Çocuk ile çocuğun ihtiyacını karşılayan ve ona ilgi gösteren kişi arasında öncelikle bir bağlanma gerçekleşir. Çocuğun sosyal gelişimi böyle başlar ve ileriki yaşantısında da çevresindeki bireylerle kuracağı ilişkilerin temelinde de bu bağlanma biçimi yatar. Anne ve çocuk arasındaki duygusal ve fiziksel temas bağlanmayı karşılıklı olarak güçlendirir. Bebekler hep annelerinin yanında olmak isterler; huzursuz olduklarında annenin yüzü, sesi, dokunuşuyla rahatlarlar. Bu noktada sağlıklı bir bağlanma gerçekleşebilmesi için bebeğin ihtiyaçlarının olabildiğince çabuk karşılanabilmesi gereklidir. İhtiyaçların karşılanabilme süresi uzadıkça gerilim artar; bebeğin yaşadığı kaygı yükselir. Bazı araştırmalar doğumdan hemen sonra bebekle fiziksel temas kuran annelerin güçlü bağlanma davranışı nedeniyle bebeklerine daha yakın ilgi gösterdiklerini belirtmektedir.
Evrensel olarak bağlanma süreci bütün çocuklarda doğumu takip eden 7-9 aylarda gerçekleşir. Ancak; bağlanmanın çocukların gelişim dönemlerine özgü farklılıklar gösterdiği görülür. Doğum ve doğumu izleyen 8 haftalık süreçte bebek, bakımını üstlenen kişiye bağlanır ve o kişi uzaklaştığında huzursuzlaşır. Bu dönemde anne çocuğun keşfini gerçekleştirebileceği güvenli bir üs gibidir. Çocuk çevreyi keşif için bazen uzaklaşır; ama sonra geri döner ve ilişkiyi tazeler. İlerleyen aylarda ihtiyaçları karşılandığı sürece birden fazla kişiye bağlanma gerçekleştirebilir. Bazı çocuklarda daha erken yaşansa da genelde 6.aydan itibaren çocuk yine anneden ya da bakımıyla ilgilenen kişiden ayrıldığında sıkıntı yaşamaya başlayabilir. Bağlanmanın ilk aylarında anneye daha çok sorumluluk düşer; çünkü bebeğin hareket etme ve ilişki kurma becerileri kısıtlıdır. Ancak 18. aydan itibaren dengeyi sağlama sorumluluğu karşılıklı bir görev halini alır.
Bazı araştırmacılar yaşamın birinci yılında bebek ile anne arasındaki bağlanmanın gerçekleşmemesi ya da bu bağlanmanın güvenli olmaması sonucunda, çocuğun ileriki yaşlarında sosyal uyumsuzluk, özgüven eksikliği, stresle başa çıkmada zorlanma gibi sorun durumlarıyla karşılaşabileceğini ileri sürmektedir. Güvenli bağlanmanın gerçekleşemediği durumlarda çocuk anneden ayrıldığında yoğun bir endişe yaşar. Annenin yokluğu çocuk için sevgi ve güven objesinin kaybıdır. Çocuğun yaşadığı kaybetme korkusu bireyselleşmeyi, özgüveni, dış dünyayı algılamayı, sosyal ilişkileri, iç huzuru, okula uyum ve akademik başarıyı doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Çocuklar anne ve babalarıyla kurdukları bağlanma biçimine ve deneyimlerine göre zihinsel bir model oluştururlar. Diğer bireylerle, ona bakan kişilerle kurdukları ilişkilerde, dış dünya ile ilişkilerinde, kişiliklerinin oluşumunda, fiziksel ve ruhsal sağlıklarında bu modeli rehber olarak kullanırlar.
Yaşamın ilk 3 yılında çocuklar annelerine fiziksel ve duygusal olarak bağlımlı yaşarlar. Beslenmeleri, dış dünya ile ilişki kurmaları, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması anne aracılığıyla olur ve bebek bu dönemde kendini annenin bir parçası gibi hisseder. Bu yaşlarda bebek annesini düzenli olarak görmek, onun varlığını, yakınlığını ve sıcaklığını hissetmek ihtiyacındadır. 3 yaşından itibaren çocuklar yavaş yavaş anneden ayrışmaya ve anneden farklı bir birey olduklarını fark etmeye başlarlar. Konuşmalarının gelişmesiyle dış dünya ile ilişki kurarlar ve kendi ihtiyaçlarını ifade ederler. Becerilerinin gelişmesiyle, giyinme-soyunma, beslenme ve temizlik ihtiyaçlarını kendileri gidermeye başlarlar. Bu döneme kadar anneyle kurulmuş olan bağımlılık ilişkisi normal koşullarda yerini ayrışmaya bırakır ve tüm yaşamın belki de en önemli dönüm noktasına gelinir. Bu nedenle de ancak 3 yaşını dolduran bir çocuk sosyal bir grubun parçası olmaya hazırdır ve bu yaştan itibaren çocuklar bir okul öncesi kuruma gidebilecek olgunluğa erişirler. İlk bağlılıkları güvenli olan çocuklar bulundukları ortama iyi bir sosyal uyum gösterebilirler; ancak güvensiz bir bağlanma gerçekleşmişse bu durum çocuklarda düşük özgüvene, zayıf sosyal ilişkilere ve strese karşı zayıf kalma gibi özelliklere sebebiyet verebilir.
Ayrılma anksiyetesi anne ayrıldığı zaman çocuğun yaşadığı sıkıntıyı ifade eder. Çocuğun içinde bulunduğu gelişim düzeyi ve yaşanılan kaygının süresi ayrılma anksiyetesi ile ilgili önemli ölçütlerdir. Ayrılma anksiyetesi olan çocuklar bağlandıkları ortam veya kişiden ayrıldıklarında aşırı sıkıntı yaşarlar. Ayrılabilecekleri ve ayrılırlarsa neler olabileceği düşüncesi ayrılma anksiyetesi gösteren çocukların yoğun korku ve endişe yaşamasına neden olur. Kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu nedeniyle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemezler. Bu durum çocuğun okula uyumunda ve sosyal yaşantısında zorluklar yaşamasına neden olabilmektedir. Yine bu çocuklar sıklıkla kaybolma, kaçırılma, anne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe korkuları yaşayabilirler. Evde ya da bulundukları farklı ortamlarda tek başına kalmak, geceleri tek başına yatmak istemeyebilir ve huzursuz olabilirler. Ayrılma anksiyetesi yaşayan küçük çocuklarda ayrılma temalı gece kabuslarının görülme sıklığı da oldukça fazladır. Okula gitmek gibi ayrılığı yaşaması gereken ortamlarda karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma gibi bedensel yakınmalarda bulunabilirler.
Ebeveynlerden ayrı kalma endişesi psikolojik gelişimin doğal bir parçasıdır; yaklaşık 7 aydan 3 yaşına kadar tüm çocuklarda görülebilen bir durumdur. Bir çocuğun ayrılma anksiyetesi gösterdiğini söyleyebilmek için yaşanılan kaygının çocuğun yaşına ve gelişimine göre beklenmedik bir düzeyde olması gerekir. Çocuğun anne ve babasından uzun süre ayrı kalması, kardeş doğumu, ailede vefat ya da hastalık olaylarının yaşanması, okulda ya da ev dışı bir ortamda yaşanan olumsuzluklar da ayrılma anksiyetesinin oluşumunda etkili olabilmektedir. Ayrıca anne ve çocuk ilişkisinin niteliği de önemli nedenlerden biri olarak görülmektedir. Aşırı koruyucu, sorumluluk vermeyen ya da aşırı disiplin uygulayan, sürekli uyaran ebeveyn tutumlarının çocuğun bu yöndeki gelişimini olumsuz etkileyebildiği düşünülmektedir. Aşırı koruyucu bir tutum çocuğun sorumluluk almasını engelleyebileceği gibi anne ve çocuk arasındaki aşırı düşkünlük karşılıklı bağımlılık oluşmasına neden olabilmektedir. Sınırlayan, sürekli uyaran ve hatalarına karşı eleştirel veya suçlayıcı tavırlar sergileyen ebeveyn davranışları ise çocuğun özgüvenini, problem çözme becerilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Ayrılma anksiyetesi yaşayan çocuklar çeşitli kaçınma davranışları da gösterebilirler. Bazı çocuklar daha yoğun kaçınma davranışları gösterirken, bazılarında ise daha hafif kaçınma davranışlarına rastlanır. Kaçınma davranışlarının daha hafif olarak görüldüğü ayrılma anksiyetesi durumlarında çocuk okul saatlerinde ya da arkadaşları ile beraber olduğunda anne ve babasına sık sık telefonla ulaşabilmeyi isteyebilir. Ancak kaçınma davranışlarının daha yoğun olarak görüldüğü durumlarda, çocuk okula gitmeyi, kendi odasında uyumayı, anne ve babasından birkaç saat ayrı kalmasını gerektirecek tüm durumları reddedebilir; anne ve babasına yapışabilir ve onları bir gölge gibi odadan odaya takip edebilir. Kaçınma davranışları hafif başlayıp sonradan yoğunlaşa da bilir. Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Çocuğun içinde bulunduğu kaygıyı yaşamasına izin verilmeli, gösterdiği kaçınma davranışları desteklenmemelidir. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardır.
Ayrılma anksiyetesi her yaş çocuğunda görülebilir. Ancak 5-8 yaş aralığı bu durumun en sık gözlemlendiği dönemlerdir. Ayrılma anksiyetesi çocuğun okul, toplum ya da diğer alanlarda zorluklar yaşamaya başlamasına neden olur. Bir çocuğun ayrılık anksiyetesi yaşadığını söyleyebilmemiz için 18 yaşından önce bu belirtileri göstermeye başlamış olması ve belirtilerin en az dört haftadır görülüyor olması gerekir.
Okula gitmek çocuğun yaşadığı ilk büyük ayrılık olarak düşünülebilir. Anksiyete yaşayan çocukta okul fobisi sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Okula gitme vakti geldiğinde çocukta isteksizlik başlar ve gitmemek için ciddi tepkisel davranışlarda bulunabilir. Dile getirilen karın ağrıları, baş ağrıları gibi şikayetler de çocuğun okula yönelik korkusunun varlığını gösterir. Çocuk mutsuzdur, kaygılıdır ancak neden okula gitmek istemediğini bilmediğini söyleyebilir. Bu şikayetler çocuğun eve gelmesiyle sona erer. Çocuk evde mutlu ve güvendedir.
Okul fobisi çoğu zaman anne ve çocuk arasındaki karşılıklı bağımlı ilişkiye dayanmaktadır. Anne ve babanın çocuğa aşırı derecede düşkün olması da çocuklarından ayrılmalarında zorluk yaşamalarına neden olabilmektedir. Bu durumda ebeveyn çocukların başına kötü şeyler geleceğinden korkar ve çocuğu evde tutmaya çalışabilirler. Ebeveynin yaşadığı bu anksiyete çocuğun da okuldayken annesine, babasına veya kendisine kötü şeyler olabileceğinden korkmasına ve ayrılma anksiyetesini yaşamasına neden olabilmektedir.
Yapılan araştırmalar okula gitmeyi reddeden çocuklarda bazı ortak yaşam deneyimleri ortaya çıkarmıştır. Bebeklik ve çocukluk döneminde anneden uzun süre ya da sıklıkla ayrı kalması, babanın ev ve çocukla ilgili konulara uzaklığı, çocuğa ev ortamında sorumluluklar verilmemesi, ilk çocukluk döneminde arkadaşlık ilişkilerinin az olması nedenler arasında sayılabilir.
Terapi süreci nasıl olur?
Ayrılık anksiyetesi ve okul fobisi ile başa çıkabilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygılarla yüzleşilmesi, kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve dolayısıyla toplumda ve okul yaşamında gösterebileceği performansın artması yönünde hedefler belirlenir. Çalışmalarda kaygıları ortadan kaldırabilmek adına çocuğun aşamalı bir şekilde yaşadığı kaygı ile yüzleşmesi sağlanır; kaçınma davranışları göstermeden kaygının azaldığını görebilmesi üzerinde durulur. Böylece çocuk yaşadığı kaygının ve korkuların tahmin ettiği kadar ürkütücü olmadığını anlar ve olaylara daha gerçekçi yaklaşabilmeyi öğrenir.
Okul Rehberlik Servislerinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
Okul fobisi olan çocuğun okuldan uzak kalmaması önemlidir. Okula devam etmesi yaşadığı bu stresle başa çıkabilme derecesini göstermektedir. Bu nedenle ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Her şeyden önce ailenin çocuğun yaşadığı korku ve kaygıların gelişim dönemi ile ilişkili olup olmadığını öğrenmesi önemlidir. Hangi kaygıların hangi gelişim döneminde görülebileceğini öğrenmek ailenin sergilemesi gerektiği tutumları da şekillendirir. Bu nedenle okul rehberlik servisinin aileyi bu konularda bilgilendirmesi gereklidir. Çocuğun ihtiyacının ne olduğu, korkusunun nedeni, aile içi ilişkileri gözden geçirilmelidir. Okul fobisinin nasıl başladığı, hangi belirtilerle kendini gösterdiği, bu dönem içerisinde ne gibi olaylar yaşandığı saptanmalıdır. Ailenin, sınıf öğretmeninin ve rehberlik servisinin çocuğun korkusunun hangi durumlarda artıp hangi durumlarda azaldığını gözlemlemesi de önemlidir. Bu süreç içerisinde okul ve ailenin işbirliği içerisinde olması yaşanılan durumun daha kolay atlatılabilmesini sağlar.
Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi yasayan çocukların hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu onlara hissettirebilmek okul rehberlik servislerine düşen önemli görevlerden biridir. Ebeveynleri de bu noktada bilgilendirmek, onların da duygularını ifade ederek çocuklarına model olmaları yönünde teşvik etmek ve anne babaları duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları için desteklemek son derece faydalıdır. Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi gibi durumlarda yapılandırılmış bir çalışma ile aşamalı bir şekilde korkusu ile basa çıkabilmesi konusunda çocuğa yardımcı olunmalıdır.
Ancak tüm bunlara rağmen çocuğun yaşadığı korkular azalmıyor, sıklıkla belirtiler kendini gösteriyor ve çocuk bunlarla baş etmekte zorlanıyorsa mutlaka bir uzmandan profesyonel destek alınmalıdır.
Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat