27 Şubat 2018 Salı

"Kaliteli Zaman"dan Ne Anlamalıyız

‘Kaliteli Zaman’dan Ne Anlamalıyız?
Son dönemlerde popüler bir kavram olmasına rağmen pek çok anne-babanın hala bilemedikleri ve kafalarının karışık olduğu bir konu. Kaliteli kelimesinden anlaşılması gereken şeyin ne olduğunu söylemek zor. Çünkü kaliteli zaman geçirmek aslında birkaç temel kıstasın dışında herkesin kendi ailesine göre değişir.
Anne babaların iş koşulları nedeniyle dışarıda harcadıkları vakti çocuklarına ayıramadıklarını sık sık duyarız. Aslında çoğu anne baba bu durumdan dolayı suçluluk hissederler ve bu kaliteli zaman arayışına girerler. Bu yazıda da kaliteli zamanın aslında geçirilen vaktin fazla olması değil var olan vakti iyi değerlendirmek olacağını anlatmaya çalışacağız.

Kaliteli zaman ne demektir?

Bu konuyu her anne-babaya uygun olacak bir tanımla ele almak gerekirse şu şekilde açıklayabiliriz.  Aslında tüm ilişkilerde aradığımız özellikleri saymak şimdi de mümkündür. Tüm sosyal ilişkilerimizde aradığımız paylaşım, etkileşim, doyuru iletişim ve duygu alışverişini çocuğumuzla da yaşamamız gerekir.  Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi çocuklarla sadece aynı ortamda olmak onlarla kaliteli zaman geçirebileceğimiz anlamına gelmiyor.  Birlikte geçen zaman içinde çocuğu oldukça dinlemek, anlamaya çalışmak ve en önemlisi onun duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışmak gerekir. Çocuklar, onların hayatında aktif olduğunuzu hissetmelidirler.  Çocuklar anne babalarına kendi dünyalarını açmak için heveslidirler; en büyük sırdaş, en büyük dost, en büyük sığınak onlarla olan ilişkileri olsun isterler. Anne babanın da bu istekle onların yanlarında olması; çocuk için geçirilen kaliteli zamanın en güzel tarifidir.
İlk olarak; Çocuğunuzu tanımak

Bütün bu dediklerimizi yapmak için öncelikle çocuğunuzu tanımaya çalışmalısınız. Bunun kaliteli zaman geçirmekle ilgisini şöyle açıklayabiliriz.
Anne babanın çocuğuyla yapmak isteyeceği, onunla ortaklık içerisine girip paylaşımlarda bulunabileceği, duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışacağı bir konudan  bahsettik.  Bunları yapabilmek için önce çocuğun hem bireysel özelliklerine uygun olarak hem de genel psikolojik gelişimine dayalı olarak hangi dönemlerden geçtiğini fark etmemiz gerekir. Bunları eğer bilirsek ve anlamaya çalışırsak; çocuğu dinlerken, onu anlamaya çalışırken daha verimli bir zaman geçirmiş oluruz. Örneğin çocuğunun isteklerini çok fazla anlamaya çalışmayan bir ebeveynin; çocuğuyla vakit geçirirken nelerden bahsettiğini anlaması ya da onun ihtiyaçlarına yönelik bir paylaşımda bulunabilmesi zorlaşır. Çocuklar; anlaşılmadıklarını çok kolay hissederler. Dolayısıyla bu onlarda bir güvensizlik ve yalnızlık hissine yol açabilir.

Birlikte geçirilen zaman nasıl ‘kaliteli’ hale gelir?

Çocuğunuzla oyun oynayın, onun dünyasına girin

Çocuğun dünyasını anlayabilmek; onun dilinden konuşmak ve ona bir şeyler aktarmak oyun yoluyla kolaylaşır. Çocuğa ulaşabilmenin yolu en çok oyundan geçer. Onlar dünyayı oyunla tanır, öğrenir ve eğlenirler. Oyun içerisinde çocuk hem anne baba ile geçirilen vakitten doyum sağlar hem de anne-baba çocuklarını oyun yoluyla tanıma fırsatı bulurlar.  Oyun oynarken çocuğun özgürlüğü kısıtlanmamalıdır. Çocuk özgürlüğünü anne babasıyla da olsa yaşayabilmelidir; orası onun toprağıdır; sizi sadece içeri davet edebilir.  Oyun sırasında oyunu seçmek ve sonrasında oynamaya çalışmak anne babalara bazen zor geliyor. Bazı anne babalar oyun oynamak konusundan kendilerini beğenmiyorlar. Bu durumu genelde ya oyunu baştan istemedikleri halde oynamaya çalıştıkları için ya da fazla mükemmeliyetçi davranıp oyunu yeterince iyi oynayamadıklarından bahsederek anlatabiliyorlar.  Anne babalar da tabii ki oyun tercihleri yapabilirler. Ancak her anne babanın oyun oynama konusunda çaba sarf etmesi gerekir; çocukla geçirilen vakti doyurucu yani kaliteli hale getirmek gibi bir isteğiniz varsa; bu vaktin çoğunun  oyunla geçeceğini bilmekte yarar var.
Onu gözlemleyin

Çocuklar oyun oynarken aslında gerçeği ya da kendi hissettiklerini belirgin olmasa da senaryo oynuyor gibi tekrar yaşayabilmektedirler. Dolayısıyla oyun duyguların, düşüncelerin, yaşantıların tekrar ifade bulduğu bir yerdir. Bu da çocuğun kendi sıkıntılarını, sorunlarını tekrar ele alması için bir şans yaratır ki bu şans anne babalar için de çok değerli olmalıdır. Anne babalar çocuklarını bu şekilde anlayabiliyor olacaktır.Oyunda resim yapmak da bir oyun aracı olabilir. Çocuk resimle kendini ifade ederken, onu özgür bırakmalı, bir şey öğretip onun anlatmak istediklerini kısıtlamamalıyız. özellikle oyun sırasında bu zamanın bir paylaşım ve rahatlama zamanı olduğu unutulmamalı, çocukta performans kaygısı yaratacak şekilde öğretici ve zorlayıcı olmamaya özen gösterilmelidir.

Çocuğunuza karşı empatik olun ve onu anlayın

Bir şeyler anlatabilmek  çocuk için; bir yetişkininki gibi direkt konuşarak olmayabilir. Onun ne demek istediğini anlamak da bu yüzden kolay olmamakla birlikte oldukça önemlidir. Kaliteli zamanın içinde de bol bol anlamak ve anlaşılmak yatar. Dolayısıyla empati kurmak gerekir. Empati; karşınızdakinin duruşundan, bakışından, söylediklerinden, bazen söylemediklerinden ne hissettiğini anlamaya çalışmak ve bunu ona geri bildirmek anlamına gelir. Çocukların da tıpkı yetişkinler gibi daha kolay ifade ettikleri duygular vardır. Öfkeyi daha kolay ve çabuk ifade ederler. Ancak öfkenin neden ortaya çıktığını bulmak anne babaya düşer. Burada empati devreye girecektir, onun duygusunun nereden kaynaklandığını bulmaya çalışmak gerekir. Sizin bu altta yatan duyguyu anlayabilmeniz ve bunu çocuğa fark ettirmeniz önemlidir. Çünkü ifade edilen duygular, kabul göreceğinden kuşku duyulmayan duygulardır. Eğer bunu yapabilirseniz çocuk da duyguların kabul edilebilir olduğunu öğrenecek; sizle ve aslında diğer ilişkilerinde de duygularını ifade etme özgürlüğüne; yani kendini ifade etme özgürlüğüne hakkı olduğunu bilecektir. Eğer siz çocuğunuzun her türlü duygusunu kabul edeceğinizi ona fark ettirirseniz, onun da bu duyguları ifade edebilmesi ve kabul edebilmesi kolaylaşacaktır. Empati, birçok kişide doğuştan var olabilen, ama aynı zamanda öğrenilebilen bir beceridir. Ancak üzerinde düşünmeyi ve çalışmayı gerektirir. Söylenen sözlerden direkt anlamlar çıkarmaya alışık olmanız durumunda, söylenenin altında yatan gerçek duyguyu anlama fırsatını da kaçırabilirsiniz. Bu nedenle, empati kurabilmek her anne-babanın öğrenmesi gereken bir beceridir. Çocuk empati kuran anne baba karşısından anlaşıldığını fark eder ve dolayısıyla kendi ihtiyaçlarının karşılanması için fırsat yaratılmış olur. Bu da onun ev içerisinde bir birey olarak kabul edildiği duygusunu besler, kişiliğine olumlu bir kazanım sağlar.

Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi; çocukla birlikte bir şeyler yapmak için elinizde bulundurmanız gereken bir yapılacaklar listesi yok. Çocuğunuzla geçirdiğiniz kısa zamanda onunla açık, yakın, anlayan, dinleyen bir rolde ilişki kurabilirseniz, çocuğunuzun da böyle bir zamandan tatmin olma olasılığı artacaktır. Bu şekilde onunla vakit geçirmediğinizi düşündürecek zamanlarda; bir ilgi çekme yolu olarak olumsuz, kabul görmeyen davranışlarla sizi cezalandırmaya ve ilginizi çekmeye çalışmalarına gerek kalmayacaktır. Böylece birlikte olunan zamanlara problem taşınmayacaktır. Birlikte kaliteli zaman geçirmek, çocuğu tatmin edeceği için, anne-baba ile ilişki için, olumsuz bir yöntem denemesine gerek kalmayacaktır. Çocukla geçirilen her an, çok değerlidir.
Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

23 Şubat 2018 Cuma

Çocuğunuz Sürekli İlgi Çekmeye Çalışıyorsa...

 Çocuklar neden ilgi çekmeye çalışırlar?
Çocuk dünyada var olduğu andan itibaren çevresinin gerçekleştirmesini arzuladığı   beklentilerle büyümeye devam eder. Bedensel gereksinimlerinin doyurulması ilk basamakta yer almaktadır. Daha sonrasında devam eden beklenti; bu bedensel ihtiyaçlarının yaşadığı müddetçe karşılanabileceği hissini duyabilmek ve bunun sağlanmasıdır. Böylelikle daha da büyüyen çocuğun çevresinde insanların önemini kavraması ve onlarla ilişkiler kurması dolayısıyla kendini başta ailede sonra ise toplumun diğer kısımlarında var etme çabası artmaktadır. Ancak ilgi çekmek ve ilgilenilmek bireyin hiçbir zaman reddetmeyeceği ve sonlandırmayacağı bir talebidir. Dikkat çekmek basit ama önemli bir yaşama metodudur. Çocuğun ebeveyninden herhangi bir davranışına ilgi göstermesini beklemesi bir ihtiyaçtır. Çocukların birey olmaya başladığı sürecin başlangıcından itibaren anne ve baba ile olan birlikteliğinde eskisi gibi olmayan; anne ve babaya farklı gelen bazı durumlar gözlenmeye başlanır. Çocuk artık kendi isteklerini ifade edebilmekte ve eskisi kadar ‘bağımlı’ olmamakta kararlıdır. Anne ve babasından daha farklı ve tek başına yapabildikleri karşısında çevrenin bu tür durumlara takdirini almasıyla özgüveni pekişir ve bunlar kalıcı hale gelmeye başlar. Artık anne ve babadan bağımsız bir birey olarak görülebilir. Bu durum, anne ve baba tarafından fark edilmesi ve buna uygun hareket edilmesi gereken ve çok küçük yaşlarda başlayan bir durumdur. Bütün bu ‘bağımsız’ haller, çocukların ilgi çekmeye olan yatkınlığını azaltmaz. Çocuk varlığını ispatlayabilmek ve bunun fark edilmesini kolaylaştırabilmek için dikkati kendi üzerine çekmeye çalışır. Ancak burada da önemli olan; çocuğun dikkat çekme malzemesinin olumlu ya da olumsuz olması ve beraberinde anne ve babanın bu malzemenin oluşmasına ve ilgi çekme sonucu oluşan durumun kalıcılığına olan katkısıdır. Çocuğun çevresindekilerin ilgisini çekmeye çalışması; onlardan bir beklentisinin var olduğunu  gösterir. Bu durum dikkat çekilmek istenen ihtiyacın yeterince veya hiç fark edilmediğini ve karşılanmadığını gösterebilmekle beraber aşırı bir şekilde karşılandığını da bize gösterebilir. Bunları ayırt edebilmek ancak çevreden yapılan gözlem ve anne babanın farkındalığı ile ortaya çıkabilir. Çocuklar her zaman yaşlarından beklenen olgunlukta ilgi çekme metotları kullanmayabilirler. Kimi zaman çocuklarının yaptıklarına ve isteklerine çok şaşıran ancak bunun tek nedenini çocuğun ‘yaşına göre normal olmayan istekleri’ olduğunu belirten anne babalar görebiliriz. Bazı durumlar onlar için ‘sınırsız istekler’ haline gelebilmektedir. Ancak burada çocuğun o tipte bir davranışına önceden zemin hazırlayan çevresel etkenleri; başta anne ve baba tutumlarını ele almak gerekmektedir.
 Sevgi için mi ilgi çekmeye çalışırlar?
İlgi görmek beraberinde sevildiğimizi de bize hissettirebilir. Bazen birilerinin bizi fark etmemesi sıkıntı yaratabilmekte ve o ortamdan ya da kişiden uzaklaşmamızı sağlayabilmektedir. Bazen de sevildiğimizi sadece bu yolla anlamak isteriz.  Durumdan duruma değişen bu anlayışlar ilgilenilmeyi nasıl anladığımızla alakalıdır. Çocuklar için de bu durum benzerdir. İlgilendiğimizde mutlu olabilmektedirler. Ancak sevginin ifadesini sadece bir durum olduğunda ilgilenmekle eşleştirmek çocuk için olumsuz olabilmektedir. Karşılıksız şekilde de sevildiğini, sevildiğini hissetmek için sürekli dikkat çekmesinin gerekli olmadığını fark eden çocuk durumu ayrıştırabilir. Beraberinde her dikkat çekici durumda aşırı bir onaylama ve sevgi gösterisi yapan çevrede büyüyen çocuk; dikkat çeken bir durum yaratamadığında sevgisiz kalmaktan korkabilir. Öyleyse bu duyguyu çocuğa hissettiren kişiler olarak anne ve babaların, sevgilerini farklı zamanlarda sözel ya da davranışla ifade ederek; sadece bunun ifadesini durumlara koşullamamaları, çocukların sevildiklerini bilmeleri yönünde daha anlamlıdır. Ancak çocuğun yaptığı olumlu bir durumdan dolayı takdir almaya ihtiyacı vardır. Bu gibi durumları da atlamadan onu cesaretlendirmek ve edinilen durumun kalıcılığını sağlamak da önemlidir. Unutulmamalıdır ki; her tür ilgi hiç ilgilenilmemeye tercih edilir; bu durumda ailenin tutumu önem taşımaktadır. Ancak bunu sadece sevginin ifadesi olarak görmemek ve sadece buna bağlamamak gereklidir.
Böyle bir durumda anne-babaların ilgi göstermesi çocuklarını şımartmaları doğru mudur?
Anne babalar;  çocuklarının beklentileri ve kendi beklentileri arasında kalarak bir aile olmaya çalışırlar. Burada temel aldıkları iki nokta; çocuklarının sevgisiz büyümeleri ile ilgili endişe ya da çocuklarının şu an ‘şımarık’ olması ancak ileride de bu tip bir karaktere sahip olabileceğine dair endişedir. Bu her iki durum da anne ve babanın veyahut çocuğu yetiştiren kişinin farkında olarak ya da olmadan çocuğuyla olan ilişkisini ve çocuğun karakterini etkiler. Çocuğu ile sadece ilgi çekmeye çalıştığı zamanlarda ilgilenen anne ve babanın bu durumu değiştirmemesi; çocuğun bu yolla kendini var edebilmesine ve ihtiyaçlarını bu şekilde karşılatabilmesine neden olur. Karşılıksız olarak elde ettiği olumlu ilgiyi kazanamayan çocuk; sürekli dikkat çekebilmesi gereken davranışlar sergiler. Bu çocuk için yorucu ve yaralayıcı bir süreçtir. Ailenin bu tip bir tutumda olduğunu fark etmesi ve ilgili olmayı daha yaygın,genel hale getirmesi gereklidir. Çocuğun yanlış bir davranışına ilgi göstermek ve bunu sürekli hale getirmek ise; çocuğun kendisinin bu tip bir davranışı ile ortaya çıkabildiğini fark etmesine ve dolayısıyla  ihtiyacını bu şekilde karşılamasına neden olacaktır. Böylece çocuk aynı ilgiyi elde edebildiği sürece bu durumu ortaya çıkartmak için daha da cesaretlenecektir.  Diğer bir yandan, çocuğun sevgi ihtiyacının hiçbir zaman tam doyurulmadığına yönelik endişe, çocukların ‘ilgilenilme’ konusunda sorun yaşamalarına neden olacaktır. Anne ve babaların, çocuklarının her ortamda ve her zaman sevgi ile büyümelerini istemeleri normaldir. Ancak bu durum çocuğun her zaman sevginin en fazlasını alması gerektiği ve bu ihtiyacın sürekli doyurulması gerektiği anlamına gelmemektedir. Tıpkı diğer ihtiyaçlarımızın gerektiği kadar doyurulması normal kabul edildiği gibi; bu duygusal ihtiyacın da aşırı olmasından çok kararlı bir sürekliliğe sahip olması gerektiğini bilmekteyiz. Çocuğun bu aşırı ‘ilgi’ karşısında; aşırı bir ‘ilgilenilme’ ihtiyacı ile anne ve babanın hatta kimi zaman çevresindeki yakınlarının sürekli dikkatini çekmeye çalışması beklenen bir durum ortaya çıkarmaktadır. Böylelikle çocuk hem aile içerisinde hem de diğer topluluklarda yaşından beklenen düzeyde kendini ifade etmekten kaçınabilir ve isteklerini ifade edemeyebilir. Bu durum karşılıklı zor ve yorucu bir süreçtir. Çocuğun kendini ifade etmeden bir şeylerin fark edilmesini ve gerçekleştirilmesini istemesi; isteklerinin fark edilmediği ve yerine getirilmediği durumlarda huzursuzluk yaşamasına ve çevreye karşı öfke duymasına neden olur. Çevrenin bu tip bir durumda çocuğun kendini ifade etmesine izin vermesi ve isteklerini konuşarak ifade edebilmesi için beklemesi; çocuğun özgüven gelişimi ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için gereklidir. Aksi taktirde  anne ve babanın da çocuğa  karşı bu tip bir hassasiyet içerisinde olması; sürekli yorucu bir çaba göstermesine neden olacaktır ve bu çocukla iletişimde olumsuz bir durum yaratabilmektedir. Buradaki problem, çocuğun ilgilenmekten çok ilgilenilmeyi benimseyerek bireyleşme ve beraberinde bağımsızlaşmaya olan isteğinin azalmasıyla gerçekleşir. Ayrıca anne ve baba da durmadan çocuklarının sürekli bir şeyler talep ettiğini; ‘şımarık’ olarak büyüdüğünü vurgulayabilmektedirler.   Burada anne ve babanın çocuğun hangi davranışlarıyla nasıl dikkat çekmeye çalıştığını iyi gözlemlemesi; durumun olumlu ya da olumsuz bir dikkat çekme olup olmadığına göre doğru tepki verebilmeleri çocuğun olumlu kişilik kazanımları için gereklidir. Çocuğun ilgi çekerek ihtiyaçlarının karşılandığı durumlara sınır koyabilmek,isteklerini nedenleri ile birlikte konuşarak anlatabilmesi için teşvik etmek ve anne babanın her istenileni ‘şimdi ve burada’ olarak gerçekleştirmemesi, çocuğun ilgi çekme metodunu doğru şekilde kavramasına ve uygulayabilmesine yarayacaktır. Çocuk bu şekilde ilginin yeterliliğini özümseyecektir. Burada anne ve babanın neden bu şekilde davrandıklarını sorgularken; kendi anne ve babalık yeterliliklerindeki eksikliğe dair endişelerinin olup olmadığını gözden geçirmek; eğer varsa bunun ne kadar etkili olduğunu düşünmek gereklidir. 
Anne-babalara tavsiyeler
·    Temel olarak çocuğun her daim sevileceğini fark edebildiği bir ortamda yaşayabilmesi ilgi çekmenin bir hem çocuk hem de anne ve baba için problem olarak yaşanmamasını sağlamakta birincildir. Çocuğun her türlü duruma uygun tepki verebilen bir anne babaya sahip olması sürekli dikkat çekerek kendini onlara ispatlamasına gerek duydurmamaktadır. 
·    Çocuğun sürekli dikkat çekmeye çalışarak ilgiyi elde etmeye çalıştığı durumlarda aşırılık durumunda yapılacaklar önemlidir. Çocuğun olumlu davranışını ödüllendirmek önemlidir. Ancak bunun yoğun süreklilik göstermesi durumunda; sınırlandırmak ve yoğun ilgiyi azaltmak gereklidir. Bu olumlu yoksunluk halinde çocuk yaptığının abartılı olduğunu fark edecek ve gerekli zamanlarda gerekli miktarda ilgiden memnun olmaya başlayacaktır. Çünkü anne ve baba ona eğer uygun zamanda ve uygun miktarda tepki verirse; çocuk olumlu olanın değerini daha iyi kavrayacaktır.
 ·    Çocuğa sadece ilgi çekmeye çalıştığında değil; günlük hayattaki her hangi bir durumda da ilgi göstermek gereklidir. Bu durumda çocuk sürekli  ‘ilgi çekme’ye çalışmayı, iletişim için bir gereklilik olarak görmeyecektir.
 ·    Çocuğunuz ile iletişiminizi sözel olarak sürdürmeye önem verin. Farklı olaylardan konuşmak; onu dinlemek ve sizi dinlemesini sağlamak birçok konuyu birlikte konuşabilmenizi ona ispat eder. Bu durumda ilgilenilecek birçok konunun olduğu; dolayısıyla biriyle ilgilenmenin ve dikkat çekmenin, başkası tarafından isteklerimizin anlaşılmasının doğal olarak konuşmada gerçekleşebileceğini ona gösterin ve kendini ifade edebilmesi yönünde onu motive etmeye çalışın. 
·    Bu konuda aile içerisinde ona model olmak da önemli bir yer tutmaktadır. Anne ve babaların kendi arasındaki iletişimin etkin olduğu; birçok konunun konuşarak ele alındığı durumlarda; çocuk bunun kendini ifade etme yolu olarak seçilebileceğini kavrayabilmektedir.  
·    Çocuğun ilgi çekmeye çalıştığı konular anne ve baba olarak ayırmak ve hangisinin kalıcı olarak ele alınması gerektiğine karar vermek önemlidir. Olumlu görülen durumu ödüllendirmek, onaylamak çocuk için cesaretlendirici ve güven veren bir hal yaratır. Olumsuzları ise görmezden gelmek davranışın değişmesine ve giderek yok olmasına neden olmaktadır. Bunun dışında çocuğun hiçbir davranışıyla ilgilenmemek onun için sürekli varlığını ispat etmeye çalışacağı yorucu bir durum oluşturacaktır. Bunun önceden fark edebilmek ve fark edildiğini gösterebilmek de önemlidir.Ancak çocuğa bu yönde davranırken tutumları aynı şekilde düzenlemek de güven hissini pekiştirmektedir. 
Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

16 Şubat 2018 Cuma

Çocuklarda Gece Korkuları

Günlük hayatımızda yaşadığımız mutluluk, üzüntü gibi duygular kadar korku da yaşanması normal olan bir duygudur. Durumlara verdiğimiz tepkilerin belirleyicileri genellikle duygularımızdır. Örneğin, çocuğumuza oyuncak bir bebek ya da oyuncak bir araba aldığımızda sevinmesi kadar; yüksek sesle bağıran ya da ona kızgın gözlerle bakan birisinden korkması normal olarak karşılanması gereken bir durumdur.  Korku, çocukların hoşlanmadıkları, tedirgin oldukları kişiler, durumlar ve olaylar karşısında yaşadıkları doğal bir duygudur ve çocuklar bu duygunun tepkisi olarak huzursuzlanmak, ağlamak, bağırmak gibi tepkiler verebilirler. Her yaşın kendi dönemine özgü gelişimsel korkuları vardır. Küçük yaşlarda en sık rastladığımız korkular; anneden ayrılma ve yalnız kalma, annenin geri gelmeyeceğini düşünme, yüksek ses, büyük nesneler, hayvanlar ve karanlıktır. 3-4 yaşlarında en çok karşımıza çıkan korkular; gece korkuları, karanlık korkusu ve anne-babadan ayrılma korkusudur. 

Gece Korkuları              
Çocuklarda en sık ortaya çıkan korkuların başında karanlık ve gece korkuları gelmektedir. 3-4 yaş döneminde gelişim sürecinin bir özelliği olarak bu korkuların ortaya çıkıyor olması normal karşılanmaktadır. Ancak bu korkuların çocukların uyku düzenini bozması, anne-babaya bağımlılık düzeyini arttırması, yalnız yatmalarına engel olması gibi durumlarda, bu korkular artık normal gelişim süreci seyrinin dışına çıkmış olarak düşünülmelidir. Gece korkuları, ebeveynler ve çevre tarafından en çok pekiştirilen korkulardır. Eğer ebeveynlerde de karanlık ve gece yalnız uyuyamama ve ışıksız uyuyamama gibi korkular var ise, bu korkular daha çok pekişmektedir. Anne-babasının gece korkuları ile ilgili yoğun kaygılar yaşadığını gören çocuk, bu durumda daha da kaygılı bir yaklaşım sergileyecektir. Anne-babanın korkuları olduğunu gören çocuğun düşüneceği: “Demek ki korkacak bir şey var.” olacaktır ve bu durumda çocuğun korku düzeyi daha da artabilecektir. Eğer anne-babalar bu korkuyu pekiştirmezlerse ve uygun yaklaşımları sergileyerek çocuklarını rahatlatırlarsa, olması beklenen bu korkunun ortadan kalkmasıdır. 

Çocuklarda gece korkularının ortaya çıkışını tetikleyen en önemli etken, karanlıktan çekinmek ve ne olduğunu görememektir. Karanlıkta karşısına neyin çıkacağını bilmeyen çocuk, nasıl davranacağını ve kendini nasıl koruyacağını ve savunacağını bilemediğinden, bu korkusunu geceye genellemekte ve uyku düzeni bozulabilmektedir.  Karanlıkta gelebileceği düşünülen herhangi bir saldırı ya da baş edilmesi güç bir durum karşısında nasıl tepki vereceğini bilememek ve anne-babası gibi ondan daha güçlü ve olaylar karşısında nasıl davranacağını bilen yetişkin bireylerin yanında olmayışı, çocukların korkularını daha da arttırabilmektedir.  Bu tarz durumlarda çocuklar ev içerisinde karanlık odalara yalnız girememeye ve yalnız gezememeye, tuvalete yalnız gidememeye, gece uykusuna yalnız geçememeye ve yatarken yanlarına anne ya da babalarını istemeye başlayabilirler.

Uyku saatinin yaklaşması ile birlikte çocuk hırçınlaşmaya, keyifsizleşmeye başlarsa, odasına gitmemek için türlü oyunlar ve yollar uygulamayı seçiyorsa, odasına gittiğiniz zaman odadan çıkmamanız için sohbetleri uzatıyorsa, odadan çıktığınız zaman arkanızdan sesleniyor ve hemen yatağından kalkıp yanınıza geliyorsa, uykuya dalma sürecinde sizi yanında istiyorsa, geceleri uyanıp sizin yatağınıza geliyor ve kendi yatağında uyumayı reddediyorsa, uyku saatlerinde azalma ve uyku kalitesinde bozulma görülüyorsa çocuğunuzun gece korkuları onu olumsuz yönde etkiliyor olabilir.     

Çocuğun duygusal durumu, uyku düzeni ve kalitesini etkileyen bir faktördür. Gündüz yaşadığı yaşantılar; çocuğun gece uykusunu, huzurunu ve korku düzeyini azaltabilir veya arttırabilir. Örneğin yuva ortamında yaşanan bir sıkıntı, aile içinde yaşanan bir tartışma veya huzursuzluk, taşınma, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin seyahate giderek çocuktan uzaklaşması, aileye yeni bir bebeğin katılımı, boşanma, aile içi kayıp ve yas gibi durumlar, aile içindeki tüm bireylerde huzursuzluk ve kaygı durumlarını tetikleyeceği gibi çocukların da kaygısını arttırabilir ve gün boyu yaşanan kaygı, geceleri çocukların karşısına gece korkusu olarak çıkabilir ve uyku kalitesini bozabilir.

Gece korkularını tetikleyebilecek faktörlerden bir tanesi de yatmadan önce ya da gün boyunca izlenen şiddet içerikli çizgi filmler olabilmektedir. Fazlasıyla hareket öğesi ve agresyon dolu içeriğe sahip olan animasyonlar, çocukların zihinlerini meşgul ederek onların korkmasına ve bu korkunun geceleri ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Çizgi filmlerin ve filmlerin yanı sıra, yine aynı tarz içerikli resimleri olan öykü kitapları da çocukları ürkütebilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde yerleşerek gelişen temel güven duygusu, çocukların geliştirdikleri kaygı ve korku durumlarının oluşumunda çok önemli bir yer tutmaktadır. Annesinden henüz ayrışamamış ve annesine bağımlılığı henüz süren, anne-babadan ayrılamayan, ebeveynlerini kaybetme ve yalnız kalma korkusunu yaşayan çocuklarda, gece korkularının görülme olasılığı yüksektir. Çocuklar uyandıkları zaman ebeveynlerinin gitmiş olacağı ve onları göremeyeceğinin endişesini yaşayarak, uykuya dalmak istememekte veya uykuya dalınca kabuslar görebilmektedirler.

Kabuslar             

Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi uyku sırasında kabuslar görebilmektedirler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, kabusların görülme sıklığıdır. Eğer çocuğunuz haftada bir-iki kere ve daha fazla sıklıkla kabus görüyor ise, burada bir problem olduğu düşünülebilir. Eğer çocuğunuz sıklıkla aynı tarz kabuslar görüyorsa, bu durum bir stres faktörünün ve endişe bozukluğunun belirleyicisi olabilir. 

Çocukların kabusları genellikle gün boyu karşılaştıkları yaşantıları ile bağlantılı olmaktadır. Çocukların yuvada, aile ortamında veya sosyal ortamlarda yaşadıkları olumsuz durumlar, keyiflerini kaçıran olaylar, üzüntüler ve çatışma durumları, gece korkularına ve çocukların rüya ve kabuslarına taşınabilmektedir. Çocuklar bazen kabuslarını hatırlarlar bazen ise hatırlamayabilirler.    

Kabuslardan farklı olarak gece korkuları ile ilgili yaşanabilecek bir diğer durum “gece terörü” adı verilen yaşantıdır. Gece teröründe çocuklar, korkarak ve çığlık atarak uyanır, yaptıklarını bilinçli olarak yapmaz ve sabah kalktığında bu yaptıklarını hatırlamazlar. Gece terörüne sıklıkla okul öncesi dönemde rastlanmaktadır. Gece korkuları yaşayan, kabuslar gören ve gece terörü yaşayan çocuklar, genellikle yalnız değil ebeveynleri ile uyumak istemekte ve gece uykuları bölündüğü zaman kendi yataklarını terk ederek anne-babalarının yanına gitmeyi tercih etmektedirler. 

Anne-Babalara Öneriler:
• Anne-baba olarak ilk yapılması gereken, çocuğunuzu çok iyi tanımaktır. Çocuğunuzun nelerden hoşlandığını, neleri sevdiğini, nelerden ürktüğünü ve çekindiğini, nelerden korktuğunu bilmeniz çok önemlidir. Bu sayede çocuğunuzun korkularının ne zaman ortaya çıktığını bilebilirsiniz.

• Çocukların genel gelişim düzeyleri ve bu düzeylerin genel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak, çocukları tanımak ve anlamak adına çok belirleyicidir. Çocukların korkuları, gelişimsel sürecin bir parçası olarak ortaya çıkabildiğinden, hangi dönemde hangi korkunun baş gösterebileceğini bilmek, ebeveynleri yönlendirmek adına çok önemlidir.

• Çocuğunuzun korkusunun herhangi bir olaydan sonra, bir olayın tetiklemesi ile ortaya çıkıp çıkmadığını tespit ederek, bu durumu elimine etmeye çalışmak, korkunun ortadan kaldırılması adına önemlidir.

• Çocuğunuzun korkuları hakkında onunla konuşabilirsiniz. Korkuları yokmuş gibi davranarak görmezden gelmek, çocuğunuzun kendini kötü hissetmesine sebep olabilecektir. Bu nedenle yaşadığı duygulara saygı duymak, onu anlamaya çalışmak, onu anladığınızı ve yanında olduğunuzu hissettirmek, çocuğunuzun rahatlamasına ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olacaktır.

• Korkular ile ilgili dalga geçmek, alay etmek, çocuğu yargılamak, onu utandırmak, herkese korkusunu anlatarak onu küçük düşürmek, onu korktuğu şeyleri yapmaya zorlamak gibi durumlar, çocuğun özgüven duygusunu ve size olan güvenini olumsuz yönde etkileyecek ve ilişkinizi bozabilecek tutumlardır. Ayrıca bu tarz olumsuz yaklaşımlar çocuğun korkularını tetikleyerek daha da artmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle, bu tip yaklaşımları kullanmamak gerekmektedir.

• Gün boyunca çocuğunuz ile kaliteli zaman geçirmek, birbirinize vakit ayırmak, oyunlar oynamak, sohbet etmek hem ebeveyn-çocuk ilişkinizi geliştirecek, hem de çocuğunuzun rahatlamasını sağlayacaktır. Gün içindeki olumlu yaşantılar, çocuğunuzun gece uykusunu olumlu yönde etkileyebilmekte ve gece korkusunu azaltabilmektedir.

• Uykuya dalma zamanının yaklaşması ile birlikte çocuğunuzu rahatlatacak, kaygısını azaltacak etkinlikler yapabilirsiniz. Örneğin birlikte hikaye okumak, resim yapmak, sohbet etmek gibi faaliyetler hem çocuğunuzun uykuya keyifle geçmesini sağlayacak hem de ilişkinizi geliştirecektir.

• Çocuğunuz mutlaka kendi odasında ve kendi yatağında uykuya dalmalıdır. Uykuya dalana kadar onun odasında kalabilirsiniz ancak onun yatağına yatmadan, yatağın yanında yerde ya da bir minderin üstünde oturarak, saçlarını okşayabilir, elinden tutarak onu rahatlatabilirsiniz. 

• Eğer çocuğunuz gece uyanıp yanınıza gelir ve sizin yatağınızda kalmak isterse, onu kendi odasına götürmeli ve orada tekrar uykuya geçmesini sağlamalısınız. İlk önce onu rahatlatmalı, daha sonrasında kendi yatağında uykuya dalması için ona destek olmalısınız. Sizin yatağınızda kalmasına izin vermemelisiniz. 

• Eğer çocuğunuz sizin de onunla birlikte yatakta yatmanız için ısrar ederse, onunla yatmamalı ancak odada kalarak yanında olduğunuzu ona hissettirmeli ve onu rahatlatmalısınız.

• Tüm bu önerileri yerine getirmenize rağmen hala korkular sürüyor ise, bu durum profesyonel bir müdahaleye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bu konu ile ilgili bir uzmana başvurabilir ve ondan yardım alabilirsiniz.  

Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ

9 Şubat 2018 Cuma

Empatiyi Öğretmek

Çocuklarda empatik özellikler ne zaman gelişmeye başlar?

Duyguları anlamak insan doğasına ait en önemli özelliklerden biridir. Duyguların anlaşılması, duyguların referans alınarak iletişim kurulması psikolojik olgunlaşmanın da en önemli kriterlerindendir. Çocuklar bebeklikten çıkıp bireyleşmeye başladıklarında ben ve başkalarının ayırdına vardıklarında başkalarının ne hissettiğini daha net olarak anlamaya ve buna göre hareket edebilmeye başlarlar. Bu da yaklaşık iki buçuk yaş civarında olur. Elbette çok daha küçük bebekken bile annesinin sesinin tonundan, ona dokunuşunun niteliğinden bile annesinin kızgın veya mutlu olduğunu ayırt edebilirler. Ancak iletişim içinde etkin olarak kullanabilmek anlamında empatinin yerleşmesi 3 yaş civarında gerçekleşmektedir. Empati aynı zamanda öğrenilen-öğretilen bir şeydir. Bu anlamda anne-babaları ve çevrelerindeki yetişkinler tarafından duyguları anlaşılan, ifade edilen çocuklar empatiyi daha kolay öğrenirler. Çünkü empati becerisinin gelişimi için öncelikle kişinin kendi duygularının farkında olması, bu duygular arasındaki farkları hissedebilmesi önemlidir. Örneğin yeni doğan kardeşi nedeniyle yuvaya gitmek istemeyen bir çocuğa annesinin bu bir okula uyum problemiymiş gibi yaklaşması, çocuğun agresif tavırlarını sıradan bir davranış problemiymiş gibi algılaması çocuğun da kendi duygusunu ayırt edememesine neden olacaktır. Böyle bir durumda annenin “biliyorum, sen de bizimle evde kalmak istiyorsun, hep kardeşinle vakit geçirdiğim için bana kızgınsın” gibi empatik bir yaklaşımda bulunması çocuğun da hem duygusunu fark etmesine yardımcı olacak hem de olumsuz duyguların da kabul edilir olduğunu anlamasını sağlayacaktır.

Anne-babalar bu özelliklerin gelişmesine nasıl yardımcı olabilirler?

Anne-babaların bebeğin doğduğu andan itibaren bebeğin duygularına odaklanmaları önemlidir. Bebekler dikkatle gözlemlendiklerinde ağlamalarının bile farklı anlamlar içerdiğini fark etmek mümkündür. Bebekle fazla vakit geçiren bir kişi bu farkı kolayca fark edebilir. 2-3 aydan itibaren bebekler sosyal gülümsemeye başlarlar. Yüzüne gülerek baktığınızda bebek size gülerek tepki vermeye başlar. Bu dönem kendi duygularınızı ona aktarmanın ve karşılıklı sıcak ve şefkatli bir iletişim kurabilmenin mümkün olabildiği bir dönemdir. Güldüğünde gülmek, ağlayarak bir ihtiyacını dile getirdiğinde yumuşak bir ses tonu eşliğinde ihtiyacını gidermek aslında bebeğin de kendi duygularını iletişim içinde kullanmayı öğrenmesine yardımcı olur. Ağlamasına bir yanıt alamayan ya da her türlü ağlamasına aynı tepkiyi alan bir bebek bir süre sonra her türlü ihtiyacını aynı şekilde ifade etmeye başlayacaktır. Çocuklar biraz daha büyüyüp yuva çağına geldiğinde bir çok değişik durumda bir çok değişik tepkiler vermeye başlarlar. Bunlar arasındaki farkı görmek ve çocuğa fark ettirmek de çok önemlidir. Davranışlar ve bu davranışlar sırasında ortaya çıkan duygular arasındaki ton farkını anne-babanın fark edip çocuğa geri bildirim vermesi empatinin gelişmesinde çok gereklidir. Üstelik duyguları anlayan ve geri bildiren bir yaklaşım bir çok davranış probleminin azalmasına, çocukların kendi davranışlarının sorumluluğunu alabilmelerine yardımcı olmaktadır. Çünkü anne-baba çocuğun bu davranışıyla aslında neyi ifade etmek istediğinin şifresini çözmektedir. Oyuncağını tekmeleyen bir çocuğa “bugün yuvada canını sıkan bir şey olmuş” demek ile “her zaman oyuncaklarını böyle hırpalıyorsun” demek arasında çocuğun içgörü kazanması açısından da büyük farklar vardır. Yine önemli bir konu da anne-babaların kendi duygularını ifade etmek konusunda örnek olmalarının önemidir. Duygularını açık ifade eden, kendi aralarındaki ilişkide de hem olumlu hem olumsuz duyguları uygun bir şekilde dile getirebilen anne-babalar çocuklarına bu konuda model olmaktadırlar. Kızgınlık ve öfke genelde daha kolay ifade edilen duygulardır. Ancak doğru bir şekilde ifade edilmezler. Çocuklara kızgınlığın ifade edilmesi agresyon ve yargılama içerdiğinde çocuklar da kızgınlıklarını bu şekilde ifade etmeyi öğrenirler. Oysa bizi kızdıran durumu ve davranışı anlamaya çalışmak ve kızgınlığımızın altında yatan temel duyguyu fark etmek önemlidir. Örneğin engellenmek bizi rahatsız ediyorsa ve engellenme karşısında uzun süre sabretmişsek bir süre sonra bu ciddi bir kızgınlığa dönüşebilir. Bu durumda çocuğunuzun bir davranışının sizi engellemiş olduğunu ve bundan rahatsızlık duyduğunuzu söylemek yerine çocuğunuza öfkeli bir şekilde bağırabilir ve onun ne “laf anlamaz, yaramaz vs” bir çocuk olduğunu söyleyip agresif davranabilirsiniz. Bu durumda çocuğunuz da sizi model alacaktır ve kendisini rahatsız eden her durumda saldırgan davranacak ve duyguları anlama konusunda becerisini geliştiremeyecektir. Aynı şekilde olumlu duyguların da ifade edilmesi önemlidir. Toplumumuzda genellikle iyi ve memnun edici şeyler pek dile getirilmez. Çocukların bu tip şeyleri doğal olarak “zaten” yapmaları beklenir. Çocuğunuzun bir davranışı sizi mutlu ettiğinde bundan duyduğunuz sevinci de dile getirmelisiniz. Bu durumda çocuk hem kendi olumlu yönlerini fark edecek hem de başkalarının hangi durumlarda sevinç ve mutluluk hissedeceğini anlama fırsatı bulacaktır. Ayrıca kendi olumlu duygularını gerekli durumlarda kolayca ifade etmeyi öğrenecektir.

Çocuğun Yaşamında Empatik Düşünce Neden Önemlidir?

Çocuklar sosyal yaşam içinde yer alırken kabul etmeyi, uyum sağlamayı, nerede nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Bu aşamaların ardından kabul görmeye de başlarlar. Çocuk ancak sosyal olarak kabul gördüğünde sosyal iletişim içinde yer alabilir. Kabul görmenin en önemli koşullarından biri de empatidir. Kendi ihtiyaçları ve duyguları kadar grup içindeki diğer bireylerin de duygularını ve ihtiyaçlarını fark etmek önemlidir. Başkalarının davranışlarının altında yatan duyguları fark etmek, bu duyguların hangi tepkilere neden olduğunu anlayabilmek uyum için çok önemlidir. Empatik düşünebilen çocuklar çevrelerinde olup bitenleri daha iyi yorumlayabilirler, başkalarının problemlerini daha kolay anlayabilirler ve ilişkileri içindeki problemleri daha kolay çözebilirler. Bu özellikleri de diğer çocuklar tarafından kolayca kabul görmelerini sağlar. Empatik düşünebilen çocuklar kendi duygularının farkında oldukları ve duygularını da ifade edebilmeyi becerdikleri için ilişkilerinde daha az sorun yaşarlar. 

Aile Yaşamı düşünüldüğünde empati neden gereklidir? Hangi sorunları ortadan kaldırır?

Aile içinde zaman zaman sorunlar ve iletişim problemleri yaşanabilir. Karşılıklı memnuniyetsizlikler, mutsuzluklar, başka faktörlere bağlı sıkıntılar yaşanabilir. Aile bireylerinin özellikle olumsuz duygular yaşanırken birbirlerini anlamaları çok önemlidir. Kişiler yaşadıkları sıkıntılar ve bu sıkıntıların doğurduğu duygularla baş edebilmekte zaman zaman zorlanabilirler. Bu durumda ailenin diğer bireylerinin sıkıntı yaşayan kişinin duygularını anlaması ve bu duyguları referans alarak hareket etmesi hem kişinin sıkıntısını hafifletecek hem de olası bir iletişim çatışmasını ortadan kaldıracaktır. Çünkü empatinin var olmadığı ortamlarda bireylerin tek tek yaşadıkları problemler diğer bireyleri yanlış yorumlamalarına neden olabilmektedir. Kişinin kendi olumsuz duyguları nedeniyle yaşadığı bir problem eğer doğru anlaşılmazsa çatışmalara da neden olmaktadır. Oysa davranışın altında yatan duyguyu anlamak ve kişiye duygusunu anladığımıza dair bir mesaj vermek hem olası bir çatışmayı önleyecek hem de kişinin kendi problemini çözme fırsatı elde etmesine yardımcı olacaktır. Çünkü özellikle çok yoğun duygular yaşanırken bazen kişiler kendi temel duygularını fark etmekte zorluk yaşayabilirler. Kendisine empatik yaklaşan ve duygusunu yansıtan biri olduğunda duyguları üzerinde düşünme fırsatı bulmak mümkün olacaktır. Anne-babaların çocuklarıyla ilişkilerinde de empatinin önemi büyüktür. Özellikle disiplin uygulamalarında çocuktan ne istediğimizi ve ne istemediğimizi dile getirirken kendi duygularımızı ifade edebilmek çok önemlidir. Hangi davranışın bizi rahatsız ettiğini, bizde hangi duyguyu yarattığını uygun bir dille ifade ettiğimizde çocuğumuzda istediğimiz davranışları görme olasılığımız artar. Aynı şekilde hoşumuza giden, bizi memnun eden davranışları ifade ettiğimizde çocuğumuzun bu davranışları pekişecektir. Çocuklar sıkıntı yaşıyorken onların sıkıntılarını anlayabilmek, duygularını fark etmek-yansıtmak ve bu durumu sıradan bir disiplin ve davranış problemi gibi ele almamak önemlidir. Anne-babaları tarafından duyguları anlaşılan çocukların ister istemez davranış problemleri de azalacaktır. Ayrıca anlaşılmış olma duygusu güven gelişimi için de önemlidir. Çocukluk çağında yaşanan bir çok ruhsal ve davranışsal problem empatik yaklaşım sayesinde erkenden tanınabilir ve müdahale edilmesi kolaylaşabilir. Çünkü çocuklar yaşadıkları sıkıntıları genellikle dolaylı yoldan, davranışları ve tutumları ile ifade edebilirler. Eğer anne ve babalar çocukların duygularına duyarlı olurlarsa onlardaki değişimlerin kaynağını ve neden olan temel duyguları fark edebilirlerse hem birçok problem hafif düzeydeyken çözülebilir hem de ağırlaşma olasılığı olan problemler fark edilebilir.

Uzman Pedagog Belgin Temur

2 Şubat 2018 Cuma

Ebeveynlerin Sıklıkla Yaptığı 10 Hata

1. Çocuğum Hiç Üzülmesin…

Ebeveynlerin çoğu çocuklarının üzülmesinden, ağlamasından ve hüzünlenmesinden rahatsızlık duyarlar. Bu nedenle de çocuklarını daha fazla üzmemek adına üzüntü yaratacak durumları yaşatmamaya gayret gösterirler. Üzüleceği bir şey olduysa bu üzüntüyü giderebilmek ve çocuğu mutlu etmek adına onun çok seveceği şeyler yapıp çok memnun olacağı şeyler almaya çalışırlar. Böylece çocuk hep mutlu olacak, üzüntü gibi rahatsızlık veren bir duyguyu hiç yaşamayacaktır. Peki aslında bu tavır çocukta nasıl bir etki yapar? Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi yaşamda karşılaştıkları sorunlarla baş etmeyi ancak deneyimle öğrenebilirler. Örneğin hiç engellenmeyen bir çocuk, sosyal bir ortama girdiğinde ve kendi istediği olmadığında çok büyük bir sıkıntı yaşar; kendi istediğinin olması için büyük bir çaba içine girer; agresifleşebilir, huzursuzlaşabilir, uyumsuzlaşabilir ya da kendi içine dönebilir. Oysa evde annne babadan her zaman her istediğinin olamayacağını öğrenen ve ihtiyaçlarını erteleme deneyimi yaşayan bir çocuk sosyal bir ortama girdiğinde engellenmekten hoşlanmasa da bu duygusuyla baş edebilecek deneyimlere sahip olur. Böylece yaşıtlarıyla ilişkisinde çok daha mutlu, huzurlu ve uyumlu olur. Çocuklar sanıldığının aksine olumsuz duygularla daha kolay baş edebilirler. Bu nedenle aile içinde yaşanan üzüntü verici durumların çocuklarla paylaşılması gerekir. Böylece çocuklar üzüntü yaratan durumları değerlendirme ve sonrasında ortaya çıkan karmaşık duygularla baş etme deneyimi yaşarlar. 

2. Çocuk Babadan Korkmalı (mı?) 

Bir çok ailede anne çocuğuyla çok yakın ilişkide olduğu için disiplini sağlamakta ve çocuğa söz geçirebilmekte zorlanır. Bu nedenle de disiplin işi çocukla çok daha az ve kısıtlı zamanlarda ilişkide olan babaya devredilir. Anne baş edemediği noktada çocuğu babaya havale eder. Bunun çocuk için de daha sağlıklı olduğu düşünülür. Çünkü aksi halde, babanın çocukla yakın bir ilişkisi olması durumunda disiplinin elden gideceği ve çocuğun kontrolünün hiçbir şekilde mümkün olmayacağına inanılır. Oysa babanın da annenin de disiplin konusunda eşit söz sahibi olduğu ailelerde çocuklar çok daha sağlıklı büyüyorlar ve aile içi iletişim sorunları en aza iniyor. Çocuğun babadan korkması baba ile ilişkisinde rahat olamamasına yol açıyor. Diğer yandan anneye de her konuda nazının geçtiğini düşünmesi yine anne ile ilişkisinde güven duymamasına ve yeterli özgüveni geliştirememesine neden oluyor. 

3. Çocukla Birlikte Uyumak 

Özellikle çalışan anneler çocuklarıyla az zaman geçirdikleri ve çocuğa daha uzun süreli şefkat hissi verebilmek adına çocukla birlikte uyumayı tercih edebiliyorlar. Üstelik çocuk da anne de bu durumdan memnun oluyor. Böylece başka bir uyku seçeneğine gerek duyulmuyor. Oysa anne baba ile uyumak çocuk için bir çok sakınca içeriyor. Öncelikle kendi başlarına kendi yataklarında uyuyamayan çocuklarda özgüven sorunlarına daha sık rastlanıyor. Yaşa bağlı gelişimsel korkularla baş etme becerisi kazanamıyorlar ve bu korkular daha uzun süre devam ediyor. Uzun süren korkular ise başka ciddi kaygı sorunlarına yol açabiliyor. Oysa bir çocuğun kendi odasında, kendi yatağında güvenle uykuya dalmasının ve huzurla sabaha dek uyuyabilmesinin ruhsal sağlığın en önemli göstergelerinden biri olduğu unutulmamalıdır. 

4. Sen Her Şeyi Başarırsın! 

Çocukların becerilerinin gelişmesi ve başarıya yönlendirmek adına yüksek beklentiler oluşturmak zannedildiğinin aksine çocuklarda yetersizlik duygularına yol açabiliyor. Çocuklar doğaları gereği becerilerini geliştirirken zamana ihtiyaç duyarlar ve yeterince iyi yapamadıkları evrelerde kendi yetersizliklerini hızlıca hissederler. Bu aşamada çocukları teşvik etmek adına fazla zorlamak ve “sen her şeyi başarırsın” dayatması aslında çocukların yaptıkları her hatada telaşlanmalarına ve sonrasında da hata yapmaktan korkmalarına sebep olabilir. Sonrasında ise yeni bir şey denemekten kaçınma, yeni ortamlara girmekten endişe duyma gibi daha ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu nedenle çocukları överken onlara farkında olmadan fazladan yük yüklüyor olabileceğimizi ve yetersizlik duyguları yaratıyor olabileceğimizi unutmamalıyız. 

5. Dünya Çok Tehlikeli 

Çocukların tehlikelerden korunması özellikle günümüzde gerçekten anne babaların çok hassas oldukları bir husus. Ancak çocukları tehlikelerden korumak adına dış dünyayı ve yabancıları çok tehlikeli göstermek, anne-babanın yanından asla ayrılmaması gerektiği konusunda fazla vurgu yapmak, insanların güvenilmeyecek varlıklar olduğunun altını çizmek çocuklarda ciddi kaygı sorunlarına sebep olabiliyor. Özellikle okul öncesi dönemde anneden ayrılma güçlükleri, dolayısıyla okula uyumda zorlanma ve her tür yenilik karşısında aşırı kaygı tepkisi verme gibi sonuçlara yol açabiliyor. Bu nedenle çocuklara dış dünyanın tehlikelerini anlatırken, insanlarla nasıl güvenli ilişki kurması gerektiğine dair de bilgi verilmesi ve hep anne babaya yapışık yaşamak yerine, tek başına kaldığında kendini nasıl koruyabileceği ve güvenebileceği kişileri nasıl ayırd edebileceği konusunda eğitim verilmesi daha yararlı olacaktır. 

6. Senden Güzeli, Senden İyisi Yok! 

Bebeklik döneminde bebeğin biriciklik hissini yaşaması temel güven duygusunun gelişiminde çok önemlidir. Ancak çocuk büyümeye ve gelişmeye başladıkça dünyada tek olmadığının kendisi gibi başka çocuklar da olduğunun, bu çocukların da kendisi gibi sevilen, özel çocuklar olduğunun ayırdına varmaya başlar. İşte bu aşamada anne babanın çocuğu tüm diğer çocuklardan üstün görerek, ona da bu duyguyu aşılaması, “sen prenssin/prensessin” tavrı çocukların, her girdikleri ortamda bu “özel” olma hissini aramalarına sebep oluyor. Böyle çocuklar rekabet ve kısançlık gibi duygularla baş etmeyi öğrenemiyorlar. Oysa bu duyguların öğrenilmesi yaşam boyu psikolojik sağlık için önemli. Her zaman birinci ve önce olmak, hep ayrıcalıklı olma arzusu sosyal ilişkiler içinde ciddi zorluklara sebep olabiliyor. Bu nedenle çocuğunuzu severken elbette sizin için biricik ve değerli olduğunu hissettirmeniz ama ona gereğinden fazla “üstünlük” duygusu da yüklememeniz gerekiyor. 

7. Abi/Abla Oldun Sen! 

Bir kardeşin doğumu birçok çocuk için yaşamın en önemli travmalarından biri olabilir. Özellikle de bu dönemde anne baba uygun tutumlar içinde değilse.. Büyük çocuğu onurlandırmak adına kardeşin doğumuyla birlikte onun abi/abla olduğunun altını çizmek ve ona birden bire evin büyük çocuğu muamelesi yapmak çocuklar için çok zorlayıcı olabiliyor. Bu yaklaşım kardeşlerine olan karmaşık duyguların daha da sertleşmesine ve anne babaya olan kızgınlığın artmasına sebep oluyor. Bunun yerine çocuğa zaman verip onun da bu yeni duruma uyum sağlaması için tüm olumlu/olumsuz duyguları ifade etmesi için yüreklendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü çocuklar bu dönemde özellikle anne babanın gözünde değer kaybetme korkusu yaşadıkları için bu süreçte anne babanın sevgisini ilgisini test etme ihtiyacında olurlar ve sıklıkla anne babanın kendisini mi kardeşini mi kayırdığını takip ederler. Sen abi/abla oldun yaklaşımı büyük çocuğu onore etmekten çok, küçük çocuğu korumaya yönelik bir yaklaşımdır. Bu da çocuğun var olan olumsuz duygularının şiddetlenmesinden başka işe yaramaz. 

8. Annen Olmam Ama! 

Çocuklar anne babanın istediğini yapmadığında ya da tam tersi olarak istemediklerini yapınca sıklıkla şöyle bir tavır sergilenir: “böyle yaparsan gideceğim bu evden” veya “beni hasta ediyorsun; annen olmak istemiyorum” Bazen kızgınlıkla bazen de çocuğu uygun davranışa teşvik etmek amacıyla söylenen bu gibi şeyler aslında çocuklar için çok ciddi bir terk edilme tehdidi niteliğinde oluyor. Çünkü çocuk ruh sağlığının en önemli temel taşlarından biri olan temel güven duygusu, “her nasıl davranırsam davranayım, sevilirim, değer görürüm” duygusu bu tür yaklaşımlarla yerini koşullu sevilmeye bırakıyor. Çocuk anne babanın istediği gibi olmadığında terk edileceğini, fiziksel olarak anne baba yanında olsa da duygusal olarak ondan vazgeçtikleri duygusunu yaşayabiliyor. Bu nedenle belki de en tehlikeli tehditlerden birinin de bu yaklaşımla oluştuğu söylenebilir. 

9. Her Şeyin Var; Kıymetini Bilmelisin ! 

Günümüz çocukları elbette bir önceki jenerasyona göre daha fazla şeye sahip olabiliyor. Özellikle de maddi değeri olan bir çok şeye sahip olabiliyorlar. Bir çok anne baba kendi çocukluğunda sahip olamadığı bir çok şeyi çocuğuna verebiliyor ve hatta bunun için çalışıyor. Diğer yandan yine günümüz anne babaları sıklıkla çocukları için oluşturdukları bu özel koşulları sıklıkla dile getiriyorlar. Çocuklarına bu koşulları sağladıkları için çocuklarının daha fazla başarılı olmalarını, daha minnettar olmalarını, daha mutlu olmalarına ve hayatlarından daha memnun olmalarını bekliyorlar. Çocuk anne babanın istediği gibi bir çocuk olmadığında da çocuğun sahip olduğu şeylerin birer birer elinden alınacağı tehdidi gündeme geliyor. Oysa çocuklar sahip olmamayı yaşamadıkları için sahip olmanın da mutluluk veren bir şey olacağı sonucuna da ulaşamıyorlar. Çoğu gerçekten anne babasını memnun edememenin verdiği suçluluk duygusunu yaşıyor. Belki bir çoğu bunu ifade etmiyor, edemiyor. Bunun yerine çatışıyorlar; talep ediyorlar; bazen de anne babanın sağladığı bu koşulları istemediklerini dile getirip onların istedikleri bir çocuk olmayı da reddediyorlar. Anne babaların bu tuzağa düşmeden çocuklarıyla ilişkilerinde bu tarz maddesel şeyleri referans göstermemeleri, başarının ve mutluluğun sahip olunan şeylerin karşılığı olamayacağını fark etmeleri önemli. Ayrıca çocuklar genellikle karşılanamayan duygusal ihtiyaçların yerine bu tarz maddesel taleplerde bulunuyorlar. Bu sebeple de anne babaların çocukların önce duygusal ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiklerini fark etmeleri önem taşıyor. 

10. Başka Çocukları Örnek Göstermek! 

Çocukların anne babaları ile ilişkilerinde en çok şikayetçi oldukları konulardan biri de başka çocuklarla karşılaştırılmaları oluyor. Aslında bir çok ebeveyn çocuğu motive etmek ve ona iyi bir örnek oluşturmak için başka çocukları örnek gösterdiğini dile getiriyor. Ancak çocuklar bu karşılaştırmayı her zaman bir tehdit olarak yaşıyorlar ve “ben yeterince iyi değilim, annem babam beni yeterli bulmuyor, onlara layık bir çocuk değilim” duyguları yaşıyorlar. Bu duygu ile büyüyen çocuklar hem rakip olarak gösterilen çocuklara hem anne babalarına öfke duyuyorlar. Diğer yandan bu duygu, genellikle çocuğun kendini daha da geri çekmesine ve çabadan kaçınmasına sebep oluyor.

Uzman Pedagog Belgin Temur