29 Şubat 2020 Cumartesi

Yalnız Yatmanın Önemi

  Çocukların fiziksel bir nedenden kaynaklanan durumlar haricinde yataklarında kendi başlarına rahat bir şekilde ve kısa sürede uykuya dalamamaları ve derin bir uyku uyuyamamaları psikolojik olarak olgunlaşmayla ilgili bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Bu problemin başlangıcı ve devamında anne baba tutumları da oldukça etkili olmaktadır. Uyku alışkanlığının oldukça küçük yaştan itibaren belli bir disiplin içerisinde sürdürülmesi gerekmektedir. Yalnız uyuyan çocukların kendilerine olan güvenleri artmaktadır. Dolayısıyla tek başına uyumakta zorlanan çocukların psikolojik olgunlaşma açısından yeterli olmadığı da düşünülebilir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren dış dünyaya karşı hem korku duyan hem de güven ihtiyacı içerisinde olan bebeğin uyku halindeyken de kendini güvende hissederek uykuda kalabilmeyi deneyimlemesi çok çok önemlidir. Bu güven duygusunun çocuğun ebeveynleri tarafından korunduğu ve ihtiyaçlarının karşılandığı ortamda geliştiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla anne babanın çocuklarının her türlü ihtiyacını düzenli ve yeterli olarak karşılayamadığı bir durumda çocuğun yalnız yatma ile ilgili korku ve kaçınmalar geliştirmesi olasıdır. Böyle durumlarda anne babanın da çocuğun korkuları ve kaçınmaları karşısında fazlaca kaygılanıp yataklarında uyumasına izin vermeleri sık gözlenen bir durumdur.

    Bu sorunun uzun sürmesi halinde ise çocuğun ve ebeveynin ilişkisi de bundan oldukça etkilenmektedir. Bazı durumlarda anne babanın da çocuğunun yanlarında kalmasını istediği durumlar görülebilmektedir. Özellikle yoğun çalışan, çocuğuyla çok az vakit geçirebilen ve onunla yeterince ilgilenemediği için suçluluk hisseden ebeveynler akşam uyku vaktinde çocuklarının yanlarında yatmasını tercih edebilmektedirler. Ancak bu durumun çocukların psikolojik olgunlaşmasına olumsuz etki ettiğini fark edemeyebilmektedirler. Özellikle korkuları dolayısıyla anne babanın yanında yatmayı tercih eden çocuk karşısında anne babanın nasıl bir tutum sergilediği önemli olmaktadır. Anne babanın çocuğun korkusu yüzünden onunla yatmayı kabul etmesi çocuk için kısa vadede rahatlatıcı olmakla beraber çocuğa giden mesaj daha farklı bir şekilde de yorumlanabilmektedir. Çocuğa anne babası tarafından ‘ sen korkuyorken yalnız yatmak imkansız, korkularınla yanında biz olmadan baş etmen çok zor, yanımızda kalmalısın’ anlamında bir mesaj da gidiyor olabilir; bu da çocuğun anne babasına bağımlılığını arttıracak, kendi başına var olan korku ve diğer sorunlarla baş etme becerisine yönelik özgüvenini azaltabilecektir.

    Çocuk sürekli gece uyuyamamaktan bahsediyor, kabuslar görüyor, size yalnız yatamadığından bahsediyor ve yanınıza gelmek istiyorsa çocuğun günlük hayatını da olumsuz yönde etkileyen bir takım baş etmekte zorlandığı kaygı ve korkuları olabilir. Bu kaygılar bazen anne, bazen baba bazen de anne babanın ilişkisi ile ilgili de olabileceği gibi arkadaş, okul, öğretmen gibi farklı sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuğun anne babasının onun bu taleplerini eleştirmek yerine onu zorlayan olumsuz durumları ve duygularını dinlemesi gerekmektedir. Çocuğun davranışlarını eleştirmek yerine onu salt olarak dinlemek ve anlaşıldığını hissettirmeniz önemli olacaktır. Ancak her koşulda çocuğun korkuları karşısında yanınıza gelmesine izin vermeniz doğru bir yardım olmayacaktır. Çocuğun anne babasının yatak odasının da kendi odasının da bir sahibi olduğunu ve kişilere özel bir alan olduğunu bilmesi gerekmektedir. Bu gibi sorunlarla anne baba olarak çocuğunuzun zor baş ettiği ve sizlerin de zorlandığınız bir dönemde profesyonel bir yardım almanız yararlı olacaktır.


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

25 Şubat 2020 Salı

Çocuğunuza Karşı Sabırlı Olma Yöntemleri

Çocuk yetiştirirken sıklıkla başvurulan ve ihtiyaç duyulan en önemli iki anahtar kelime; sevgi ve sabırdır. Koşulsuz olarak sevdiğimiz, en mükemmel şekilde yetiştirmek için elimizden geleni yaptığımız biricik çocuklarımız her zaman bizim istediğimiz doğrultuda ve tempoda hareket edemezler. Bu da dönem dönem biz yetişkinlerin sabırlarının taşmalarına sebep olabilir.
Örneğin bir yemeğe gitmek için evden tam çıkacakken, tatile gitmek üzere yola çıkacakken, okul servisi aşağıda beklerken tam o sırada çocuğunuzun aklına hemen yapması gereken bir şey gelirse ve siz kapıda onu bekliyorsanız…İşte tam burada bir çok ebeveyn ne yapacaklarına karar verememektedir. Sabredip beklemek mi, yoksa seslenip çağırmak mı doğru yol? Acaba kaç kere seslendikten sonra gelmesini beklemek gerek? Ya da gelmezse bağırmalı mı?
Aslında sabır kelimesi hayatımıza, anne karnındayken girmektedir. Yeterince gelişmeyi ve büyümeyi beklemek için bebek, bebeklerine kavuşmak için de anne ve baba tam 9 ay beklemek zorundadır. Bu bekleme sürecinde hem bebek hem de ebeveynler zor görünen bu sürecin üstesinden birbirlerine destek olarak ve sabır ile bekleyerek gelirler. Bebeğin doğumuyla birlikte tüm aile tarif edilemez bir mutluluk yaşamaya başlar. Ancak bu noktada da anahtar kelime “sabır” karşımıza çıkmaktadır. Bebeğin doyurulması, altının değiştirilmesi, uyumaya geçiş sürecinde destek olunması gibi durumlar bebeğin tek başına halledemeyeceği durumlardır ve bebekler burada ebeveynlerine muhtaçtır. Özellikle gece saatlerinde bu ihtiyaçların giderilmesi noktası, anne-babalar için dönem dönem zorlayıcı olabilmektedir. Bu tarz durumlarda ebeveynlerin birlikte hareket ederek bir görev dağılımı yapması ve bir ekip gibi çalışarak bebeğin büyümesi konularında birbirlerine destek olmaları, hem bebeğin ebeveynleri ile kurduğu iletişim ve etkileşimi hem de duygu paylaşımını arttıracaktır. Bu sayede ebeveynler de tükenmeden ve motivasyonlarını yitirmeden bebeklerinin gelişim sürecini birbirlerini destekleyerek keyifle izleyebileceklerdir.
Bu gelişim süreci hızla devam edecektir. Bebeğin yürümeye başlaması, konuşmaya başlaması, diğer çocuklar ile iletişim kurmaya başlaması, arkadaşları ile oyun oynamaya başlaması, oyun gruplarına katılması, yuva yaşının gelip yuvaya gitmesi gibi dönemsel gelişim basamakları hızlıca birbirini takip ederek ilerleyecektir. Bu keyifli dönemler sürerken bazen çocuğumuz bizi deneyecektir. Özellikle fırlatma davranışını öğrenen çocuk, elindeki nesneleri uzağa fırlatmayı sık sık deneyecektir. O fırlattıkça siz o nesneyi geri getirip ona vereceksiniz. O tekrar fırlatacak, siz tekrar geri vereceksiniz ve bu bir oyun haline gelecek. Bir süre sonra anne-babalar bu oyunun uzamaya başladığını düşünüp bu oyundan sıkılabilirler. İşte bu noktada “sabır” kelimesi yine karşımıza çıkmaktadır. Ya da yürümeye başlayan çocuğunuz, artık istediği her noktaya ulaşabilecektir. Sizin dokunmasını istemediğiniz vazolarınız, çiçekleriniz artık çocuğunuzun kapsam alanına girmeye başlamıştır. Bu durum çocuğunuz için eğlenceli olacaktır çünkü artık istediği yere istediği zaman gidebilecek kıvama gelmiştir ancak bu durum ebeveynler için hem çocuklarına zarar gelmesini engelleyerek onların güvenliğini sağlayabilmek hem de eşyaları düzenli tutabilmek adına bazen zorlayıcı olabilmektedir.   
Özellikle benmerkezciliğin, yani kendi isteklerinin ve bu isteklerini gerçekleştirmenin önemli olduğu 2-3 yaş gelişim dönemi, ebeveynlerin çocuk gelişiminde en çok zorlandıkları ve sabır kelimesine en çok ihtiyaç duydukları dönemdir.  Çocuklar bu yaş döneminde her sorulan soruya genellikle “Hayır.” yanıtını vermektedirler. Bu durum bir çok anne-babanın sabrını tüketen bir durum haline gelebilmektedir. Anne-babasının verdiği kıyafetleri giymek yerine kendi istediklerini giymeyi tercih eden, annesinin pişirdiği sebze yemeğini yemek yerine illa köfte ve makarna yemek isteyen, oyuncakçıda babasının sadece 1 oyuncak almasına izin vermesine rağmen seçtiği 2 oyuncağı da mutlaka almak isteyen çocuklar, ebeveynler için zorlayıcı olabilmektedir. İşte bu noktada yine sabırlı olmanın önemini vurgulamak gerekiyor. Bu dönemin çocukların benlik ve kimlik gelişimleri açısından önemi büyüktür. Aslında çocuklar “Hayır.” diyerek ve ebeveynlerine itiraz ederek, kendilerini ve varoluşlarını çevrelerindeki yetişkinlere kanıtlamayı amaçlamaktadırlar. Bu nedenle bunu unutmamak ve bu dönemin gelişime katkılarını göz ardı etmeyerek, bu geçiş döneminde çocuklar ile çok fazla çatışma yaşamadan, net kuralları koyarak ve anne-baba olarak tutarlı davranarak; ancak esnemesi mümkün olan durumları esnetebilme opsiyonunu da unutmadan ama bu durumu da çocuklara açıklayarak, uygun yaklaşımı sergileyebilirsiniz. Bu sayede aile içi işbirliği sağlanmış olur ve uygun iletişim kanalları kullanılarak var olan sıkıntılar da daha rahat çözülebilir.
Anne-babaların unutmaması gereken en önemli noktalardan biri de; çocuklarına model olma noktasıdır. Eğer anne-babalar çocuklarının her istediğini yaparsa, çocuklar konulan hiçbir kurala uymadıkları halde istedikleri her şey yapılıyorsa, ödüllendirme sistemi artık işlemez hale geldiyse ebeveynler bu tip noktalarda sabırsızlanmaya başlayıp ya çocuklarının yerine görevleri gerçekleştirebilir, çocuklarına kızabilir veya çatışmaya girebilirler. Burada dikkat edilmesi gereken; çocuklarımızdan nasıl davranmalarını istiyorsak bizim de öyle davranmamızın gerekliliği noktasıdır.  Eğer biz bu tip durumlarda sabırsız davranıyor ve istediklerimizin anında gerçekleşmesini talep ediyorsak, çocuklarımız da bizleri model alabilir. Örneğin; odasını toplamasını söylediğimiz kızımız inatla bize itiraz ederek toplamayacağını söylüyorsa ne yapmalıyız? Genellikle ebeveynler, bu durum karşısında odayı kendileri toplamayı tercih edebiliyorlar. Bu durum karşısında çocuğun aldığı mesaj;  “Eğer sen yapmazsan ben yaparım.” olabiliyor. Bunu fark eden çocuk eğer o işi yapmak istemiyorsa, bir daha bu durum ile karşılaştığı zaman tekrar aynı “taktiği” kullanarak anne-babanın sabrını deniyor ve sonunda yine kazanan taraf olabiliyor. Ayrıca bu tarz durumlar, çocukların kazanmış oldukları becerilerini kullanmalarını da körelten durumlar olabilmektedir. Yazı yazmayı öğrenen ancak henüz yavaş yazabilen çocuğumuzun ödev yapma saatinde yazı hızının düşüklüğüne dayanamayıp onun yerine ödevini yaparsak, hem çocuğumuz o becerisini geliştirme fırsatını yitirmiş hem de ödevini başkasına yaptırmış olur. Bu nedenle yapmamız gereken sabırlı davranarak, çocuğumuzu motive ederek yazı becerisini yavaş yavaş geliştirmesine olanak vermek ve bir süre sonra yazı çalışmaları için belli bir süre koyarak çocuğumuzu yazı hızını arttırabilme konusunda desteklemek ve yapabildiğini göstererek onu motive etmektir.
Anne-Babalara Öneriler:
1. Çocuklarımıza model olmak: Sadece sabırlı olmak konusunda değil, diğer tüm gelişim alanlarında da çocuklarımızdan beklentilerimizi sadece sözel olarak ifade etmek yerine davranışlarımızla onlara örnek olmamız çok önemlidir. Çocuklarımızın sabırlı davranmasını beklerken biz acele hareket edersek, sergilediğimiz ve beklediğimiz davranış kalıpları arasındaki tutarsızlık, çocukların kafasını karıştırabilir ve davranışları öğrenerek içselleştirmelerine olanak sağlayamayabilir.

2. Tutarlı olmak: çocuk gelişiminde hem anne-babanın tutarlı olması, hem de davranış kalıplarının tutarlılığı çok önemlidir. Çocuğumuzun sergilediği davranış ile her karşılaştığımızda benzer şekilde davranmak, davranışın kalıcılığını sağlamak adına en önemli noktalardan biridir. Ayrıca davranışın öğrenilmesinde hem annenin hem babanın aynı şekilde davranıyor olması, çocuğun tutarlılığı görmesi ve sonrasında bu kalıpları kendisinin de sergileyebilmesi için gereklidir.

3. Çocuklara fırsat vermek: çocuklarımız her zaman bizim istediğimiz hızda ve tempoda hareket edemeyebilirler. Burada sabırla beklemek ve onları hızlanmaları konusunda desteklemek işe yarayacaktır.

4. Kararlı olmak: eğer bir kural koyduysanız ancak çocuğunuz uyum sağlamakta zorlanıyorsa veya yapmak istemiyorsa, ama bu kural sizin için mutlak uyulması gereken bir kuralsa kararlı olun ve kuralı değiştirmeyin. Ancak buradaki esneme ihtimalini değerlendirin ve katı olup diretmek yerine çocuğunuzu olumlu yönde motive ederek bu kurala uyması konusunda yüreklendirin. Uymayı öğrendiği zaman da onu mutlaka sözel olarak ya da maddi değeri yüksek olmayan (şeker, yapıştırma gibi) ödüllerle ödüllendirin.

5. Beklentileri düzenlemek: çocuğumuzdan sergilemesini beklediğimiz davranış, mutlaka çocuğumuzun yaş dönemine ve gelişim özelliklerine uygun olmalıdır. Bu nedenle çocuklarımızı ve özelliklerini çok iyi tanımamız ve başarabilecekleri görevler vermemiz gerekmektedir.

6. Sorun çözme becerisini geliştirmek: eğer hem sizin hem de çocuğunuzun sabrı tükenmişse; bu noktada durun ve biraz düşünün. Sonrasında birlikte alternatif çözüm yolları üretin. Sadece yetişkinler değil, çocuklar da sorunların çözümü için fikir üretebilir ve söz sahibi olabilirler. Bu noktada çocuğunuzu çözüm yolları üretmesi için destekleyin.

7. Her talebi anında gidermemek: bu sayede çocuklar beklemeyi ve sabretmeyi öğreneceklerdir. Örneğin çok istediği bisiklete kavuşmak için yaz tatilini beklemek ya da yeni bilgisayar oyununu almak için hafta sonunu beklemek gibi durumlar, çocukların sabretmeyi öğrenmesi için kullanılabilir. Ancak bu süreleri belirlerken çocuklarımızın yaş dönemi özelliklerini ve ödüllerin değerlerini de göz ardı etmemek gerektiğini unutmamak gerekir.
Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

18 Şubat 2020 Salı

1-2 Yaş Dağınıklığı

 Yaşamın ilk yılı, bebeklerde başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı, fiziksel, zihinsel, sosyal, dil ve motor gelişimi bakımından önemli değişimlerin görüldüğü; bir çocukluğa geçiş dönemidir. Bu yaş döneminin en belirgin özelliklerinden biri benmerkezciliktir; yani çocuk kendini dünyanın merkezinde görür; paylaşmayı bilmez; her şeyi almak; her şeye sahip olmak ister. Zaman zaman olumsuz; dirençli davranışlar; buna bağlı kızgınlık tepkileri gösterebilir. Sevincini, üzüntüsünü, korkusunu ve daha birçok duygusunu daha açık bir şekilde ifade edebilir.

    Bu yaş çocuğunun fiziksel gelişimi çok belirgindir. Boyu uzamıştır; evde birçok yere yetişmeye başlar; kilosu artmıştır ve kas koordinasyonu da belirgin şekilde gelişmiştir. Artık ayağa kalkmış; ve ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Bazı çocuklarda ilk adımlar 11.ayda görülürken, bazıları 15-16 ay civarında yürürler. Ayrıca 1 yaş itibariyle küçük nesneleri tutabilir, bazı objeleri iç içe koyabilir ya da daha büyük bir kutuya atıp tekrar çıkarabilirler. Düşünme, anlama, taklit etme ve kavrama becerilerinin hızla gelişmeye başladığı görülür. Kendince sesler çıkarır; duyduğu sesleri ve gördüğü birçok davranışı taklit etmeye çalışırlar. İlk kelimeler duyulur. Çocuklar 1 yaş civarında derdini anlatabilecek birçok kelime söyleyebilir ya da o kelimenin yerine geçen semboller kullanabilir. 2 yaşlarına doğru 2 kelimeli cümleler de kurabilirler. 1-2 yaş çocuğu sosyal ilişki kurmak ister; insanlarla, başka çocuklarla bir arada olmaktan ve değişik oyunlar oynamaktan zevk alır. Söyledikleri kelimeler sınırlı da olsa, duydukları birçok şeyi anlarlar. Kendilerine verilen yönergeleri anlayıp yerine getirebilirler. Hatta çok karmaşık yönergeleri bile anlayabilirler. “Evet” ve “Hayır” dendiğinde bunların ne anlama geldiğini kavrayabilirler. Bu nedenle de artık yetişkinlerle daha kolay iletişim kurabilirler. Yabancılarla tanıdığı kişileri birbirinden ayırt edebilir ve bu nedenle bir yabancı ile karşılaştığında korkup endişelenebilirler. Çocukta ilk yılda gelişen güven duygusunun rahatlığıyla 1 yaş çocuğu anneden ayrı kalmaya biraz daha tolerans gösterebilir ve çevresini yaşayarak öğrenmeye, tanımaya başlar. Ancak, unutulmamalıdır ki, fiziksel yakınlığı ve güveni hissetmeye hala ihtiyacı vardır.

    1 yaşla beraber artık çevresini yaşayarak keşfetmeye çalışan, bağımsız bir birey olmaya başlar. Dış dünyayı kontrol edebildiğinin, birçok şeyi kendi kendine yapabildiğinin farkına varır. Böylece, kendine olan güveni de artar. 1-2 yaş döneminde sürekli hareketli olmasının da sebebi budur. Hareket etme becerilerinin de artmasıyla daha çok bağımsızlaşan çocuk büyük bir merak duygusuyla dünyayı tanımak ve etrafı keşfetmek ister. Evdeki dolapları açar; karıştırır; boşaltır; bulduğu, gördüğü eşyaları ağzına götürüp tadına bakar ve onlarla oynamak ister. Etrafı dağıtır. Bu sırada çevresindeki olabilecek tehlikelerin farkında değildir. Böyle durumlarda, anne babalar genellikle çocuğun her yaptığına ‘yapma’, ‘hayır’, ‘cıs’ diye karşılık verir; kızar ve yasaklar koymaya çalışırlar. Bu dönemde çocuk ‘hayır’ın anlamını bilir; ancak sürekli çocukla inatlaşmak ve kurallar koymaya çalışmak doğru değildir. Evet; yürüme ile özgürleşen ve çevresini keşfetmeye başlayan çocuğa yavaş yavaş kurallar konmalıdır; ancak 1-2 yaş çocuğu kuralın ne ifade ettiğini tam bilemez. Çocuğun davranışlarına vereceğiniz tepkiler de onun öğrenme sürecini etkiler. Bu yaş çocuğu nesneler arasındaki farkları bilemez. Örneğin; bir kaşığın yere düştüğünde zarar görmeyeceğini; ancak bir vazonun yere düştüğünde kırılabileceğini ve bir daha kullanılamayacağını düşünemez. Bu yüzden; ebeveyn çocuk vazoyu düşürdüğünde onu azarlar; ancak kaşığı düşürdüğünde alıp yerine koyarsa bu durum çocuğun kafasını karıştırır. Anne babanın verdiği tepkiye anlam veremez; onların böyle bir durumda nasıl davranacağını kestiremez. Bu nedenle, çocuğun dağınıklığını engellemek adına kurallar koymak yerine tehlikeleri çocuktan uzaklaştırmak, onu tehlikeye sokacak durumları ortadan kaldırmak daha doğrudur. Örneğin; eğer dolapları karıştırmasını istemiyorsanız, dolap kapaklarına kilitler takabilirsiniz; ya da ellemesini istemediğiniz, kırılabilecek eşyaları göz önünden kaldırabilirsiniz. 2 yaş itibariyle çocuklar artık evin içinde yasak olan ve olmayan yerleri ayırt etmeyi öğrenmiş olabilecekleri için yavaş kendi kendilerine yasak olan yerleri fark edebilmeleri adına, çok zarar verecek şeyler haricinde evin eski düzenine dönebilirsiniz.

    Bu dönemde oyunun da rolü büyüktür. Yaşına uygun oyun malzemeleri dünyayı tanımasını kolaylaştırır. Yaşını doldurmuş bir çocuk, alkış yapar; el sallar; şekilleri uygun deliklerden atabileceği kovalarla, iç içe geçen kaplarla, halkalarla ve topla oynayabilir. 2 yaşına doğru da kendisinin hareket ettirebileceği, basmalı ya da itilip çekilebilen araba, kamyon gibi oyuncaklarla, sesli kitaplarla ve oyuncak müzik aletleriyle gelişimi desteklenmelidir. Dramatizasyon oyununun bu dönemde önemi büyüktür. Dış dünyada izlediği rolleri, ilişkileri dramatizasyon malzemeleri aracılığıyla taklit eder. Adeta yetişkinlik provası yapar. Ayrıca, bu yaş döneminde çocuk kaşıkla kendi başına yemek yiyebileceğini ve bardaktan su içebileceğini de keşfeder. Özbakımını gerçekleştirebilecek becerileri iyice gelişmeye başlamıştır. Bütün bu deneyimler desteklenmeli ve aferinlerle pekiştirilmelidir.

    1-2 yaş çocuğunda, taklit etme becerisi de iyice arttığı için çevresinde gördüğü kişilerin yaptıklarını yapmaya çalışır. Bu yaş çocuğunun taklit ettiği ve model aldığı kişiler, annesi, babası ya da ona bakan kişilerdir. Bu nedenle, ebeveynlere çok fazla sorumluluk düşer. Ebeveynler iyi bir model olmak durumundadırlar; çocuk onları dikkatle inceleyerek uygun olan ve olmayan davranışları öğrenir. Bu yaş döneminde görülebilecek olan atma-vurma gibi davranışlar çevresindeki bireylerin davranışlarını gözlemlemesiyle ortaya çıkar. Hatta mutluluk, kızgınlık gibi duygu ifadeleri de bu taklit etme becerisi ile görülür. Anne ve babaların, çocuklarına çevredeki nesneleri işaret edip tanıtarak, bol resimli hikâye kitapları okuyarak ve onlarla bol bol konuşarak zaman geçirmeleri çocuğun dil, motor ve zihinsel gelişimini hızlandırır. 2 yaşına doğru karalamalar da başladığı için kağıt ve boya kalemleriyle tanıştırmakta da fayda vardır.
Öneriler

    • 1-2 yaş çocuğu dağınıktır. Her gün yeni birşeyler öğrenmeye çalışır, merak eder. Bu yüzden hareketleri olabildiğince az sınırlandırılmalıdır. Çocuk, bu yaşta dokunarak; deneme yanılma yoluyla öğrenir. Bu yaş döneminde çocuğun bir oyuncağını yere atıp; bizden ona geri vermemizi beklediğini ve sonra tekrar yere attığını görürüz. İşte bu davranış da dünyayı keşfetmeye çalıştığının ve sosyal ilişki kurma isteğinin bir göstergesidir.

    • Ona yeni ortamlar ve fırsatlar sunulmalıdır. Kendisine zarar veremeyeceği, onu tehlikeye sokmayacak, içini açıp keşfedebileceği nesneler verilmeli ve kontrolünüzde bazı objelere dokunmasına, etrafı dağıtmasına müsade edilmelidir. Çocuk, ancak çevresini, objeleri tanıyarak; onların nasıl kullanıldıklarını, ne işe yaradıklarını öğrenerek merakını giderebilir. Onun bu enerjisi ve merak duygusu bastırılmamalıdır.

    • Seslerin ve konuşmanın başladığı bu dönemde, 1-2 yaş çocuğunun yaşıtlarıyla olabilmesi de önemlidir. Her çocuğun gelişimi bir diğerinden farklıdır; ama yine de birarada olmaları farkına vardıkları, öğrendikleri şeyleri birbirleriyle paylaşmalarını sağlar. Bu da çocuğun dünyayı keşfinde ona yardımcı olur.

    • 1 yaş çocuğu tehlikenin farkında olmadığı için kendini tehlikeli durumlara sokabilir. Bu nedenle; ev çocuğa uygun, güvenli bir hale getirilmelidir. Onun dağınıklığını engellemeye çalışmak yerine, içinde özgürce dağınık olabileceği bir alan tanımak daha doğru olacaktır.

    • 1-2 yaş çocuğunun becerilerinin gelişimi çevredeki uyaranların miktarı ile doğru orantılıdır; yani ne kadar fazla uyaran varsa, gelişimi o kadar hızlı olur. Bu nedenle ne kadar fazla ve değişik materyalle tanışırsa o kadar faydalı olur.

    • Onun hoşunuza giden davranışlarını aferinlerle ve alkışlarla desteklemek; kızabileceğiniz bazı davranışları ise zaman zaman görmezden gelmek ya da dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışmak anne baba olarak gösterebileceğiniz uygun tutumlardır.

    • 1-2 yaş dönemi çocuğun keşfetmeye, öğrenmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde ebeveynlerin çocuklarını kısıtlamak yerine cesaretlendirici, yönlendirici bir tutum içinde olmaları gerekir. Ancak o zaman kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler.
Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

8 Şubat 2020 Cumartesi

Tikler

Tik Nedir?  

Tikler istemli olarak çalışan çizgili kasların istem dışı olarak kasılmalarıdır. Sıklıkla yüzde, boyunda, omuzda görülür. Ani, aralıklı, tekrarlayıcı, ritmik olmayan hareketlerdir. Motor tikler; göz kırpma, baş sallama, dudak kenarlarının çekilmesi, alın kırıştırma, omuz silkme, kaş, göz ve boyun oynatma elleri ovuşturma, yürüme bozukluğu biçiminde görülebilir. Bazen birden çok istemsiz hareketin aynı anda ortaya çıktığı kompleks tikler de görülebilir. Vokal tikler ise çeşitli karmaşık sesler çıkarma, iç çekme, esneme, küfürlü konuşma veya boğazdan çıkarılan sesler şeklinde görülebilir. Tik, normal davranışa bir yönüyle benzer; sıklığı ve şiddeti değişiktir. Tiklerin başlama yaşı değişkenlik göstermekle birlikte genellikle ilkokul çağlarında başlar.

Görülme sıklığı

Toplum içinde görülme sıklığı % 1 –2 olarak bildirilmektedir ve erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık rastlanmaktadır. 

Tik oluşumuna neler etki eder?

Tikler genellikle iç çatışmaların, gerilimlerin belirtileri olarak değerlendirilir ve çeşitli stres yaratan durumlardan ve ruhsal sıkıntılardan sonra ortaya çıkabilir. 

Bazen bir bölgede veya organda oluşan fiziksel bir tahriş veya rahatsızlık sonucunda da o bölgede ya da organda tik oluşabilir. Örneğin; boyunda veya kulakta oluşan kaşıntı veya ağrı sonrası tik ortaya çıkabilir. Ya da gözdeki görme problemi nedeniyle oluşan göz kırpma veya göz kısma, önceleri sadece hareket tekrarından ibaretken bir süre sonra alışkanlığa dönüşüp otomatik olarak yinelenebilir.

Tikler geçici olarak bastırılabilir. Tikten önce o bölgede kaşınma veya gıdıklanma şeklinde bir uyarı hissedilir. Bu duyum, hareketin yapılması isteğini uyandırır. Rahatlama da ancak hareketin yapılmasıyla oluşur. Kişi kendi kendini kontrol ederek bu isteği geçici olarak bastırabilir ama bir süre sonra istemsiz olarak tekrar ortaya çıkar ve bu durum da kişide sıkıntı yaratır.   

Tikler kural olmamakla birlikte, genellikle önce yüz ve boyun civarında başlar ve zamanla aşağı bölgelere doğru iner.

Tiklerin en önemli nedenlerinden biri de taklittir. Bazen çocuklar çevrelerindeki kişilerin (anne-baba, kardeş, arkadaş vs) bazı hareketlerini taklit ederler; bu sırada davranış kusurları da taklit edilebilir. Ve yukarıda anlatıldığı gibi bu hareketler istemsiz otomatik davranışlara dönüşebilirler. 

Tiklerin oluşumunda genel olarak küçük yaşlarda ortaya çıkan ruhsal etkenlerin etkili olduğu bilinmektedir Kaygı, huzursuz, kaotik ortam, tedirginlik, gerginlik, süre giden korkular tiklere neden olabilir. Çocukluk çağında rastlanan birçok davranış problemi gibi, tikler de çocuğun içinde bulunduğu duygusal durum, aile içi ilişkiler ve çocuğun iç çatışmaları ve gerginliğiyle yakından ilgilidir. Huzursuz bir ortamda bulunan, kendini güvende hissetmeyen, koşullu sevgi ve koşullu kabul gördüğünü düşünen, değerli hissettirilmeyen, özgüveni geliştirilmemiş çocuklarda birçok davranış bozukluğu ortaya çıkabilir. Bu çocuklar kaygı yaratan durumlar karşısında endişe, öfke, içe kapanma veya agresyon gibi tepkiler gösterebilecekleri gibi çeşitli tikler de geliştirebilirler. Ailesi içinde yeterli etkileşimin olmadığı, güvensiz ve endişeli bir çocuğun tik geliştirmesi olasılığı da artacaktır. Özellikle anne-babanın beklentilerinin yüksek olduğu ve bu nedenle yeteneklerinin üzerinde birşeyler başarmaya zorlanan, kendisinden daha başarılı ve üstün özellikleri bulunan (Baba, kardeş vs) karşılaştırılan, yetersizliği hissettirilen çocuklarda endişe artmakta ve güvensizlik gelişmektedir. 

Tik geliştiren çocukların genellikle horgörülüp aşağılanan, özgüveni yeterince desteklenmemiş, ailesi içinde ve dış dünyada kendini güvende hissetmeyen, sürekli kıyaslanan, koşulsuz sevgi ve düzenli ilgi görmeyen, huzursuz bir ortamda büyüyen çocuklar oldukları görülmektedir. Bu çocukların aile yapılarına bakıldığında, aile içinde de gerginliğin egemen olduğu, aile bireylerinin arasında yeterli duygusal etkileşimin bulunmadığı, çocuğun sorunlarını çözmede yardımcı olmak konusunda ailenin yetersiz ve isteksiz olduğu görülmektedir. 

Tiklerin oluşumunda ruhsal etmenlerin önemli rol oynadığı bilinmekle birlikte tek başına tiklerin oluşumuna etki ettiği de söylenemez. Bireyin tike yatkınlığı olması durumunda da stresör faktörler tikin ortaya çıkmasını ve kalıcı olmasını tetikleyebilmektedir.

Tedavi

Gelip geçici tikler kendiliklerinden geçebilirler. Strese ve olumsuz çevresel koşullara bağlı olarak ortaya çıkan tiklerde stresör etmenler huzursuzluk ve kaygı yaratan durumlar ortadan kaldırıldığında tiklerin de ortadan kalkması mümkün olabilir. 

Organik bir nedene bağlı olarak ortaya çıkan tiklerde ancak organik etmenler ortadan kaldırıldığında destekleyici psikoterapi ve davranış tedavisiyle tiklerin ortadan kalkması sağlanabilir. Ruhsal kökenli tiklerde ise çocuklarda oyun terapisi yoluyla çocuğun kaygısının ve huzursuzluğunun azaltılması ve ailenin yönlendirilmesi yoluyla da çocuğun aile içinde yaşadığı kaygı yaratıcı durumların da ortadan kaldırılması söz konusudur. Anne-baba, çocuğa güven vermeli, cezalandırıcı olmamalı ve çocuğu aşağılamamalıdır. Tikiyle alay etmek, tiki ile ilgili sık sık uyarmak, tik davranışı için baskı ve ceza uygulamak çocuğun kaygısını artırmakta ve istenmeyen davranışı pekiştirici bir etkisi olabilmekte ve tiklerde artışa neden olmaktadır. Sebep olan etmenlerin ne kadarının çevresel olduğu bilinmemekle birlikte çevresel stresörleri azaltmanın tedaviye yardımcı olduğu bir gerçektir.

Bir yıldan daha uzun süren tik bozukluklarında, destekleyici tedavinin yanı sıra ilaç tedavisinin de önemi vurgulanmaktadır. Bu nedenle bu sorunun çözümünde bir psikolog veya pedagogdan alınacak yardımın yanı sıra bir çocuk ruh sağlığı hekiminin de konsültasyonunun alınması gerekmektedir. 

Anne-babalar bazen çocuğun tikleri bilerek ve isteyerek yaptığını düşünebilirler. Oysa gerçek, tiklerin nöro-biyolojik kaynaklı olabileceği ve istemsiz olarak ruhsal bir sıkıntının ardından ortaya çıkabileceğidir. Ve uygun tedavi ile kaybolabilir. Evde ve çocuğun bulunduğu diğer sosyal ortamlarda (Okul, kurs vs) olumlu ve destekleyici bir ortamın sağlanmasına çalışılmalıdır. 

Anne-Babalara öneriler

*  Ev içinde huzurlu bir ortam yaratmaya çalışın. Unutmayın ki tikler ve başka bir çok davranışsal problemler huzursuz ve kaotik ortamların bir sonucu olarak ortaya çıkabilirler.

*  Çocuğunuzu iyi gözlemleyin; ruhsal sıkıntısı olduğuna dair belirtiler verdiğinde onu dinleyin ve destekleyici olun.

*  Tikiyle alay etmeyin, sürekli uyararak baskı yaratmayın. Bu tavır tikin daha da kalıcı olmasına neden olabilir. 

*  Çocuğunuzun küçük yaşlarda korkuları, kaygıları varsa ertelemeden önlem alın. Zamanında iyi müdahale edilmeyen korku ve kaygılar başka davranış problemlerine neden olabilirler. 

*  Çocuğunuzdan beklentilerinizin yetenekleriyle orantılı olup olmadığını gözden geçirin. Onu yeteneklerinin üzerinde bir şeyler yapmaya zorlamanız tik oluşumuna etki edebileceği gibi var olan tiklerin de sıklığının veya şiddetinin artmasına etki edebilir.

*  Tik davranışının çocuğun kontrolü dışında geliştiğini unutmayın. Bu davranışı her hangi bir davranış problemi gibi ele alarak cezalandırma yoluna gitmeyin. Bu problemin çözümünde ancak çocuk üzerindeki baskıların kaldırılması ve çocuğun desteklenmesi yolunun etkili olabileceğini hatırlayın.

*  Ve olay kronik hale gelmeden önce bir uzman yardımına başvurmanız gerektiğini unutmayın. 


Uzman Pedagog Belgin Temur

1 Şubat 2020 Cumartesi

‘ERKEN ERGENLİK’

Ergenlik Nedir?

İlk olarak ergenliğin ne olduğuna bakmakta yarar vardır. Ergenlik, ortalama 11-12 yaşlarda başlayıp yaklaşık yirmili yaşların başına kadar süren; kişide hızlı ve karmaşık bir şekilde bedensel ve ruhsal değişimlerin bol bol yaşandığı bir yaş dönemidir.
Ergenlik dönemi birçok kişi tarafından çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olarak da adlandırılır. Bu geçiş döneminde yetişkin hal ve hareketlerini de çocuk davranışlarını da gözlemleyebilmekteyiz. Ne tam yetişkin ne de tam bir çocuk diye içimizden geçiremeyiz.  Bu dönemde çocuksu davranışlar, büyümeyle birlikte bir kısım olarak değişmeye; bir kısımda ise aynı kalmaya ya da yok olmaya başlar. Ergen, kendisini var olduğu topluluklarda tanımlamaya çalışırken bir yandan da kendine ad vermeye çalışmaktadır dolayısıyla sık sık kendisine ben kimim sorusunu sorar. Bu aşama da oldukça zordur. Hem çevresindekiler hem de kendisinin bir karmaşa içinde olduğunu bize tarif edebilir. Çünkü çevrenin büyük etkisi altındadır ve kendini onlardan ötürü de tanımlamaya çalışır, özellikle arkadaş grupları ve gruptaki liderlerin yaptıkları, onları beğenip beğenmedikleri  de oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra ergenlik dönemi erkek ve kız için ayrı ayrı belirli yaş civarında başlamakta ve tahminen sonlanmaktadır. Dolayısıyla kitabi olarak her iki cinsiyette de farklı olacak şekilde başlama ve bitiş yaşları genellenebilmektedir. Ancak bu demek değildir ki her çocuk cinsiyetine göre belirlenmiş yaşta ergenliğe girecek ve bu dönemi bitirecektir. Elbette böyle değil, farklılıklar olacaktır..

Erken ergenlik ne demektir?
Erken ergenlik diye söylenen ve sıkça kulağımıza gelen bu kavram da; çocuklarda obezite oranının artması, beslenme alışkanlıkları ve alınan besinlerdeki değişimler gibi sebeplerle ergenliğin biraz önce belirttiğimiz yaş aralığından daha evvel başlaması olarak düşünülebilir. Peki neden çocukların erken ergenlik yaşadıklarını merak ettiğimizde ise çoğu zaman erken ergenliğin oluşumu açısından kesin bir sebep bulunamamaktadır. Kızlarda erken ergenlik erkeklere oranla daha fazla görülebilmektedir. Erken ergenliğe giren kız çocuklarında 8 yaşından önce ve özellikle 6 yaş civarında meme büyümesi gözükebilmektedir. Buna ek olarak hızlı boy uzaması da varsa çocuk erken ergenlikte olup olmadığı açısından incelenmelidir.
Erken ergenlik beraberinde birtakım psikolojik sorunlara da neden olabilmektedir. Erken ergenlik yaşayan çocukların fiziksel ve beraberinde psikolojik gelişimlerinin yaşıtlarına göre çok daha yoğun şiddette ve hızlı olması; onların kendilerini yaşıtlarından daha ‘farklı’ görmelerine neden olmaktadır.
Çocukların birbirine benzer yanları görerek ve fark ederek kendilerindeki değişimleri de tanımlayabildikleri, bu farkındalığın özgüvenlerini arttırıp, kendindeki değişimlere dair endişelerini azalttığını düşünürsek; bu gibi duygu değişimleri erken ergenlik döneminde oldukça farklı yaşanmakta; çocuklar panik halinde kendilerindeki değişimlerin endişeli seyircileri olabilmektedirler. Çünkü henüz durumu anlayamayan anne baba ve diğer önemli derecedeki yetişkin çevre de çocuğa yaşadıklarını tanımlayabilecek yeterlilikte olamayabilmektedir. Onlar da oldukça ‘farklı ve beklenmedik olan’ bu durum karşısında yoğun şaşkınlık ve çaresizlik hissedebilmektedirler. Bu ‘farklı’ olmaya dair duygu hormonal değişimlerin yaşanmasıyla birlikte ilerlemekte, böylece çocukta utanma ve suçluluk duygularını arttırarak, çocuğun olası duygusal durumunda dalgalanmalara neden olabilmektedir.
Çocuğun kendine yabancılaşmasına da neden olan bu yaşantı, sosyal ilişkilerinde yaşanabilecek sıkıntılara ve kişilik gelişiminde yer alabilecek bazı zorlu geçişlere neden olabilmektedir. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi arkadaş ilişkilerinin ergenlik döneminde öneminin artışı ve birbirine benzemekten dolayı diğerinden referans alabilmek ve aynılık hissinin güven vericiliğini yaşayabilmek, erken ergenliğe girmiş çocuklarda zorlaşmaktadır. Bu çocuklar bazı durumlarda yaşıtları tarafından alay edilmeye maruz kalabilmekte, bu da onların kendilerine olan öfkelerini arttırabilmektedir.

Erken ergenlik ve yaşantılar
Dolayısıyla erken ergenliğin her iki cinsiyet açısından da zorlu geçişler yaşatması ve duygusal/ sosyal zorluklara neden olması beklenmektedir. Yaşıtlarından daha erken yaşta adet görmeye başlayan kız çocuklarının, yaşıtlarına göre depresyona daha yatkın olduklarını gösteren araştırmalar yer almaktadır. Bu çocukların yaşadıkları durumdan dolayı kendilerine öfkeleri ve suçluluk hissi yüksek olabilmektedir. Fiziksel gelişimleri aynı seyirde gitmeyen, yaşıtlarına göre bu açıdan daha hızlı büyüyen kız çocuklarının, arkadaşlık ilişkilerinde yoğun sıkıntı yaşadıkları da ele alınması gereken konular arasındandır. Bu şekilde hızlı büyüdüğü gözlenen çocukların çevresindeki bireylerin de bu çocukları yaşlarına göre daha olgun gördükleri ve bununla birlikte onlardan beklentilerinin daha yüksek olabildiği; bunların da çocuğun sosyal ilişkilerinde yaşayabileceği diğer sıkıntılar olarak ele alınması gerektiği de önemli bir bulgudur. Dolayısıyla bu durumun çocukta kaygı, korku ve duygusal karmaşayı arttıran faktör olarak ele alınmalıdır.
Başka neler yaşanabilir?
Bunlarla birlikte, ek bir bilgi olarak denebilir ki, bu erken gelişen çocuklarda kökeni psikolojik olan fiziksel şikayetlerin yani psikosomatik rahatsızlıkların-örneğin karın ağrısı, baş ağrısı, titreme vs. yaşıtlarına oranla daha fazla gözlendiği ortaya çıkmaktadır. Ergenlik döneminin de bir özelliği olarak sayılan;  bireyin aklının bedeniyle bir uğraş halinde oluşu, kafasını birçok özelliğine fazlaca yoruyor olması; erken ergenlik döneminde de fazlaca zaman alan bir uğraştır. Normalden erken gelişen kız çocuklarının bedenleriyle ilgili daha fazla hoşnutsuzluk içinde oldukları ve öz güvenlerinin de düşük olduğu gözlenmiştir. Bu çocuklar, bir açıdan sosyal bir alan olarak da düşünülmesi gereken okul ortamında; okula devam etme ve diğer bazı konularda-örneğin okul başarısı- sorunlar yaşayabilmektedirler. Alkol kullanımı ve sigara içme davranışı ergenlik döneminde sıkça karşılaşılan bir durum olsa da, ergenliğe erken giren çocukların yaşıtlarına oranla bu davranışlara daha yatkın oldukları gözlenmektedir.

Bu dönemin oluşmasında neler etkili olur?
Ergenliğin geneline baktığımızda; çevrenin etkisinin önemini birçok alanda görmekteyiz. Medya, genel kültür, aile içi ilişkiler, arkadaş ve okul ortamı gibi birçok alan bu çoğunluğun içerisine girebilmektedir. Medyanın etkisine bakacak olursak; bugün televizyonda yayınlanan birçok gençlik dizisinde giyim tarzı, konuşma şekilleri, karşı cinsle ilişki gibi birçok alanda ergenlik çağında yaşanan duygusal duruma ait değişimler abartılı bir şekilde ele alınmakta ve özendirilmektedir. Kızlar aşırı süslü kıyafetlerle yetişkinlere benzetilmekte, konuşma ve yaşam tarzları bir yetişkinin hayatından farksız gösterilmektedir. Bu yönüyle bakıldığında aslında ortaya sunulan görüntülerde ergenlik dönemindeki bir çocuğun hayatına dahi de bir şey bulunmamaktadır. Sanki tüm anlatılanlar ve gösterilenler, bir yetişkinin hayatına dairdir. Ekranda yetişkin görünümünde çocuklar yaratılmaktadır. Bu durum da çocukların kendi yaş dönemlerine ait özellikleri gözlemleyemeyecekleri bir ortam yaratmaktadır. Halbuki yaş dönemine uygun bir yapıda sunulabilecek görüntüler; çocukların kendilerini tarifleme de bir model bulabilecekleri figürler yaratabilmektedir; bu da onların kendi duygu ve düşüncelerine birer referans bulabilmelerine yardımcı olmaktadır. Ancak bu şekilde yetişkin hayatına odaklı, bunu özendirici şekilde sunulan yayınlar çocukların yaşlarından çok daha büyük bir konuma özenmelerine ve bu şekilde davranmaya çalışmalarına neden olabilmektedir. Şimdilerle sokaklarda dolaşan yaşça küçük ama görüntüde büyükmüş gibi olan çocuklara baktığımızda birçoğumuz yakından bakmadan bu kişilerin bir çocuk mu yoksa ergenlik döneminin sonlarında biri mi olduğunu anlayamamaktayız. Kızların aşırı makyaj yapmaları, giyim tarzlarının bir yetişkinin ki gibi oluşu bu anlayışı zorlaştırmaktadır. Erkek çocuklarında da aynı şekilde, kıyafetlerin, aksesuar kullanımının, hal hareketlerin bir yetişkininkine benziyor olması da bu duruma birer örnektir.
Sosyal ilişkiler

Çevrenin etkisini sosyal ilişkiler açısından da değerlendirmekteyiz. Çünkü büyümeye başlayan bireylere çevredeki büyükler geri bildirim verdiğinde çocuklar kendilerini tarifleme de, anlamada daha kolay bir dönem geçiriyor olacaklardır ve bu da onların gelişiminde daha sağlam, yapıcı adımlarla hareket etmelerine yardımcı olmaktadır. Ancak değişen genel kültür ile birlikte; aileler de çocuklarının ergenlik dönemini anlamakta zorlanmaktadır. Sık sık aileler kendi ergenliklerinin çocuklarınınki gibi olmadığından bahsetmektedirler. Bunun bir nedeni de çocukların değişen çevreyle uyumlu hareket etme çabasıdır. Ancak anne ve babalar, değişen çevreden onlar gibi etkilenmeyecektir. Dolayısıyla onları anlamak çok da kolay olmayacaktır. Bazen çocuklarının taleplerine şaşıran anne babalar görürüz. Örneğin kendisinden oldukça pahalı bir çanta isteyen bir kızın annesinin çaresizliğini düşünebiliriz. Çocuğunun isteklerini ve değişimlerini anlamakta zorlanan bir anne için, çocuğunun daha çok ergenlik döneminde görülen marka tutkusunun erken yaşlarda başladığını görmek, bir anne için de ne yapacağını bilememek ve korkutucu, çaresizlik hissettiren bir durum olarak düşünülebilir.
Kızlar ve erkekler için medyada ve genel olarak toplumda genç kız/erkek imajının kişiye kazandırdığı popülarite, karşı cinsle ilişki, ‘havalı’ yaşam tarzı gibi konularla ön plana çıkarılmaktadır. Dolayısıyla erken ergenlikteki önemli faktörlerden biri olarak medyanın ve değişen aile yaşam tarzlarının, yetişkin hayatını daha ön planda tutan bir şekilde gösteriyor olması olarak da yorumlanabilir. Aslında bu faktör önemli gözükmektedir. Burada vurgulanan çocukların henüz biyolojik ve psikolojik olgunlaşma yaşına gelmeden; bu yönlerde gelişmeye başlamalarıdır. Ancak fark, buradaki gelişimin dış etkenler tarafından pekiştirilmesidir.

Profesyonel destek
Bazı çevresel uyaranlar, fazlaca tüketilen hormonlu gıdalar, bazı psikolojik bazı sebeplerle erken ergenlik gelişebilmektedir. Özetle bakacak olursak erken ergenlik konusu hem çocuklar hem de anne baba ve diğer yakınları için anlaşılması kolay bir durum değildir. Çocuğun bu koşullara uyumu konusunda uzmanlardan destek alınabilmesi önemli gözükmektedir. Erken ergenliğe girmiş bir bireyin yaşıtlarıyla uyumlu ilişkiler kurabilmesine yardımcı olabilmek ve ebeveynlerin, çocuğun hayatında etkili olan diğer yetişkinlerin de var olan durumu anlayıp uyum sağlayabilmeleri açısından desteklenmeleri gerekebilmektedir. Bu açıdan kurumların bu konuda bilgilenmesi önemlidir.
Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel