29 Kasım 2019 Cuma

Çocuğun Yaşamında Babanın Rolü

Çocukla kurulan iletişimde her zaman anne daha önde görülür. Ve babalar da genelde, belki biraz da kolaylarına geldiği için, geri planda kalmayı tercih ederler. Oysa çocuğun yaşamında babanın rolü en az anne kadar önemli. İşte, bu konuda Belgin Temur’un verdiği bilgiler...

Babalık rolü tıpkı annelik gibi çocuğa sahip olmayı istemekle başlıyor. Her iki eşin de çocuk sahibi olmaya karar vermeleri, kendilerini bu göreve hazır hissetmeleri önemli. Baba adayının çocuklarıyla ilk iletişimleri annenin hamilelik döneminde eşine yardımcı olmaya başlıyor.

Hamileliğin her aşamasını takip etmek, anneye bebeği hazırlık aşamasında psikolojik destek vermek, bebeğin gelişimini takip etmek, doktor kontrollerinde bulunmak bu role hazırlığın önemli adımları. Doğumdan itibaren bebeğin ihtiyaçlarının karşılanmasında anneye yardımcı olmak da yine bebekle fiziksel-psikolojik etkileşimin oluşumunda etkili. Özellikle babaların bebekleriyle beden temaslarının olması ve göz teması kurmalarının önemi büyük. Çocuğun doğumundan itibaren onunla yoğun bir iletişim halinde olan babaların, hayatları boyunca çocuklarıyla daha sağlıklı iletişim kurma olasılıkları artıyor.

Seksüel gelişim ve baba

Babanın çocuk üzerindeki en önemli rollerinden biri de çocuğun psiko-seksüel gelişimi üzerindeki etkileri. Kız ve erkek çocukların doğuştan getirdikleri kendi cinsiyet rollerine ait özellikleri ancak sağlıklı modellerin izlenmesi ve taklit edilmesi yolunda gelişebiliyor. Babanın aile içinde tavrı, fonksiyonu, çocuğuyla kurduğu yakın, açık ve güvenli bir ilişki, özellikle erkek çocuğun babayla özdeşleşmesini kolaylaştırıyor ve kendi cinsiyet rolünü geliştirmesine yardımcı oluyor. Erkek çocuklar taklit edebilecekleri ya da yakın ilişki kurarak özdeşleşebilecekleri iyi bir model bulamadıklarında kendi cinsel kimlik gelişimleri bu durumdan olumsuz etkileniyor. Ya da babanın aile içinde yeterince etkin olamadığı durumlarda erkek çocukların maskülen özelliklerinin yeterince gelişememesi riskinin oluşabileceği biliniyor. Aynı şekilde kız çocuklar için de babanın rolü, karşı cinsi anlaması, kendine güveninin geliştirebilmesi açısından önem taşıyor. Babayla iletişimde bulunarak erkeklere karşı nasıl tepkide bulunacaklarını ve erkeklerin kendi cinsiyetlerine nasıl tepkide bulunduklarını öğreniyorlar. Yetersiz baba modeli ya da yoksunluğu, kız çocukları özellikle ergenlik döneminde etkiliyor ve ergenlik sıkıntılarının daha şiddetli yaşanmasına neden olabiliyor.

Baba ve disiplin

Çocuğun gelişiminde, hayata hazırlanmasında uygun disiplin yöntemlerinin kullanılmasının önemi büyük. Disiplinin oluşturulmasında anneye de babaya da önemli görevler düşüyor. Anneler genelde çocuklarıyla daha fazla zaman geçirebilmek ve bu nedenle kuralları uygularken pratikteki zorluklar nedeniyle tutarlı davranamayabiliyorlar. Bu noktada babanın sadece kızan, bağıran, otoriteyi temsil eden, kendisinden korkulan ve tehdit unsuru olarak kullanılan rolde tutulması sıkça rastlanılan bir durum oluyor. Oysa bu tutum hem çocukların yeterince disipline edilememelerine hem de babaya iletişimden uzak bir rol verilmesine neden oluyor. Bunun yerine annenin de babanın da belli esneklikleri de bulunan, mümkün olduğunca ortak disiplin ilkeleriyle yaklaşmaları gerekiyor. Çocuklarıyla daha az zaman geçirmek, kurallarında daha tutarlı olmaları konusunda zaman zaman babalar için avantaj oluşturabiliyor. Ama bu avantajı babayı korku objesine çevirerek dezavantaja dönüştürmemek gerekiyor. Ve disiplin oluşturulurken çocukların duygularının değil, davranışlarının kısıtlanması ya da başka deyişle istenmeyen ve uygun olmayan davranışların uygun olanlarıyla değiştirilmesi esas olmalı. Babalar bu noktada daha çok istenmeyen davranışı vurgularlarsa, çocuklar da kendilerini hep olumsuz davranışları olan, istenmeyen, sorun yaratan çocuk olarak algılayabilirler. İstenmeyen davranışları değiştirirken sadece sorun olan davranışları vurgulamak yerine olumlu davranışın ne olduğunu belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek daha etkili olur ve çocuğun olumsuz benlik algısını geliştirmesi riskini de ortadan kaldırır. Ödül mutlaka maddesel bir şey olmak zorunda değildir. Hatta maddesel ödüller yerine davranışsal veya sözlü ödüller kullanılması daha fazla tercih edilmelidir. Çünkü “Seninle gurur duyuyorum, bu şekilde davranırsan beni çok mutlu edeceksin” gibi açıklamalar çocuğu olumlu davranmaya motive ettiği gibi, kendisini algılamasını da olumlu yönde etkiler.

Zaman yerine hediye

Babaların bazen çocuklarıyla yeterince zaman geçiremedikleri ve onlarla yeterince ilgilenemedikleri kaygısıyla onları hediyeye ve oyuncağa boğdukları biliniyor. Ve böylece her akşam eve geldiğinde “Baba bana ne getirdin?” diyen çocuklarına bir şey vermenin hazzını yaşamak isteyebiliyorlar. Oysa bu tavır, çocukların yeni bir şeye sahip olanın keyfini yaşamaktan alıkoyuyor ve sürekli talep etmelerine ve bir türlü sahip olduklarından memnun olmamalarına neden oluyor. Üstelik aslında baba ile çocuk arasında gerekli olan duygusal yakınlığın yerini de asla tutmuyor. Her gün bir oyuncak getirmek yerine çocuğunu kucağına alıp onunla 5-10 dakika sohbet etmek, o günün nasıl geçtiğinden öz etmek, çocuklar için de babalar için de çok daha doyurucu oluyor.

Babaların çocuklarıyla iletişimlerinde dikkat etmeleri gereken noktalar:

 Hamilelik döneminde eşinize hoşgörü, anlayış ve özel ilgi gösterin, bebeğinizin anne karnındaki gelişimiyle ilgilenin. Çocuğunuzun gelişimi anne karnındayken başlar. Ve eşinden destek gören, huzurlu bir hamilelik geçiren annelerin çocuklarının çok daha sağlıklı oldukları biliniyor.

 Bebeğinizin bakımında görev alın. Bebeğinizin sağlığı, beslenmesi, temizliği, ağladığında sakinleştirilmesi ve tüm ihtiyaçlarının karşılanması konusunda becerilerinizi geliştirin. Onun da bir kişiliği olduğunu, sevdiği ve sevmediği şeyleri doğduğu andan itibaren takip etmeye ve öğrenmeye başlayın. Unutmayın ki, bu ilişki daha sonra sürecek olan sağlıklı bir ilişkinin önemli bir başlangıcıdır.

 Çocuğunuz üzerinde korkuya dayalı bir disiplin uygulamayın. Sizinle rahat ve açık bir ilişki kurabilmesi için ona fırsat verin. Tam tersi olarak tamamen disiplinsiz, kuralsız ve kontrolsüz bir disiplinin de çocuk üzerindeki olumsuz etkilenin göz ardı etmeyin.

 Çocuğunuzla iyi iletişim kurmanız önemlidir. Tıpkı annesiyle olduğu gibi sizinle de yakın ve sıcak ilişki kurabilmesi ve üzüntüsünü ve mutluluğunu sizinle paylaşabilmesi gerekir. Oysa babasının kendisinden uzak olduğunu hisseden bir çocuklar, babalarıyla aralarında bir mesafe olması gerektiği mesajını alırlar ve bu durum onların ihtiyaç duyduklarında gerekli desteği talep etmeleri konusunda çekingen kalmalarına neden olabilir. Böyle bir durumda bu desteği başka kaynaklardan arama riski oluşur. Özellikle küçük yaşlarda babalarıyla duygusal anlamda yakınlaşamayan çocukların ergenlik dönemlerinde daha büyük sorunlar yaşadıkları ve bu dönemin zorluklarıyla baş etme konusunda daha yetersiz kaldıkları biliniyor. Bu nedenle zaman kaybetmeden çocuğunuzu dinlemeye ve onunla yakınlaşmaya başlayın.

 Babaların da tıpkı anneler gibi çocuklarını her koşulda (başarılarında da başarısızlıklarında da) sevdiklerini hissettirmeleri, çocuklarının kendi hayatlarındaki önemini çocuklarına ifade etmeleri, sağlıklı bir güven gelişimi için çok önemlidir. İstenmeyen davranışları öne çıkarıp vurgulamaktan çok, olumlu-istenen davranışın desteklenmesi, ödüllendirilmesi ve övülmesi çocukla kurulacak disiplin ilişkisi etkinliğini artırır.

 Yoğun iş temposu nedeniyle çocuklarıyla daha az vakit geçirmek zorunda kalan babaların da, onlarla sağlıklı iletişim geliştirebilmeleri ve çocuklarına yeterli ilgi gösterebilmeleri mümkündür. Önemli olan kısa da olsa çocuklarla özel zaman geçirmek ve bu zaman diliminde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarıyla ilgilenebilmektir. 

 Çocukların, babalarının özel ilgilerine ihtiyaç duydukları ve bu ilginin çocukların hem zihinsel hem de psiko-seksüel gelişimleri açısından çok gerekli olduğu unutulmamalıdır. 

 Baba yoksunluğunun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri biliniyor. Özellikle de babasının yetersiz ilgisine ve ihmaline maruz kalan çocukların kişilik gelişimlerinin bir yönüyle yetersiz kalabileceği ihtimali unutulmamalı.

Kişilik Gelişiminde Babaların Rolü

Babanın çocuğun kişilik gelişimindeki rolü konusunda bize bilgi veren Mavi Pedagojik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nden Psikolojik Danışman Belgin Temur, etkin bir baba rolü çocukların her türlü gelişimlerine olumlu yönde katkıda bulunuyor diyor ve şöyle devam ediyor: “Babanın çocuğu ile ilişki kurma biçimi çocuğun kişiliğini etkiliyor. Örneğin, aşırı otoriter tavır ve ilgisizlik çocukların utanç, çekingenlik gibi kişilik özellikleri geliştirebilmelerine neden olabiliyor. İlgili ve sevgi dolu bir tavır ise çocukların sosyal uyum yeteneklerinin artmasına, liderlik özellikleri geliştirebilmelerine etki ediyor. Babanın sağlıklı otorite sağlayamadığı, disiplinsiz ve aşırı hoşgörülü bir tutumda olması ise çocukların bazı uyum ve davranış bozuklukları yaşama olasılığını arttırıyor.”


Uzman Pedagog Belgin Temur

23 Kasım 2019 Cumartesi

Kötü Sözlerine Gülerek Karşılık Vermeyin

4-5 yaş dönemi çocuklarda fiziksel, zihinsel, sosyal, dil ve motor gelişimi bakımından önemli değişimlerin görüldüğü bir dönemdir. Bu yaş döneminin en belirgin özelliklerinden biri çocukların kendilerini sözel olarak daha iyi ifade edebilmeye başlamalarıdır. Konuşarak içinde bulundukları dünyayı tüm yönleriyle anlamaya çalışırlar. Bu dönemde dil gelişimi oldukça hızlıdır; çocuklar yeni kelimeleri çok hızlı öğrenirler; merak duyguları çok yoğundur; dünyayla ve çevrelerinde neler olup bittiği ile ilgili neden, nasıl, ne zaman gibi sorular sormaya başlarlar. Duydukları her yeni kelimenin ne anlama geldiğini öğrenmek isterler. Dili oyunlarına katarlar; içinde diyalogların olduğu, rol yapabilecekleri oyunları tercih etmeye başlarlar. Espri yetenekleri gelişir; şarkılar, tekerlemeler öğrenmek ve söylemek hoşlarına gider. Öğrendikleri yeni şeyleri tekrar etmek isterler. Bu yaş döneminde çocukların kelime hazineleri oldukça genişler; bazı sesleri çıkarmakta sıkıntılar yaşanmaya devam etseler de konuşmaları açık ve anlaşılırdır; hikayeleri, başlarından geçen olayları, rüyalarını ayrıntılarıyla anlatabilirler. Bazen hayal güçlerini kullanarak kendi yarattıkları öyküleri paylaşırlar.              
Bu yaş çocuklarının sosyal ve duygusal gelişimi de çok belirgindir. 4-5 yaşında çocuklar grup içindeki basit kuralları anlayabilecek ve bunlara uyabilecek yetiye sahiptir. Bu nedenle, yaşıtlarıyla iletişim kurmaktan, onlarla oyun oynamaktan, beraber çeşitli etkinlikler yapmaktan hoşlanırlar. Arkadaşların, çocuğun gelişimi ve davranışları üzerindeki etkisi giderek artar. Çocuklar hem kendi duygularını hem de karşısındaki kişinin neler hissediyor olabileceğini daha iyi anlamaya başlarlar. Tüm bunlar kendilerine olan güvenlerini de arttırır.             
Çocuklar tüm bu becerilerinin gelişimi ile beraber ebeveynlerinden, çevrelerinden, arkadaşlarından duydukları birçok kelimeyi tekrar eder; hafızalarına alır ve zaman zaman tekrar çıkarıp bunları kullanırlar. Birçok alanda olduğu gibi dil becerilerinin gelişmesinde de çocuğun kendisi ile iletişime geçen tüm insanları izleme, dinleme, taklit etme ve model alma yolları etkindir. Ancak çocuklar çevrelerini gözlemlerken duyduğu kelimelerin kabul edilebilir olup olmadığını anlayamazlar. Anne ya da babalarının araba kullanırken sinirlenerek söylediği kötü sözleri hemen öğrenebilir ve sık tekrar etmeye başlayabilirler. Kısacası, dil gelişiminin hızlı seyrettiği ve çocukların duyduklarını tekrar etme eğilimlerinin olduğu bu dönemde çocuklar arasında kötü söz kullanımına da daha sık rastlanabilir. Sosyal gelişim ve paylaşımın da artmasıyla çocuklar aile bireylerini, arkadaşlarını, televizyonda izledikleri çizgi filmdeki ya da okudukları hikayedeki bir karakteri model alabilir; onların kullandığı kelimeleri taklit edebilir ve öğrenebilirler.              
Çocuklar çoğu zaman kötü sözleri, anlamını bilmeden kullanırlar. Ancak ebeveynlerinden ya da çevreden aldıkları tepkilerle de bu sözlerin kullandıkları diğer kelimelerden bir farkı olduğunu hissederler. Tekrar tekrar kullanarak da anne babalarının tutumlarını, verdikleri tepkilerin ne kadar değişebileceğini gözlemler ve test ederler. Kimi anne-babalar çocuklarından kötü sözler duyduklarında aşırı sert tepkiler verebildikleri gibi,  kimileri ise tepkisiz kalabilir ya da daha ılımlı tepkiler vererek çocuğun söylediği sözlere gülebilir ve bunlarla eğlenebilirler. Çocukların çevresindeki bireyler tepkileri ve davranışlarıyla farkında olmadan onların bu tarz konuşmalarını pekiştirmiş; onları cesaretlendirmiş olabilirler. Çocukların ne gibi sebeplerle kötü sözler kullanıyor olabileceklerini bilmek aslında doğru anne-baba tutumlarını belirlemek açısından da önemlidir.             
Çocuklar bazen anne ve babalarından yeterli ilgiyi göremediklerini düşünebilirler. Anne-babaları ya da çevredeki diğer bireyler tarafından daha çok fark edilmek isteyebilirler. Yaptıkları davranışlar olumsuz olsa da, ebeveynleri tarafından olumsuz bir geri bildirim almış olsalar da fark edilebilmiş olmak onların bu davranışı tekrar sergilemelerine neden olur. Kendi varlığını ortaya koyma yolu olarak olumsuz da olsa bu tarz davranışları seçerler. Bazı 4-5 yaş çocukları ise olumsuz duyguları nasıl ifade edeceklerini bilemezler. İfade ettiklerinde çevreleri tarafından kabul görüp görmeyecekleri, eskisi kadar sevilip sevilmeyecekleri konularında kafalarında şüpheler olur. Bu nedenle duygularını açıkça ifade etmektense farklı yollar aramaya başlarlar. Hissettikleri üzüntü ya da kızgınlık gibi duygularla nasıl baş edebileceklerini bilemezler. Bunun bir yolu olarak da kötü sözler kullanmayı alışkanlık haline getirebilirler. Çocuğun ailesinde kızgınlığı ifade etme biçimi olarak kötü söz kullanmayı öğrenmiş bireyler varsa çocuğun da model alarak duygu ifadesinde bu davranışı seçme olasılığı oldukça yüksektir. Kötü söz kullanımına neden olabilecek bir diğer durum ise çocukların yaşıtları tarafından kabul görme, onlara benzeme arzusu olabilir. Özellikle 4-5 yaş, çocukların akranlarından yoğun olarak etkilendiği, onların davranışlarını gözlemlediği ve taklit ederek öğrendiği bir yaş dönemidir.             
Tüm bunlar düşünüldüğünde anne-babalara düşen en önemli görev çocuğa her ortamda doğru bir model olabilmektir. Çocuktan hangi davranışları gerçekleştirmesi bekleniyor; hangi sözleri kullanması isteniyorsa anne-baba olarak da aynı davranışlar içerisinde bulunmak ve aynı kelimeleri kullanmak gereklidir. Kötü söz kullanan çocuğunuz karşısında onun bu kelimelerine gülmeden; onu cesaretlendirmeden durabilmek ve bu kelimeyi kullanmaması gerektiği konusunda kararlı ve net olabilmek de oldukça önemlidir. 
Anne-babalara tavsiyeler: 
·        Çocuğunuzu gözlemleyin ve onu iyi tanımaya çalışın. Kötü söz kullanmasının altında ne gibi sebepler olabileceğini düşünün. Çocuğunuzu tüm yönleriyle tanımak, gerektiği durumlarda ona nasıl müdahale edebileceğiniz yönünde de size fikir verir.
·        Çocuğunuzun kendini fark ettirme çabası içerisinde olduğunu anlarsanız, onun kötü söz kullanarak bunu yapmaya çalışmasını beklemeden, bu ihtiyacını fark etmeye çalışın. Bu ihtiyaca cevap verebilmek adına çocuğunuzun yaptığı tüm olumlu ve uygun davranışları dile getirin, onunla konuşun ve aferinlerle pekiştirin. Onun yanında başkalarına çocuğunuzun onayladığınız davranışlarından bahsedin ve onu övün.
·         Bir süre olumsuz tavırlarını göz ardı edip, olumlu bütün davranışlarını desteklemek ve ödüllendirmek de ona kendini iyi hissettirecektir. Çocuğunuz kötü söz kullandığında, gülmeyerek ya da tam tersi öfkeli tepkiler göstermeyerek onun bu davranışı sergilemesini engelleyebiliriz.
·         Uygun olmayan bu sözler yerine çocuğun söylemek istediği şeyi daha uygun ifadelerle nasıl anlatabileceği yönünde onu yönlendirin.
·         Çocuğunuzla oynayacağınız dramatizasyon oyunları da ona hem nasıl davranması gerektiği konusunda yol gösterir hem de dil gelişimini destekler.
·         Çocuğunuz televizyonda izlediği bir programın ya da oynadığı bir bilgisayar oyununun da etkisinde kalabilir. Televizyonda izledikleri şiddet ve küfür içerikli görüntüler, dövüş, savaş gibi temalara sahip bilgisayar oyunları, agresif içerikli dergiler ve kitaplar çocuğun kelime hazinesine uygun olmayan sözler eklemesine neden olabileceği gibi çocukların yaşayabilecekleri kaygı durumlarını da tetikler Bu nedenle onun izlediği ve dinlediği programları denetlemek ve belli ölçülerde televizyon ve bilgisayar kullanımına izin vermek de önemlidir.  
·         Çocuğunuzun yaşayabileceği tüm olumsuz duyguları kabul edin. Çocuğun hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu ona hissettirebilmek önemlidir.
·         Anne-baba olarak sizler de duygularınızı ifade ederek çocuğunuza model olun ve ona duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlayın. Duygularını hangi yollarla daha iyi ve daha doğru ifade edebileceği konusunda ona yol gösterin.  
·         Çocuğunuz kötü sözleri kullandığı sürece nelerle karşılaşabileceğini bilmelidir. Ona bu davranışa devam etmenin bazı sonuçları olduğu hatırlatılmalı ve çocuğunuz bu sonucu yaşayarak öğrenmelidir.
·         Temel alışkanlıkların kazanıldığı okul öncesi dönem kurala uyum becerisinin
geliştirilebilmesi için en uygun dönemdir. Çocuğun kötü söz kullanma alışkanlığından kurtulabilmesinde anne baba tutumlarının önemi büyüktür. Ebeveynler çocuklarının kötü söz kullanmaları karşısında verdikleri tepkilerde ne kadar kararlı ve tutarlı olabildiklerini gösterebilirlerse çocuk bu alışkanlığı kolayca kazanır.
·         Ancak; tüm bu çabalara rağmen çocuğunuzun kötü söz kullanma alışkanlığı devam ediyorsa profesyonel bir uzman desteğine başvurmakta fayda vardır.  

Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

16 Kasım 2019 Cumartesi

Ergen ve Akran Arkadaş İlişkileri

Ergenlik döneminin başlaması ile birlikte ergen anne-babadan ayrışmak dışında başka bir gelişimsel görev ile karşılaşır: arkadaş ilişkileri kurma ve bunları geliştirme. Havighurst’e göre ergenlikteki gelişim görevlerinden bir tanesi, ergenin her iki cinsten yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkiler kurmasıdır. Bu görev Havighurst tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: ilk ergenlikte ergen genellikle aynı cinsten arkadaşları ile ilişki kurmaktayken; ergenlik ile birlikte bu ilişkilerin yerini daha olgunlaşmış kadın-erkek ilişkileri almaktadır. Bu ilişkinin gerçekleşebilmesi için ergen hemcinsleri ve karşıt cinsten oluşan karma bir grup içerisinde iken neyi, nasıl söyleyeceğini ve toplumsal etkinliklere nasıl katılacağını öğrenmek durumu ile karşı karşıya kalır. Tüm bu görev ve etkinliklerin gerçekleşmesi sürecine kültürün çok büyük bir etkisi vardır. Bu ilişkiler içinde yaşanılan kültüre uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu etkenin yanı sıra içinde bulunulan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel statü de bu gelişim görevlerinin nasıl şekilleneceğini etkilemektedir. Örneğin Havighurst’ün bulgularına göre: orta sınıf Amerikalıların toplumsal başarıyı çok sayıda arkadaş sahibi olmayı, yüksek statüyü, geç evlenmeyi tercih ettiklerini; buna tam zıt gelen bir tutum olarak alt sınıfın erken cinsel yaşantıya, erken evliliğe, çeteleşmeye, komşuluk ilişkilerine yöneldiği ortaya çıkmıştır. 

Ergenlik, genellikle aileden uzaklaşarak arkadaşlar ile dolu bir dünyaya atılan bir adım olarak görülmektedir. Ergenler, beklenildiği üzere, zamanlarının çoğunu arkadaşları ile, daha azını ise aileleri ile birlikte geçirmektedirler. Bunun nedeni olarak; ergenlerin arkadaşları ile vakit geçirerek kendilerine bir sosyal hayat kurmalarından ve duygusal ve destekleyici güç olarak arkadaşlarını görmelerinden bahsedilebilir. Aslında arkadaşlık ilişkileri her zaman önem verilen bir konu olmuştur ancak şu sonuç bu durumun ciddiyetini bizlere tekrar hatırlatmaktadır ki; ergenler vakitlerinin 1/3’ünü arkadaşları ile geçirmektedirler.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir kavram farklılığı vardır: akran ve arkadaş. Akran, kişi ile aynı yaşta olan, ortak noktaları olabileceği gibi birbirini hiç tanımamış olan kişileri içerebilmektedir. Ancak arkadaş; bireyin birebir ilişkide olduğu, ortak noktalarda, beğenilerde buluşabildiği, birlikte vakit geçirmekten keyif aldığı yaşıtlara verilen isimdir.

Ergen, çocukluk çağından çıktığı zaman ev ortamı ona dar gelmeye başlar. Anne-baba ile aynı noktalarda buluşamamaya, birçok alanda aynı fikri paylaşmamaya ve bir çok konuda farklı bakış açılarına sahip olarak çatışma yaşamaya başlayan ergen, kendi ile aynı yaşantılara sahip olan, aynı ev içi sıkıntıları yaşayan, bağımsız ve karışılmadan kendi kurallarını koyarak hayatını yaşamak isteyen aynı paydada buluşabildiği arkadaşları ile vakit geçirmeyi tercih etmeye başlar. Çünkü ev ortamında anlaşılmadığını, değerli olmadığını, hala çocuk olarak var olduğunu hisseden ergen, bu yeni ortamda anlaşıldığını birey olarak değer gördüğünü ve “büyük” bir birey-yani yetişkin- olduğunu hissetmektedir. 

GEÇMİŞ YAŞANTILARIN ARKADAŞ İLİŞKİLERİNE ETKİSİ

Bu dinamik sistem içinde var olabilmek için bireyi ergenlik dönemine kadar getiren çocukluk dönemi arkadaşlık ilişkilerine ve sosyal becerilerine göz atmak gereklidir.

Arkadaşlık kavramı, daha ilk çocukluk yıllarında gelişmeye başlamaktadır. Her birey çocukluktan ergenliğe bir arkadaşlık ilişkisi ve sosyal beceri altyapısı ile gelmektedir. Çocukluk dönemindeki arkadaşlık ilişkileri genellikle ebeveynler tarafından başlatılıp yönlendirilen ve geliştirilen ilişkiler olmaktadır. Ebeveynlerin arkadaşlarının çocukları ile kurulan arkadaşlık ilişkileri buna örnek olarak gösterilebilir. Medyanın, özellikle televizyon showları, filmler ve popüler şarkı ve şarkıcıların ve daha ileri yaşta olan ergenlerin de çocukların arkadaş ilişkilerine ve ilişki kurma becerilerine etkisi olmaktadır. Çocukluk döneminde arkadaşlıklar genellikle yakın yerlerde oturan ya da aynı sınıfta olan kişilerle kurulmaktadır.

Hatta tüm bunların yanı sıra, Bronfenbrenner’in mezosistem kavramı da arkadaş ilişkilerinin gelişimini etkilemektedir. Distal ve proksimal, yani yakın ve uzak sosyal bağlamlar, arkadaşlık ilişkilerine etki etmektedir. Proksimal yani yakın bağlamlar; arkadaş ilişkilerini direk olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak komşular ve komşuluk ilişkilerini, yaşanılan yeri, okul ve okul ilişkilerini gösterebiliriz. Distal yani uzak bağlamlar; arkadaş ilişkilerini dolaylı olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak adalet sistemi ve iş koşulları gösterilebilir. Bunların yanı sıra, makrosistemin de, yani kültürel normların da arkadaşlık ilişkilerinin kalitesini ve şekillenişini etkilediği görülmektedir.

Çocukluk döneminde daha sınırlı arkadaşlık ilişkisi kuran ve bunu sürdürmekte sıkıntı yaşayan bireyler, aynı zorlukları hayatlarının ilerleyen dönemlerinde de yaşamaktadırlar. Hodges (1999)’ın araştırma sonuçlarına göre, arkadaşlık ilişkisi kuramayan ve arkadaşı olmayan bireyler, zorbalık ve kabadayılık yapma konusunda daha çabuk hedef yönelen kişiler olabilmektedirler. Yetişkinlik döneminde ise bu kişiler, dışlanma ve grubun dışında kalma gibi durumlar ile sıklıkla karşı karşıya kalmaktadırlar.
ARKADAŞ İLİŞKİLERİNİN YAPISI

Çocukluk ve ergenlik döneminde arkadaş ilişkileri bazı evrelerden geçmektedir. İlkokulun ilk yıllarındaki evrede ilişkiler çocuklarını birbirlerine verdikleri hediyeler ve ödüller üzerinden yürümektedir. Bu evreye “ödül evresi” adı verilmektedir. Bir sonraki evreye “normatif evre” denmektedir. Bu evrede ise, çocuklar arasında paylaşımlar başlamakta ve bazı normlar oluşmaktadır. Üçüncü evre olan “empatik evre”de karşılıklı anlayış, ortak paydalarda buluşan ortak ilgiler ve kendine ait sırları paylaşma başlamaktadır.

Bireyler ergenlik dönemine geçtikleri zaman arkadaşlık ilişkileri hem daha önemli hem de daha karmaşık bir hal almaktadır. Arkadaşlığın boyutları ve şekli değişmektedir. Arkadaşlık ilişkileri ilerleyen yıllarda karşılaşılacak olan romantik ve seksüel ilişkiler için de zemin hazırlamaktadır.

Çocukluk ve ilk ergenlik dönemindeki arkadaşlıklar genellikle iki kişiden oluşan ilişkilerdir. Bu tarz arkadaşlıklara “çift arkadaşlığı” adı verilmektedir. Genellikle kızlar arasında yaygın olarak görülmektedir.

Arkadaşlık ilişkileri bazen formal şekilde oluşmaktadır. Buna örnek olarak yetişkinler tarafından oluşturulan ve süpervize edilen sosyal faaliyet, spor takımları, dini gruplar veya toplumsal faaliyet gruplarında sürdürülen ilişkileri gösterebiliriz. İnformal olarak sürdürülen ilişkiler ise yetişkin süpervizyonu olmaksızın gençler tarafından oluşturulan ve sürdürülen bir grup arkadaş ilişkisini veya yakın çevrede oturan arkadaşlardan oluşan oyun gruplarını içermektedir. Bu tarz küçük grupların sınırları belirlenmiştir. Bu gruplara “klik” adı verilmektedir. Kliklerde grupta yer alan kişiler her şeyi birlikte yapmaya çalışırlar ve etkileşim kurma temelli bir paylaşımları vardır. Genellikle aynı cinsten üç ya da dört kişiden oluşur ve dostluk, güvende olma, becerilerini değerlendirme olanağı sağlar. Dunphy (1963)’nin bulgularına göre ergenlerin %70-80’i bir klik üyesidir.

Bunun yanı sıra, ergenler bu dönemde birden çok “klik”in üyesi olabilmektedirler. Formal olarak bir spor takımının grubuna ait olan genç, aynı zamanda okul içerisinde ve mahalle içerisinde iki “klik”in daha üyesi olabilmektedir.

Çift arkadaşlığı ve klik gibi ait olunabilecek bir diğer arkadaş grubu da daha büyük sayıda ergenden oluşan gruplardır. Okullarda ve topluluklarda görülen bu gruba “topluluk”, ”takım” ya da “yığın” adı verilmektedir. Diğer gruplara göre daha geniş, üye sayısı daha fazla olan, ortak ilgileri paylaşan, genellikle 10-20 kişiden oluşan gruplardır. Kliklerin tam tersi bir özellikleri vardır, yani tek cinse ait ergenlerden değil her iki cinse de ait ergenlerden oluşmaktadır. Genellikle sadece hafta içi günlerde değil, hafta sonlarında parti, dans, spor gibi etkinliklerde birlikte vakit geçirirler. Bu tarz gruplarda genellikle etnik ya da sosyo-ekonomik özellikler, oturulan yer ve bireyin özellikleri önem kazanmaktadır. Zenginler-fakirler, kuzeyliler-güneyliler, siyahlar-beyazlar, futbolcular-basketbolcular gibi sınıflamalar bu grupları şekillendirmektedir. Kliklerde ve çift arkadaşlıklarda yer almayan ancak bu gruplarda var olan bir özellik de; gruba ait olmanın iletişim ve etkileşim ile değil daha çok tanınma ile ilgili olmasıdır.

Bu grupların dışında bir de “çete” adı verilen gruplar bulunmaktadır. Çeteler genellikle daha geniş kent alanlarında ortaya çıkmaktadır. Azınlıkların ve alt sosyo-ekonomik sınıflara ait bireylerin oluşturduğu gruplardır.

Ergenler neredeyse tüm enerjilerini bir gruba ait olmak için harcarlar. Grubun dışında kalmamak adına grubun tüm kural ve sınırlılıklarına uyum sağlar ve grup dışında kalmamak için neredeyse “baskı” altında kalabilirler. Bu durum, aslında içinde bulundukları yaş grubuna ve gelişim özelliklerine uygun bir gelişmedir. Bazı anne-babalar ergenlik dönemindeki çocuklarının hep evde oturup ders çalışmasından övgüyle bahsetmektedirler. Aslında bu durum ergenlerin içinde bulunduğu ruhsal, bilişsel ve fiziksel gelişim özellikleri ile çok örtüşmemektedir ve aslında dikkatle takip edilmesi gereken bir noktadır.

Her grubun kendine ait bazı özellikleri vardır. Grubun özelliklerine uygun olan giyinme tarzları, genel davranış biçimleri, konulma şekilleri, kullanılan ifadeler, dinlenilen müzikler, gidilen yerler, “takılınan” mekanlar, boş zaman aktiviteleri aynıdır ve bize grubun özellikleri hakkında bilgi verir.

Ergenlik dönemi boyunca bir gruba ait olma ve popülerlik kavramları önem kazanmaktadır. Coleman(1961)’ın bulgularına göre popüler olma, derslerde ve akademik başarıda üst düzey performans göstermekle değil, herhangi bir spor faaliyetine devam etmeye ve bir gruba ait olmaya bağlıdır. Ayrıca ergenin arkadaşları tarafından aranıyor olması, arkadaşlarının onu beğenmesi ve benimsemesi, ergenin benlik saygısı için önemli bir koşuldur.

Ait olunan arkadaş grubu bireyin sosyal beceri gelişimine, kişilik gelişimine, çevresi ile ilişki kurma biçimine katkılar yapmakta ve bu becerilerin gelişimini etkilemektedir. Akran grubu ergenin kimlik kazanım sürecini hızlandırmaktadır. Grup, ergen için bir ayna görevi yaparak bireyin kendisini tanımasını, dışarıdan nasıl görüldüğünü bilmesini ve kendini değerlendirmesini sağlar. Grup içinde ergenlerin sosyal becerileri ve ilişki kurma paternleri de gelişmektedir. Ayrıca cinsiyete ait model bulma ve cinsiyet davranım kalıplarını öğrenme konusunda da grup ergene örnekler sunabilmektedir. Yaşanılan üzüntüler ve duygusal krizleri ergenler ait oldukları gruplarda çözmektedirler. Parlee (1979) tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre 4.000 deneğin %51’i bir duygusal sıkıntı durumunda bu sıkıntının paylaşımı ve çözümü için ailesine değil arkadaşlarına yönelmektedir. Bu araştırmanın bir diğer sonucuna göre ergenlerin %68’inin 1-5 arasında yakın arkadaşı bulunmaktadır. Arkadaşlarda önemli olan özellikler ise yaşlarının yakınlığı ve fiziksel görünümdür. Arkadaşlarda aranan önemli niteliklere bakıldığında ise güvenli koruma (%89), sadık olma (%88), sıcaklık ve sevecenlik (%82), destek olma (%76), açık sözlülük (%75) ve mizah duygusu (%74) yer almaktadır.

Arkadaşlığın işlevlerine baktığımız zaman Duck (1973) bu özellikleri şöyle özetlemiştir:
* Bireye ait olma duygusu sağlaması
* Bireyin duygusal bütünlüğünü ve kararlılığını sağlaması
* Bireye iletişim fırsatı sağlaması
* Bireye yardım ve destek sağlaması
* Bireye değerli olduğu duygusunu vermesi
* Bireye başkalarına yardım etme fırsatı sağlaması
* Kişiliğin desteklenmesi.
ERGENLİKTE ARKADAŞLIK

Sosyal gelişimin becerilere yansımasının yoğun olarak yaşandığı ergenlik döneminde ergenler bu becerilerini arkadaşlık ilişkilerini arttırmak adına yoğun biçimde kullanmaktadırlar. Araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre arkadaşlık kolay gibi gözüken ancak aslında incelenmesi gereken en önemli konulardan biridir. Yapılan araştırmalara göre ergenlerin neredeyse çoğu en az bir yakın arkadaşları olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bu dönemi takip eden altı ay içinde ergenlerin en yakın arkadaşlarının değişebildiği görülmüştür. Brendgen ve arkadaşlarının (2001) araştırma sonuçlarına göre kız ergenler erkek ergenlere oranla arkadaşlık ilişkilerine daha fazla anlam atfetmektedirler. Ancak Smith ve Schneider (2000)’in araştırmasına göre ise hem kız hem erkek ergenler arkadaşlık ilişkilerine eşit düzeyde değer vermektedirler.

Ergenlik dönemindeki arkadaşlık çocukluk dönemi arkadaşlığından farklıdır. Bu dönemde bireyler için paylaşım çok önemlidir. Fıkra-espri ve şakaların paylaşımı ile başlayan arkadaşlıklar ilerleyen dönemlerde arkadaşlığın anlamı ve güven duygusu geliştikçe sırların ve kişisel problemlerin paylaşımına dönüşmektedir. Hatta arkadaşlar arası hediye paylaşımları ve ev ziyaretlerinde artışlar görülmektedir. Ev ziyaretlerindeki artış zamanla yerini birbirinin evinde kalma ve evde parti düzenlemeye bırakabilmektedir. Erwin (1993)’e göre bilişsel gelişimde ve problem çözme becerilerinde görülen gelişmeler sayesinde ergenlik dönemindeki arkadaşlıkların sayısında daha fazla artış görülmektedir. Çocukluk döneminde olduğu gibi ergenlikte de arkadaşlık için yakın olma kavramı çok önemlidir. Ancak ergenlikte seçilen arkadaşlıklarda sadece aynı mahallede oturuyor olmak bir etken değildir çünkü ergenler çocuklara göre daha serbest hareket edebilmekte ve ebeveynleri olmaksızın mekan değiştirebilmektedirler. Yine de yakın olma kavramı arkadaşlık için çok önemlidir. Dubois ve Hirsch (1990)’in araştırma sonuçlarına göre Afrika kökenli Amerikalı erkek çocukları, Avrupa kökenli Amerikalı erkek çocuklarına göre okullarda ve mahallelerinde daha sıkı ve sağlam ilişkiler kurmaktadırlar.

Arkadaşlık ile ilgili kavramlardan en önemlileri güven duyma, birlikte bir şeyler yapma isteği, birbirine bir şeyler alıp verme, zamanla birbirini tanıma ve duyarlı olma, düşünce ve duyguları paylaşma, empatik olma, karşılıklılık, sadakat, eşitlik, dikkate alma ve bağlılıktır.

Arkadaşlık ile ilgili en önemli kavramlara bakıldığı zaman ilk olarak eşitlik ve karşılıklılık en önemli normatif etkenlerdir. İkinci en önemli etken ise arkadaş olarak seçilen kişilerin genellikle özellik olarak bireye benzeyen kişiler olmasıdır. Ancak bu noktada Clark (1989)’a göre zenci ergenler arkadaş seçiminde beyaz ergenlere oranla benzerlik özelliğine azınlık olmaları sebebiyle daha az önem vermektedirler. Üçüncü en önemli etken olarak bireylerin en yakın arkadaş olarak genellikle kendi cinsiyetlerinden bir kişiyi seçtikleri görülmektedir. Dördüncü olarak ise kız ergenlerin erkeklere oranla mahremiyet kavramına daha çok önem verdikleri görülmektedir.

Mahremiyet, sadece seksüel bir anlam taşımamakta aynı zamanda bilişsel, duyuşsal ve davranışsal boyutlara da sahip olmaktadır. Bu kavram hem arkadaş hem de romantik ilişkilerde kullanılabilen bir kavramdır. Mahremiyet, olaylara başkalarının bakış açısıyla bakabilmeyi ve başkalarının duygularını hissedebilmeyi de içermektedir. Bunun yanı sıra mahremiyet, paylaşımların paylaşılan kişiler arasında kalması, güvenilir davranış kalıplarına uygun davranma, bağlılık, etkili iletişim ve karşılıklılık kavramlarını da kapsamaktadır. Romantik ilişkilerde cinsellik, mahremiyet kavramının içinde yer alabilir.

Mahremiyet kavramı hakkında Orlofsky ve arkadaşlarının kullandığı üç temel ölçüt bulunmaktadır:

1. bireyin kız ve erkek arkadaşlarının kapsamı
2. bireyin yakın zamanda bağımlı bir aşk ilişkisi yaşayıp yaşamadığı
3. bireyin arkadaşlık ilişkilerinde, flörtte veya aşk ilişkilerindeki derinliği ve kalitesi. (bu kavram olgun mahremiyet olarak tanımlanmaktadır.)

Bu üç ölçüte bağlı olarak Orlofsky’nin beş mahremiyet statüsü şöyle tanımlanmaktadır:

1. mahrem ( derin-bağımlı ilişkilerde)
2. mahremiyet öncesi (farklı duygu durumlarının olduğu derin ilişkilerde)
3. sahte yakınlık (bağlılığın olduğu ancak yakın ve derin olmayan ilişkilerde)
4. kalıplaşmış (yüzeysel ilişkilerde)
5. yalıtılmış (ilişkilerin yokluğunda)

İki birey arasında yakın bir ilişkinin oluşabilmesi için bu ilişkinin geçmesi gereken bir yol vardır. Bu yol 4 basamaktan oluşmaktadır.

1. ilişkisizlik: iki birey arasında hiç ilişki yoktur. Yakın oturan veya aynı ortamda sıklıkla bulunan bireyler arasında bir ilişki başlaması olasıdır.
2. farkında olma: dış görünüm sayesinde bireyler birbirlerini fark ederler. Mekansal olarak yakın bulunan bireyler fiziksel özellikleri doğrultusunda bir ilişkileri olup olamayacağına karar verirler.
3. yüzeysel ilişki: iki birey arasında etkileşim başlamış, tutumlar belirginleşmiştir.
4. karşılıklı ilişki: tam anlamıyla bir ilişki kurulmuştur.

Tüm bu konuların yanı sıra atlanmaması gereken en önemli nokta, arkadaşların benzer özelliklere sahip kişilerin arasından seçildiği kadar her bireyin birçok özelliğe sahip olduğudur. Bir ergen müzik zevkinin ortak olduğu bir ergenle vakit geçirebilirken, aynı zamanda ortak dini özelliklere sahip olduğu veya aynı sosyal aktiviteye birlikte devam ettiği bir diğer ergenle de keyifli vakit geçirebilir. Yani her arkadaş bireye farklı özellikleri ile yakın olabilmektedir.

Cohen (1977)’e göre arkadaşlık ilişkilerinde üç temel yöntem vardır:

1. seçme: paylaşımlar doğrultusunda arkadaş olma
2. seçmeme: benzer yönlerin değişmesi sonucunda arkadaşlığın sürmemesi
3. etkilenme: daha yakın gelen fikirlere doğru yönelme

Kandel (1978) New York’ta yaşayan ergenler üzerinde yaptığı bir çalışmada seçme ve etkilenme yöntemlerinin madde kullanımı ve davranış kalıpları üzerinde pozitif doğrultuda etkisi olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Latane (1981), Ennett ve Bauman (1994)’ın yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre sigara kullanımının olduğu gruplarda bulunan sigara içmeyen ergenler sigara kullanımına başlamaya, sigara içilmeyen gruplara dahil olan ergenlere oranla daha meyillidirler.

ROMANTİK İLİŞKİLER

Ergenliğin birkaç yıl öncesinde sadece hemcinsleri ile etkileşimde bulunan ve diğer cinsin bireyleriyle “dalga” geçen kişiler, birkaç yıl sonra birbirleri için en önemli ilgi alanı haline gelmişlerdir. Biraz daha ileri yıllara gidildiği zaman ergenlikte ve genç yetişkinlikte bu bireylerin birbirleri ile romantik ilişkilere girdikleri görülmektedir.

Amerika’da yapılan bir araştırma sonucuna göre 12-18 yaş arasındaki ergenlerin ½’si son 12 ayda romantik bir ilişki yaşadıklarını söylemişlerdir. 10. sınıftaki yani 15-16 yaşlarındaki ergenler; aileleri, arkadaşları ve kardeşlerinden çok romantik ilişkide oldukları kişi ile etkileşimde bulunmaktadırlar. Lisedeki ergenler günde yaklaşık 5-8 saatlerini olan veya olma ihtimali bulunan romantik ilişkilerin düşünerek ve bu ilişki hakkında hayal kurarak geçirmektedirler.

Romantik ilişkilerde bulunan birey aynı zamanda bir doyum sağlamaktadır. Birey, annesinden sonra ilişkide olduğu kişiye yönelik bir bağlılık geliştirebilmektedir. 19 yaşında, üniversitenin ilk yıllarında erkekler için en önemli destek ilişkisi kızlarla kurdukları romantik ilişkiler olmaktadır. Kızlar için de durum neredeyse aynı denebilir.

Genellikle karşı cins, güçlü duyguların temel kaynağı olmaktadır. Bu duygular genellikle pozitif etki etmekteyken, bazen de negatif etkilerde bulunabilmekte, kişide strese neden olabilmektedir.

Romantik ilişkiler, mahremiyet ve kimlik gelişimine de katkıda bulunmaktadır. Genellikle ilk romantik ilişkiler kısa süreli olmakta, ancak ergenlik dönemindeki bazı romantik ilişkiler evliliğe kadar giden bir süreci etkilemektedir. Romantik ilişkiler yaşayan ergenler aileden koparak tamamen otonom hale gelebilmektedirler ancak flörtün bazı handikapları da bulunmaktadır. Amerika’da cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen hamileliklerin sayısında artış olması, ergenlik dönemindeki flörtler ile ilişkilendirilmektedir.

Ruh sağlığı açısından bakıldığı zaman, ilişkilerin sonucunda yaşanan ayrılıklar depresyon, intihar girişiminde bulunma ve intihar etme gibi sonuçlara neden olabilmektedir. Bu nedenle aslında ilişkinin birey üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişmektedir.

Ergenlik döneminde yaşanan en büyük gelişmelerden biri, diğer cins ile birlikte yapılan aktivitelerde artış görülmesidir. İlköğretim yıllarında bireyler hemcinsleri ile vakit geçirmekte ve diğer cins ile vakit geçirmekten kaçınmaktadırlar. Ön ergenlik ile birlikte iki cinsin birlikte vakit geçirme süresinde artış görülmektedir.

Dunphy (1963) bu gelişim sürecine 5 aşamalı bir model ile açıklık getirmiştir:

1. ilk aşamada 4-6 kişilik aynı cinsten oluşan bireyler grupları meydana getirmektedirler.
2. ikinci aşamada kız ve erkek grupları bir büyük grup şeklinde birleşmeye başlarlar.
3. üçüncü aşamada daha büyük ve heteroseksüel bir grup oluşmaya başlar ve grup liderleri flört etmeye başlar.
4. dördüncü aşamada grup iyice sağlamlaşır ve üyeleri netleşir, ancak grup içerisinden klikler ortaya çıkmaya başlar ve bu klikler etkileşime girmeye başlarlar.
5. son aşamada gruplar dağılır ve çift ilişkileri başlar.

Yani bireyler karşı cinsi ilk önce grup içinde tanımaya başlarlar ve sonra bireysel ilişkiler kurarlar. Erken ergenlikten genç yetişkinliğe doğru ilerledikçe flört etme sayısında artış yaşanmaktadır. Carver (1999)’ın araştırmasına göre 13 yaşındaki ergenlerin %36’sı, 18 yaşındaki ergenlerin %73’ü son 18 ayda bir ilişki yaşamışlardır. Yaş ilerledikçe bireyler bağımsızlaşmakta ve ilişkilerde yakınlık artmaktadır.

Platonik aşk: bireyler bazen medyanın da etkisiyle zihinlerinde bir aşk yaratırlar ve onu yaşarlar. Hiç konuşmadıkları ve hiç tanımadıkları birilerine aşık olma, ergenlikte sıklıkla görülmektedir.

Aslında ergenlikte bir ilişki yaşamak sadece destek olma ihtiyacını karşılamaz hatta bundan çok daha önemlisi hayatlarında birinin olmasıdır. Aynı zamanda hayatlarındaki kişinin iyi ve doğru kişi olması da çok önemlidir. Popüler ve ilgi çeken biri ile çıkmak saygı görmeyi ve prestij sahibi olmayı beraberinde getirmektedir.

Birlikte olunan kişi bir süre sonra bireyin yakın ilişki kurma, bağlanma, bakım sağlama ve cinsel bazı ihtiyaçlarını giderdiği önemli bir figür haline gelmektedir. Bireyler ilişkide oldukları kişilerle vakit geçirmeyi ve sosyal aktivitelerini onlarla planlamayı tercih etmektedirler. İçinde bulunulan cinsel gelişimin hız kazandığı ergenlik döneminde bireyler partnerleri sayesinde cinsel hayatlarını da şekillendirebilmektedirler. Genç yetişkinlik dönemi ile birlikte bağlanma ve bakım sağlama itemleri bireyler için ilişki içinde daha çok önem kazanmaya başlamaktadır. Bireylerin evlerini terk etmesi de sıklıkla bu tarz bir ilişkinin başlangıcı ve ilerleyişi ile olmaktadır.

Elbette ki her birey farklı olduğu gibi flört ilişkilerinde de bazı farklılıklar yaşanması olasıdır. Bazı bireyler flört etmeye daha erken yaşta başlarken bazıları yetişkinlik dönemine kadar beklemektedirler. Bazıları için sadece “çıkmak” kavramı önemliyken bazıları için spor aktiviteleri ve okul işleri daha ön planda yer alabilmektedir. Sadece zamanlama açısından değil aynı zamanda ilişkilerin biçimi de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazı ergenler sıcak ve destekleyici ilişkileri tercih ederken bazıları ise sıklıkla çatışmalar yaşadıkları ilişkiler ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu nedenle ilişkinin zamanı, deneyimlerin yoğunluğu ve içeriği ve bireylerin yaşantıları önem kazanmaktadır. Genellikle zorba özelliklere sahip olan ergenler çıkmaya daha erken yaşta başlamaktadırlar ve ilişkilerinde genellikle destek olma faktörü bulunmamakta bunun yanı sıra, sosyal ve fiziksel agresyona rastlanmaktadır. Daha erken yaşta flört etmeye başlayan kişilerde daha yüksek oranda alkol ve sigara kullanımı ve düşük akademik başarı düzeyi ile karşılaşılmaktadır. Yapılan bir araştırma sonucuna göre 16-19 yaşları arasında bulunan 12. sınıf öğrencilerinden daha az flört edenlerin daha çok flört edenlere oranla daha patolojik semptomlar taşıdığı bulgusu elde edilmiştir. Bir başka araştırma sonucuna göre, son altı ayda flörtü olan kişiler ile olmayanlar arasında davranışsal problem yaşama durumu açısından bir farklılık bulunamamıştır.

Bireylerin ilişkideki davranış kalıpları bize onların kişilik özellikleri hakkında da bazı bilgiler verebilmektedir. Örneğin olumsuz yaşantıların yaşandığı ve sürekli kontrol altında tutmaya çalışan bir bireyin patolojik semptom taşıma riski daha fazladır ve özgüven seviyesi düşüktür denebilir.

Tıpkı ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi romantik ilişkiler de gruplandırılabilir. Üç kategoride incelenen ilişkilerden 1. grup güvenli, 2. grup kaygılı-kaçınan, 3.grup ise kaygılı-karasızdır. Genellikle 2. ve3. gruba ait bireyler özgüven düzeyleri düşük bireylerdir. Güvenli ilişki grubuna ait bireyler ise daha yüksek özgüven düzeyine sahip olarak tanımlanabilir. Genellikle partnerinin onu aldatacağı ve terk edip gideceği ile ilgili kaygıları olan kızlar, partnerleri onlarsız bir şey yapınca veya partnerlerinin ne yaptığını bilmeyince reddedilme kaygısını daha üst noktada yaşarlar. Bu olayın sonu ise partnere “trip yapma” şeklinde sonlanır.

Karşı cins ile ilişkide sevgi ve aşkın üç temele dayandığı kabul edilmektedir. Sternberg aşk psikolojisi konusunda çalışmalar yapmış ve aşk-mahremiyet-tutku ve kararlılık bağlamında sekiz ayrı aşk türünden bahsetmiştir.

Ergenlik yıllarında kız erkek ilişkilerin açıklayan sevgi türü; romantik aşktır. Romantik aşkın içeriğinde tutku ve mahremiyet vardır. Kararlılık örtülü bir şekilde bulunmaktadır. Kız erkek ilişkileri ağırlıklı olarak duygusallık ve psikolojik yakınlıkla tanımlanabilir. İlişkinin başlangıcında cazibe, sonra duygusallık ve aşk oluşumunun temelinde cinsellik vardır.

Sternberg’e göre aşk türleri

aşkın yokluğu
üç bileşenden hiç birinin olmadığı durum, aşkın olmadığı durum
hoşlanma
mahremiyet var ancak tutku ve kararlılık yok
tutkulu aşk
mahremiyet veya kararlılık yok tutku tek başına var
içi boş aşk
tutku veya mahremiyet yok kararlılık var
romantik aşk
tutku ve mahremiyet var kararlılık yok
birliktelik aşkı
mahremiyet ve kararlılık var tutku yok
yakınlıktan uzak aşk
tutku ve kararlılık var mahremiyet yok
bütüncül aşk
tutku mahremiyet kararlılık var

Tüm bunların yanı sıra çıkma eyleminin birey için dört temel işlevi Skipper ve Nass (1966) tarafından şu şekilde vurgulanmıştır: eğlence, sosyalleşme, statü kazanma ve kur yapma. Bunun dışında Mc Cabe ve Rice (1984)’a göre cinsel deneyim yaşamak, dostluk kurmak ve mahrem bir ilişki geliştirmek için de ergenler çıkmaktadırlar.

Psikolojik Danışman Tuğba Yarız