25 Eylül 2020 Cuma

Masum Tacizci

Çocuğunuz erkekse, 3-6 yaş grubuna girdiğinde sizin ve çevrenizdeki kadınların artık hiç kurtuluşu yok demektir! Saç, göğüs, bacak, çorap, topuk....Bir uzuv ya da bir giysiyle mutlaka onun cinsel gelişimine hizmet edeceksiniz!

Belgin Temur, anne-babanın sağlıklı model oluşturmadaki önemini vurgulayarak şunları söylüyor: “Çocuk, 2-3 yaşından itibaren sözel anlatım yeteneğini kazanır. Ailenin bu dönemdeki müdahaleci tutumu, çocukta kararsızlık ve utanç gelişimine etki edebilir. 3-6 yaş arası çocuklarda mastürbasyon etkinliğine rastlanmaktadır. Bu, çocuğun gelişim dönemine ait bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Kız çocuk babaya, erkek çocuk anneye sevgi ve bağlılık hisseder. Bu dönem, aynı zamanda çocuğun çeşitli yetişkin rolleriyle özdeşleşmeye başladığı bir dönemdir. Toplumsal çevre bilinci geliştikçe, çocuk cinsel doğasını anlamaya başlar ve aynı cinsten anne-babasının oynadığı rolü kazanmayı ister...”

Kabul etmek isteseniz de istemeseniz de, artık evde eşinizle sizin rollerinize rakip ve bunu cinsellik yoluyla keşfetmeye yönelen “masum küçük bir kadın” veya “masum küçük erkek” daha yaşıyor! Ve en büyük silahı da, siz daha akıllı davranıp hedefi doğru noktalara taşıyamazsanız, “merakı”!...

Keşif Çatışması...

Onu, yine Belgin Temur’un açıklamalarıyla tanıyalım: “Bu dönemde erkek çocuk anneyi, kız çocuk da babayı sürekli izler. Özellikle onları çıplak görmek eğilimindedir. Bu, kendisiyle ilgili farklılığı anlamaya yönelik bir keşif çalışmasıdır ve çocuk için en doğal deneyimdir. Eğer bu aşamada bir engelleme veya ceza ile karşılaşırsa bu konudaki merakı artacak ve daha yakın temasa yönelecektir. Bu noktadaki yasaklar ve azarlanmalar, çocuğun konuya ilişkin ilgisinin, ihtiyacının ve farklılığın “kötü”, “kabul edilmez” olduğu sonucunu çıkarmasına neden olabilir. Çocukların cinsel farklılıklara ilişkin merakları, bu anlamda kendi cinsiyetlerini ve bu cinsiyete ait fonksiyonları tanımak ve öğrenmek istemeleri, tıpkı yemek yemek, uyumak gibi doğal bir ihtiyaçtır. Çocuk bu konuyla ilgili her türlü sorusuna anında ve doğru yanıtlar almalıdır. Anne-baba, konunun doğal, kabul edilebilir olduğu mesajını vermeli ve gerekirse kendi aralarındaki ilişkiyi çocuğun anlayabileceği düzeyde gerçeklerden uzaklaşmadan anlatmalıdır. Çocuk bebeklik döneminde kendi doğallığı içinde anne-babasının bedeni ile tanışırsa ileride bu konuda aşırı merakı kalmayacaktır.”

Yaklaşım Çok Önemli

Temur’un verdiği bilgilere göre çocuğunuzdaki cinselliğe yönelik gelişim, son derece doğal bir aşama....... Ancak bunun “doğal”lık derecesini belirleyen de yine sizin tutum ve davranışlarınız. Örneğin televizyon izlerken kadın-erkek ilişkisinde cinselliği vurgulayan bir sahne çıktığında çocuğa hiçbir geçerli açıklama- “Ben bu filmden hiçbir şey anlamadım. Başka kanallara bakalım mı?” gibi- yapmadan hemen kanal değiştiriliyorsa; giyinirken odaya, size bir şey sormak amacıyla girdiğinde, “çok üşüdüm, aman acele giyineyim” şeklinde doğal gerekçelerle örtünme yerine, aşırı tepki gösteriyor ve derhal odadan çıkmasını söylüyorsanız; zaten çocuk bu konudaki ayıp ve yasakları hafızasının bir köşesine kaydediyor demektir. Üstelik bu kayıt sadece sizin değil, yakın çevredeki insanların tepkileriyle de son derece zengin bir hale geliyor.

Peki, ne yapmalı, nasıl davranmalı?... Bu dönemde anneye düşen en önemli sorumluluk, çocuğa olan bağımlılığından kurtulması... Böylece onun da, size olan bağımlığını ortadan kaldırabilirsiniz. Ayrıca onu engellediğinizde, simgesel kabul edilen saldırganlık gösterileri yaptığında hoşgörülü ve anlayışlı olmanız ve onu “kız çocuk” veya “erkek çocuk” rolüyle kabul edip onaylamanız son derece önemli davranış biçimleri arasında yer alıyor.

Acaba Neler Hissediyor?

Yine Belgin Temur’un açıklamalarına dönelim: “Çocuk için erkek ve dişi anlamları bizim kullandığımız gibi soyut değerler değildir ve bir taklitten ibarettir. Bununla beraber, 3 yaşındaki çocuk kendisinin kız mı, erkek mi olduğunu anlayabilir. Çünkü çevresindekiler böyle söylemektedir. Karşı cinsten kardeşi olan çocuklar, bu ayırımı daha kolay fark eder. Yine 3-4 yaş civarı çocuklar, kendi cinsel organlarını keşfeder ve duyarlılığı hissederler. Bu erkek çocuklarda daha erken olur. Organlarına dokunduklarında kuşku ve merak duyarlar. Bu aşamada yasakların konulması çocukların sık sık saklanmalarına, yalnız kalıp durularını tek başlarına keşfetmeye yönelik çaba harcamalarına neden olur. Yetişkinler, bu gelişme karşısında “dokunma, ayıp ellenmez” derler ya da özellikle erkek çocuklarına “ellersen keserim; kopar” gibi son derece hatalı uyarılarda bulunuyor. Oysa çocuk kendi cinsel organına dokunduğunda amacı yalnızca onun varlığından emin olmak ve hele erkek çocuksa yerinde durduğundan emin olmaktır. Bu durumda asla kopmaktan, kesmekten söz edilmemelidir. Bağırıp, azarlamak ise ancak bunun “alışkanlık” haline gelmesine yardımcı olur. Tepkisiz kalmak tercih edilmelidir. Ancak süreklilik halini almışsa ve çocuğun sosyal yaşantısını etkiler hale gelmişse, altında bir sorun olabileceği düşünülerek profesyonel bir yardıma başvurmalıdır.”

Nasıl Davranmalısınız?

* Meraklarını erteleme, bekletme, engelleme yöntemlerine başvurmadan, anında giderme yolunu tercih etmeniz gerekiyor.

* Onun için sakıncalı bir durumla karşılaştığınızda veya görmesini istemediğiniz bir şey varsa, ilgisini makul gerekçelerle başka yöne çekmeye çalışın.

* Tekrarlanan bir davranış karşısında yapacağınız açıklama, algılayabilme yeteneklerinin dışına çıkıyorsa, aşırı reaksiyon göstereceğinize “tepkisizliği” tercih edin ve görmezden gelin.

* Cinsel organını sık ellediğini görüyorsanız asla “yakmaktan”, “kesmekten”, “kopmaktan”, söz etmeyin. Zaten kendi içinde o, bu kaygıyı taşıyor.

* Çocuğunuzu “kız çocuk” ve “erkek çocuk” rolleriyle kabul edip, onaylayın. Bu, doğal bir biçimde, davranışlarınız yoluyla ona da yansıyacaktır.

* Çocuktaki engellenmenin, bağımlılığın ve saldırganlığın simgesel anlatımları karşısında hoşgörülü ve anlayışlı davranmaya çalışın.

* Tavırlar ciddi süreklilik kazanmışsa ve çocuğunuzun sosyal yaşamını etkiler hale gelmişse, profesyonel bir yardım almanız gerekiyor demektir.


Uzman Pedagog Belgin Temur

12 Eylül 2020 Cumartesi

Çocuğunuz Sürekli İlgi Çekmeye Çalışıyorsa..

Çocuklar neden ilgi çekmeye çalışırlar?


Çocuk dünyada var olduğu andan itibaren çevresinin gerçekleştirmesini arzuladığı   beklentilerle büyümeye devam eder. Bedensel gereksinimlerinin doyurulması ilk basamakta yer almaktadır. Daha sonrasında devam eden beklenti; bu bedensel ihtiyaçlarının yaşadığı müddetçe karşılanabileceği hissini duyabilmek ve bunun sağlanmasıdır. Böylelikle daha da büyüyen çocuğun çevresinde insanların önemini kavraması ve onlarla ilişkiler kurması dolayısıyla kendini başta ailede sonra ise toplumun diğer kısımlarında var etme çabası artmaktadır. Ancak ilgi çekmek ve ilgilenilmek bireyin hiçbir zaman reddetmeyeceği ve sonlandırmayacağı bir talebidir. Dikkat çekmek basit ama önemli bir yaşama metodudur. Çocuğun ebeveyninden herhangi bir davranışına ilgi göstermesini beklemesi bir ihtiyaçtır. Çocukların birey olmaya başladığı sürecin başlangıcından itibaren anne ve baba ile olan birlikteliğinde eskisi gibi olmayan; anne ve babaya farklı gelen bazı durumlar gözlenmeye başlanır. Çocuk artık kendi isteklerini ifade edebilmekte ve eskisi kadar ‘bağımlı’ olmamakta kararlıdır. Anne ve babasından daha farklı ve tek başına yapabildikleri karşısında çevrenin bu tür durumlara takdirini almasıyla özgüveni pekişir ve bunlar kalıcı hale gelmeye başlar. Artık anne ve babadan bağımsız bir birey olarak görülebilir. Bu durum, anne ve baba tarafından fark edilmesi ve buna uygun hareket edilmesi gereken ve çok küçük yaşlarda başlayan bir durumdur. Bütün bu ‘bağımsız’ haller, çocukların ilgi çekmeye olan yatkınlığını azaltmaz. Çocuk varlığını ispatlayabilmek ve bunun fark edilmesini kolaylaştırabilmek için dikkati kendi üzerine çekmeye çalışır. Ancak burada da önemli olan; çocuğun dikkat çekme malzemesinin olumlu ya da olumsuz olması ve beraberinde anne ve babanın bu malzemenin oluşmasına ve ilgi çekme sonucu oluşan durumun kalıcılığına olan katkısıdır. Çocuğun çevresindekilerin ilgisini çekmeye çalışması; onlardan bir beklentisinin var olduğunu  gösterir. Bu durum dikkat çekilmek istenen ihtiyacın yeterince veya hiç fark edilmediğini ve karşılanmadığını gösterebilmekle beraber aşırı bir şekilde karşılandığını da bize gösterebilir. Bunları ayırt edebilmek ancak çevreden yapılan gözlem ve anne babanın farkındalığı ile ortaya çıkabilir. Çocuklar her zaman yaşlarından beklenen olgunlukta ilgi çekme metotları kullanmayabilirler. Kimi zaman çocuklarının yaptıklarına ve isteklerine çok şaşıran ancak bunun tek nedenini çocuğun ‘yaşına göre normal olmayan istekleri’ olduğunu belirten anne babalar görebiliriz. Bazı durumlar onlar için ‘sınırsız istekler’ haline gelebilmektedir. Ancak burada çocuğun o tipte bir davranışına önceden zemin hazırlayan çevresel etkenleri; başta anne ve baba tutumlarını ele almak gerekmektedir.


 Sevgi için mi ilgi çekmeye çalışırlar?


İlgi görmek beraberinde sevildiğimizi de bize hissettirebilir. Bazen birilerinin bizi fark etmemesi sıkıntı yaratabilmekte ve o ortamdan ya da kişiden uzaklaşmamızı sağlayabilmektedir. Bazen de sevildiğimizi sadece bu yolla anlamak isteriz.  Durumdan duruma değişen bu anlayışlar ilgilenilmeyi nasıl anladığımızla alakalıdır. Çocuklar için de bu durum benzerdir. İlgilendiğimizde mutlu olabilmektedirler. Ancak sevginin ifadesini sadece bir durum olduğunda ilgilenmekle eşleştirmek çocuk için olumsuz olabilmektedir. Karşılıksız şekilde de sevildiğini, sevildiğini hissetmek için sürekli dikkat çekmesinin gerekli olmadığını fark eden çocuk durumu ayrıştırabilir. Beraberinde her dikkat çekici durumda aşırı bir onaylama ve sevgi gösterisi yapan çevrede büyüyen çocuk; dikkat çeken bir durum yaratamadığında sevgisiz kalmaktan korkabilir. Öyleyse bu duyguyu çocuğa hissettiren kişiler olarak anne ve babaların, sevgilerini farklı zamanlarda sözel ya da davranışla ifade ederek; sadece bunun ifadesini durumlara koşullamamaları, çocukların sevildiklerini bilmeleri yönünde daha anlamlıdır. Ancak çocuğun yaptığı olumlu bir durumdan dolayı takdir almaya ihtiyacı vardır. Bu gibi durumları da atlamadan onu cesaretlendirmek ve edinilen durumun kalıcılığını sağlamak da önemlidir. Unutulmamalıdır ki; her tür ilgi hiç ilgilenilmemeye tercih edilir; bu durumda ailenin tutumu önem taşımaktadır. Ancak bunu sadece sevginin ifadesi olarak görmemek ve sadece buna bağlamamak gereklidir.

Böyle bir durumda anne-babaların ilgi göstermesi çocuklarını şımartmaları doğru mudur?

Anne babalar;  çocuklarının beklentileri ve kendi beklentileri arasında kalarak bir aile olmaya çalışırlar. Burada temel aldıkları iki nokta; çocuklarının sevgisiz büyümeleri ile ilgili endişe ya da çocuklarının şu an ‘şımarık’ olması ancak ileride de bu tip bir karaktere sahip olabileceğine dair endişedir. Bu her iki durum da anne ve babanın veyahut çocuğu yetiştiren kişinin farkında olarak ya da olmadan çocuğuyla olan ilişkisini ve çocuğun karakterini etkiler. Çocuğu ile sadece ilgi çekmeye çalıştığı zamanlarda ilgilenen anne ve babanın bu durumu değiştirmemesi; çocuğun bu yolla kendini var edebilmesine ve ihtiyaçlarını bu şekilde karşılatabilmesine neden olur. Karşılıksız olarak elde ettiği olumlu ilgiyi kazanamayan çocuk; sürekli dikkat çekebilmesi gereken davranışlar sergiler. Bu çocuk için yorucu ve yaralayıcı bir süreçtir. Ailenin bu tip bir tutumda olduğunu fark etmesi ve ilgili olmayı daha yaygın,genel hale getirmesi gereklidir. Çocuğun yanlış bir davranışına ilgi göstermek ve bunu sürekli hale getirmek ise; çocuğun kendisinin bu tip bir davranışı ile ortaya çıkabildiğini fark etmesine ve dolayısıyla  ihtiyacını bu şekilde karşılamasına neden olacaktır. Böylece çocuk aynı ilgiyi elde edebildiği sürece bu durumu ortaya çıkartmak için daha da cesaretlenecektir.  Diğer bir yandan, çocuğun sevgi ihtiyacının hiçbir zaman tam doyurulmadığına yönelik endişe, çocukların ‘ilgilenilme’ konusunda sorun yaşamalarına neden olacaktır. Anne ve babaların, çocuklarının her ortamda ve her zaman sevgi ile büyümelerini istemeleri normaldir. Ancak bu durum çocuğun her zaman sevginin en fazlasını alması gerektiği ve bu ihtiyacın sürekli doyurulması gerektiği anlamına gelmemektedir. Tıpkı diğer ihtiyaçlarımızın gerektiği kadar doyurulması normal kabul edildiği gibi; bu duygusal ihtiyacın da aşırı olmasından çok kararlı bir sürekliliğe sahip olması gerektiğini bilmekteyiz. Çocuğun bu aşırı ‘ilgi’ karşısında; aşırı bir ‘ilgilenilme’ ihtiyacı ile anne ve babanın hatta kimi zaman çevresindeki yakınlarının sürekli dikkatini çekmeye çalışması beklenen bir durum ortaya çıkarmaktadır. Böylelikle çocuk hem aile içerisinde hem de diğer topluluklarda yaşından beklenen düzeyde kendini ifade etmekten kaçınabilir ve isteklerini ifade edemeyebilir. Bu durum karşılıklı zor ve yorucu bir süreçtir. Çocuğun kendini ifade etmeden bir şeylerin fark edilmesini ve gerçekleştirilmesini istemesi; isteklerinin fark edilmediği ve yerine getirilmediği durumlarda huzursuzluk yaşamasına ve çevreye karşı öfke duymasına neden olur. Çevrenin bu tip bir durumda çocuğun kendini ifade etmesine izin vermesi ve isteklerini konuşarak ifade edebilmesi için beklemesi; çocuğun özgüven gelişimi ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için gereklidir. Aksi taktirde  anne ve babanın da çocuğa  karşı bu tip bir hassasiyet içerisinde olması; sürekli yorucu bir çaba göstermesine neden olacaktır ve bu çocukla iletişimde olumsuz bir durum yaratabilmektedir. Buradaki problem, çocuğun ilgilenmekten çok ilgilenilmeyi benimseyerek bireyleşme ve beraberinde bağımsızlaşmaya olan isteğinin azalmasıyla gerçekleşir. Ayrıca anne ve baba da durmadan çocuklarının sürekli bir şeyler talep ettiğini; ‘şımarık’ olarak büyüdüğünü vurgulayabilmektedirler.   Burada anne ve babanın çocuğun hangi davranışlarıyla nasıl dikkat çekmeye çalıştığını iyi gözlemlemesi; durumun olumlu ya da olumsuz bir dikkat çekme olup olmadığına göre doğru tepki verebilmeleri çocuğun olumlu kişilik kazanımları için gereklidir. Çocuğun ilgi çekerek ihtiyaçlarının karşılandığı durumlara sınır koyabilmek, isteklerini nedenleri ile birlikte konuşarak anlatabilmesi için teşvik etmek ve anne babanın her istenileni ‘şimdi ve burada’ olarak gerçekleştirmemesi, çocuğun ilgi çekme metodunu doğru şekilde kavramasına ve uygulayabilmesine yarayacaktır. Çocuk bu şekilde ilginin yeterliliğini özümseyecektir. Burada anne ve babanın neden bu şekilde davrandıklarını sorgularken; kendi anne ve babalık yeterliliklerindeki eksikliğe dair endişelerinin olup olmadığını gözden geçirmek; eğer varsa bunun ne kadar etkili olduğunu düşünmek gereklidir. 

Anne-babalara tavsiyeler

·    Temel olarak çocuğun her daim sevileceğini fark edebildiği bir ortamda yaşayabilmesi ilgi çekmenin bir hem çocuk hem de anne ve baba için problem olarak yaşanmamasını sağlamakta birincildir. Çocuğun her türlü duruma uygun tepki verebilen bir anne babaya sahip olması sürekli dikkat çekerek kendini onlara ispatlamasına gerek duydurmamaktadır. 

·    Çocuğun sürekli dikkat çekmeye çalışarak ilgiyi elde etmeye çalıştığı durumlarda aşırılık durumunda yapılacaklar önemlidir. Çocuğun olumlu davranışını ödüllendirmek önemlidir. Ancak bunun yoğun süreklilik göstermesi durumunda; sınırlandırmak ve yoğun ilgiyi azaltmak gereklidir. Bu olumlu yoksunluk halinde çocuk yaptığının abartılı olduğunu fark edecek ve gerekli zamanlarda gerekli miktarda ilgiden memnun olmaya başlayacaktır. Çünkü anne ve baba ona eğer uygun zamanda ve uygun miktarda tepki verirse; çocuk olumlu olanın değerini daha iyi kavrayacaktır.

 ·    Çocuğa sadece ilgi çekmeye çalıştığında değil; günlük hayattaki her hangi bir durumda da ilgi göstermek gereklidir. Bu durumda çocuk sürekli  ‘ilgi çekmeye çalışmayı, iletişim için bir gereklilik olarak görmeyecektir.

 ·    Çocuğunuz ile iletişiminizi sözel olarak sürdürmeye önem verin. Farklı olaylardan konuşmak; onu dinlemek ve sizi dinlemesini sağlamak birçok konuyu birlikte konuşabilmenizi ona ispat eder. Bu durumda ilgilenilecek birçok konunun olduğu; dolayısıyla biriyle ilgilenmenin ve dikkat çekmenin, başkası tarafından isteklerimizin anlaşılmasının doğal olarak konuşmada gerçekleşebileceğini ona gösterin ve kendini ifade edebilmesi yönünde onu motive etmeye çalışın. 

·    Bu konuda aile içerisinde ona model olmak da önemli bir yer tutmaktadır. Anne ve babaların kendi arasındaki iletişimin etkin olduğu; birçok konunun konuşarak ele alındığı durumlarda; çocuk bunun kendini ifade etme yolu olarak seçilebileceğini kavrayabilmektedir.  

·    Çocuğun ilgi çekmeye çalıştığı konular anne ve baba olarak ayırmak ve hangisinin kalıcı olarak ele alınması gerektiğine karar vermek önemlidir. Olumlu görülen durumu ödüllendirmek, onaylamak çocuk için cesaretlendirici ve güven veren bir hal yaratır. Olumsuzları ise görmezden gelmek davranışın değişmesine ve giderek yok olmasına neden olmaktadır. Bunun dışında çocuğun hiçbir davranışıyla ilgilenmemek onun için sürekli varlığını ispat etmeye çalışacağı yorucu bir durum oluşturacaktır. Bunun önceden fark edebilmek ve fark edildiğini gösterebilmek de önemlidir.Ancak çocuğa bu yönde davranırken tutumları aynı şekilde düzenlemek de güven hissini pekiştirmektedir. 


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

2 Eylül 2020 Çarşamba

Ergen ve Akran-Arkadaş İlişkileri

Ergenlik döneminin başlaması ile birlikte ergen anne-babadan ayrışmak dışında başka bir gelişimsel görev ile karşılaşır: arkadaş ilişkileri kurma ve bunları geliştirme. Havighurst’e göre ergenlikteki gelişim görevlerinden bir tanesi, ergenin her iki cinsten yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkiler kurmasıdır. Bu görev Havighurst tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: ilk ergenlikte ergen genellikle aynı cinsten arkadaşları ile ilişki kurmaktayken; ergenlik ile birlikte bu ilişkilerin yerini daha olgunlaşmış kadın-erkek ilişkileri almaktadır. Bu ilişkinin gerçekleşebilmesi için ergen hemcinsleri ve karşıt cinsten oluşan karma bir grup içerisinde iken neyi, nasıl söyleyeceğini ve toplumsal etkinliklere nasıl katılacağını öğrenmek durumu ile karşı karşıya kalır. Tüm bu görev ve etkinliklerin gerçekleşmesi sürecine kültürün çok büyük bir etkisi vardır. Bu ilişkiler içinde yaşanılan kültüre uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu etkenin yanı sıra içinde bulunulan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel statü de bu gelişim görevlerinin nasıl şekilleneceğini etkilemektedir. Örneğin Havighurst’ün bulgularına göre: orta sınıf Amerikalıların toplumsal başarıyı çok sayıda arkadaş sahibi olmayı, yüksek statüyü, geç evlenmeyi tercih ettiklerini; buna tam zıt gelen bir tutum olarak alt sınıfın erken cinsel yaşantıya, erken evliliğe, çeteleşmeye, komşuluk ilişkilerine yöneldiği ortaya çıkmıştır. 


Ergenlik, genellikle aileden uzaklaşarak arkadaşlar ile dolu bir dünyaya atılan bir adım olarak görülmektedir. Ergenler, beklenildiği üzere, zamanlarının çoğunu arkadaşları ile, daha azını ise aileleri ile birlikte geçirmektedirler. Bunun nedeni olarak; ergenlerin arkadaşları ile vakit geçirerek kendilerine bir sosyal hayat kurmalarından ve duygusal ve destekleyici güç olarak arkadaşlarını görmelerinden bahsedilebilir. Aslında arkadaşlık ilişkileri her zaman önem verilen bir konu olmuştur ancak şu sonuç bu durumun ciddiyetini bizlere tekrar hatırlatmaktadır ki; ergenler vakitlerinin 1/3’ünü arkadaşları ile geçirmektedirler.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir kavram farklılığı vardır: akran ve arkadaş. Akran, kişi ile aynı yaşta olan, ortak noktaları olabileceği gibi birbirini hiç tanımamış olan kişileri içerebilmektedir. Ancak arkadaş; bireyin birebir ilişkide olduğu, ortak noktalarda, beğenilerde buluşabildiği, birlikte vakit geçirmekten keyif aldığı yaşıtlara verilen isimdir.

Ergen, çocukluk çağından çıktığı zaman ev ortamı ona dar gelmeye başlar. Anne-baba ile aynı noktalarda buluşamamaya, birçok alanda aynı fikri paylaşmamaya ve bir çok konuda farklı bakış açılarına sahip olarak çatışma yaşamaya başlayan ergen, kendi ile aynı yaşantılara sahip olan, aynı ev içi sıkıntıları yaşayan, bağımsız ve karışılmadan kendi kurallarını koyarak hayatını yaşamak isteyen aynı paydada buluşabildiği arkadaşları ile vakit geçirmeyi tercih etmeye başlar. Çünkü ev ortamında anlaşılmadığını, değerli olmadığını, hala çocuk olarak var olduğunu hisseden ergen, bu yeni ortamda anlaşıldığını birey olarak değer gördüğünü ve “büyük” bir birey-yani yetişkin- olduğunu hissetmektedir. 

GEÇMİŞ YAŞANTILARIN ARKADAŞ İLİŞKİLERİNE ETKİSİ

Bu dinamik sistem içinde var olabilmek için bireyi ergenlik dönemine kadar getiren çocukluk dönemi arkadaşlık ilişkilerine ve sosyal becerilerine göz atmak gereklidir. 

Arkadaşlık kavramı, daha ilk çocukluk yıllarında gelişmeye başlamaktadır. Her birey çocukluktan ergenliğe bir arkadaşlık ilişkisi ve sosyal beceri altyapısı ile gelmektedir. Çocukluk dönemindeki arkadaşlık ilişkileri genellikle ebeveynler tarafından başlatılıp yönlendirilen ve geliştirilen ilişkiler olmaktadır. Ebeveynlerin arkadaşlarının çocukları ile kurulan arkadaşlık ilişkileri buna örnek olarak gösterilebilir. Medyanın, özellikle televizyon showları, filmler ve popüler şarkı ve şarkıcıların ve daha ileri yaşta olan ergenlerin de çocukların arkadaş ilişkilerine ve ilişki kurma becerilerine etkisi olmaktadır. Çocukluk döneminde arkadaşlıklar genellikle yakın yerlerde oturan ya da aynı sınıfta olan kişilerle kurulmaktadır. 

Hatta tüm bunların yanı sıra, Bronfenbrenner’in mezosistem kavramı da arkadaş ilişkilerinin gelişimini etkilemektedir. Distal ve proksimal, yani yakın ve uzak sosyal bağlamlar, arkadaşlık ilişkilerine etki etmektedir. Proksimal yani yakın bağlamlar; arkadaş ilişkilerini direk olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak komşular ve komşuluk ilişkilerini, yaşanılan yeri, okul ve okul ilişkilerini gösterebiliriz. Distal yani uzak bağlamlar; arkadaş ilişkilerini dolaylı olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak adalet sistemi ve iş koşulları gösterilebilir. Bunların yanı sıra, makrosistemin de, yani kültürel normların da arkadaşlık ilişkilerinin kalitesini ve şekillenişini etkilediği görülmektedir. 

Çocukluk döneminde daha sınırlı arkadaşlık ilişkisi kuran ve bunu sürdürmekte sıkıntı yaşayan bireyler, aynı zorlukları hayatlarının ilerleyen dönemlerinde de yaşamaktadırlar. Hodges (1999)’ın araştırma sonuçlarına göre, arkadaşlık ilişkisi kuramayan ve arkadaşı olmayan bireyler, zorbalık ve kabadayılık yapma konusunda daha çabuk hedef yönelen kişiler olabilmektedirler. Yetişkinlik döneminde ise bu kişiler, dışlanma ve grubun dışında kalma gibi durumlar ile sıklıkla karşı karşıya kalmaktadırlar.  

ARKADAŞ İLİŞKİLERİNİN YAPISI

Çocukluk ve ergenlik döneminde arkadaş ilişkileri bazı evrelerden geçmektedir. İlkokulun ilk yıllarındaki evrede ilişkiler çocuklarını birbirlerine verdikleri hediyeler ve ödüller üzerinden yürümektedir. Bu evreye “ödül evresi” adı verilmektedir. Bir sonraki evreye “normatif evre” denmektedir. Bu evrede ise, çocuklar arasında paylaşımlar başlamakta ve bazı normlar oluşmaktadır. Üçüncü evre olan “empatik evre”de karşılıklı anlayış, ortak paydalarda buluşan ortak ilgiler ve kendine ait sırları paylaşma başlamaktadır.

Bireyler ergenlik dönemine geçtikleri zaman arkadaşlık ilişkileri hem daha önemli hem de daha karmaşık bir hal almaktadır. Arkadaşlığın boyutları ve şekli değişmektedir. Arkadaşlık ilişkileri ilerleyen yıllarda karşılaşılacak olan romantik ve seksüel ilişkiler için de zemin hazırlamaktadır.

Çocukluk ve ilk ergenlik dönemindeki arkadaşlıklar genellikle iki kişiden oluşan ilişkilerdir. Bu tarz arkadaşlıklara “çift arkadaşlığı” adı verilmektedir. Genellikle kızlar arasında yaygın olarak görülmektedir.

Arkadaşlık ilişkileri bazen formal şekilde oluşmaktadır. Buna örnek olarak yetişkinler tarafından oluşturulan ve süpervize edilen sosyal faaliyet, spor takımları, dini gruplar veya toplumsal faaliyet gruplarında sürdürülen ilişkileri gösterebiliriz. İnformal olarak sürdürülen ilişkiler ise yetişkin süpervizyonu olmaksızın gençler tarafından oluşturulan ve sürdürülen bir grup arkadaş ilişkisini veya yakın çevrede oturan arkadaşlardan oluşan oyun gruplarını içermektedir. Bu tarz küçük grupların sınırları belirlenmiştir. Bu gruplara “klik” adı verilmektedir. Kliklerde grupta yer alan kişiler her şeyi birlikte yapmaya çalışırlar ve etkileşim kurma temelli bir paylaşımları vardır. Genellikle aynı cinsten üç ya da dört kişiden oluşur ve dostluk, güvende olma, becerilerini değerlendirme olanağı sağlar. Dunphy (1963)’nin bulgularına göre ergenlerin %70-80’i bir klik üyesidir.

Bunun yanı sıra, ergenler bu dönemde birden çok “klik”in üyesi olabilmektedirler. Formal olarak bir spor takımının grubuna ait olan genç, aynı zamanda okul içerisinde ve mahalle içerisinde iki “klik”in daha üyesi olabilmektedir. 

Çift arkadaşlığı ve klik gibi ait olunabilecek bir diğer arkadaş grubu da daha büyük sayıda ergenden oluşan gruplardır. Okullarda ve topluluklarda görülen bu gruba “topluluk”, ”takım” ya da “yığın” adı verilmektedir. Diğer gruplara göre daha geniş, üye sayısı daha fazla olan, ortak ilgileri paylaşan, genellikle 10-20 kişiden oluşan gruplardır. Kliklerin tam tersi bir özellikleri vardır, yani tek cinse ait ergenlerden değil her iki cinse de ait ergenlerden oluşmaktadır. Genellikle sadece hafta içi günlerde değil, hafta sonlarında parti, dans, spor gibi etkinliklerde birlikte vakit geçirirler. Bu tarz gruplarda genellikle etnik ya da sosyo-ekonomik özellikler, oturulan yer ve bireyin özellikleri önem kazanmaktadır. Zenginler-fakirler, kuzeyliler-güneyliler, siyahlar-beyazlar, futbolcular-basketbolcular gibi sınıflamalar bu grupları şekillendirmektedir. Kliklerde ve çift arkadaşlıklarda yer almayan ancak bu gruplarda var olan bir özellik de; gruba ait olmanın iletişim ve etkileşim ile değil daha çok tanınma ile ilgili olmasıdır.

Bu grupların dışında bir de “çete” adı verilen gruplar bulunmaktadır. Çeteler genellikle daha geniş kent alanlarında ortaya çıkmaktadır. Azınlıkların ve alt sosyo-ekonomik sınıflara ait bireylerin oluşturduğu gruplardır.

Ergenler neredeyse tüm enerjilerini bir gruba ait olmak için harcarlar. Grubun dışında kalmamak adına grubun tüm kural ve sınırlılıklarına uyum sağlar ve grup dışında kalmamak için neredeyse “baskı” altında kalabilirler. Bu durum, aslında içinde bulundukları yaş grubuna ve gelişim özelliklerine uygun bir gelişmedir. Bazı anne-babalar ergenlik dönemindeki çocuklarının hep evde oturup ders çalışmasından övgüyle bahsetmektedirler. Aslında bu durum ergenlerin içinde bulunduğu ruhsal, bilişsel ve fiziksel gelişim özellikleri ile çok örtüşmemektedir ve aslında dikkatle takip edilmesi gereken bir noktadır.

Her grubun kendine ait bazı özellikleri vardır. Grubun özelliklerine uygun olan giyinme tarzları, genel davranış biçimleri, konulma şekilleri, kullanılan ifadeler, dinlenilen müzikler, gidilen yerler, “takılınan” mekanlar, boş zaman aktiviteleri aynıdır ve bize grubun özellikleri hakkında bilgi verir.

Ergenlik dönemi boyunca bir gruba ait olma ve popülerlik kavramları önem kazanmaktadır. Coleman(1961)’ın bulgularına göre popüler olma, derslerde ve akademik başarıda üst düzey performans göstermekle değil, herhangi bir spor faaliyetine devam etmeye ve bir gruba ait olmaya bağlıdır. Ayrıca ergenin arkadaşları tarafından aranıyor olması, arkadaşlarının onu beğenmesi ve benimsemesi, ergenin benlik saygısı için önemli bir koşuldur.

Ait olunan arkadaş grubu bireyin sosyal beceri gelişimine, kişilik gelişimine, çevresi ile ilişki kurma biçimine katkılar yapmakta ve bu becerilerin gelişimini etkilemektedir. Akran grubu ergenin kimlik kazanım sürecini hızlandırmaktadır. Grup, ergen için bir ayna görevi yaparak bireyin kendisini tanımasını, dışarıdan nasıl görüldüğünü bilmesini ve kendini değerlendirmesini sağlar. Grup içinde ergenlerin sosyal becerileri ve ilişki kurma paternleri de gelişmektedir. Ayrıca cinsiyete ait model bulma ve cinsiyet davranım kalıplarını öğrenme konusunda da grup ergene örnekler sunabilmektedir. Yaşanılan üzüntüler ve duygusal krizleri ergenler ait oldukları gruplarda çözmektedirler. Parlee (1979) tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre 4.000 deneğin %51’i bir duygusal sıkıntı durumunda bu sıkıntının paylaşımı ve çözümü için ailesine değil arkadaşlarına yönelmektedir. Bu araştırmanın bir diğer sonucuna göre ergenlerin %68’inin 1-5 arasında yakın arkadaşı bulunmaktadır. Arkadaşlarda önemli olan özellikler ise yaşlarının yakınlığı ve fiziksel görünümdür. Arkadaşlarda aranan önemli niteliklere bakıldığında ise güvenli koruma (%89), sadık olma (%88), sıcaklık ve sevecenlik (%82), destek olma (%76), açık sözlülük (%75) ve mizah duygusu (%74) yer almaktadır. 

Arkadaşlığın işlevlerine baktığımız zaman Duck (1973) bu özellikleri şöyle özetlemiştir:
* Bireye ait olma duygusu sağlaması
* Bireyin duygusal bütünlüğünü ve kararlılığını sağlaması
* Bireye iletişim fırsatı sağlaması
* Bireye yardım ve destek sağlaması
* Bireye değerli olduğu duygusunu vermesi
* Bireye başkalarına yardım etme fırsatı sağlaması
* Kişiliğin desteklenmesi. 

ERGENLİKTE ARKADAŞLIK

Sosyal gelişimin becerilere yansımasının yoğun olarak yaşandığı ergenlik döneminde ergenler bu becerilerini arkadaşlık ilişkilerini arttırmak adına yoğun biçimde kullanmaktadırlar. Araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre arkadaşlık kolay gibi gözüken ancak aslında incelenmesi gereken en önemli konulardan biridir. Yapılan araştırmalara göre ergenlerin neredeyse çoğu en az bir yakın arkadaşları olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bu dönemi takip eden altı ay içinde ergenlerin en yakın arkadaşlarının değişebildiği görülmüştür. Brendgen ve arkadaşlarının (2001) araştırma sonuçlarına göre kız ergenler erkek ergenlere oranla arkadaşlık ilişkilerine daha fazla anlam atfetmektedirler. Ancak Smith ve Schneider (2000)’in araştırmasına göre ise hem kız hem erkek ergenler arkadaşlık ilişkilerine eşit düzeyde değer vermektedirler.

Ergenlik dönemindeki arkadaşlık çocukluk dönemi arkadaşlığından farklıdır. Bu dönemde bireyler için paylaşım çok önemlidir. Fıkra-espri ve şakaların paylaşımı ile başlayan arkadaşlıklar ilerleyen dönemlerde arkadaşlığın anlamı ve güven duygusu geliştikçe sırların ve kişisel problemlerin paylaşımına dönüşmektedir. Hatta arkadaşlar arası hediye paylaşımları ve ev ziyaretlerinde artışlar görülmektedir. Ev ziyaretlerindeki artış zamanla yerini birbirinin evinde kalma ve evde parti düzenlemeye bırakabilmektedir. Erwin (1993)’e göre bilişsel gelişimde ve problem çözme becerilerinde görülen gelişmeler sayesinde ergenlik dönemindeki arkadaşlıkların sayısında daha fazla artış görülmektedir. Çocukluk döneminde olduğu gibi ergenlikte de arkadaşlık için yakın olma kavramı çok önemlidir. Ancak ergenlikte seçilen arkadaşlıklarda sadece aynı mahallede oturuyor olmak bir etken değildir çünkü ergenler çocuklara göre daha serbest hareket edebilmekte ve ebeveynleri olmaksızın mekan değiştirebilmektedirler. Yine de yakın olma kavramı arkadaşlık için çok önemlidir. Dubois ve Hirsch (1990)’in araştırma sonuçlarına göre Afrika kökenli Amerikalı erkek çocukları, Avrupa kökenli Amerikalı erkek çocuklarına göre okullarda ve mahallelerinde daha sıkı ve sağlam ilişkiler kurmaktadırlar.

Arkadaşlık ile ilgili kavramlardan en önemlileri güven duyma, birlikte bir şeyler yapma isteği, birbirine bir şeyler alıp verme, zamanla birbirini tanıma ve duyarlı olma, düşünce ve duyguları paylaşma, empatik olma, karşılıklılık, sadakat, eşitlik, dikkate alma ve bağlılıktır.

Arkadaşlık ile ilgili en önemli kavramlara bakıldığı zaman ilk olarak eşitlik ve karşılıklılık en önemli normatif etkenlerdir. İkinci en önemli etken ise arkadaş olarak seçilen kişilerin genellikle özellik olarak bireye benzeyen kişiler olmasıdır. Ancak bu noktada Clark (1989)’a göre zenci ergenler arkadaş seçiminde beyaz ergenlere oranla benzerlik özelliğine azınlık olmaları sebebiyle daha az önem vermektedirler. Üçüncü en önemli etken olarak bireylerin en yakın arkadaş olarak genellikle kendi cinsiyetlerinden bir kişiyi seçtikleri görülmektedir. Dördüncü olarak ise kız ergenlerin erkeklere oranla mahremiyet kavramına daha çok önem verdikleri görülmektedir. 

Mahremiyet, sadece seksüel bir anlam taşımamakta aynı zamanda bilişsel, duyuşsal ve davranışsal boyutlara da sahip olmaktadır. Bu kavram hem arkadaş hem de romantik ilişkilerde kullanılabilen bir kavramdır. Mahremiyet, olaylara başkalarının bakış açısıyla bakabilmeyi ve başkalarının duygularını hissedebilmeyi de içermektedir. Bunun yanı sıra mahremiyet, paylaşımların paylaşılan kişiler arasında kalması, güvenilir davranış kalıplarına uygun davranma, bağlılık, etkili iletişim ve karşılıklılık kavramlarını da kapsamaktadır. Romantik ilişkilerde cinsellik, mahremiyet kavramının içinde yer alabilir.

Mahremiyet kavramı hakkında Orlofsky ve arkadaşlarının kullandığı üç temel ölçüt bulunmaktadır:

1. bireyin kız ve erkek arkadaşlarının kapsamı
2. bireyin yakın zamanda bağımlı bir aşk ilişkisi yaşayıp yaşamadığı
3. bireyin arkadaşlık ilişkilerinde, flörtte veya aşk ilişkilerindeki derinliği ve kalitesi. (bu kavram olgun mahremiyet olarak tanımlanmaktadır.)

Bu üç ölçüte bağlı olarak Orlofsky’nin beş mahremiyet statüsü şöyle tanımlanmaktadır:

1. mahrem ( derin-bağımlı ilişkilerde)
2. mahremiyet öncesi (farklı duygu durumlarının olduğu derin ilişkilerde)
3. sahte yakınlık (bağlılığın olduğu ancak yakın ve derin olmayan ilişkilerde)
4. kalıplaşmış (yüzeysel ilişkilerde)
5. yalıtılmış (ilişkilerin yokluğunda)

İki birey arasında yakın bir ilişkinin oluşabilmesi için bu ilişkinin geçmesi gereken bir yol vardır. Bu yol 4 basamaktan oluşmaktadır.

1. ilişkisizlik: iki birey arasında hiç ilişki yoktur. Yakın oturan veya aynı ortamda sıklıkla bulunan bireyler arasında bir ilişki başlaması olasıdır.
2. farkında olma: dış görünüm sayesinde bireyler birbirlerini fark ederler. Mekansal olarak yakın bulunan bireyler fiziksel özellikleri doğrultusunda bir ilişkileri olup olamayacağına karar verirler. 
3. yüzeysel ilişki: iki birey arasında etkileşim başlamış, tutumlar belirginleşmiştir.
4. karşılıklı ilişki: tam anlamıyla bir ilişki kurulmuştur.

Tüm bu konuların yanı sıra atlanmaması gereken en önemli nokta, arkadaşların benzer özelliklere sahip kişilerin arasından seçildiği kadar her bireyin birçok özelliğe sahip olduğudur. Bir ergen müzik zevkinin ortak olduğu bir ergenle vakit geçirebilirken, aynı zamanda ortak dini özelliklere sahip olduğu veya aynı sosyal aktiviteye birlikte devam ettiği bir diğer ergenle de keyifli vakit geçirebilir. Yani her arkadaş bireye farklı özellikleri ile yakın olabilmektedir.

Cohen (1977)’e göre arkadaşlık ilişkilerinde üç temel yöntem vardır:

1. seçme: paylaşımlar doğrultusunda arkadaş olma
2. seçmeme: benzer yönlerin değişmesi sonucunda arkadaşlığın sürmemesi
3. etkilenme: daha yakın gelen fikirlere doğru yönelme

Kandel (1978) New York’ta yaşayan ergenler üzerinde yaptığı bir çalışmada seçme ve etkilenme yöntemlerinin madde kullanımı ve davranış kalıpları üzerinde pozitif doğrultuda etkisi olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Latane (1981), Ennett ve Bauman (1994)’ın yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre sigara kullanımının olduğu gruplarda bulunan sigara içmeyen ergenler sigara kullanımına başlamaya, sigara içilmeyen gruplara dahil olan ergenlere oranla daha meyillidirler.

ROMANTİK İLİŞKİLER

Ergenliğin birkaç yıl öncesinde sadece hemcinsleri ile etkileşimde bulunan ve diğer cinsin bireyleriyle “dalga” geçen kişiler, birkaç yıl sonra birbirleri için en önemli ilgi alanı haline gelmişlerdir. Biraz daha ileri yıllara gidildiği zaman ergenlikte ve genç yetişkinlikte bu bireylerin birbirleri ile romantik ilişkilere girdikleri görülmektedir.

Amerika’da yapılan bir araştırma sonucuna göre 12-18 yaş arasındaki ergenlerin ½’si son 12 ayda romantik bir ilişki yaşadıklarını söylemişlerdir. 10. sınıftaki yani 15-16 yaşlarındaki ergenler; aileleri, arkadaşları ve kardeşlerinden çok romantik ilişkide oldukları kişi ile etkileşimde bulunmaktadırlar. Lisedeki ergenler günde yaklaşık 5-8 saatlerini olan veya olma ihtimali bulunan romantik ilişkilerin düşünerek ve bu ilişki hakkında hayal kurarak geçirmektedirler.

Romantik ilişkilerde bulunan birey aynı zamanda bir doyum sağlamaktadır. Birey, annesinden sonra ilişkide olduğu kişiye yönelik bir bağlılık geliştirebilmektedir. 19 yaşında, üniversitenin ilk yıllarında erkekler için en önemli destek ilişkisi kızlarla kurdukları romantik ilişkiler olmaktadır. Kızlar için de durum neredeyse aynı denebilir.

Genellikle karşı cins, güçlü duyguların temel kaynağı olmaktadır. Bu duygular genellikle pozitif etki etmekteyken, bazen de negatif etkilerde bulunabilmekte, kişide strese neden olabilmektedir.

Romantik ilişkiler, mahremiyet ve kimlik gelişimine de katkıda bulunmaktadır. Genellikle ilk romantik ilişkiler kısa süreli olmakta, ancak ergenlik dönemindeki bazı romantik ilişkiler evliliğe kadar giden bir süreci etkilemektedir. Romantik ilişkiler yaşayan ergenler aileden koparak tamamen otonom hale gelebilmektedirler ancak flörtün bazı handikapları da bulunmaktadır. Amerika’da cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen hamileliklerin sayısında artış olması, ergenlik dönemindeki flörtler ile ilişkilendirilmektedir.

Ruh sağlığı açısından bakıldığı zaman, ilişkilerin sonucunda yaşanan ayrılıklar depresyon, intihar girişiminde bulunma ve intihar etme gibi sonuçlara neden olabilmektedir. Bu nedenle aslında ilişkinin birey üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişmektedir.

Ergenlik döneminde yaşanan en büyük gelişmelerden biri, diğer cins ile birlikte yapılan aktivitelerde artış görülmesidir. İlköğretim yıllarında bireyler hemcinsleri ile vakit geçirmekte ve diğer cins ile vakit geçirmekten kaçınmaktadırlar. Ön ergenlik ile birlikte iki cinsin birlikte vakit geçirme süresinde artış görülmektedir.

Dunphy (1963) bu gelişim sürecine 5 aşamalı bir model ile açıklık getirmiştir:

1. ilk aşamada 4-6 kişilik aynı cinsten oluşan bireyler grupları meydana getirmektedirler.
2. ikinci aşamada kız ve erkek grupları bir büyük grup şeklinde birleşmeye başlarlar.
3. üçüncü aşamada daha büyük ve heteroseksüel bir grup oluşmaya başlar ve grup liderleri flört etmeye başlar.
4. dördüncü aşamada grup iyice sağlamlaşır ve üyeleri netleşir, ancak grup içerisinden klikler ortaya çıkmaya başlar ve bu klikler etkileşime girmeye başlarlar. 
5. son aşamada gruplar dağılır ve çift ilişkileri başlar.

Yani bireyler karşı cinsi ilk önce grup içinde tanımaya başlarlar ve sonra bireysel ilişkiler kurarlar. Erken ergenlikten genç yetişkinliğe doğru ilerledikçe flört etme sayısında artış yaşanmaktadır. Carver (1999)’ın araştırmasına göre 13 yaşındaki ergenlerin %36’sı, 18 yaşındaki ergenlerin %73’ü son 18 ayda bir ilişki yaşamışlardır. Yaş ilerledikçe bireyler bağımsızlaşmakta ve ilişkilerde yakınlık artmaktadır.

Platonik aşk: bireyler bazen medyanın da etkisiyle zihinlerinde bir aşk yaratırlar ve onu yaşarlar. Hiç konuşmadıkları ve hiç tanımadıkları birilerine aşık olma, ergenlikte sıklıkla görülmektedir. 

Aslında ergenlikte bir ilişki yaşamak sadece destek olma ihtiyacını karşılamaz hatta bundan çok daha önemlisi hayatlarında birinin olmasıdır. Aynı zamanda hayatlarındaki kişinin iyi ve doğru kişi olması da çok önemlidir. Popüler ve ilgi çeken biri ile çıkmak saygı görmeyi ve prestij sahibi olmayı beraberinde getirmektedir.

Birlikte olunan kişi bir süre sonra bireyin yakın ilişki kurma, bağlanma, bakım sağlama ve cinsel bazı ihtiyaçlarını giderdiği önemli bir figür haline gelmektedir. Bireyler ilişkide oldukları kişilerle vakit geçirmeyi ve sosyal aktivitelerini onlarla planlamayı tercih etmektedirler. İçinde bulunulan cinsel gelişimin hız kazandığı ergenlik döneminde bireyler partnerleri sayesinde cinsel hayatlarını da şekillendirebilmektedirler. Genç yetişkinlik dönemi ile birlikte bağlanma ve bakım sağlama itemleri bireyler için ilişki içinde daha çok önem kazanmaya başlamaktadır. Bireylerin evlerini terk etmesi de sıklıkla bu tarz bir ilişkinin başlangıcı ve ilerleyişi ile olmaktadır.  

Elbette ki her birey farklı olduğu gibi flört ilişkilerinde de bazı farklılıklar yaşanması olasıdır. Bazı bireyler flört etmeye daha erken yaşta başlarken bazıları yetişkinlik dönemine kadar beklemektedirler. Bazıları için sadece “çıkmak” kavramı önemliyken bazıları için spor aktiviteleri ve okul işleri daha ön planda yer alabilmektedir. Sadece zamanlama açısından değil aynı zamanda ilişkilerin biçimi de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazı ergenler sıcak ve destekleyici ilişkileri tercih ederken bazıları ise sıklıkla çatışmalar yaşadıkları ilişkiler ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu nedenle ilişkinin zamanı, deneyimlerin yoğunluğu ve içeriği ve bireylerin yaşantıları önem kazanmaktadır. Genellikle zorba özelliklere sahip olan ergenler çıkmaya daha erken yaşta başlamaktadırlar ve ilişkilerinde genellikle destek olma faktörü bulunmamakta bunun yanı sıra, sosyal ve fiziksel agresyona rastlanmaktadır. Daha erken yaşta flört etmeye başlayan kişilerde daha yüksek oranda alkol ve sigara kullanımı ve düşük akademik başarı düzeyi ile karşılaşılmaktadır. Yapılan bir araştırma sonucuna göre 16-19 yaşları arasında bulunan 12. sınıf öğrencilerinden daha az flört edenlerin daha çok flört edenlere oranla daha patolojik semptomlar taşıdığı bulgusu elde edilmiştir. Bir başka araştırma sonucuna göre, son altı ayda flörtü olan kişiler ile olmayanlar arasında davranışsal problem yaşama durumu açısından bir farklılık bulunamamıştır.

Bireylerin ilişkideki davranış kalıpları bize onların kişilik özellikleri hakkında da bazı bilgiler verebilmektedir. Örneğin olumsuz yaşantıların yaşandığı ve sürekli kontrol altında tutmaya çalışan bir bireyin patolojik semptom taşıma riski daha fazladır ve özgüven seviyesi düşüktür denebilir.

Tıpkı ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi romantik ilişkiler de gruplandırılabilir. Üç kategoride incelenen ilişkilerden 1. grup güvenli, 2. grup kaygılı-kaçınan, 3.grup ise kaygılı-karasızdır. Genellikle 2. ve3. gruba ait bireyler özgüven düzeyleri düşük bireylerdir. Güvenli ilişki grubuna ait bireyler ise daha yüksek özgüven düzeyine sahip olarak tanımlanabilir. Genellikle partnerinin onu aldatacağı ve terk edip gideceği ile ilgili kaygıları olan kızlar, partnerleri onlarsız bir şey yapınca veya partnerlerinin ne yaptığını bilmeyince reddedilme kaygısını daha üst noktada yaşarlar. Bu olayın sonu ise partnere “trip yapma” şeklinde sonlanır. 

Karşı cins ile ilişkide sevgi ve aşkın üç temele dayandığı kabul edilmektedir. Sternberg aşk psikolojisi konusunda çalışmalar yapmış ve aşk-mahremiyet-tutku ve kararlılık bağlamında sekiz ayrı aşk türünden bahsetmiştir. 

Ergenlik yıllarında kız erkek ilişkilerin açıklayan sevgi türü; romantik aşktır. Romantik aşkın içeriğinde tutku ve mahremiyet vardır. Kararlılık örtülü bir şekilde bulunmaktadır. Kız erkek ilişkileri ağırlıklı olarak duygusallık ve psikolojik yakınlıkla tanımlanabilir. İlişkinin başlangıcında cazibe, sonra duygusallık ve aşk oluşumunun temelinde cinsellik vardır.

Sternberg’e göre aşk türleri

aşkın yokluğu
üç bileşenden hiç birinin olmadığı durum, aşkın olmadığı durum
hoşlanma
mahremiyet var ancak tutku ve kararlılık yok
tutkulu aşk
mahremiyet veya kararlılık yok tutku tek başına var
içi boş aşk
tutku veya mahremiyet yok kararlılık var
romantik aşk
tutku ve mahremiyet var kararlılık yok
birliktelik aşkı
mahremiyet ve kararlılık var tutku yok
yakınlıktan uzak aşk
tutku ve kararlılık var mahremiyet yok
bütüncül aşk
tutku mahremiyet kararlılık var

Tüm bunların yanı sıra çıkma eyleminin birey için dört temel işlevi Skipper ve Nass (1966) tarafından şu şekilde vurgulanmıştır: eğlence, sosyalleşme, statü kazanma ve kur yapma. Bunun dışında Mc Cabe ve Rice (1984)’a göre cinsel deneyim yaşamak, dostluk kurmak ve mahrem bir ilişki geliştirmek için de ergenler çıkmaktadırlar.

Psikolojik Danışman Tuğba Yarız