğun ölümü yaşamadan önceki alışkanlıklarına, eski günlük düzenine dönmesi uyum sürecini hızlandırır. Yaşanılan kayıptan sonra, bunu çocuğa en doğru biçimde aktarabilmek, çocuğun iç dünyasını anlayabilmek; yaşadıklarıyla daha iyi başa çıkmasını sağlayabilmek ve duygu ifadesini arttırabilmek amacıyla bir uzmandan destek alınmasında fayda vardır.
  Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat