27 Şubat 2021 Cumartesi

Ayrılma Anksiyetesi & Okul Fobisi

 Çocuk ile çocuğun ihtiyacını karşılayan ve ona ilgi gösteren kişi arasında öncelikle bir bağlanma gerçekleşir. Çocuğun sosyal gelişimi böyle başlar ve ileriki yaşantısında da çevresindeki bireylerle kuracağı ilişkilerin temelinde de bu bağlanma biçimi yatar. Anne ve çocuk arasındaki duygusal ve fiziksel temas bağlanmayı karşılıklı olarak güçlendirir. Bebekler hep annelerinin yanında olmak isterler; huzursuz olduklarında annenin yüzü, sesi, dokunuşuyla rahatlarlar. Bu noktada sağlıklı bir bağlanma gerçekleşebilmesi için bebeğin ihtiyaçlarının olabildiğince çabuk karşılanabilmesi gereklidir. İhtiyaçların karşılanabilme süresi uzadıkça gerilim artar; bebeğin yaşadığı kaygı yükselir. Bazı araştırmalar doğumdan hemen sonra bebekle fiziksel temas kuran annelerin güçlü bağlanma davranışı nedeniyle bebeklerine daha yakın ilgi gösterdiklerini belirtmektedir.


Evrensel olarak bağlanma süreci bütün çocuklarda doğumu takip eden 7-9 aylarda gerçekleşir. Ancak; bağlanmanın çocukların gelişim dönemlerine özgü farklılıklar gösterdiği görülür. Doğum ve doğumu izleyen 8 haftalık süreçte bebek, bakımını üstlenen kişiye bağlanır ve o kişi uzaklaştığında huzursuzlaşır. Bu dönemde anne çocuğun keşfini gerçekleştirebileceği güvenli bir üs gibidir. Çocuk çevreyi keşif için bazen uzaklaşır; ama sonra geri döner ve ilişkiyi tazeler. İlerleyen aylarda ihtiyaçları karşılandığı sürece birden fazla kişiye bağlanma gerçekleştirebilir. Bazı çocuklarda daha erken yaşansa da genelde 6.aydan itibaren çocuk yine anneden ya da bakımıyla ilgilenen kişiden ayrıldığında sıkıntı yaşamaya başlayabilir. Bağlanmanın ilk aylarında anneye daha çok sorumluluk düşer; çünkü bebeğin hareket etme ve ilişki kurma becerileri kısıtlıdır. Ancak 18. aydan itibaren dengeyi sağlama sorumluluğu karşılıklı bir görev halini alır. 

Bazı araştırmacılar yaşamın birinci yılında bebek ile anne arasındaki bağlanmanın gerçekleşmemesi ya da bu bağlanmanın güvenli olmaması sonucunda, çocuğun ileriki yaşlarında sosyal uyumsuzluk, özgüven eksikliği, stresle başa çıkmada zorlanma gibi sorun durumlarıyla karşılaşabileceğini ileri sürmektedir. Güvenli bağlanmanın gerçekleşemediği durumlarda çocuk anneden ayrıldığında yoğun bir endişe yaşar. Annenin yokluğu çocuk için sevgi ve güven objesinin kaybıdır. Çocuğun yaşadığı kaybetme korkusu bireyselleşmeyi, özgüveni, dış dünyayı algılamayı, sosyal ilişkileri, iç huzuru, okula uyum ve akademik başarıyı doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Çocuklar anne ve babalarıyla kurdukları bağlanma biçimine ve deneyimlerine göre zihinsel bir model oluştururlar. Diğer bireylerle, ona bakan kişilerle kurdukları ilişkilerde, dış dünya ile ilişkilerinde, kişiliklerinin oluşumunda, fiziksel ve ruhsal sağlıklarında bu modeli rehber olarak kullanırlar. 

Yaşamın ilk 3 yılında çocuklar annelerine fiziksel ve duygusal olarak bağlımlı yaşarlar. Beslenmeleri, dış dünya ile ilişki kurmaları, fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması anne aracılığıyla olur ve bebek bu dönemde kendini annenin bir parçası gibi hisseder. Bu yaşlarda bebek annesini düzenli olarak görmek, onun varlığını, yakınlığını ve sıcaklığını hissetmek ihtiyacındadır. 3 yaşından itibaren çocuklar yavaş yavaş anneden ayrışmaya ve anneden farklı bir birey olduklarını fark etmeye başlarlar. Konuşmalarının gelişmesiyle dış dünya ile ilişki kurarlar ve kendi ihtiyaçlarını ifade ederler. Becerilerinin gelişmesiyle, giyinme-soyunma, beslenme ve temizlik ihtiyaçlarını kendileri gidermeye başlarlar. Bu döneme kadar anneyle kurulmuş olan bağımlılık ilişkisi normal koşullarda yerini ayrışmaya bırakır ve tüm yaşamın belki de en önemli dönüm noktasına gelinir. Bu nedenle de ancak 3 yaşını dolduran bir çocuk sosyal bir grubun parçası olmaya hazırdır ve bu yaştan itibaren çocuklar bir okul öncesi kuruma gidebilecek olgunluğa erişirler. İlk bağlılıkları güvenli olan çocuklar bulundukları ortama iyi bir sosyal uyum gösterebilirler; ancak güvensiz bir bağlanma gerçekleşmişse bu durum çocuklarda düşük özgüvene, zayıf sosyal ilişkilere ve strese karşı zayıf kalma gibi özelliklere sebebiyet verebilir. 

Ayrılma anksiyetesi anne ayrıldığı zaman çocuğun yaşadığı sıkıntıyı ifade eder. Çocuğun içinde bulunduğu gelişim düzeyi ve yaşanılan kaygının süresi ayrılma anksiyetesi ile ilgili önemli ölçütlerdir. Ayrılma anksiyetesi olan çocuklar bağlandıkları ortam veya kişiden ayrıldıklarında aşırı sıkıntı yaşarlar. Ayrılabilecekleri ve ayrılırlarsa neler olabileceği düşüncesi  ayrılma anksiyetesi gösteren çocukların yoğun korku ve endişe yaşamasına neden olur. Kendilerinin ya da bağlandıkları kişilerin başlarına kötü bir şey geleceği korkusu nedeniyle okula ya da ev dışında farklı bir ortama gitmek istemezler. Bu durum çocuğun okula uyumunda ve sosyal yaşantısında zorluklar yaşamasına neden olabilmektedir. Yine bu çocuklar sıklıkla kaybolma, kaçırılma, anne ve babasını kaybetme, onları bir daha görememe korkuları yaşayabilirler. Evde ya da bulundukları farklı ortamlarda tek başına kalmak, geceleri tek başına yatmak istemeyebilir ve huzursuz olabilirler. Ayrılma anksiyetesi yaşayan küçük çocuklarda ayrılma temalı gece kabuslarının görülme sıklığı da oldukça fazladır. Okula gitmek gibi ayrılığı yaşaması gereken ortamlarda karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma gibi bedensel yakınmalarda bulunabilirler.

Ebeveynlerden ayrı kalma endişesi psikolojik gelişimin doğal bir parçasıdır; yaklaşık 7 aydan 3 yaşına kadar tüm çocuklarda görülebilen bir durumdur. Bir çocuğun ayrılma anksiyetesi gösterdiğini söyleyebilmek için yaşanılan kaygının çocuğun yaşına ve gelişimine göre beklenmedik bir düzeyde olması gerekir. Çocuğun anne ve babasından uzun süre ayrı kalması, kardeş doğumu, ailede vefat ya da hastalık olaylarının yaşanması, okulda ya da ev dışı bir ortamda yaşanan olumsuzluklar da ayrılma anksiyetesinin oluşumunda etkili olabilmektedir. Ayrıca anne ve çocuk ilişkisinin niteliği de  önemli nedenlerden biri olarak görülmektedir. Aşırı koruyucu, sorumluluk vermeyen ya da aşırı disiplin uygulayan, sürekli uyaran ebeveyn tutumlarının çocuğun bu yöndeki gelişimini olumsuz etkileyebildiği düşünülmektedir. Aşırı koruyucu bir tutum çocuğun sorumluluk almasını engelleyebileceği gibi anne ve çocuk arasındaki aşırı düşkünlük karşılıklı bağımlılık oluşmasına neden olabilmektedir. Sınırlayan, sürekli uyaran ve hatalarına karşı eleştirel veya suçlayıcı tavırlar sergileyen ebeveyn davranışları ise çocuğun özgüvenini, problem çözme becerilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Ayrılma anksiyetesi yaşayan çocuklar çeşitli kaçınma davranışları da gösterebilirler. Bazı çocuklar daha yoğun kaçınma davranışları gösterirken,  bazılarında ise daha hafif kaçınma davranışlarına rastlanır. Kaçınma davranışlarının daha hafif olarak görüldüğü ayrılma anksiyetesi durumlarında çocuk okul saatlerinde ya da arkadaşları ile beraber olduğunda anne ve babasına sık sık telefonla ulaşabilmeyi isteyebilir. Ancak kaçınma davranışlarının daha yoğun olarak görüldüğü durumlarda, çocuk okula gitmeyi, kendi odasında uyumayı, anne ve babasından birkaç saat ayrı kalmasını gerektirecek tüm durumları reddedebilir; anne ve babasına yapışabilir ve onları bir gölge gibi odadan odaya takip edebilir. Kaçınma davranışları hafif başlayıp sonradan yoğunlaşa da bilir. Bu noktada anne ve babanın tutumları oldukça önemlidir. Çocuğun içinde bulunduğu kaygıyı yaşamasına izin verilmeli, gösterdiği kaçınma davranışları desteklenmemelidir. Kaçınma davranışlarını ortadan kaldırabilmek adına çocuğun yaşadığı kaygı ile yüzleşmeye ve bu davranışları gerçekleştirmeden kaygının azaldığını görmeye ihtiyacı vardır. 

Ayrılma anksiyetesi her yaş çocuğunda görülebilir. Ancak 5-8 yaş aralığı bu durumun en sık gözlemlendiği dönemlerdir. Ayrılma anksiyetesi çocuğun okul, toplum ya da diğer alanlarda zorluklar yaşamaya başlamasına neden olur. Bir çocuğun ayrılık anksiyetesi yaşadığını söyleyebilmemiz için 18 yaşından önce bu belirtileri göstermeye başlamış olması ve belirtilerin en az dört haftadır görülüyor olması gerekir. 

Okula gitmek çocuğun yaşadığı ilk büyük ayrılık olarak düşünülebilir. Anksiyete yaşayan çocukta okul fobisi sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Okula gitme vakti geldiğinde çocukta isteksizlik başlar ve gitmemek için ciddi tepkisel davranışlarda bulunabilir. Dile getirilen karın ağrıları, baş ağrıları gibi şikayetler de çocuğun okula yönelik korkusunun varlığını gösterir. Çocuk mutsuzdur, kaygılıdır ancak neden okula gitmek istemediğini bilmediğini söyleyebilir. Bu şikayetler çocuğun eve gelmesiyle sona erer. Çocuk evde mutlu ve güvendedir. 

Okul fobisi çoğu zaman anne ve çocuk arasındaki karşılıklı bağımlı ilişkiye dayanmaktadır. Anne ve babanın çocuğa aşırı derecede düşkün olması da çocuklarından ayrılmalarında zorluk yaşamalarına neden olabilmektedir. Bu durumda ebeveyn çocuklarının başına kötü şeyler geleceğinden korkar ve çocuğu evde tutmaya çalışabilirler. Ebeveynin yaşadığı bu anksiyete çocuğun da  okuldayken annesine, babasına veya kendisine kötü şeyler olabileceğinden korkmasına ve ayrılma anksiyetesini yaşamasına neden olabilmektedir. 

Yapılan araştırmalar okula gitmeyi reddeden çocuklarda bazı ortak yaşam deneyimleri ortaya çıkarmıştır. Bebeklik ve çocukluk döneminde anneden uzun süre ya da sıklıkla ayrı kalması, babanın ev ve çocukla ilgili konulara uzaklığı, çocuğa ev ortamında sorumluluklar verilmemesi, ilk çocukluk döneminde arkadaşlık ilişkilerinin az olması nedenler arasında sayılabilir.


Terapi süreci nasıl olur?

Ayrılık anksiyetesi ve okul fobisi ile başa çıkabilmeye yönelik yapılan terapi sürecinde, duyguların daha iyi ifade edilebilmesi, yaşanılan kaygılarla yüzleşilmesi, kaygılara yol açan düşüncelerin fark edilip, yeniden yapılandırabilmesi, kaygıyla başa çıkma becerilerinin edinilebilmesi, çocuğun işlevselliğine engel olan süreçlerin ortadan kaldırılabilmesi ve dolayısıyla toplumda ve okul yaşamında gösterebileceği performansın artması yönünde hedefler belirlenir. Çalışmalarda kaygıları ortadan kaldırabilmek adına çocuğun aşamalı bir şekilde yaşadığı kaygı ile yüzleşmesi sağlanır; kaçınma davranışları göstermeden kaygının azaldığını görebilmesi üzerinde durulur. Böylece çocuk yaşadığı kaygının ve korkuların tahmin ettiği kadar ürkütücü olmadığını anlar ve olaylara daha gerçekçi yaklaşabilmeyi öğrenir.


Okul Rehberlik Servislerinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?

Okul fobisi olan çocuğun okuldan uzak kalmaması önemlidir. Okula devam etmesi yaşadığı bu stresle başa çıkabilme derecesini göstermektedir. Bu nedenle ebeveynin anlayışlı ancak kararlı bir tutum sergilemesi gerekir. Her şeyden önce ailenin çocuğun yaşadığı korku ve kaygıların gelişim dönemi ile ilişkili olup olmadığını öğrenmesi önemlidir. Hangi kaygıların hangi gelişim döneminde görülebileceğini öğrenmek ailenin sergilemesi gerektiği tutumları da şekillendirir. Bu nedenle okul rehberlik servisinin aileyi bu konularda bilgilendirmesi gereklidir. Çocuğun ihtiyacının ne olduğu, korkusunun nedeni, aile içi ilişkileri gözden geçirilmelidir. Okul fobisinin nasıl başladığı, hangi belirtilerle kendini gösterdiği, bu dönem içerisinde ne gibi olaylar yaşandığı saptanmalıdır. Ailenin, sınıf öğretmeninin ve rehberlik servisinin çocuğun korkusunun hangi durumlarda artıp hangi durumlarda azaldığını gözlemlemesi de önemlidir. Bu süreç içerisinde okul ve ailenin işbirliği içerisinde olması yaşanılan durumun daha kolay atlatılabilmesini sağlar.

Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi yasayan çocukların hissettiği olumlu, olumsuz duyguları dinlemek, anlamaya çalışmak ve bunları dile getirmenin doğal olduğunu onlara hissettirebilmek okul rehberlik servislerine düşen önemli görevlerden biridir. Ebeveynleri de bu noktada bilgilendirmek, onların da duygularını ifade ederek çocuklarına model olmaları yönünde teşvik etmek ve anne babaları duygu ifadesine fırsat verecek ortamlar hazırlamaları için desteklemek son derece faydalıdır. Ayrılık anksiyetesi ya da okul fobisi gibi durumlarda yapılandırılmış bir çalışma ile aşamalı bir şekilde korkusu ile basa çıkabilmesi konusunda çocuğa yardımcı olunmalıdır.

Ancak tüm bunlara rağmen çocuğun yaşadığı korkular azalmıyor, sıklıkla belirtiler kendini gösteriyor ve çocuk bunlarla baş etmekte zorlanıyorsa mutlaka bir uzmandan profesyonel destek alınmalıdır. 

Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

10 Şubat 2021 Çarşamba

Çocuğunuza Karşı Sabırlı Olma Yöntemleri

Çocuk yetiştirirken sıklıkla başvurulan ve ihtiyaç duyulan en önemli iki anahtar kelime; sevgi ve sabırdır. Koşulsuz olarak sevdiğimiz, en mükemmel şekilde yetiştirmek için elimizden geleni yaptığımız biricik çocuklarımız her zaman bizim istediğimiz doğrultuda ve tempoda hareket edemezler. Bu da dönem dönem biz yetişkinlerin sabırlarının taşmalarına sebep olabilir.

Örneğin bir yemeğe gitmek için evden tam çıkacakken, tatile gitmek üzere yola çıkacakken, okul servisi aşağıda beklerken tam o sırada çocuğunuzun aklına hemen yapması gereken bir şey gelirse ve siz kapıda onu bekliyorsanız…İşte tam burada bir çok ebeveyn ne yapacaklarına karar verememektedir. Sabredip beklemek mi, yoksa seslenip çağırmak mı doğru yol? Acaba kaç kere seslendikten sonra gelmesini beklemek gerek? Ya da gelmezse bağırmalı mı?

Aslında sabır kelimesi hayatımıza, anne karnındayken girmektedir. Yeterince gelişmeyi ve büyümeyi beklemek için bebek, bebeklerine kavuşmak için de anne ve baba tam 9 ay beklemek zorundadır. Bu bekleme sürecinde hem bebek hem de ebeveynler zor görünen bu sürecin üstesinden birbirlerine destek olarak ve sabır ile bekleyerek gelirler. Bebeğin doğumuyla birlikte tüm aile tarif edilemez bir mutluluk yaşamaya başlar. Ancak bu noktada da anahtar kelime “sabır” karşımıza çıkmaktadır. Bebeğin doyurulması, altının değiştirilmesi, uyumaya geçiş sürecinde destek olunması gibi durumlar bebeğin tek başına halledemeyeceği durumlardır ve bebekler burada ebeveynlerine muhtaçtır. Özellikle gece saatlerinde bu ihtiyaçların giderilmesi noktası, anne-babalar için dönem dönem zorlayıcı olabilmektedir. Bu tarz durumlarda ebeveynlerin birlikte hareket ederek bir görev dağılımı yapması ve bir ekip gibi çalışarak bebeğin büyümesi konularında birbirlerine destek olmaları, hem bebeğin ebeveynleri ile kurduğu iletişim ve etkileşimi hem de duygu paylaşımını arttıracaktır. Bu sayede ebeveynler de tükenmeden ve motivasyonlarını yitirmeden bebeklerinin gelişim sürecini birbirlerini destekleyerek keyifle izleyebileceklerdir.

Bu gelişim süreci hızla devam edecektir. Bebeğin yürümeye başlaması, konuşmaya başlaması, diğer çocuklar ile iletişim kurmaya başlaması, arkadaşları ile oyun oynamaya başlaması, oyun gruplarına katılması, yuva yaşının gelip yuvaya gitmesi gibi dönemsel gelişim basamakları hızlıca birbirini takip ederek ilerleyecektir. Bu keyifli dönemler sürerken bazen çocuğumuz bizi deneyecektir. Özellikle fırlatma davranışını öğrenen çocuk, elindeki nesneleri uzağa fırlatmayı sık sık deneyecektir. O fırlattıkça siz o nesneyi geri getirip ona vereceksiniz. O tekrar fırlatacak, siz tekrar geri vereceksiniz ve bu bir oyun haline gelecek. Bir süre sonra anne-babalar bu oyunun uzamaya başladığını düşünüp bu oyundan sıkılabilirler. İşte bu noktada “sabır” kelimesi yine karşımıza çıkmaktadır. Ya da yürümeye başlayan çocuğunuz, artık istediği her noktaya ulaşabilecektir. Sizin dokunmasını istemediğiniz vazolarınız, çiçekleriniz artık çocuğunuzun kapsam alanına girmeye başlamıştır. Bu durum çocuğunuz için eğlenceli olacaktır çünkü artık istediği yere istediği zaman gidebilecek kıvama gelmiştir ancak bu durum ebeveynler için hem çocuklarına zarar gelmesini engelleyerek onların güvenliğini sağlayabilmek hem de eşyaları düzenli tutabilmek adına bazen zorlayıcı olabilmektedir.   

Özellikle benmerkezciliğin, yani kendi isteklerinin ve bu isteklerini gerçekleştirmenin önemli olduğu 2-3 yaş gelişim dönemi, ebeveynlerin çocuk gelişiminde en çok zorlandıkları ve sabır kelimesine en çok ihtiyaç duydukları dönemdir.  Çocuklar bu yaş döneminde her sorulan soruya genellikle “Hayır.” yanıtını vermektedirler. Bu durum bir çok anne-babanın sabrını tüketen bir durum haline gelebilmektedir. Anne-babasının verdiği kıyafetleri giymek yerine kendi istediklerini giymeyi tercih eden, annesinin pişirdiği sebze yemeğini yemek yerine illa köfte ve makarna yemek isteyen, oyuncakçıda babasının sadece 1 oyuncak almasına izin vermesine rağmen seçtiği 2 oyuncağı da mutlaka almak isteyen çocuklar, ebeveynler için zorlayıcı olabilmektedir. İşte bu noktada yine sabırlı olmanın önemini vurgulamak gerekiyor. Bu dönemin çocukların benlik ve kimlik gelişimleri açısından önemi büyüktür. Aslında çocuklar “Hayır.” diyerek ve ebeveynlerine itiraz ederek, kendilerini ve varoluşlarını çevrelerindeki yetişkinlere kanıtlamayı amaçlamaktadırlar. Bu nedenle bunu unutmamak ve bu dönemin gelişime katkılarını göz ardı etmeyerek, bu geçiş döneminde çocuklar ile çok fazla çatışma yaşamadan, net kuralları koyarak ve anne-baba olarak tutarlı davranarak; ancak esnemesi mümkün olan durumları esnetebilme opsiyonunu da unutmadan ama bu durumu da çocuklara açıklayarak, uygun yaklaşımı sergileyebilirsiniz. Bu sayede aile içi işbirliği sağlanmış olur ve uygun iletişim kanalları kullanılarak var olan sıkıntılar da daha rahat çözülebilir.

Anne-babaların unutmaması gereken en önemli noktalardan biri de; çocuklarına model olma noktasıdır. Eğer anne-babalar çocuklarının her istediğini yaparsa, çocuklar konulan hiçbir kurala uymadıkları halde istedikleri her şey yapılıyorsa, ödüllendirme sistemi artık işlemez hale geldiyse ebeveynler bu tip noktalarda sabırsızlanmaya başlayıp ya çocuklarının yerine görevleri gerçekleştirebilir, çocuklarına kızabilir veya çatışmaya girebilirler. Burada dikkat edilmesi gereken; çocuklarımızdan nasıl davranmalarını istiyorsak bizim de öyle davranmamızın gerekliliği noktasıdır.  Eğer biz bu tip durumlarda sabırsız davranıyor ve istediklerimizin anında gerçekleşmesini talep ediyorsak, çocuklarımız da bizleri model alabilir. Örneğin; odasını toplamasını söylediğimiz kızımız inatla bize itiraz ederek toplamayacağını söylüyorsa ne yapmalıyız? Genellikle ebeveynler, bu durum karşısında odayı kendileri toplamayı tercih edebiliyorlar. Bu durum karşısında çocuğun aldığı mesaj;  “Eğer sen yapmazsan ben yaparım.” olabiliyor. Bunu fark eden çocuk eğer o işi yapmak istemiyorsa, bir daha bu durum ile karşılaştığı zaman tekrar aynı “taktiği” kullanarak anne-babanın sabrını deniyor ve sonunda yine kazanan taraf olabiliyor. Ayrıca bu tarz durumlar, çocukların kazanmış oldukları becerilerini kullanmalarını da körelten durumlar olabilmektedir. Yazı yazmayı öğrenen ancak henüz yavaş yazabilen çocuğumuzun ödev yapma saatinde yazı hızının düşüklüğüne dayanamayıp onun yerine ödevini yaparsak, hem çocuğumuz o becerisini geliştirme fırsatını yitirmiş hem de ödevini başkasına yaptırmış olur. Bu nedenle yapmamız gereken sabırlı davranarak, çocuğumuzu motive ederek yazı becerisini yavaş yavaş geliştirmesine olanak vermek ve bir süre sonra yazı çalışmaları için belli bir süre koyarak çocuğumuzu yazı hızını arttırabilme konusunda desteklemek ve yapabildiğini göstererek onu motive etmektir.

Anne-Babalara Öneriler:

1. Çocuklarımıza model olmak: Sadece sabırlı olmak konusunda değil, diğer tüm gelişim alanlarında da çocuklarımızdan beklentilerimizi sadece sözel olarak ifade etmek yerine davranışlarımızla onlara örnek olmamız çok önemlidir. Çocuklarımızın sabırlı davranmasını beklerken biz acele hareket edersek, sergilediğimiz ve beklediğimiz davranış kalıpları arasındaki tutarsızlık, çocukların kafasını karıştırabilir ve davranışları öğrenerek içselleştirmelerine olanak sağlayamayabilir. 

2. Tutarlı olmak: çocuk gelişiminde hem anne-babanın tutarlı olması, hem de davranış kalıplarının tutarlılığı çok önemlidir. Çocuğumuzun sergilediği davranış ile her karşılaştığımızda benzer şekilde davranmak, davranışın kalıcılığını sağlamak adına en önemli noktalardan biridir. Ayrıca davranışın öğrenilmesinde hem annenin hem babanın aynı şekilde davranıyor olması, çocuğun tutarlılığı görmesi ve sonrasında bu kalıpları kendisinin de sergileyebilmesi için gereklidir. 

3. Çocuklara fırsat vermek: çocuklarımız her zaman bizim istediğimiz hızda ve tempoda hareket edemeyebilirler. Burada sabırla beklemek ve onları hızlanmaları konusunda desteklemek işe yarayacaktır. 

4. Kararlı olmak: eğer bir kural koyduysanız ancak çocuğunuz uyum sağlamakta zorlanıyorsa veya yapmak istemiyorsa, ama bu kural sizin için mutlak uyulması gereken bir kuralsa kararlı olun ve kuralı değiştirmeyin. Ancak buradaki esneme ihtimalini değerlendirin ve katı olup diretmek yerine çocuğunuzu olumlu yönde motive ederek bu kurala uyması konusunda yüreklendirin. Uymayı öğrendiği zaman da onu mutlaka sözel olarak ya da maddi değeri yüksek olmayan (şeker, yapıştırma gibi) ödüllerle ödüllendirin. 

5. Beklentileri düzenlemek: çocuğumuzdan sergilemesini beklediğimiz davranış, mutlaka çocuğumuzun yaş dönemine ve gelişim özelliklerine uygun olmalıdır. Bu nedenle çocuklarımızı ve özelliklerini çok iyi tanımamız ve başarabilecekleri görevler vermemiz gerekmektedir.

6. Sorun çözme becerisini geliştirmek: eğer hem sizin hem de çocuğunuzun sabrı tükenmişse; bu noktada durun ve biraz düşünün. Sonrasında birlikte alternatif çözüm yolları üretin. Sadece yetişkinler değil, çocuklar da sorunların çözümü için fikir üretebilir ve söz sahibi olabilirler. Bu noktada çocuğunuzu çözüm yolları üretmesi için destekleyin.

7. Her talebi anında gidermemek: bu sayede çocuklar beklemeyi ve sabretmeyi öğreneceklerdir. Örneğin çok istediği bisiklete kavuşmak için yaz tatilini beklemek ya da yeni bilgisayar oyununu almak için hafta sonunu beklemek gibi durumlar, çocukların sabretmeyi öğrenmesi için kullanılabilir. Ancak bu süreleri belirlerken çocuklarımızın yaş dönemi özelliklerini ve ödüllerin değerlerini de göz ardı etmemek gerektiğini unutmamak gerekir.


Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

1 Şubat 2021 Pazartesi

Yalnız Yatmanın Önemi

    Çocukların fiziksel bir nedenden kaynaklanan durumlar haricinde yataklarında kendi başlarına rahat bir şekilde ve kısa sürede uykuya dalamamaları ve derin bir uyku uyuyamamaları psikolojik olarak olgunlaşmayla ilgili bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Bu problemin başlangıcı ve devamında anne baba tutumları da oldukça etkili olmaktadır. Uyku alışkanlığının oldukça küçük yaştan itibaren belli bir disiplin içerisinde sürdürülmesi gerekmektedir. Yalnız uyuyan çocukların kendilerine olan güvenleri artmaktadır. Dolayısıyla tek başına uyumakta zorlanan çocukların psikolojik olgunlaşma açısından yeterli olmadığı da düşünülebilir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren dış dünyaya karşı hem korku duyan hem de güven ihtiyacı içerisinde olan bebeğin uyku halindeyken de kendini güvende hissederek uykuda kalabilmeyi deneyimlemesi çok çok önemlidir. Bu güven duygusunun çocuğun ebeveynleri tarafından korunduğu ve ihtiyaçlarının karşılandığı ortamda geliştiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla anne babanın çocuklarının her türlü ihtiyacını düzenli ve yeterli olarak karşılayamadığı bir durumda çocuğun yalnız yatma ile ilgili korku ve kaçınmalar geliştirmesi olasıdır. Böyle durumlarda anne babanın da çocuğun korkuları ve kaçınmaları karşısında fazlaca kaygılanıp yataklarında uyumasına izin vermeleri sık gözlenen bir durumdur.


    Bu sorunun uzun sürmesi halinde ise çocuğun ve ebeveynin ilişkisi de bundan oldukça etkilenmektedir. Bazı durumlarda anne babanın da çocuğunun yanlarında kalmasını istediği durumlar görülebilmektedir. Özellikle yoğun çalışan, çocuğuyla çok az vakit geçirebilen ve onunla yeterince ilgilenemediği için suçluluk hisseden ebeveynler akşam uyku vaktinde çocuklarının yanlarında yatmasını tercih edebilmektedirler. Ancak bu durumun çocukların psikolojik olgunlaşmasına olumsuz etki ettiğini fark edemeyebilmektedirler. Özellikle korkuları dolayısıyla anne babanın yanında yatmayı tercih eden çocuk karşısında anne babanın nasıl bir tutum sergilediği önemli olmaktadır. Anne babanın çocuğun korkusu yüzünden onunla yatmayı kabul etmesi çocuk için kısa vadede rahatlatıcı olmakla beraber çocuğa giden mesaj daha farklı bir şekilde de yorumlanabilmektedir. Çocuğa anne babası tarafından ‘ sen korkuyorken yalnız yatmak imkansız, korkularınla yanında biz olmadan baş etmen çok zor, yanımızda kalmalısın’ anlamında bir mesaj da gidiyor olabilir; bu da çocuğun anne babasına bağımlılığını arttıracak, kendi başına var olan korku ve diğer sorunlarla baş etme becerisine yönelik özgüvenini azaltabilecektir.

    Çocuk sürekli gece uyuyamamaktan bahsediyor, kabuslar görüyor, size yalnız yatamadığından bahsediyor ve yanınıza gelmek istiyorsa çocuğun günlük hayatını da olumsuz yönde etkileyen bir takım baş etmekte zorlandığı kaygı ve korkuları olabilir. Bu kaygılar bazen anne, bazen baba bazen de anne babanın ilişkisi ile ilgili de olabileceği gibi arkadaş, okul, öğretmen gibi farklı sebeplerden de kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuğun anne babasının onun bu taleplerini eleştirmek yerine onu zorlayan olumsuz durumları ve duygularını dinlemesi gerekmektedir. Çocuğun davranışlarını eleştirmek yerine onu salt olarak dinlemek ve anlaşıldığını hissettirmeniz önemli olacaktır. Ancak her koşulda çocuğun korkuları karşısında yanınıza gelmesine izin vermeniz doğru bir yardım olmayacaktır. Çocuğun anne babasının yatak odasının da kendi odasının da bir sahibi olduğunu ve kişilere özel bir alan olduğunu bilmesi gerekmektedir. Bu gibi sorunlarla anne baba olarak çocuğunuzun zor baş ettiği ve sizlerin de zorlandığınız bir dönemde profesyonel bir yardım almanız yararlı olacaktır.


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel