29 Aralık 2020 Salı

Yeni Yılda Çocuğunuzla Birlikte Yeni Umutlar

 Bu yıl çocuğunuzu daha iyi tanımaya çalışın; O nasıl bir çocuk? Onun yaş ve gelişim özelliklerini öğrenin. Sosyal ve psikolojik olarak yaşının özelliklerini taşıyor mu? Evde ve dış dünyada uyumlu mu? Duygusal ve davranışsal sorunları var mı? İhtiyaçları neler? İlgileri neler? Yetenekleri neler? Duygularını ifade edebiliyor mu? Bütün bunları anlayabilmek dikkatli bir takibi ve yakın ilişkiyi gerektirir. Bunun yanı sıra çocuk gelişimine ve psikolojisine ilişkin kitaplar okumak, konuyla ilgili dergilere abone olmak, seminerlere, kurslara katılmak, ana-baba okullarına gitmek, konunun uzmanlarıyla görüşmek yoluyla bilginizi artırabilirsiniz. 




 Çocuğunuzla daha fazla zaman geçirin. Bu yıl çocuğunuz için önceden fırsat bulamadığınız zamanlar yaratın. Onunla onun ve sizin keyif alabileceğiniz şekilde zaman geçirin. Onun duygularını anlamaya çalışın, ona kendi duygularınızdan bahsedin. Bunun için çocuğunuzun yaşına uygun olarak değişik yaratıcı malzemelerden yararlanabilirsiniz. Örneğin çocuklar resim aracılığıyla kendilerini çok rahat ifade edebilirler. Ayrıca oyun hamuru, kukla-evcilik gibi dramatizasyon malzemeleri de yine çok uygun malzemelerdir. 



 Çocuğunuzla birlikte katılabileceğiniz sosyal aktiviteler bulun. Birlikte yer alacağınız bir kaç sosyal aktivite hem birlikte daha fazla zaman geçirmenizi sağlayacak hem de onunla geçireceğiniz zaman keyifli olacağı için bu zamanın daha kaliteli geçmesine yardımcı olacaktır. Ortak ilginize göre, spor kulüplerine üye olabilir, resim ve sanat kurslarına gidebilir, dans dersleri alabilirsiniz. 



 Çocuklarınıza sorumluluk kazandırın. Unutmayın ki ancak sorumlulukları olan çocuklar bireyselleşebilir, gelişebilir ve psikolojik olarak büyüyebilirler. Becerileri gelişmeye başladığı andan itibaren bu becerileri desteklemek, çocuğu becerilerini kullanması yönünde yüreklendirmek sorumluluk gelişimi açısından çok önemlidir. Çocuk öncelikle kendi özbakımını yapmaya heveslendirilmelidir. Becerileri geliştikçe ve kendi ihtiyaçlarını daha az yardımla karşılamaya başladıkça kendine güveni artacak ve dış dünya ile daha rahat ilişki kurmaya başlayacaktır.



 Temel alışkanlıklar konusunda çocuğunuza örmek olun. Ondan beklediğiniz alışkanlıkların sizin de alışkanlığınız olduğunu bilmesi gerek. Örneğin düzenli olarak dişlerinizi fırçalamalı, sigarayı bırakmalı, yemeğinizi düzenli ve sağlıklı yemeli, yemek seçmemeli, sebze ve meyve yemeli, düzenli uyumalı, az televizyon seyretmeli çok kitap ve gazete okumalı ve ilgi duyduğunuz bir konudaki bir dergiye üye olmalısınız. Ailece birlikte yemek yemeye özen göstermelisiniz. Düzenli spor yapmaya gayret etmelisiniz. Ayrıca trafik kurallarına ve toplumsal kurallara uyduğunuzu çocuğunuz izlemeli. Aile büyükleriyle bir araya gelmeli ve aile ilişkilerinin keyfini yaşayarak çocuğunuza da yaşatmalısınız. Ayrıca çocuğunuza sosyal bilinç konusunda örnek olabilmek için bazı sosyal çalışmaların içinde yer almalı, çeşitli derneklere üye olmalı, bu derneklerin faaliyetlerine katılmalısınız. Çocuk Esirgeme Kurumu, yaşlıların bakımıyla ilgili kurumlar gibi kurumları ziyaret etmeli, orada gerekli yardım çalışmalarına katılmalı ve çocuğunuza sosyal yardım ve dayanışmanın hazzını ve önemini göstermelisiniz. Çünkü tüm bu alışkanlıklar ve yaşam prensipleri çocukların izleyerek ve örnek alarak geliştirecekleri alışkanlıklardır. Görerek, izleyerek ve yaşayarak öğrenme her zaman en iyi öğrenme şeklidir.



 Çocuklarınızın kültürel gelişimine katkıda bulunun. Okul, çocuğun tek öğrenme alanı değildir. Özellikle anne-baba tarafından pekiştirilen bilgiler kalıcı olurlar. Bu nedenle çocuğunuz için kültür-sanat-tarih konularını daha anlamlı hale getirebilmeye uğraşmalısınız. Bunun en iyi yolu müze, sergi, sanat galerileri gibi mekanları düzenli bir şekilde ziyaret etmektir. Ayrıca çocuğunuzda okul bilgisinin detayları konusunda merak uyandırmaya çalışmalısınız.  Bunun için ansiklopediler, belgeseller, internet kullanılabilir.



 Mağaza gezme rutinine kitap mağazalarını da ekleyin. Anne-babalar, çocukların genellikle oyuncak mağazalarında gezmek istediklerini düşünerek onların keyfini düşünerek daha çok oyuncak mağazalarını tercih ederler. Çocuğu ödüllendirmenin ve motive etmenin yolu büyük çoğunlukla ona oyuncak almaktır. Çocuklar da bir süre sonra bunu öğrenirler. Oysa kitap çok küçük yaşlardan itibaren çocukların çok ilgisini çeker. Uygun şekilde bu ilgileri pekiştirilen çocuklar sonrasında da kitaba çok düşkün olurlar. Bunun yerine oyuncak ihtiyacı pekiştirilen ve hediye olarak çok az kitap alınan veya hiç alınmayan çocuklar bunun doğal sonucu olarak bir süre sonra kitaptan hoşlanmamaya başlarlar. Kitapçı dükkanlarını gezmeyi, yeni çıkan kitapları takip etmeyi, kitap fuarlarını gezmeyi alışkanlık haline getirdiğinizde ve çocuğunuzu bir konuda ödüllendirmek için ona kitap aldığınızda çocuğunuz da bir süre sonra kitaba daha fazla ilgi duymaya başlayacaktır. 



 Bu yıl daha iyimser olun. Ailenizle, çocuğunuzla ilgili kaygılarınızın yerini bu yılın çok daha iyi bir yıl olacağı umudu alırsa bu, ilişkinizin de olumlu gitmesine neden olacaktır. Çünkü yüksek düzeyde kaygı çocukların da kaygılarının artmasına neden olacaktır. Bu nedenle kaygı uyandıran sorunları çözmeye çalışarak çocuğunuza da var olan sorunların çözüleceğine dair umut verirseniz onun güvenini de artırabilir ve bu sayede problemlerin üstesinden gelme konusunda karşılıklı daha güçlü olabilirsiniz.


                                                                                                      Uzman Pedagog Belgin Temur

6 Aralık 2020 Pazar

2 Yaşın En Önemli Sorunu: BENMERKEZCİLİK

 Çocuklarda güven duygusu ilk bir yılda gelişir. Bebekler hep annelerinin yanında olmak isterler; huzursuz olduklarında annenin yüzü, sesi, dokunuşuyla rahatlarlar ve bu yakınlığı hissetmeye ihtiyaç duyarlar. Bu noktada ebeveynler ile sağlıklı bir bağlanma gerçekleşebilmesi için bebeklerin ihtiyaçlarının olabildiğince çabuk karşılanabilmesi gereklidir. Çocukların, ne olursa olsun, her zaman annelerinin yanlarında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi önemlidir. 1 yaş itibariyle de çocuklar bu güven duygusunun rahatlığıyla anneden ayrı kalmaya biraz daha tolerans gösterebilir ve çevresini yaşayarak öğrenmeye çalışan, bağımsız bir birey olma yolunda adım atarlar. Dış dünyayı kontrol edebildiklerinin, birçok şeyi kendi kendilerine yapabildiklerinin farkına varırlar. Böylece, kendilerine olan güvenleri de artar. 2 yaş itibariyle konuşmalarının gelişmesiyle dış dünya ile ilişki kurarlar ve kendi ihtiyaçlarını ifade ederler. Hareket etme becerilerinin de artmasıyla daha çok bağımsızlaşan çocuklar büyük bir merak duygusuyla etrafı keşfetmek ve kendi sınırlarını test etmek isterler. Ve bu noktada benmerkezcilik özelliği devreye girer. Yaşamın ilk yıllarında anneye bağımlılığın yanı sıra çocukların sahip oldukları temel psikolojik özelliklerden biri de benmerkezciliktir. 


Benmerkezcilik çocuğun kendini dünyanın merkezinde görmesi; herkesin ve her şeyin onun için var olduğuna inanmasıdır. Çocuk istediği her şeye istediği an ulaşabileceğine inanır ve isteklerini ertelemekte zorlanır. Engellenmeye toleransı yoktur ve müdahale edildiğinde zorlanılır. Sözel ifade becerisi geliştikçe de tüm isteklerini fazlasıyla dile getirmeye başlar. Başkalarının da isteklerinin olabileceğinin fark edemez ve istenen her şeye ne şekilde olursa olsun anında sahip olabilmek ister. 2 yaş döneminde, çocukların anlam veremediğimiz tutarsız istekleri olur. Önceden çok arzuladıkları bir şey önlerine konduğunda  “ben bunu değil diğerini istemiştim” diye sızlanabilirler. Ve karşılarındaki kişiyi pes ettirene kadar bu çatışmaya devam edebilirler. Bu yaş diliminde çocuklar her şeye karşı gelen bir tavır içinde olabilirler. Söz dinlemezler; her konuda çatışabilir; sürekli inatlaşır; ellerine geçirdiklerini sahiplenebilir; her şeye “bu benim” diyebilir; ellerinden alınınca huysuzlanabilirler. Alışverişte istedikleri her şeyin alınmasını ister ve onu alıncaya kadar ağlayıp bağırır ve kendilerini yerden yere atabilirler. 

Aslında, sürekli isteklerde bulunarak, dokundukları, beğendikleri, gerekli gereksiz her şeyi satın almak isteyerek, çocuklar hem kendilerini, kendi kurallarını, bağımsızlıklarını kabul ettirmeye çalışırlar hem de çevredeki sınırlamaların, ailenin kurallarının ne kadar geçerli ve tutarlı olduğunu test ederler. Çocuklar varlıklarını kabul ettirebilmek için istenilen ne olursa olsun karşı çıkar ve sadece kendi istediklerini yapacaklarını kanıtlamaya çalışırlar. Bu durum 2 yaş dönemi çocuklarında beklenilen normal bir gelişim sürecidir ve kişilik gelişimi açısından da oldukça önemlidir.  Özellikle ilk 3 yıl çocuklarda benmerkezcilik çok belirgin bir tutumdur. Bu dönemde çocuklarda empati becerisi gelişmemiştir; ‘başkaları’ kavramı oturmamıştır; kendilerini başkalarının yerine koyabilme yetileri yoktur. Diğer insanların duygu ve düşüncelerini dikkate alma ve mantıksal muhakeme yapabilme olgunluğuna ulaşmamışlardır. Olayları sorgulamaz; somut ve soyut kavramları ayrımlaştırmakta zorlanırlar. Başkalarının eşyalarını da sahiplenebilirler. Ancak 3 yaş itibariyle çocukların kendilerinden başka bireylerin de olduğunu fark etmeleri, kabullenmeleri, paylaşıma daha açık bir tutum sergilemeleri beklenir. Benmerkezcilik özelliği yavaş yavaş törpülenir ve yaş ilerledikçe de azalır. 

Benmerkezcilik özelliğinin zaman içinde azalabilmesi için ebeveynlerin ufak adımlarla disiplin anlayışlarını devreye sokmaları gerekir. Ebeveynler çocuklarını erken yaşlardan itibaren sınırlarla tanıştırmalılardır. Hangi yaşta olursa olsun her çocuk belli sınırları olmasını ister; buna ihtiyaç duyar. Karşısında, kuralları uygulayan tutarlı bir anne baba görmekten hoşlanır; ancak böyle kendini güvende hisseder. Bu nedenle mutlaka önceden belirlenmiş anlaşılır ve net kurallar koyulmalıdır. Kuralların konmuş olması tek başına çocuk için yeterli olmaz; aynı zamanda koyulan kuralların tutarlı bir şekilde uygulanabiliyor olması da gerekir. Ebeveynlerin de söz konusu problemle ilgili olarak işbirliği yapmaları ve kendi aralarında da tutarlı olmaları önemlidir. Çocuğunuz sizi test edecektir ve ona karşı direnemediğinizi gördüğünde sizinle baş edebileceğini düşünecek ve isteklerine devam edecektir. Bu nedenle; önce “hayır” denilen bir şeye sonradan “evet” dememeye özen göstermek, anne-babanın dışında çocuğun çevresindeki diğer bireylerin de koyulan bu kurallara uygun davranmasını sağlayabilmek önemlidir. Ancak o zaman çocuk isteklerini törpüleyebilir ve kurallara daha rahat uyum sağlayabilir. Her iki ebeveynin de çocuğun tutumları karşısında koyulan kuralları esnetmemesi; çocuğun karşısında kararlı bir şekilde durabiliyor olması çocuğa, anne-babasının kararırın ne yaparsa yapsın değişmeyeceği mesajını iletir. Oysa tam tersi durumlarda; örneğin evde aynısının mavi rengi bulunan arabasının kırmızısını da isteyen çocuğuna annenin ‘hayır; alamayız’ dediği ancak babanın istenileni satın alarak geldiği zamanlarda; öncelikle çocuk koyulan kuralın geçerliliğini sorgular; kendince yaptığı testte babasının direnişleri karşısında mağlup olduğunu görür; ve bundan sonra bir şey aldırmak istediğinde engelle karşılaşmadan direk babasından isteyebileceğini öğrenir. Aynı zamanda çocuğun istediği oyuncağı almayan ebeveynin otoritesi de sarsılmış olur.  

Çocuğun isteğini gerçekleştirmeden ya da istediği şeyi almadan önce mutlaka bunun gerçekten çocuğun ihtiyacı olup olmadığına karar vermek önemlidir. Çocuğunuzun mantıklı isteklerine cevap verilmelidir. Tabiki de çocuğunuza çok sevdiği çikolatayı ya da oyunu alacak, oyun zamanı geldiğinde onu parka götürecek, ona beğendiği ayakkabıyı alması için fırsat tanıyacaksınız. Ama bu onun her isteğini gerçekleştirmek, tüm taleplerine cevap vermek ve kuralları onun belirlemesine izin vermek anlamına gelmez. Çocuklar çoğu zaman neyin doğru neyin yanlış; neyin zararlı neyin zararsız; ya da neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu ayırt edemezler. Anne-babalarının ve çevrelerindeki diğer yetişkinlerin yönlendirmeleriyle iyiyi, yararlıyı öğrenir ve doğru alışkanlıklar edinerek kendilerini karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı koruyabilirler. Anne-baba olarak uygulanabilecek en doğru tutum çocuğunuzun belirlediğiniz ihtiyaçlarından uygun olan birkaç alternatifi belirleyerek çocuğunuza seçim şansı sunmaktır. ‘Mavi ayakkabıyı mı yoksa pembe olanı mı almak istersin?’ diye sorduğunuzda onun da kendi seçimlerini yapabilmesine fırsat tanımış olursunuz. Alternatif sunmak aynı zamanda kurallara uyumu da kolaylaştırır. Bu şekilde, çocuğunuz mantıklı ve mantıksız istekleri karşısında ebeveynlerinin davranışları arasındaki farkı gözlemleyebilecek; hangi isteklerine cevap veriliyor; hangileri karşılıksız kalıyor daha iyi anlayabilecektir.

Çocuğa kuralları hatırlatıp, istediğinin neden olamayacağını açıkladıktan sonra çocuk hala inatlaşmaya ve isteklerini dile getirmeye devam ederse bir süre bunu görmezden gelmek; yine de vazgeçmiyorsa, ilgisini başka bir yöne, hoşlanabileceği bir objeye, yemeğe çekmeye çalışmak işe yarayabilir. Dikkatini dağıtabilecek çeşitli yollar denenebilir. Çocuğa anne ve babasıyla beraber paylaşım içinde olacağı aktiviteler önerilebilir. “Eve gidince beraber kitap okumak mı istersin yoksa resim yapmak mı ?” gibi yerine getirebileceğiniz alternatifler sunulabilir ve onun seçmesine izin verilebilir. Bu durum çocuğun ebeveynlerine karşı daha ılımlı yaklaşmasını da sağlayacaktır. Çocuk, artık kendi kararlarını veren bir birey olarak kabul edildiğini hissedecektir. Böyle davranıldığında, çocuk onun fikirlerine değer verdiğinizi, önemsediğinizi düşünecek ve yaşanılan olaya karşı direncini azaltacaktır. Çocuklar anne-babalarını zor duruma soktuklarında ya da inatlaştıkları sürece nelerle karşılaşabileceklerini bilmelidirler. Onlara, kurallara uymamanın, anne-babanın sözünü dinlememenin bazı sonuçları olduğu hatırlatılmalı ve çocuklar bu sonucu yaşayarak öğrenmelidirler. 

Çocukluk döneminde kazanılan alışkanlıklar, çocuğun kimliğini oluşturmasında, kişiliğinin gelişiminde önemli rol oynar. İleriki yaşantısında göstereceği tutum ve davranışlarda, çevresindeki bireylerle kuracağı ilişkilerin temelinde çocukluk döneminde yaşadığı deneyimler yatar. Dolayısıyla isteklerini ertelemeyi öğrenememiş, benmerkezci tutumu sergilemeye alışmış bir çocuğun bunun etkilerini yetişkinlik döneminde de taşıyacağı düşünülmelidir. 

Benmerkezciliği pekiştirilen, sınırsız yetişen, her talebi yerine getirilen, her istediği alınan çocuklar ileriki yaşlarda sosyal çevreye uyum sağlama da ciddi problemler yaşarlar. Küçük yaşlarda sınırlarla tanışmayan, ‘hayır’ı duymayan çocuklar büyüyüp bağımsızlaşmaya, aile bireylerinin dışındaki kişilerle iletişim kurmaya başladıklarında, gerçek dünyanın farklı olduğunu, her şeyi istedikleri gibi kontrol edemediklerini, her istediklerine istedikleri an ulaşamadıklarını fark ederler. Ve bu onlar için çok daha büyük bir yıkım olur. Oysaki küçük yaşlarda kural ve sınırla tanışmış çocuklar ileriki yaşlarda yaşanabilecek bu tarz sıkıntılarla baş edebilme becerilerini kazanmış olacak ve bu durumları daha iyi tolere edebileceklerdir. Belli bir disiplin anlayışı ile yetişen, her istediklerini satın alamayacaklarını bilen, istediği şeye sahip olabilmek için sabretmesini öğrenen çocuklar, yetişkinlik döneminde kendine yetebilen, özgüvenli, sorumluluk sahibi, yeni girdiği ortamlara uyum sağlayabilen bireyler olurlar. Her istedikleri ertelenmeden gerçekleştirilen, sınırları olmayan, kurallara uymadığında bunun sonuçlarıyla yüzleşmeyen çocuklarsa ileriki yaşlarda sabırsız, dürtülerini ve kendilerini kontrol etmekte zorlanan, sırasını bekleyemeyen, isteklerini erteleyemeyen, doyum sağlamakta zorlanan, istekleri gerçekleşmediğinde öfke, mutsuzluk, huzursuzluk gibi duygusal tepkiler veren, agresif davranışlar gösterebilen bireyler olabilirler. Ayrıca, bu tutumlar depresyon, kaygı bozuklukları gibi daha ciddi psikolojik problemlere de sebebiyet verebilir. 

Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

10 Kasım 2020 Salı

Çocuk ve Model Olmak

    Çocuklar dünyaya geldikten belirli bir süre içinde kendilerini annelerinden pek fazla ayrı göremezler. Onların bir parçası gibi hissederler. Aslında durum anne için de pek farklı değildir. Sonra bu ikili ilişkinin içine baba da girer ve çocuk hayatında ilk kez annesinden farklı olarak birini fark eder. Giderek çocuk kendisini de onlar gibi görmeye başlar. Hatta anne babalar için bile durum böyledir. Henüz bebekken bile burnunu, kaşını, gözünü hatta hal, tavır ve hareketlerini kendilerine, akrabalarına benzetirler. Ancak pek çok anne-baba, kendi davranışlarıyla onu nasıl etkilediklerini pek fazla irdelemezler. Halbuki çocuk, anne babanın yaptıklarından o kadar çok etkilenir ki; bu pay hiç de yadsınacak bir miktarda değildir.


    Çocukların hayatında her zaman onu yetiştiren ebeveynlerin ya da bu kişiler yoksa onların yerinde olan büyüklerin, kendi hareketlerinde, duygularında, düşüncelerinde yeri vardır diyebilmekteyiz. Bu benzer tavırları görmemizin en önemli nedenlerinden biri çocukların bunları ya duyarak ya görerek ya da yaşayarak öğrenmeleridir. Bütün bunlar da ona çevresindekilerin bir model olduğu kanıtlamış olacaktır. Bu model alınan kimseler çocuklar için hayatlarında öncelik taşıyan, beğendiği, gözünde yücelttiği, kendisini ona karşı daha yetersiz, güçsüz hissettiği kimseler olacaktır. Bu durum garip değildir. Çünkü yetişkinlikte de olduğu gibi çocuklar da kendilerinden farklı olanı bulup onun gibi olmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla kendilerini ona benzetmeye çalışmaları da çok kritik bir noktadır. Özellikle 4-6 yaş dönemi ve sonrasında ergenlikte görülen belirgin model alma davranışlarını da kritik bir öneme sahip görmeliyiz.


    Şimdi bir de bu duruma anne baba açısından bakmak gerekiyor. Anne babalar çocuklarına model olduklarını kendilerine benzer tarafları bularak biliyor gibi görünseler de çoğu zaman pek farkına varmazlar. Çocuklar çok iyi gözlerler ve hayat hakkındaki deneyimlerini anne-babalarını izleyerek, onların davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini öğrenerek arttırırlar. Bir çocuk babasından maç izlerken nasıl davranıldığını, hangi sözlerin söylendiğini, nasıl hissedildiğini gözlemleyerek öğrenebilecektir. Diğer bir çocuk annesinin evde nasıl yemek yaptığını gözleyerek yemek yapmanın nasıl olduğunu öğrenebilecektir. Şu da bir gerçektir ki; anne babanın ‘bu yaşta bunu anlamaz, fark etmez’ dedikleri şeyleri çocuklar onlar fark etmeden detaylı bir biçimde öğrenmiş hatta kendi hayatlarında uygulamaya geçirmiş olabilirler. Dolayısıyla çocuk için tabii ki yaşına uygun bir şekilde onun yanında davranışlarda bulunmak önemli olmaktadır. Birçok anne- baba ‘Aaa.. bunu da nereden öğrendi bu çocuk, biz hiç böyle davranmayız..’ derler. Aslında çocuk onları; onların kendilerini bildiklerinden daha iyi gözlemlemiş olabilir. Ancak bu durum da anne babaların aklına aşırı korumacılığı getirebilir. Aslında durum bu değildir. Çünkü kapatmaya, engellemeye çalıştığınız birçok davranışınız çocuk için daha da ilgi çekici hale gelebilecektir. Dolayısıyla bazı şeyleri sizden daha hızlı ve kolay yoldan öğrenmesine neden olabilir. Örneğin deminki örnekten yola çıkarsak; maç izlerken öfkeli davranışlar sergileyen babayı uyaran annenin bu davranışı, çocuk için ‘kızılacak bir şey’ diye ele alınıp; önemli bir durum olarak akılda kalıcı hale getirilebilir. Dolayısıyla çocuk ilgi görmek istediği ya da öfkesini göstermek istediği durumlarda benzer şekilde davranış ortaya çıkarmaya daha yatkın hale gelebilir.


    Çocuk için insanlarla ilişkilerinde anne babasının birbirine nasıl davrandıkları, nasıl konuştukları etkili olacaktır. Örneğin, bir arkadaşına öfkelendiğinde ne yapması gerektiğini anne babasının tartışmalarından öğrenmiş ve bir stil edinmiş olabilir. Ebeveynlerin birbirine karşı kızgın oldukları zamanlardaki gibi öfkeli davranışlar gösterebilir. Bu sadece arkadaşına değil direkt anne babasına karşı da bu şekilde olabilir. Öfkeli, neşeli, mutlu, üzüntülü zamanlarımızda kendimizi nasıl ifade ettiğimize dair bilgileri onlarda bulabiliriz. Tabii ki her çocuk kendine dair ayrı bir davranış gösterebilir ancak anne babasının duygularını nasıl ifade ettiği de onun hayatını kolaylaştıracaktır. Hayatta karşılaştığı sorunları çözmekte, duygu ve düşüncelerini ifade etmeye çalışmada ve benzeri durumlarda hayatta kalabilmeyi öğrenmesi için model alma ve anne baba için de çocuğa model olmak önemlidir. Dolayısıyla anne babaların kendi hayatlarını ne şekilde yürüttükleri, insanlarla nasıl ilişki kurdukları çok çok önemli olmaktadır.


    Model olmanın iki önemli döneminden bahsedecek olursak; ilk 4-6 yaş dönemini, çocuğun kendi cinsiyetinden ebeveyniyle özdeşim kurmaya çalıştığı dönem olarak sayabilmekteyiz. Çocuk bir yandan karşı cinsiyetten olan ebeveynini diğerinden kıskanırken; kendi cinsiyetinden olanla da yavaş yavaş aynı olmaya çalışır. Örneğin erkek çocuk babasını tıraş aletini kullanırken izler ve sonra onu taklit etmeye çalışır. Kız çocuk annesinin makyaj eşyalarına meraklanır. Burada önemli olan; bu model almayı kuvvetlendirmek ve faydalı hale getirmek için belli sınırlarda bu taklitlere izin vermektir. Çocuklar çoğu kez oyunlarında anne-baba olarak zaten bu olayı deneyimlerler. Ancak baba ya da annenin yanında bunları yapabilmek de keyifli ve öğretici olacaktır. Bununla birlikte, kendi cinsiyetinden olmasa da çocuk ebeveynini taklit edebilir; burada korkulacak bir durum yoktur. Anne babanın model olarak çocuğun yaptıklarını görmezden gelmemeleri, çabalarını takdir etmeleri ancak gerekli yerlerde de sınır koyabilmeleri yararlı olacaktır.


    Ergenlik dönemi de bir diğer kritik öneme sahip yaş aralığıdır. Çocuklar bu dönemde de gerek kendi cinsiyetinden gerek diğer cinsiyette olan ebeveyninden olsun; her ne kadar öyle gözükmese de rehberliğe ihtiyaç duyarlar. Anne babaların hayat tecrübelerinin nasıl olduğunu merak ederler. Bu açıdan onların yetişkin bir görüşe ihtiyaçları vardır. Çünkü bir ergen için kendi yaşamı nereye gideceği belirsiz bir vaziyettedir ve kendi başına karar alması zorlaşır. Dolayısıyla bir ergene iyi bir model olabilmek; ilk olarak onu dinlemek, kabul etmek ve istediği miktarda ona yol gösterebilmekten geçer. Buna gerçekten ihtiyaç duyarlar. İç dünyaları oldukça karışık ve ulaşılamaz görünen ergen bireylerin anne babaları, bu durumu karmaşık olarak algılayıp ondan uzaklaşmamaya özen göstermelidirler. İlişkilerini sıcak tutmak, her iki tarafın da hayatını kolaylaştıracaktır.


    Çocuklar anne babalarının hayatlarında olmadığı durumlarda da tahmin edileceği gibi onlara yol gösterecek bir yetişkine bağlanma ve onu hayatlarında tutma ihtiyacı hissederler. Bu kişi tıpkı anne babayla olan gibi ona ışık tutabilecek, güven verebilecek bir kişi olacaktır. Bu açıdan anne-babası hayatta olmasa da çocuğun hayatında öne çıkan bir  yetişkine bu açıdan  ihtiyacı her zaman oldukça fazla olabilecektir.


    Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

2 Kasım 2020 Pazartesi

Depremi Yaşayan Çocuklar

 Deprem, bilindiği gibi tüm insanları etkileyen, herkeste korku, kuşku, endişe, telaş, çaresizlik, suçluluk gibi duygular yaratan bir felaket. Yaşı her ne olursa olsun her insan, depremin etkilerini taşıyor ve belki de taşımaya devam edecek. Ancak çocuklar üzerindeki etkileri biraz daha farklı.

Felaketin en yoğun yaşandığı ve hissedildiği ilk günlerde kaygı ve korkuların da yoğun yaşanması son derece doğal. Normal olarak zaman ilerledikçe ilk günlerde yaşanan bu kaygıların, telaşın hafiflemesi bekleniyor. Ve hem yetişkinlerin hem de çocukların, bu acıyı taşımaya devam etmeleriyle birlikte yavaş yavaş sosyal yaşama günlük doğal aktivitelere dönmelerini bekliyoruz. Ancak olayın üzerinden birkaç hafta geçmesine karşın azalmayan korkular, endişeler, uyaranlara ani tepki verme, sık sık irkilmeler, iştah ve uyku sorunları, çevreye uyum sorunları, davranış sorunları devam ediyorsa, deprem öncesi döneme göre ciddi kişilik ve tutum farklılıkları varsa mutlaka uzman yardımına başvurulması gerekmektedir.

İlk günlerde olayın şokundan kurtulamayan kimi çocukların ilerleyen zaman içinde bu belirtileri göstermeleri bekleniyor. Özellikle deprem bölgesinde yaşayan ve ölüm, yıkılma ve ardından gelen tüm sıkıntıları bizzat yaşayan çocukların ilk şok atlatıldıktan sonra kimi ruhsal sorunları daha yoğun bir biçimde yaşamaya başlamaları olasıdır. Çocuklarda zaman ilerledikçe artan ve daha somut bir biçimde görülmeye başlanan bu belirtilerin ciddiye alınması ve mutlaka bir uzman yardımıyla sorunun çözümüne gidilmesi gerekmektedir.

Özellikle depremi yaşayan çocukların yaşlarına göre etkilenme biçimleri de değişiktir. 0-2 yaş arası çocuklarda güven duygusunun gelişiminde dışarıdan aldıkları tepkilerin önemi biliniyor. Bu yaşlardaki bebeklerin temel gereksinimlerinin (ilgi, temas, sevgi, beslenme, temizlik) zamanında ve yeterince karşılanması ve karşılanma biçimi, güven gelişiminde de belirleyicidir. Örneğin uzun süre ağlamasına karşın altı kirli bırakılan, yemeği, suyu geciktirilen bebeklerin güven duygusu olumsuz yönde etkileniyor. Bu nedenle, bu yaşlarda çocukları olan anne-babalar öncelikle bebeklerinin temel gereksinimlerini karşılamaya özen göstermeliler. Kendi umutsuzluk, acı, korku ve kaygı duyguları nedeniyle sabırsız ve boş vermiş davranmamalıdırlar. Böyle bir durumda bu bebeklerin daha yoğun temasa, sevecenliğe ve ilgiye gereksinim duydukları unutulmamalıdır.

Bu bebekler kendi ebeveynlerini yitirmiş olabilirler. Bu durumda da bebekle birinci derecede ilgilenen kişilerin aynı ilkeler doğrultusunda hareket etmeleri gerekmektedir. 2-4 yaş arası çocukların ise bu felaketten tıpkı yetişkinlere benzer duygularla etkilendikleri bilinmektedir. Her şeyini yitirmiş olma, bir yere ait olma duygularının zedelenmesi, “Bundan sonra ne yapacağız?”, “Yeniden aynı tehlike var mı?” sorularının düşünülmesi ve ciddi kayıp duyguları yaşama, tehdit altında olma duyguları yaşamaları çok doğaldır. Bizlerle çok benzer duygular yaşayan bu çocukların mutlaka duygularının dinlenilmesi ve anlaşılmaya çalışılmaları gerekmektedir. Kendi yaşadığımız tüm benzer duyguların, korku ve kaygıların da anlatılması, “Ben de tıpkı senin gibi hissediyorum” mesajlarının verilmesi önemlidir.

Kendi duygularımızla birlikte “Artık tehlike bitti; yaşıyoruz ve her gün her şey biraz daha iyi olacak; seni bırakmayacağız, hep birlikte olacağız, birlikte sorunu çözeceğiz” mesajlarının defalarca yinelenmesi önemli. Onlar bu konudaki soruları defalarca sorabilirler; aynı biçimde tatmin edici yanıtların da yinelenmesi ve çocukların gerçekçi bir biçimde rahatlatılmaları, sabırla yanıtlanmaları önemlidir. Bu yaş grubundaki çocukların yaşadıkları olumsuzluklardan sonra yeniden güven kazanmaları zaman alabilir. Ve bu güveni sürekli sınama gereksinimindedirler. Bu nedenle bıkıp usanmadan bu güvenin defalarca telkin edilmesinin önemi büyüktür. Ayrıca bu yaş grubu çocukları yaşanan olumsuzluklar karşısında “Benim yüzümden oldu” suçluluğu yaşayabilirler. Bunun böyle olmadığını, doğal bir felaket olduğunu ve kimsenin buna etki edemeyeceğini, onun varlığının bizim için ne denli değerli olduğunu vurgulamak zorundayız.

Okul öncesi yaşlardaki tüm çocukların, mümkünse felaket alanlarından, acının yoğun yaşandığı ortamlardan daha normal ortamlara geçirilmelerinde yarar var. Bu noktada, mümkünse çocuğun annesi ile ve diğer aile bireyleri ile birlikte bulunmasına da özellikle dikkat edilmelidir. Çünkü annesi ve ailesi hayattaysa çocuğu yakınlarından koparmak-özellikle de okul öncesi yaşlardaki çocuklarda çok daha ciddi sıkıntılara yol açabilir.

Okul yaşlarındaki çocukların da bizimle çok benzer duygular yaşadıklarını ama çözüme dönük katkılarının da olabileceğini unutmamalıyız. Bu çocukların yaşanan bu sıkıntılarda yardım çalışmalarına katılmasını sağlayabiliriz. Bu, onların hem suçluluk duygularının azalmasına hem de kontrol duygusunu kazanmalarına, sorun çözme becerisi geliştirmelerine de olumlu etki edecektir. Tıpkı bizim gibi onlar da kendilerinin dışında kendilerinden daha zor durumda olan kişilerin yardımına koşmaya isteklidirler.

Bu çocukların tümüyle olaydan soyutlanmaları da yapay bir durum oluşturma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü yaşam boyunca karşılaşılabilecek tüm güçlükler tüm aileyi ilgilendirir ve eğer çocuk yaşı itibarıyla bunun üstesinden gelebilecek durumdaysa, hiçbir katkıda bulunmamış olmak ve olaydan tümüyle uzak bırakılmak ileride daha ciddi suçluluk duygularının oluşumuna yol açabilir. Bu nedenle hem yetişkinlerin hem de okul çağındaki çocukların kendi becerileri ve yapabilecekleri doğrultusunda bir çaba içine girmeleri gerekmektedir ve çocuklar için bu tip ortamlar sağlanmalıdır. “Her şeyden soyutlanmakla ”la kastedilen, tüm kötü görüntülere çocuğu maruz bırakmak değildir elbette. Özellikle ölüm ve ağır yaralanma görüntülerini çocukların hiçbir biçimde izlememelerinin sağlanması önemlidir.

Yine bu yaş grubu çocuklarında çaresizlik duyguları tıpkı yetişkinlerdeki gibi yaşandığından ve ilk günlerde doğal duygu yoğunlukları yaşandığından durumla ilgili belirsizliğe izin vermemek önemlidir. Bundan sonra neler olabileceği, yaşam akışlarının nasıl olacağı geleceğe ilişkin umutların neler olduğu anlatılmalı yine hayatta olmalarının anlamı ve değeri vurgulanmalıdır. Ve tüm yaşanan sıkıntıların zaman içinde en aza ineceği ve bir gün tümüyle unutulacağı anlatılmalıdır. Unutulmaması gereken konu, acılar unutulmasa da bir gün bu yaranın tümüyle kapanacağıdır. Herkes kendi kişiliğine ve yaşadığı acının boyutuna göre farklı tepkiler verebilir. Bu acıyı en hızlı ve en hasarsız biçimde anlatmanın yolu şu sıralar çaba içinde olmaktır. Tüm yardım çalışmalarına elden geldiğince aktif biçimde katılmak hem suçluluk duygularımızı hem de çaresizlik duygularımızı azaltacaktır. Çocukların yardım çalışmalarında kullanılmalarının onların kişilik ve insani değerler geliştirmelerinde de önemli payı vardır.

Bu felaketi deprem bölgelerinde değil de ailesiyle birlikte başka bölgelerde de sarsıntı biçiminde yaşayan ya da yalnızca görsel ve yazılı basın yoluyla izleyen çocukların da etkilenmeleri olası. Buradaki temel ilke çocuklara ölüm ve acı görüntülerini izlettirmemektir. Televizyon karşısında, sürekli biçimde sizin ağladığınızı, durumla ilgili korku, kaygı ve çaresizlik yaşadığınızı izleyen çocuklar kendilerini tümüyle korunmasız ve tehdit altında hissedebilirler. Elbette ki acının yaşanması doğal ama eğer sizin yaşadığınız bu kaygılar günlük yaşamınızı etkileyecek boyuttaysa bunu evde çocuklarınızla yaşamak yerine bir uzman yardımına başvurmalısınız. Deprem bölgesi dışındaki ailelerin çocuklarını mümkün olduğunca olağan sosyal yaşantının içine sokmaları, yaşamın kalınan yerden aynen devam ettiği, aynı umut ve beklentilerin sürdüğü mesajını vermeleri, çocukların normal psikolojik durumlarına dönmelerini hızlandıracaktır. Aynı biçimde bu çocukların da deprem bölgesinde yardıma gereksinimi olan kişilere ve çocuklara yardım etmeleri sağlanmalıdır. O bölgeye götürülemeseler de kendi harçlıklarından, oyuncaklarından giysilerinden bir bölümünü yardım amacıyla kullanmaya yöneltilmelidirler.

Aile bireylerinden birini, birkaçını ya da tümünü yitiren çocukların durumları elbette ki daha da zor. Bu çocuklar tüm bu sıkıntıların yanı sıra ciddi başka kayıplar da yaşıyorlar. Diğer çocuklar evlerinin, eşyalarının, oyuncaklarının kaybını yaşadıkları sırada bu denli zorlanırken, bu çocuklar bir de çok daha temel olan varlıklarını yitiriyorlar. Bu durum, özellikle anneye bağımlılık gösteren 0-3 yaş çocuklarını daha fazla etkiliyor. Temel güven duygusunun gelişiminde çok etkili olan anneye yakın olma duygusunu da yitiriyorlar. Eğer 0-3 yaş arasında olan, ailesinde bir kayıp ya da kayıplar yaşamış bir çocukla ilgileniyorsanız mutlaka bu çocuğun sürekli yanında olun, beden temasına çok önem verin ve tüm temel gereksinimlerinin zamanında ve sevecenlikle karşılanmasına özen gösterin. Daha büyük çocuklara da “Annen hastanede, uzağa gitti, sonra gelecek vb.” gibi yalanlar yerine, çocuk ilk şoku atlattıktan sonra annesinin öldüğü ama onun güvende olduğu, bu durumdan ötürü herkesin çok üzgün olduğu ve artık yapılabilecek bir şeyin olmadığı anlatılmalıdır. Bu arada küçük çocuklarda olduğu gibi daha büyük çocukların da temel gereksinimleri aksatılmadan karşılanmalı, bol bol kucağa alınmalı ve ağlamasına engel olunmamalıdır. Bu sırada yaşadığı, suçluluk vs. duyguları da ifade etmesi için ortam sağlanmalıdır.

Korku, telaş, kaygı, ürperti, uyarılara ani tepki ya da tepkisizlik, uykusuzluk, iştahsızlık, genel mutsuzluk hali, çökmüşlük hali, artan dikkat sorunları, sinirlilik ve davranış sorunlarının yoğun bir biçimde devam ettiğini izlediğiniz çocuklar varsa hatta bu belirtiler her geçen gün artıyorsa bu çocukların ciddi bir psikolojik ve/veya psikiyatrik yardıma gereksinimi olabilir. Bu durumda bir an önce profesyonel kuruluşlara başvurulması gerekmektedir.


Uzman Pedagog Belgin Temur

24 Ekim 2020 Cumartesi

Çocuklarda Görülen "İzinsiz Alma" Davranışı

Bazen ailece gidilen bir misafirlik gezisi dönüşü, bazen anaokulundan eve dönüşte, bazen de markette yapılan alışverişten dönerken çocuğunuzun elinde, cebinde veya çantasında kime ait olduğunu bilmediğiniz, kesinlikle sizin almadığınız ve çocuğunuza ait olmadığınıza emin olduğunuz çeşitli objeler, oyuncaklar, şeker ve çikolata gibi yiyecekler bulabilirsiniz. 


Çocuğunuza bu eşyaları veya yiyecekleri nereden bulduğunu sorduğunuzda “Aldım, bu benim.” gibi yanıtlar alabilirsiniz. Okul öncesi dönemdeki çocuklarda bu tarz davranışlara sıklıkla rastlayabilmekteyiz. Bu yaştaki çocukların en önemli özelliklerinden biri; “benmerkezci” olmalarıdır. Benmerkezcilik, dünya üzerinde yaşayan tek ve en değerli varlığın kendi olduğunu düşünme, dünyanın kendi çevresinde döndüğünü düşünme ve bu nedenle her isteğinin, her talebinin anında yerine getirilmesini isteme anlamına gelmektedir. Bu nedenle okul öncesi dönem çocukları uygun koşulların oluşmasını beklemeden tüm hedeflerini o anda gerçekleştirerek amaçlarına ulaşmayı istemektedirler.  Eğer çocukların ulaşmak istediği amaç o an bir arkadaşının evinde gördüğü ve çok beğendiği pembe etekli bebek veya kırmızı yarış arabası ise; o oyuncağın kime ait olduğu, izin alınarak o oyuncağı istemek gerektiği, eğer oyuncağın sahibi izin verirse o oyuncağın alınabileceği ancak izin vermediği takdirde oyuncağın alınamayacağı gibi faktörler çocuklar için çok önemli kriterler ve dikkat edilmesi gereken noktalar olmamaktadır. Çünkü okul öncesi dönem çocuğu, benmerkezci özelliğinin yanı sıra henüz ”mülkiyet” kavramını da tam olarak öğrenmiş ve benimsemiş değildir. Mülkiyet kavramı, çocuğun bir nesnenin kendisine ya da bir başka kişiye ait olduğunu, kendisinin ya da diğer kişinin o nesnenin sahibi olduğunu ve onun izni olmadan başkalarının ya da diğer kişinin izni olmadan onun o nesneyi alamayacağının çocuk tarafından bilinmesidir. Ancak hem mülkiyet kavramının tam olarak gelişmediği hem de benmerkezcilik özelliğinin üst düzeyde yaşandığı okul öncesi dönem çocukları, diğer çocukların ellerinden oyuncaklarını alabilmekte ve izin almadan bu eylemi gerçekleştirmekte hiçbir sakınca-ayıp-uygun olmayan bir yön görmemektedir. Buradaki alma davranışı, bir çalma eylemi olarak nitelendirilmemelidir. Çünkü okul öncesi dönem çocuklarının yaş dönemi özelliklerine bakıldığı zaman; benmerkezci tutum, mülkiyet kavramının gelişmemiş olması, ait olma yani “benim” ve “onun” kavramlarının anlamının tam olarak yerleşmemiş olması gibi özellikler ön planda olduğundan, çocuk bu alma davranışını yanlış olduğunu, bir başkasının eşyasının izinsiz almanın toplumun kurallarına uygun olmadığını ve bu tip davranışların toplumca kabul görmeyen davranışlar olduğunun henüz ayırt edememektedir. Bu davranışın yanlış olduğunu öğrenebilmesi için çocuğun sıklıkla sosyal ortamlarda bulunması ve bu davranış ile karşılaştığı zaman çevreden gelen uyarılar ve toplumsal kurallardan bu durumun uygunsuz, beğenilmeyen ve kabul edilmeyen bir davranış olduğunu fark etmesi gerekmektedir.  


Çocuklar Neden Bunu Yapar? 


Çocukların bu izinsiz alma olarak adlandırabileceğimiz davranışının temel nedenleri; içinde bulundukları yaş döneminin en önemli özelliklerinden benmerkezcilik ve mülkiyet kavramını gelişmemiş olması, bazı anne-baba tutumları, isteklerini erteleyememe, arkadaşları gibi olma ve onlarda olan eşyalara sahip olma isteği, ilgi çekme çabası, kendini değersiz, yetersiz ve güvensiz hissetme, kendisini mutsuz eden kişilere yanıt vermek için onların eşyalarını izinsiz alma ve bu sayede onları mutsuz etme düşüncesi gibi sebepler olabilmektedir. Bazen anne-babalar aşırı kuralcı ve disiplinli bir tutum sergileyerek çocuklarını katı bir yaklaşım ile yetiştirmektedirler. Bu tarz yetiştirme tutumları, çocukların anne-babalarından yeterince ilgi ve sevgi alamamalarına ve duygusal gelişim yönünden gerektiği düzeyde beslenememelerine ve bu durum da çocukların dış dünyadan aldıkları nesneler ile beslenebilmelerine neden olabilmektedir. Bu sayede çocuklar, olumsuz da olsa anne-babalarının ilgisini üzerlerine çekebilmektedirler. Aile içerisindeki keyifsizlikler, huzursuzluklar, anne-baba arası uyum problemleri ve tartışmalar, olumsuz duygular da çocukların izinsiz alma davranışına yönelme nedenlerinden bazıları olabilmektedir. Ayrıca kardeşlerin birbirleri ile kıyaslanmaları, sürekli olumsuz özelliklerin vurgulanarak olumlu yönlerin göz ardı edilmesi gibi olumsuz durumlar da çocukların olumsuz şekillerde ilgi çekme yollarına yönelmesine sebep olmaktadır. Çocuklarda izinsiz alma davranışına; ev içinde para konusunun sıklıkla gündeme getirilmesi, koşullarda yaşanan olumsuz yönde değişiklikler, çocukların maddi cezalar ile karşı karşıya bırakılması gibi durumlar da neden olabilmektedir. Tüm bu gerekçeler, bize çocuğun bu izinsiz alma olayına neden yöneldiği hakkında bilgi vererek ışık tutabilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri de; çocuğun bu hareketi yaparak vermek istediği mesajdır. Bu nedenle bu davranışı, çocuğu olumsuz yönde yargılayarak, suçlayarak ve eleştirerek, diğer kişilerin önünde çocukla konuşarak veya onu cezalandırarak, yaptığı hareketi ayıplayarak sonuçlandırmamalıyız. Bu tarz olumsuz yaklaşımlar ileride daha olumsuz yaşantılar yaşamamıza ve varolan sorunun çözülmesi yerine giderek daha da büyümesine ve çeşitlenmesine neden olabilmektedir. 

Anne-Baba Olarak Neler Yapabilirsiniz? 


·          Öncelikle ebeveynlerin dikkat etmesi gereken en önemli nokta; çocuklarını tüm yönleriyle tanımaktır. Çocuklarının gelişen ve gelişmesi gereken tüm yönlerini tanıyan ebeveynler, gerekli dönemlerde çocuklarına uygun yaklaşımları sergilemek ve gerekli müdahaleleri yapmak konusunda daha dikkatli davranmaktadırlar.


·          Çocuklar ile yakın bir ilişki kurmak ve onları sevgi ile beslemek çok önemlidir. Ebeveynler çocukları ile kaliteli zaman geçirmeli, birlikte eğlenceli etkinliklerde bulunarak beraber harcadıkları zamanlardan keyif almalıdırlar.


·          Ebeveynler, çocuklarının özellikleri olumlu yönde pekiştirmelidirler. Olumsuz pekiştireçler, çocukların olumsuz davranışı terk etmesi yerine daha da olumsuzlaştırmasına neden olabilmektedir.


·          Çocuklarınıza, küçük yaşlardan itibaren “ben-sen-o” “benim-senin-onun” gibi kavramları öğreterek bu ayırımı yapması yönünde çocuğunuzu yönlendirin ve ona model olun.


·          Eğer almak istediği bir şey olursa, bunu önce size söylemesi ve almak istediği nesnenin sahibinden izin istemesi gerektiği konusunu vurgulamak ve bu yönde çocuğa model olmak çok önemlidir.

·          Yaptığı davranışlar üzerine çocuk ile konuşmak ve neden-sonuç ilişkisini kurabilmesini sağlama yönünde çocuğa model olmak, hem çocuğun olayı anlamasına hem de empati yeteneğini geliştirmek adına çok önemli bir noktadır.


·          Çocukların eğer imkan olabilirse, kendilerine ait bir odaları olması ve kendi eşyalarına sahip olmaları; çocuklarda mülkiyet kavramının yerleşmesine ve gelişmesine fırsat verecektir. Çocukların eşyalarını onlardan izinsiz almamak, onun izni olmadan odasında vakit geçirmemek gibi davranışlar çocuğun mülkiyet kavramını öğrenerek içselleştirmesine yardımcı olacaktır.


·          Eğer çocuklar uygun olmayan bir şekilde başkalarının eşyalarını izinsiz olarak alırlarsa, anne-baba olarak ilk yapmanız gereken; konuya sakince eğilebilmektir. Olay anında çocuğa bağırmak, onu suçlamak, yargılamak, olumsuz yönde eleştirmek, başka kişilerin tarafını tutarak yaptığının yanlış olduğunu herkesin önünde vurgulamak gibi yaklaşımlar kesinlikle uygun ve önerilen çözümler değildir.


·          Çocuğun davranışı görmezden gelmek ya da hiç olmamış gibi davranmak gibi yaklaşımlar da sorunu çözebilmek adına uygun çözümler değildir. Çocuğunuz ile sohbet ederek bu konu üzerinde konuşmak, yaptığı davranışın uygun olmadığını anlatmak ve bu davranış yerine yapabileceği uygun davranışları anlatarak öğretmek ve çocuğa model olmak, hem çocuğun yaptığı yanlışı fark etmesine hem de bu yanlış davranışı nasıl doğru hale getirebileceğini öğrenmesine yol gösterici olacaktır. İzinsiz almak yerine istemenin, satın almak istediği bir şey olursa bunu size söylemesinin, izinsiz aldığım şeyi geri vermesi gerektiğinin doğru olduğunu vurgulayın ve bu doğrultuda çocuğunuza örnek olun.


·          Çocukların ilköğretim yaşına gelmeleri ile birlikte artık mülkiyet ve aidiyet kavramlarının iyice yerleşmiş olmasını beklemekteyiz. Bu yaş dönemi itibariyle izinsiz alma davranışı, bir uyum ve davranış probleminin işaretçisi olabilir. Bu nedenle, eğer bu davranış sıklıkla gerçekleşiyorsa ve anne-baba olarak çabalarınız yetersiz kalıyor ise; yapılması gereken bir uzmandan destek almaktır. 

Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ Yarız

14 Ekim 2020 Çarşamba

Çocuğum Burnunu Karıştırma!

Burun karıştırma davranışı, pek çok çocukta gelişimlerinin belirli dönemlerinde gözlemlenen bir davranıştır. Özellikle 2-3 yaşlarında görülen burun karıştırma davranışı çocuğun kendisini ve vücudunu tanımaya yönelik bir davranış olarak değerlendirilebilir. Bazı araştırmalar bu davranışın çocuğun fark edilme ve odak olma çabası ile ortaya çıkabildiğini; bazı çalışmalar ise çocuğa rahatsızlık veren, endişe uyandırıcı durumlarda görülebileceğini aktarmaktadır.


Uygunsuz davranışların pek çoğu ebeveynler tarafından görmezden gelindiğinde sonlanır. Ancak burun karıştırma davranışı çocuğun çevresindeki herkes tarafından fark edilebilecek ve uyarılabilecek bir davranıştır; yani göz ardı etmek zordur. Bu nedenle, çocuğa hoşgörü ile yaklaşarak topluluk içerisinde burun karıştırmanın uygun bir davranış olmadığı anlatılmalı; bu davranışı banyo ya da kendi odası gibi özel bir ortamda yapmasının uygun olacağı vurgulanmalıdır. Çocuğa mendil kullanmayı öğretmek, gerekli durumlarda çocuğun mendil kullanmayı denemesine fırsat vermek ve onu motive etmek önemlidir. Burun karıştırma davranışı gösteren çocuklarda el temizliği de oldukça gereklidir. Çocuğun ellerini temiz tutmaya çalışmak ve tırnaklarını düzenli kesmek çocuğu mikroplardan uzak tutmayı sağlar.

Çocuk, el-yüz yıkama, banyo yapma gibi öz-bakım becerilerinde anne-baba tarafından nasıl bilgilendiriliyor ve kendi başlarına yapabilmeleri için teşvik ediliyorsa, burun temizliği için de aynı özende davranılmalıdır. Burun temizliğinin günlük alışkanlığa dönüşebilmesinde anne-babanın rolü büyüktür. Küçük yaşlardan itibaren burun temizliğine önem verilmeli ve çocuğa kazandırılacak temel temizlik alışkınlıkları içerisinde değerlendirilmelidir. Ebeveynlerin bakımlı ve temiz görünebilmek için gösterdikleri çaba çocuk tarafından fark edilecektir. Anne-baba kendi vücut temizliğine ne kadar önem verirse; bu çocuk için de o kadar önemli olacaktır. Çocuk çevresindeki bireylerin davranışlarını taklit etme eğilimindedir. Temizlik alışkanlıklarının kazanılmasında doğru bir model olmak, çocuğun da bu alışkanlığı kazanmasını hızlandıracaktır. Çocuktan hangi davranışları gerçekleştirmesi bekleniyorsa; anne-baba olarak da aynı davranışlar içerisinde bulunmak gereklidir. Dolayısıyla çocuklara kuralları ve alışkanlıkları öğretmede de en etkili yol bizim davranışlarımızdır.

Çocuğun burun karıştırma davranışının öncelikle fiziksel bir nedene bağlı olmadığından emin olunmalıdır. Çocuğun burnunu karıştırdığı görüldüğünde “çok çirkin”, “pis”, “iğrenç” gibi ifadeler kullanılmamalıdır. “Burnunu karıştırmaya devam edersen, seni artık sevmeyeceğim ya da gideceğim” gibi sevgiden mahrum etmeye yönelik ifadeler de doğru olmayacaktır. Çocuk bu tarz davranışlar gösterdiğinde küçümsemek; dalga geçmek, alay konusu haline getirmek ya da cezalandırmak yanlış tutumlardır ve çocuğun özgüven gelişimini de olumsuz yönde etkileyecektir. Çocuğu bu davranıştan vazgeçirmeye çalışırken, ona sorular sorarak uygun olan davranışı bulabilmesi için yol gösterilmelidir. Yaptığı uygunsuz davranışın sonuçlarının neler olabileceğini, çevresindeki kişilerin bu davranış karşısında nasıl hissedebileceğini tartışabilir; empati kurmasını da sağlayabilirsiniz. Çocuğunuzun burnunu karıştıracağını anladığınızda ilgisini başka bir yöne, sevdiği bir oyuncağa, hoşlanabileceği bir objeye ya da yemeğe çekmeye çalışabilirsiniz.Dikkatini dağıtabilecek çeşitli yollar; oyunlar önerebilirsiniz; “Beraber oyun hamurları ile mi oynamak istersin yoksa resim yapmak mı?” gibi yerine getirebileceğiniz alternatifler sunabilirsiniz. Çocuğunuzun özellikle ellerini kullanabileceği, duygu ifadesine fırsat verebilecek elişi kağıtları ya da artık materyallerle yapılacak çalışmalar, kil ve oyun hamurları, boya çalışmaları, yap-boz, lego, ritim araçları ile yapılan aktiviteler ilgiyi başka yöne çekme konusunda faydalı olacaktır. Çocuğunuzla oynayacağınız dramatizasyon oyunlarında da ona nasıl davranması gerektiği konusunda yol gösterebilirsiniz. Örneğin; oyuncak bir figürü yine oyuncaklardan yapılmış bir banyoya götürüp mendille burnunu siliyormuş gibi yapabilirsiniz. Çocuklar için –mış gibi yapılan davranışlar oldukça öğreticidir. Anne-babalar çocukla iletişimde olumsuz ifadeler yerine; olumlu bir iletişim dili kullanmaya da özen göstermelidir. Olumsuz ifadeler çocuğun istenmeyen davranışa daha fazla odaklanmasına yol açar; yani anne-baba farkında olmadan uygunsuz davranışa vurgu yapmış olur. “Burnunu karıştırma, yapma” demek yerine “Burnun kaşındığında mendil kullanmanı istiyorum” demek daha doğru bir ifade olacaktır.

Ayrıca, burun temizleme alışkanlığının pekiştirilebilmesi için çocuğun sergilediği uygun davranışlar desteklenmeli ve sözel olarak ödüllendirilmelidir. Olumlu davranışın arkasından gelen ‘aferinler’ o davranışın tekrar sergilenme ihtimalini arttırır ve çocuğu o davranışı göstermeye daha istekli hale getirir. Ebeveynler çocuklarının uygunsuz davranışları karşısında verdikleri tepkilerde ne kadar kararlı ve tutarlı olabildiklerini gösterirlerse çocuk da olumlu davranışı o kadar hızlı kazanır.

Tüm çabalara rağmen çocuğunuz burun karıştırma davranışını göstermeye devam ediyorsa bir uzman desteğine başvurmakta da fayda vardır.


Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

25 Eylül 2020 Cuma

Masum Tacizci

Çocuğunuz erkekse, 3-6 yaş grubuna girdiğinde sizin ve çevrenizdeki kadınların artık hiç kurtuluşu yok demektir! Saç, göğüs, bacak, çorap, topuk....Bir uzuv ya da bir giysiyle mutlaka onun cinsel gelişimine hizmet edeceksiniz!

Belgin Temur, anne-babanın sağlıklı model oluşturmadaki önemini vurgulayarak şunları söylüyor: “Çocuk, 2-3 yaşından itibaren sözel anlatım yeteneğini kazanır. Ailenin bu dönemdeki müdahaleci tutumu, çocukta kararsızlık ve utanç gelişimine etki edebilir. 3-6 yaş arası çocuklarda mastürbasyon etkinliğine rastlanmaktadır. Bu, çocuğun gelişim dönemine ait bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Kız çocuk babaya, erkek çocuk anneye sevgi ve bağlılık hisseder. Bu dönem, aynı zamanda çocuğun çeşitli yetişkin rolleriyle özdeşleşmeye başladığı bir dönemdir. Toplumsal çevre bilinci geliştikçe, çocuk cinsel doğasını anlamaya başlar ve aynı cinsten anne-babasının oynadığı rolü kazanmayı ister...”

Kabul etmek isteseniz de istemeseniz de, artık evde eşinizle sizin rollerinize rakip ve bunu cinsellik yoluyla keşfetmeye yönelen “masum küçük bir kadın” veya “masum küçük erkek” daha yaşıyor! Ve en büyük silahı da, siz daha akıllı davranıp hedefi doğru noktalara taşıyamazsanız, “merakı”!...

Keşif Çatışması...

Onu, yine Belgin Temur’un açıklamalarıyla tanıyalım: “Bu dönemde erkek çocuk anneyi, kız çocuk da babayı sürekli izler. Özellikle onları çıplak görmek eğilimindedir. Bu, kendisiyle ilgili farklılığı anlamaya yönelik bir keşif çalışmasıdır ve çocuk için en doğal deneyimdir. Eğer bu aşamada bir engelleme veya ceza ile karşılaşırsa bu konudaki merakı artacak ve daha yakın temasa yönelecektir. Bu noktadaki yasaklar ve azarlanmalar, çocuğun konuya ilişkin ilgisinin, ihtiyacının ve farklılığın “kötü”, “kabul edilmez” olduğu sonucunu çıkarmasına neden olabilir. Çocukların cinsel farklılıklara ilişkin merakları, bu anlamda kendi cinsiyetlerini ve bu cinsiyete ait fonksiyonları tanımak ve öğrenmek istemeleri, tıpkı yemek yemek, uyumak gibi doğal bir ihtiyaçtır. Çocuk bu konuyla ilgili her türlü sorusuna anında ve doğru yanıtlar almalıdır. Anne-baba, konunun doğal, kabul edilebilir olduğu mesajını vermeli ve gerekirse kendi aralarındaki ilişkiyi çocuğun anlayabileceği düzeyde gerçeklerden uzaklaşmadan anlatmalıdır. Çocuk bebeklik döneminde kendi doğallığı içinde anne-babasının bedeni ile tanışırsa ileride bu konuda aşırı merakı kalmayacaktır.”

Yaklaşım Çok Önemli

Temur’un verdiği bilgilere göre çocuğunuzdaki cinselliğe yönelik gelişim, son derece doğal bir aşama....... Ancak bunun “doğal”lık derecesini belirleyen de yine sizin tutum ve davranışlarınız. Örneğin televizyon izlerken kadın-erkek ilişkisinde cinselliği vurgulayan bir sahne çıktığında çocuğa hiçbir geçerli açıklama- “Ben bu filmden hiçbir şey anlamadım. Başka kanallara bakalım mı?” gibi- yapmadan hemen kanal değiştiriliyorsa; giyinirken odaya, size bir şey sormak amacıyla girdiğinde, “çok üşüdüm, aman acele giyineyim” şeklinde doğal gerekçelerle örtünme yerine, aşırı tepki gösteriyor ve derhal odadan çıkmasını söylüyorsanız; zaten çocuk bu konudaki ayıp ve yasakları hafızasının bir köşesine kaydediyor demektir. Üstelik bu kayıt sadece sizin değil, yakın çevredeki insanların tepkileriyle de son derece zengin bir hale geliyor.

Peki, ne yapmalı, nasıl davranmalı?... Bu dönemde anneye düşen en önemli sorumluluk, çocuğa olan bağımlılığından kurtulması... Böylece onun da, size olan bağımlığını ortadan kaldırabilirsiniz. Ayrıca onu engellediğinizde, simgesel kabul edilen saldırganlık gösterileri yaptığında hoşgörülü ve anlayışlı olmanız ve onu “kız çocuk” veya “erkek çocuk” rolüyle kabul edip onaylamanız son derece önemli davranış biçimleri arasında yer alıyor.

Acaba Neler Hissediyor?

Yine Belgin Temur’un açıklamalarına dönelim: “Çocuk için erkek ve dişi anlamları bizim kullandığımız gibi soyut değerler değildir ve bir taklitten ibarettir. Bununla beraber, 3 yaşındaki çocuk kendisinin kız mı, erkek mi olduğunu anlayabilir. Çünkü çevresindekiler böyle söylemektedir. Karşı cinsten kardeşi olan çocuklar, bu ayırımı daha kolay fark eder. Yine 3-4 yaş civarı çocuklar, kendi cinsel organlarını keşfeder ve duyarlılığı hissederler. Bu erkek çocuklarda daha erken olur. Organlarına dokunduklarında kuşku ve merak duyarlar. Bu aşamada yasakların konulması çocukların sık sık saklanmalarına, yalnız kalıp durularını tek başlarına keşfetmeye yönelik çaba harcamalarına neden olur. Yetişkinler, bu gelişme karşısında “dokunma, ayıp ellenmez” derler ya da özellikle erkek çocuklarına “ellersen keserim; kopar” gibi son derece hatalı uyarılarda bulunuyor. Oysa çocuk kendi cinsel organına dokunduğunda amacı yalnızca onun varlığından emin olmak ve hele erkek çocuksa yerinde durduğundan emin olmaktır. Bu durumda asla kopmaktan, kesmekten söz edilmemelidir. Bağırıp, azarlamak ise ancak bunun “alışkanlık” haline gelmesine yardımcı olur. Tepkisiz kalmak tercih edilmelidir. Ancak süreklilik halini almışsa ve çocuğun sosyal yaşantısını etkiler hale gelmişse, altında bir sorun olabileceği düşünülerek profesyonel bir yardıma başvurmalıdır.”

Nasıl Davranmalısınız?

* Meraklarını erteleme, bekletme, engelleme yöntemlerine başvurmadan, anında giderme yolunu tercih etmeniz gerekiyor.

* Onun için sakıncalı bir durumla karşılaştığınızda veya görmesini istemediğiniz bir şey varsa, ilgisini makul gerekçelerle başka yöne çekmeye çalışın.

* Tekrarlanan bir davranış karşısında yapacağınız açıklama, algılayabilme yeteneklerinin dışına çıkıyorsa, aşırı reaksiyon göstereceğinize “tepkisizliği” tercih edin ve görmezden gelin.

* Cinsel organını sık ellediğini görüyorsanız asla “yakmaktan”, “kesmekten”, “kopmaktan”, söz etmeyin. Zaten kendi içinde o, bu kaygıyı taşıyor.

* Çocuğunuzu “kız çocuk” ve “erkek çocuk” rolleriyle kabul edip, onaylayın. Bu, doğal bir biçimde, davranışlarınız yoluyla ona da yansıyacaktır.

* Çocuktaki engellenmenin, bağımlılığın ve saldırganlığın simgesel anlatımları karşısında hoşgörülü ve anlayışlı davranmaya çalışın.

* Tavırlar ciddi süreklilik kazanmışsa ve çocuğunuzun sosyal yaşamını etkiler hale gelmişse, profesyonel bir yardım almanız gerekiyor demektir.


Uzman Pedagog Belgin Temur

12 Eylül 2020 Cumartesi

Çocuğunuz Sürekli İlgi Çekmeye Çalışıyorsa..

Çocuklar neden ilgi çekmeye çalışırlar?


Çocuk dünyada var olduğu andan itibaren çevresinin gerçekleştirmesini arzuladığı   beklentilerle büyümeye devam eder. Bedensel gereksinimlerinin doyurulması ilk basamakta yer almaktadır. Daha sonrasında devam eden beklenti; bu bedensel ihtiyaçlarının yaşadığı müddetçe karşılanabileceği hissini duyabilmek ve bunun sağlanmasıdır. Böylelikle daha da büyüyen çocuğun çevresinde insanların önemini kavraması ve onlarla ilişkiler kurması dolayısıyla kendini başta ailede sonra ise toplumun diğer kısımlarında var etme çabası artmaktadır. Ancak ilgi çekmek ve ilgilenilmek bireyin hiçbir zaman reddetmeyeceği ve sonlandırmayacağı bir talebidir. Dikkat çekmek basit ama önemli bir yaşama metodudur. Çocuğun ebeveyninden herhangi bir davranışına ilgi göstermesini beklemesi bir ihtiyaçtır. Çocukların birey olmaya başladığı sürecin başlangıcından itibaren anne ve baba ile olan birlikteliğinde eskisi gibi olmayan; anne ve babaya farklı gelen bazı durumlar gözlenmeye başlanır. Çocuk artık kendi isteklerini ifade edebilmekte ve eskisi kadar ‘bağımlı’ olmamakta kararlıdır. Anne ve babasından daha farklı ve tek başına yapabildikleri karşısında çevrenin bu tür durumlara takdirini almasıyla özgüveni pekişir ve bunlar kalıcı hale gelmeye başlar. Artık anne ve babadan bağımsız bir birey olarak görülebilir. Bu durum, anne ve baba tarafından fark edilmesi ve buna uygun hareket edilmesi gereken ve çok küçük yaşlarda başlayan bir durumdur. Bütün bu ‘bağımsız’ haller, çocukların ilgi çekmeye olan yatkınlığını azaltmaz. Çocuk varlığını ispatlayabilmek ve bunun fark edilmesini kolaylaştırabilmek için dikkati kendi üzerine çekmeye çalışır. Ancak burada da önemli olan; çocuğun dikkat çekme malzemesinin olumlu ya da olumsuz olması ve beraberinde anne ve babanın bu malzemenin oluşmasına ve ilgi çekme sonucu oluşan durumun kalıcılığına olan katkısıdır. Çocuğun çevresindekilerin ilgisini çekmeye çalışması; onlardan bir beklentisinin var olduğunu  gösterir. Bu durum dikkat çekilmek istenen ihtiyacın yeterince veya hiç fark edilmediğini ve karşılanmadığını gösterebilmekle beraber aşırı bir şekilde karşılandığını da bize gösterebilir. Bunları ayırt edebilmek ancak çevreden yapılan gözlem ve anne babanın farkındalığı ile ortaya çıkabilir. Çocuklar her zaman yaşlarından beklenen olgunlukta ilgi çekme metotları kullanmayabilirler. Kimi zaman çocuklarının yaptıklarına ve isteklerine çok şaşıran ancak bunun tek nedenini çocuğun ‘yaşına göre normal olmayan istekleri’ olduğunu belirten anne babalar görebiliriz. Bazı durumlar onlar için ‘sınırsız istekler’ haline gelebilmektedir. Ancak burada çocuğun o tipte bir davranışına önceden zemin hazırlayan çevresel etkenleri; başta anne ve baba tutumlarını ele almak gerekmektedir.


 Sevgi için mi ilgi çekmeye çalışırlar?


İlgi görmek beraberinde sevildiğimizi de bize hissettirebilir. Bazen birilerinin bizi fark etmemesi sıkıntı yaratabilmekte ve o ortamdan ya da kişiden uzaklaşmamızı sağlayabilmektedir. Bazen de sevildiğimizi sadece bu yolla anlamak isteriz.  Durumdan duruma değişen bu anlayışlar ilgilenilmeyi nasıl anladığımızla alakalıdır. Çocuklar için de bu durum benzerdir. İlgilendiğimizde mutlu olabilmektedirler. Ancak sevginin ifadesini sadece bir durum olduğunda ilgilenmekle eşleştirmek çocuk için olumsuz olabilmektedir. Karşılıksız şekilde de sevildiğini, sevildiğini hissetmek için sürekli dikkat çekmesinin gerekli olmadığını fark eden çocuk durumu ayrıştırabilir. Beraberinde her dikkat çekici durumda aşırı bir onaylama ve sevgi gösterisi yapan çevrede büyüyen çocuk; dikkat çeken bir durum yaratamadığında sevgisiz kalmaktan korkabilir. Öyleyse bu duyguyu çocuğa hissettiren kişiler olarak anne ve babaların, sevgilerini farklı zamanlarda sözel ya da davranışla ifade ederek; sadece bunun ifadesini durumlara koşullamamaları, çocukların sevildiklerini bilmeleri yönünde daha anlamlıdır. Ancak çocuğun yaptığı olumlu bir durumdan dolayı takdir almaya ihtiyacı vardır. Bu gibi durumları da atlamadan onu cesaretlendirmek ve edinilen durumun kalıcılığını sağlamak da önemlidir. Unutulmamalıdır ki; her tür ilgi hiç ilgilenilmemeye tercih edilir; bu durumda ailenin tutumu önem taşımaktadır. Ancak bunu sadece sevginin ifadesi olarak görmemek ve sadece buna bağlamamak gereklidir.

Böyle bir durumda anne-babaların ilgi göstermesi çocuklarını şımartmaları doğru mudur?

Anne babalar;  çocuklarının beklentileri ve kendi beklentileri arasında kalarak bir aile olmaya çalışırlar. Burada temel aldıkları iki nokta; çocuklarının sevgisiz büyümeleri ile ilgili endişe ya da çocuklarının şu an ‘şımarık’ olması ancak ileride de bu tip bir karaktere sahip olabileceğine dair endişedir. Bu her iki durum da anne ve babanın veyahut çocuğu yetiştiren kişinin farkında olarak ya da olmadan çocuğuyla olan ilişkisini ve çocuğun karakterini etkiler. Çocuğu ile sadece ilgi çekmeye çalıştığı zamanlarda ilgilenen anne ve babanın bu durumu değiştirmemesi; çocuğun bu yolla kendini var edebilmesine ve ihtiyaçlarını bu şekilde karşılatabilmesine neden olur. Karşılıksız olarak elde ettiği olumlu ilgiyi kazanamayan çocuk; sürekli dikkat çekebilmesi gereken davranışlar sergiler. Bu çocuk için yorucu ve yaralayıcı bir süreçtir. Ailenin bu tip bir tutumda olduğunu fark etmesi ve ilgili olmayı daha yaygın,genel hale getirmesi gereklidir. Çocuğun yanlış bir davranışına ilgi göstermek ve bunu sürekli hale getirmek ise; çocuğun kendisinin bu tip bir davranışı ile ortaya çıkabildiğini fark etmesine ve dolayısıyla  ihtiyacını bu şekilde karşılamasına neden olacaktır. Böylece çocuk aynı ilgiyi elde edebildiği sürece bu durumu ortaya çıkartmak için daha da cesaretlenecektir.  Diğer bir yandan, çocuğun sevgi ihtiyacının hiçbir zaman tam doyurulmadığına yönelik endişe, çocukların ‘ilgilenilme’ konusunda sorun yaşamalarına neden olacaktır. Anne ve babaların, çocuklarının her ortamda ve her zaman sevgi ile büyümelerini istemeleri normaldir. Ancak bu durum çocuğun her zaman sevginin en fazlasını alması gerektiği ve bu ihtiyacın sürekli doyurulması gerektiği anlamına gelmemektedir. Tıpkı diğer ihtiyaçlarımızın gerektiği kadar doyurulması normal kabul edildiği gibi; bu duygusal ihtiyacın da aşırı olmasından çok kararlı bir sürekliliğe sahip olması gerektiğini bilmekteyiz. Çocuğun bu aşırı ‘ilgi’ karşısında; aşırı bir ‘ilgilenilme’ ihtiyacı ile anne ve babanın hatta kimi zaman çevresindeki yakınlarının sürekli dikkatini çekmeye çalışması beklenen bir durum ortaya çıkarmaktadır. Böylelikle çocuk hem aile içerisinde hem de diğer topluluklarda yaşından beklenen düzeyde kendini ifade etmekten kaçınabilir ve isteklerini ifade edemeyebilir. Bu durum karşılıklı zor ve yorucu bir süreçtir. Çocuğun kendini ifade etmeden bir şeylerin fark edilmesini ve gerçekleştirilmesini istemesi; isteklerinin fark edilmediği ve yerine getirilmediği durumlarda huzursuzluk yaşamasına ve çevreye karşı öfke duymasına neden olur. Çevrenin bu tip bir durumda çocuğun kendini ifade etmesine izin vermesi ve isteklerini konuşarak ifade edebilmesi için beklemesi; çocuğun özgüven gelişimi ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için gereklidir. Aksi taktirde  anne ve babanın da çocuğa  karşı bu tip bir hassasiyet içerisinde olması; sürekli yorucu bir çaba göstermesine neden olacaktır ve bu çocukla iletişimde olumsuz bir durum yaratabilmektedir. Buradaki problem, çocuğun ilgilenmekten çok ilgilenilmeyi benimseyerek bireyleşme ve beraberinde bağımsızlaşmaya olan isteğinin azalmasıyla gerçekleşir. Ayrıca anne ve baba da durmadan çocuklarının sürekli bir şeyler talep ettiğini; ‘şımarık’ olarak büyüdüğünü vurgulayabilmektedirler.   Burada anne ve babanın çocuğun hangi davranışlarıyla nasıl dikkat çekmeye çalıştığını iyi gözlemlemesi; durumun olumlu ya da olumsuz bir dikkat çekme olup olmadığına göre doğru tepki verebilmeleri çocuğun olumlu kişilik kazanımları için gereklidir. Çocuğun ilgi çekerek ihtiyaçlarının karşılandığı durumlara sınır koyabilmek, isteklerini nedenleri ile birlikte konuşarak anlatabilmesi için teşvik etmek ve anne babanın her istenileni ‘şimdi ve burada’ olarak gerçekleştirmemesi, çocuğun ilgi çekme metodunu doğru şekilde kavramasına ve uygulayabilmesine yarayacaktır. Çocuk bu şekilde ilginin yeterliliğini özümseyecektir. Burada anne ve babanın neden bu şekilde davrandıklarını sorgularken; kendi anne ve babalık yeterliliklerindeki eksikliğe dair endişelerinin olup olmadığını gözden geçirmek; eğer varsa bunun ne kadar etkili olduğunu düşünmek gereklidir. 

Anne-babalara tavsiyeler

·    Temel olarak çocuğun her daim sevileceğini fark edebildiği bir ortamda yaşayabilmesi ilgi çekmenin bir hem çocuk hem de anne ve baba için problem olarak yaşanmamasını sağlamakta birincildir. Çocuğun her türlü duruma uygun tepki verebilen bir anne babaya sahip olması sürekli dikkat çekerek kendini onlara ispatlamasına gerek duydurmamaktadır. 

·    Çocuğun sürekli dikkat çekmeye çalışarak ilgiyi elde etmeye çalıştığı durumlarda aşırılık durumunda yapılacaklar önemlidir. Çocuğun olumlu davranışını ödüllendirmek önemlidir. Ancak bunun yoğun süreklilik göstermesi durumunda; sınırlandırmak ve yoğun ilgiyi azaltmak gereklidir. Bu olumlu yoksunluk halinde çocuk yaptığının abartılı olduğunu fark edecek ve gerekli zamanlarda gerekli miktarda ilgiden memnun olmaya başlayacaktır. Çünkü anne ve baba ona eğer uygun zamanda ve uygun miktarda tepki verirse; çocuk olumlu olanın değerini daha iyi kavrayacaktır.

 ·    Çocuğa sadece ilgi çekmeye çalıştığında değil; günlük hayattaki her hangi bir durumda da ilgi göstermek gereklidir. Bu durumda çocuk sürekli  ‘ilgi çekmeye çalışmayı, iletişim için bir gereklilik olarak görmeyecektir.

 ·    Çocuğunuz ile iletişiminizi sözel olarak sürdürmeye önem verin. Farklı olaylardan konuşmak; onu dinlemek ve sizi dinlemesini sağlamak birçok konuyu birlikte konuşabilmenizi ona ispat eder. Bu durumda ilgilenilecek birçok konunun olduğu; dolayısıyla biriyle ilgilenmenin ve dikkat çekmenin, başkası tarafından isteklerimizin anlaşılmasının doğal olarak konuşmada gerçekleşebileceğini ona gösterin ve kendini ifade edebilmesi yönünde onu motive etmeye çalışın. 

·    Bu konuda aile içerisinde ona model olmak da önemli bir yer tutmaktadır. Anne ve babaların kendi arasındaki iletişimin etkin olduğu; birçok konunun konuşarak ele alındığı durumlarda; çocuk bunun kendini ifade etme yolu olarak seçilebileceğini kavrayabilmektedir.  

·    Çocuğun ilgi çekmeye çalıştığı konular anne ve baba olarak ayırmak ve hangisinin kalıcı olarak ele alınması gerektiğine karar vermek önemlidir. Olumlu görülen durumu ödüllendirmek, onaylamak çocuk için cesaretlendirici ve güven veren bir hal yaratır. Olumsuzları ise görmezden gelmek davranışın değişmesine ve giderek yok olmasına neden olmaktadır. Bunun dışında çocuğun hiçbir davranışıyla ilgilenmemek onun için sürekli varlığını ispat etmeye çalışacağı yorucu bir durum oluşturacaktır. Bunun önceden fark edebilmek ve fark edildiğini gösterebilmek de önemlidir.Ancak çocuğa bu yönde davranırken tutumları aynı şekilde düzenlemek de güven hissini pekiştirmektedir. 


Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

2 Eylül 2020 Çarşamba

Ergen ve Akran-Arkadaş İlişkileri

Ergenlik döneminin başlaması ile birlikte ergen anne-babadan ayrışmak dışında başka bir gelişimsel görev ile karşılaşır: arkadaş ilişkileri kurma ve bunları geliştirme. Havighurst’e göre ergenlikteki gelişim görevlerinden bir tanesi, ergenin her iki cinsten yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkiler kurmasıdır. Bu görev Havighurst tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: ilk ergenlikte ergen genellikle aynı cinsten arkadaşları ile ilişki kurmaktayken; ergenlik ile birlikte bu ilişkilerin yerini daha olgunlaşmış kadın-erkek ilişkileri almaktadır. Bu ilişkinin gerçekleşebilmesi için ergen hemcinsleri ve karşıt cinsten oluşan karma bir grup içerisinde iken neyi, nasıl söyleyeceğini ve toplumsal etkinliklere nasıl katılacağını öğrenmek durumu ile karşı karşıya kalır. Tüm bu görev ve etkinliklerin gerçekleşmesi sürecine kültürün çok büyük bir etkisi vardır. Bu ilişkiler içinde yaşanılan kültüre uygun bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu etkenin yanı sıra içinde bulunulan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel statü de bu gelişim görevlerinin nasıl şekilleneceğini etkilemektedir. Örneğin Havighurst’ün bulgularına göre: orta sınıf Amerikalıların toplumsal başarıyı çok sayıda arkadaş sahibi olmayı, yüksek statüyü, geç evlenmeyi tercih ettiklerini; buna tam zıt gelen bir tutum olarak alt sınıfın erken cinsel yaşantıya, erken evliliğe, çeteleşmeye, komşuluk ilişkilerine yöneldiği ortaya çıkmıştır. 


Ergenlik, genellikle aileden uzaklaşarak arkadaşlar ile dolu bir dünyaya atılan bir adım olarak görülmektedir. Ergenler, beklenildiği üzere, zamanlarının çoğunu arkadaşları ile, daha azını ise aileleri ile birlikte geçirmektedirler. Bunun nedeni olarak; ergenlerin arkadaşları ile vakit geçirerek kendilerine bir sosyal hayat kurmalarından ve duygusal ve destekleyici güç olarak arkadaşlarını görmelerinden bahsedilebilir. Aslında arkadaşlık ilişkileri her zaman önem verilen bir konu olmuştur ancak şu sonuç bu durumun ciddiyetini bizlere tekrar hatırlatmaktadır ki; ergenler vakitlerinin 1/3’ünü arkadaşları ile geçirmektedirler.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir kavram farklılığı vardır: akran ve arkadaş. Akran, kişi ile aynı yaşta olan, ortak noktaları olabileceği gibi birbirini hiç tanımamış olan kişileri içerebilmektedir. Ancak arkadaş; bireyin birebir ilişkide olduğu, ortak noktalarda, beğenilerde buluşabildiği, birlikte vakit geçirmekten keyif aldığı yaşıtlara verilen isimdir.

Ergen, çocukluk çağından çıktığı zaman ev ortamı ona dar gelmeye başlar. Anne-baba ile aynı noktalarda buluşamamaya, birçok alanda aynı fikri paylaşmamaya ve bir çok konuda farklı bakış açılarına sahip olarak çatışma yaşamaya başlayan ergen, kendi ile aynı yaşantılara sahip olan, aynı ev içi sıkıntıları yaşayan, bağımsız ve karışılmadan kendi kurallarını koyarak hayatını yaşamak isteyen aynı paydada buluşabildiği arkadaşları ile vakit geçirmeyi tercih etmeye başlar. Çünkü ev ortamında anlaşılmadığını, değerli olmadığını, hala çocuk olarak var olduğunu hisseden ergen, bu yeni ortamda anlaşıldığını birey olarak değer gördüğünü ve “büyük” bir birey-yani yetişkin- olduğunu hissetmektedir. 

GEÇMİŞ YAŞANTILARIN ARKADAŞ İLİŞKİLERİNE ETKİSİ

Bu dinamik sistem içinde var olabilmek için bireyi ergenlik dönemine kadar getiren çocukluk dönemi arkadaşlık ilişkilerine ve sosyal becerilerine göz atmak gereklidir. 

Arkadaşlık kavramı, daha ilk çocukluk yıllarında gelişmeye başlamaktadır. Her birey çocukluktan ergenliğe bir arkadaşlık ilişkisi ve sosyal beceri altyapısı ile gelmektedir. Çocukluk dönemindeki arkadaşlık ilişkileri genellikle ebeveynler tarafından başlatılıp yönlendirilen ve geliştirilen ilişkiler olmaktadır. Ebeveynlerin arkadaşlarının çocukları ile kurulan arkadaşlık ilişkileri buna örnek olarak gösterilebilir. Medyanın, özellikle televizyon showları, filmler ve popüler şarkı ve şarkıcıların ve daha ileri yaşta olan ergenlerin de çocukların arkadaş ilişkilerine ve ilişki kurma becerilerine etkisi olmaktadır. Çocukluk döneminde arkadaşlıklar genellikle yakın yerlerde oturan ya da aynı sınıfta olan kişilerle kurulmaktadır. 

Hatta tüm bunların yanı sıra, Bronfenbrenner’in mezosistem kavramı da arkadaş ilişkilerinin gelişimini etkilemektedir. Distal ve proksimal, yani yakın ve uzak sosyal bağlamlar, arkadaşlık ilişkilerine etki etmektedir. Proksimal yani yakın bağlamlar; arkadaş ilişkilerini direk olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak komşular ve komşuluk ilişkilerini, yaşanılan yeri, okul ve okul ilişkilerini gösterebiliriz. Distal yani uzak bağlamlar; arkadaş ilişkilerini dolaylı olarak etkileyen etkenlerdir. Bunlara örnek olarak adalet sistemi ve iş koşulları gösterilebilir. Bunların yanı sıra, makrosistemin de, yani kültürel normların da arkadaşlık ilişkilerinin kalitesini ve şekillenişini etkilediği görülmektedir. 

Çocukluk döneminde daha sınırlı arkadaşlık ilişkisi kuran ve bunu sürdürmekte sıkıntı yaşayan bireyler, aynı zorlukları hayatlarının ilerleyen dönemlerinde de yaşamaktadırlar. Hodges (1999)’ın araştırma sonuçlarına göre, arkadaşlık ilişkisi kuramayan ve arkadaşı olmayan bireyler, zorbalık ve kabadayılık yapma konusunda daha çabuk hedef yönelen kişiler olabilmektedirler. Yetişkinlik döneminde ise bu kişiler, dışlanma ve grubun dışında kalma gibi durumlar ile sıklıkla karşı karşıya kalmaktadırlar.  

ARKADAŞ İLİŞKİLERİNİN YAPISI

Çocukluk ve ergenlik döneminde arkadaş ilişkileri bazı evrelerden geçmektedir. İlkokulun ilk yıllarındaki evrede ilişkiler çocuklarını birbirlerine verdikleri hediyeler ve ödüller üzerinden yürümektedir. Bu evreye “ödül evresi” adı verilmektedir. Bir sonraki evreye “normatif evre” denmektedir. Bu evrede ise, çocuklar arasında paylaşımlar başlamakta ve bazı normlar oluşmaktadır. Üçüncü evre olan “empatik evre”de karşılıklı anlayış, ortak paydalarda buluşan ortak ilgiler ve kendine ait sırları paylaşma başlamaktadır.

Bireyler ergenlik dönemine geçtikleri zaman arkadaşlık ilişkileri hem daha önemli hem de daha karmaşık bir hal almaktadır. Arkadaşlığın boyutları ve şekli değişmektedir. Arkadaşlık ilişkileri ilerleyen yıllarda karşılaşılacak olan romantik ve seksüel ilişkiler için de zemin hazırlamaktadır.

Çocukluk ve ilk ergenlik dönemindeki arkadaşlıklar genellikle iki kişiden oluşan ilişkilerdir. Bu tarz arkadaşlıklara “çift arkadaşlığı” adı verilmektedir. Genellikle kızlar arasında yaygın olarak görülmektedir.

Arkadaşlık ilişkileri bazen formal şekilde oluşmaktadır. Buna örnek olarak yetişkinler tarafından oluşturulan ve süpervize edilen sosyal faaliyet, spor takımları, dini gruplar veya toplumsal faaliyet gruplarında sürdürülen ilişkileri gösterebiliriz. İnformal olarak sürdürülen ilişkiler ise yetişkin süpervizyonu olmaksızın gençler tarafından oluşturulan ve sürdürülen bir grup arkadaş ilişkisini veya yakın çevrede oturan arkadaşlardan oluşan oyun gruplarını içermektedir. Bu tarz küçük grupların sınırları belirlenmiştir. Bu gruplara “klik” adı verilmektedir. Kliklerde grupta yer alan kişiler her şeyi birlikte yapmaya çalışırlar ve etkileşim kurma temelli bir paylaşımları vardır. Genellikle aynı cinsten üç ya da dört kişiden oluşur ve dostluk, güvende olma, becerilerini değerlendirme olanağı sağlar. Dunphy (1963)’nin bulgularına göre ergenlerin %70-80’i bir klik üyesidir.

Bunun yanı sıra, ergenler bu dönemde birden çok “klik”in üyesi olabilmektedirler. Formal olarak bir spor takımının grubuna ait olan genç, aynı zamanda okul içerisinde ve mahalle içerisinde iki “klik”in daha üyesi olabilmektedir. 

Çift arkadaşlığı ve klik gibi ait olunabilecek bir diğer arkadaş grubu da daha büyük sayıda ergenden oluşan gruplardır. Okullarda ve topluluklarda görülen bu gruba “topluluk”, ”takım” ya da “yığın” adı verilmektedir. Diğer gruplara göre daha geniş, üye sayısı daha fazla olan, ortak ilgileri paylaşan, genellikle 10-20 kişiden oluşan gruplardır. Kliklerin tam tersi bir özellikleri vardır, yani tek cinse ait ergenlerden değil her iki cinse de ait ergenlerden oluşmaktadır. Genellikle sadece hafta içi günlerde değil, hafta sonlarında parti, dans, spor gibi etkinliklerde birlikte vakit geçirirler. Bu tarz gruplarda genellikle etnik ya da sosyo-ekonomik özellikler, oturulan yer ve bireyin özellikleri önem kazanmaktadır. Zenginler-fakirler, kuzeyliler-güneyliler, siyahlar-beyazlar, futbolcular-basketbolcular gibi sınıflamalar bu grupları şekillendirmektedir. Kliklerde ve çift arkadaşlıklarda yer almayan ancak bu gruplarda var olan bir özellik de; gruba ait olmanın iletişim ve etkileşim ile değil daha çok tanınma ile ilgili olmasıdır.

Bu grupların dışında bir de “çete” adı verilen gruplar bulunmaktadır. Çeteler genellikle daha geniş kent alanlarında ortaya çıkmaktadır. Azınlıkların ve alt sosyo-ekonomik sınıflara ait bireylerin oluşturduğu gruplardır.

Ergenler neredeyse tüm enerjilerini bir gruba ait olmak için harcarlar. Grubun dışında kalmamak adına grubun tüm kural ve sınırlılıklarına uyum sağlar ve grup dışında kalmamak için neredeyse “baskı” altında kalabilirler. Bu durum, aslında içinde bulundukları yaş grubuna ve gelişim özelliklerine uygun bir gelişmedir. Bazı anne-babalar ergenlik dönemindeki çocuklarının hep evde oturup ders çalışmasından övgüyle bahsetmektedirler. Aslında bu durum ergenlerin içinde bulunduğu ruhsal, bilişsel ve fiziksel gelişim özellikleri ile çok örtüşmemektedir ve aslında dikkatle takip edilmesi gereken bir noktadır.

Her grubun kendine ait bazı özellikleri vardır. Grubun özelliklerine uygun olan giyinme tarzları, genel davranış biçimleri, konulma şekilleri, kullanılan ifadeler, dinlenilen müzikler, gidilen yerler, “takılınan” mekanlar, boş zaman aktiviteleri aynıdır ve bize grubun özellikleri hakkında bilgi verir.

Ergenlik dönemi boyunca bir gruba ait olma ve popülerlik kavramları önem kazanmaktadır. Coleman(1961)’ın bulgularına göre popüler olma, derslerde ve akademik başarıda üst düzey performans göstermekle değil, herhangi bir spor faaliyetine devam etmeye ve bir gruba ait olmaya bağlıdır. Ayrıca ergenin arkadaşları tarafından aranıyor olması, arkadaşlarının onu beğenmesi ve benimsemesi, ergenin benlik saygısı için önemli bir koşuldur.

Ait olunan arkadaş grubu bireyin sosyal beceri gelişimine, kişilik gelişimine, çevresi ile ilişki kurma biçimine katkılar yapmakta ve bu becerilerin gelişimini etkilemektedir. Akran grubu ergenin kimlik kazanım sürecini hızlandırmaktadır. Grup, ergen için bir ayna görevi yaparak bireyin kendisini tanımasını, dışarıdan nasıl görüldüğünü bilmesini ve kendini değerlendirmesini sağlar. Grup içinde ergenlerin sosyal becerileri ve ilişki kurma paternleri de gelişmektedir. Ayrıca cinsiyete ait model bulma ve cinsiyet davranım kalıplarını öğrenme konusunda da grup ergene örnekler sunabilmektedir. Yaşanılan üzüntüler ve duygusal krizleri ergenler ait oldukları gruplarda çözmektedirler. Parlee (1979) tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre 4.000 deneğin %51’i bir duygusal sıkıntı durumunda bu sıkıntının paylaşımı ve çözümü için ailesine değil arkadaşlarına yönelmektedir. Bu araştırmanın bir diğer sonucuna göre ergenlerin %68’inin 1-5 arasında yakın arkadaşı bulunmaktadır. Arkadaşlarda önemli olan özellikler ise yaşlarının yakınlığı ve fiziksel görünümdür. Arkadaşlarda aranan önemli niteliklere bakıldığında ise güvenli koruma (%89), sadık olma (%88), sıcaklık ve sevecenlik (%82), destek olma (%76), açık sözlülük (%75) ve mizah duygusu (%74) yer almaktadır. 

Arkadaşlığın işlevlerine baktığımız zaman Duck (1973) bu özellikleri şöyle özetlemiştir:
* Bireye ait olma duygusu sağlaması
* Bireyin duygusal bütünlüğünü ve kararlılığını sağlaması
* Bireye iletişim fırsatı sağlaması
* Bireye yardım ve destek sağlaması
* Bireye değerli olduğu duygusunu vermesi
* Bireye başkalarına yardım etme fırsatı sağlaması
* Kişiliğin desteklenmesi. 

ERGENLİKTE ARKADAŞLIK

Sosyal gelişimin becerilere yansımasının yoğun olarak yaşandığı ergenlik döneminde ergenler bu becerilerini arkadaşlık ilişkilerini arttırmak adına yoğun biçimde kullanmaktadırlar. Araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre arkadaşlık kolay gibi gözüken ancak aslında incelenmesi gereken en önemli konulardan biridir. Yapılan araştırmalara göre ergenlerin neredeyse çoğu en az bir yakın arkadaşları olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bu dönemi takip eden altı ay içinde ergenlerin en yakın arkadaşlarının değişebildiği görülmüştür. Brendgen ve arkadaşlarının (2001) araştırma sonuçlarına göre kız ergenler erkek ergenlere oranla arkadaşlık ilişkilerine daha fazla anlam atfetmektedirler. Ancak Smith ve Schneider (2000)’in araştırmasına göre ise hem kız hem erkek ergenler arkadaşlık ilişkilerine eşit düzeyde değer vermektedirler.

Ergenlik dönemindeki arkadaşlık çocukluk dönemi arkadaşlığından farklıdır. Bu dönemde bireyler için paylaşım çok önemlidir. Fıkra-espri ve şakaların paylaşımı ile başlayan arkadaşlıklar ilerleyen dönemlerde arkadaşlığın anlamı ve güven duygusu geliştikçe sırların ve kişisel problemlerin paylaşımına dönüşmektedir. Hatta arkadaşlar arası hediye paylaşımları ve ev ziyaretlerinde artışlar görülmektedir. Ev ziyaretlerindeki artış zamanla yerini birbirinin evinde kalma ve evde parti düzenlemeye bırakabilmektedir. Erwin (1993)’e göre bilişsel gelişimde ve problem çözme becerilerinde görülen gelişmeler sayesinde ergenlik dönemindeki arkadaşlıkların sayısında daha fazla artış görülmektedir. Çocukluk döneminde olduğu gibi ergenlikte de arkadaşlık için yakın olma kavramı çok önemlidir. Ancak ergenlikte seçilen arkadaşlıklarda sadece aynı mahallede oturuyor olmak bir etken değildir çünkü ergenler çocuklara göre daha serbest hareket edebilmekte ve ebeveynleri olmaksızın mekan değiştirebilmektedirler. Yine de yakın olma kavramı arkadaşlık için çok önemlidir. Dubois ve Hirsch (1990)’in araştırma sonuçlarına göre Afrika kökenli Amerikalı erkek çocukları, Avrupa kökenli Amerikalı erkek çocuklarına göre okullarda ve mahallelerinde daha sıkı ve sağlam ilişkiler kurmaktadırlar.

Arkadaşlık ile ilgili kavramlardan en önemlileri güven duyma, birlikte bir şeyler yapma isteği, birbirine bir şeyler alıp verme, zamanla birbirini tanıma ve duyarlı olma, düşünce ve duyguları paylaşma, empatik olma, karşılıklılık, sadakat, eşitlik, dikkate alma ve bağlılıktır.

Arkadaşlık ile ilgili en önemli kavramlara bakıldığı zaman ilk olarak eşitlik ve karşılıklılık en önemli normatif etkenlerdir. İkinci en önemli etken ise arkadaş olarak seçilen kişilerin genellikle özellik olarak bireye benzeyen kişiler olmasıdır. Ancak bu noktada Clark (1989)’a göre zenci ergenler arkadaş seçiminde beyaz ergenlere oranla benzerlik özelliğine azınlık olmaları sebebiyle daha az önem vermektedirler. Üçüncü en önemli etken olarak bireylerin en yakın arkadaş olarak genellikle kendi cinsiyetlerinden bir kişiyi seçtikleri görülmektedir. Dördüncü olarak ise kız ergenlerin erkeklere oranla mahremiyet kavramına daha çok önem verdikleri görülmektedir. 

Mahremiyet, sadece seksüel bir anlam taşımamakta aynı zamanda bilişsel, duyuşsal ve davranışsal boyutlara da sahip olmaktadır. Bu kavram hem arkadaş hem de romantik ilişkilerde kullanılabilen bir kavramdır. Mahremiyet, olaylara başkalarının bakış açısıyla bakabilmeyi ve başkalarının duygularını hissedebilmeyi de içermektedir. Bunun yanı sıra mahremiyet, paylaşımların paylaşılan kişiler arasında kalması, güvenilir davranış kalıplarına uygun davranma, bağlılık, etkili iletişim ve karşılıklılık kavramlarını da kapsamaktadır. Romantik ilişkilerde cinsellik, mahremiyet kavramının içinde yer alabilir.

Mahremiyet kavramı hakkında Orlofsky ve arkadaşlarının kullandığı üç temel ölçüt bulunmaktadır:

1. bireyin kız ve erkek arkadaşlarının kapsamı
2. bireyin yakın zamanda bağımlı bir aşk ilişkisi yaşayıp yaşamadığı
3. bireyin arkadaşlık ilişkilerinde, flörtte veya aşk ilişkilerindeki derinliği ve kalitesi. (bu kavram olgun mahremiyet olarak tanımlanmaktadır.)

Bu üç ölçüte bağlı olarak Orlofsky’nin beş mahremiyet statüsü şöyle tanımlanmaktadır:

1. mahrem ( derin-bağımlı ilişkilerde)
2. mahremiyet öncesi (farklı duygu durumlarının olduğu derin ilişkilerde)
3. sahte yakınlık (bağlılığın olduğu ancak yakın ve derin olmayan ilişkilerde)
4. kalıplaşmış (yüzeysel ilişkilerde)
5. yalıtılmış (ilişkilerin yokluğunda)

İki birey arasında yakın bir ilişkinin oluşabilmesi için bu ilişkinin geçmesi gereken bir yol vardır. Bu yol 4 basamaktan oluşmaktadır.

1. ilişkisizlik: iki birey arasında hiç ilişki yoktur. Yakın oturan veya aynı ortamda sıklıkla bulunan bireyler arasında bir ilişki başlaması olasıdır.
2. farkında olma: dış görünüm sayesinde bireyler birbirlerini fark ederler. Mekansal olarak yakın bulunan bireyler fiziksel özellikleri doğrultusunda bir ilişkileri olup olamayacağına karar verirler. 
3. yüzeysel ilişki: iki birey arasında etkileşim başlamış, tutumlar belirginleşmiştir.
4. karşılıklı ilişki: tam anlamıyla bir ilişki kurulmuştur.

Tüm bu konuların yanı sıra atlanmaması gereken en önemli nokta, arkadaşların benzer özelliklere sahip kişilerin arasından seçildiği kadar her bireyin birçok özelliğe sahip olduğudur. Bir ergen müzik zevkinin ortak olduğu bir ergenle vakit geçirebilirken, aynı zamanda ortak dini özelliklere sahip olduğu veya aynı sosyal aktiviteye birlikte devam ettiği bir diğer ergenle de keyifli vakit geçirebilir. Yani her arkadaş bireye farklı özellikleri ile yakın olabilmektedir.

Cohen (1977)’e göre arkadaşlık ilişkilerinde üç temel yöntem vardır:

1. seçme: paylaşımlar doğrultusunda arkadaş olma
2. seçmeme: benzer yönlerin değişmesi sonucunda arkadaşlığın sürmemesi
3. etkilenme: daha yakın gelen fikirlere doğru yönelme

Kandel (1978) New York’ta yaşayan ergenler üzerinde yaptığı bir çalışmada seçme ve etkilenme yöntemlerinin madde kullanımı ve davranış kalıpları üzerinde pozitif doğrultuda etkisi olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Latane (1981), Ennett ve Bauman (1994)’ın yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre sigara kullanımının olduğu gruplarda bulunan sigara içmeyen ergenler sigara kullanımına başlamaya, sigara içilmeyen gruplara dahil olan ergenlere oranla daha meyillidirler.

ROMANTİK İLİŞKİLER

Ergenliğin birkaç yıl öncesinde sadece hemcinsleri ile etkileşimde bulunan ve diğer cinsin bireyleriyle “dalga” geçen kişiler, birkaç yıl sonra birbirleri için en önemli ilgi alanı haline gelmişlerdir. Biraz daha ileri yıllara gidildiği zaman ergenlikte ve genç yetişkinlikte bu bireylerin birbirleri ile romantik ilişkilere girdikleri görülmektedir.

Amerika’da yapılan bir araştırma sonucuna göre 12-18 yaş arasındaki ergenlerin ½’si son 12 ayda romantik bir ilişki yaşadıklarını söylemişlerdir. 10. sınıftaki yani 15-16 yaşlarındaki ergenler; aileleri, arkadaşları ve kardeşlerinden çok romantik ilişkide oldukları kişi ile etkileşimde bulunmaktadırlar. Lisedeki ergenler günde yaklaşık 5-8 saatlerini olan veya olma ihtimali bulunan romantik ilişkilerin düşünerek ve bu ilişki hakkında hayal kurarak geçirmektedirler.

Romantik ilişkilerde bulunan birey aynı zamanda bir doyum sağlamaktadır. Birey, annesinden sonra ilişkide olduğu kişiye yönelik bir bağlılık geliştirebilmektedir. 19 yaşında, üniversitenin ilk yıllarında erkekler için en önemli destek ilişkisi kızlarla kurdukları romantik ilişkiler olmaktadır. Kızlar için de durum neredeyse aynı denebilir.

Genellikle karşı cins, güçlü duyguların temel kaynağı olmaktadır. Bu duygular genellikle pozitif etki etmekteyken, bazen de negatif etkilerde bulunabilmekte, kişide strese neden olabilmektedir.

Romantik ilişkiler, mahremiyet ve kimlik gelişimine de katkıda bulunmaktadır. Genellikle ilk romantik ilişkiler kısa süreli olmakta, ancak ergenlik dönemindeki bazı romantik ilişkiler evliliğe kadar giden bir süreci etkilemektedir. Romantik ilişkiler yaşayan ergenler aileden koparak tamamen otonom hale gelebilmektedirler ancak flörtün bazı handikapları da bulunmaktadır. Amerika’da cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen hamileliklerin sayısında artış olması, ergenlik dönemindeki flörtler ile ilişkilendirilmektedir.

Ruh sağlığı açısından bakıldığı zaman, ilişkilerin sonucunda yaşanan ayrılıklar depresyon, intihar girişiminde bulunma ve intihar etme gibi sonuçlara neden olabilmektedir. Bu nedenle aslında ilişkinin birey üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişmektedir.

Ergenlik döneminde yaşanan en büyük gelişmelerden biri, diğer cins ile birlikte yapılan aktivitelerde artış görülmesidir. İlköğretim yıllarında bireyler hemcinsleri ile vakit geçirmekte ve diğer cins ile vakit geçirmekten kaçınmaktadırlar. Ön ergenlik ile birlikte iki cinsin birlikte vakit geçirme süresinde artış görülmektedir.

Dunphy (1963) bu gelişim sürecine 5 aşamalı bir model ile açıklık getirmiştir:

1. ilk aşamada 4-6 kişilik aynı cinsten oluşan bireyler grupları meydana getirmektedirler.
2. ikinci aşamada kız ve erkek grupları bir büyük grup şeklinde birleşmeye başlarlar.
3. üçüncü aşamada daha büyük ve heteroseksüel bir grup oluşmaya başlar ve grup liderleri flört etmeye başlar.
4. dördüncü aşamada grup iyice sağlamlaşır ve üyeleri netleşir, ancak grup içerisinden klikler ortaya çıkmaya başlar ve bu klikler etkileşime girmeye başlarlar. 
5. son aşamada gruplar dağılır ve çift ilişkileri başlar.

Yani bireyler karşı cinsi ilk önce grup içinde tanımaya başlarlar ve sonra bireysel ilişkiler kurarlar. Erken ergenlikten genç yetişkinliğe doğru ilerledikçe flört etme sayısında artış yaşanmaktadır. Carver (1999)’ın araştırmasına göre 13 yaşındaki ergenlerin %36’sı, 18 yaşındaki ergenlerin %73’ü son 18 ayda bir ilişki yaşamışlardır. Yaş ilerledikçe bireyler bağımsızlaşmakta ve ilişkilerde yakınlık artmaktadır.

Platonik aşk: bireyler bazen medyanın da etkisiyle zihinlerinde bir aşk yaratırlar ve onu yaşarlar. Hiç konuşmadıkları ve hiç tanımadıkları birilerine aşık olma, ergenlikte sıklıkla görülmektedir. 

Aslında ergenlikte bir ilişki yaşamak sadece destek olma ihtiyacını karşılamaz hatta bundan çok daha önemlisi hayatlarında birinin olmasıdır. Aynı zamanda hayatlarındaki kişinin iyi ve doğru kişi olması da çok önemlidir. Popüler ve ilgi çeken biri ile çıkmak saygı görmeyi ve prestij sahibi olmayı beraberinde getirmektedir.

Birlikte olunan kişi bir süre sonra bireyin yakın ilişki kurma, bağlanma, bakım sağlama ve cinsel bazı ihtiyaçlarını giderdiği önemli bir figür haline gelmektedir. Bireyler ilişkide oldukları kişilerle vakit geçirmeyi ve sosyal aktivitelerini onlarla planlamayı tercih etmektedirler. İçinde bulunulan cinsel gelişimin hız kazandığı ergenlik döneminde bireyler partnerleri sayesinde cinsel hayatlarını da şekillendirebilmektedirler. Genç yetişkinlik dönemi ile birlikte bağlanma ve bakım sağlama itemleri bireyler için ilişki içinde daha çok önem kazanmaya başlamaktadır. Bireylerin evlerini terk etmesi de sıklıkla bu tarz bir ilişkinin başlangıcı ve ilerleyişi ile olmaktadır.  

Elbette ki her birey farklı olduğu gibi flört ilişkilerinde de bazı farklılıklar yaşanması olasıdır. Bazı bireyler flört etmeye daha erken yaşta başlarken bazıları yetişkinlik dönemine kadar beklemektedirler. Bazıları için sadece “çıkmak” kavramı önemliyken bazıları için spor aktiviteleri ve okul işleri daha ön planda yer alabilmektedir. Sadece zamanlama açısından değil aynı zamanda ilişkilerin biçimi de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazı ergenler sıcak ve destekleyici ilişkileri tercih ederken bazıları ise sıklıkla çatışmalar yaşadıkları ilişkiler ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu nedenle ilişkinin zamanı, deneyimlerin yoğunluğu ve içeriği ve bireylerin yaşantıları önem kazanmaktadır. Genellikle zorba özelliklere sahip olan ergenler çıkmaya daha erken yaşta başlamaktadırlar ve ilişkilerinde genellikle destek olma faktörü bulunmamakta bunun yanı sıra, sosyal ve fiziksel agresyona rastlanmaktadır. Daha erken yaşta flört etmeye başlayan kişilerde daha yüksek oranda alkol ve sigara kullanımı ve düşük akademik başarı düzeyi ile karşılaşılmaktadır. Yapılan bir araştırma sonucuna göre 16-19 yaşları arasında bulunan 12. sınıf öğrencilerinden daha az flört edenlerin daha çok flört edenlere oranla daha patolojik semptomlar taşıdığı bulgusu elde edilmiştir. Bir başka araştırma sonucuna göre, son altı ayda flörtü olan kişiler ile olmayanlar arasında davranışsal problem yaşama durumu açısından bir farklılık bulunamamıştır.

Bireylerin ilişkideki davranış kalıpları bize onların kişilik özellikleri hakkında da bazı bilgiler verebilmektedir. Örneğin olumsuz yaşantıların yaşandığı ve sürekli kontrol altında tutmaya çalışan bir bireyin patolojik semptom taşıma riski daha fazladır ve özgüven seviyesi düşüktür denebilir.

Tıpkı ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi romantik ilişkiler de gruplandırılabilir. Üç kategoride incelenen ilişkilerden 1. grup güvenli, 2. grup kaygılı-kaçınan, 3.grup ise kaygılı-karasızdır. Genellikle 2. ve3. gruba ait bireyler özgüven düzeyleri düşük bireylerdir. Güvenli ilişki grubuna ait bireyler ise daha yüksek özgüven düzeyine sahip olarak tanımlanabilir. Genellikle partnerinin onu aldatacağı ve terk edip gideceği ile ilgili kaygıları olan kızlar, partnerleri onlarsız bir şey yapınca veya partnerlerinin ne yaptığını bilmeyince reddedilme kaygısını daha üst noktada yaşarlar. Bu olayın sonu ise partnere “trip yapma” şeklinde sonlanır. 

Karşı cins ile ilişkide sevgi ve aşkın üç temele dayandığı kabul edilmektedir. Sternberg aşk psikolojisi konusunda çalışmalar yapmış ve aşk-mahremiyet-tutku ve kararlılık bağlamında sekiz ayrı aşk türünden bahsetmiştir. 

Ergenlik yıllarında kız erkek ilişkilerin açıklayan sevgi türü; romantik aşktır. Romantik aşkın içeriğinde tutku ve mahremiyet vardır. Kararlılık örtülü bir şekilde bulunmaktadır. Kız erkek ilişkileri ağırlıklı olarak duygusallık ve psikolojik yakınlıkla tanımlanabilir. İlişkinin başlangıcında cazibe, sonra duygusallık ve aşk oluşumunun temelinde cinsellik vardır.

Sternberg’e göre aşk türleri

aşkın yokluğu
üç bileşenden hiç birinin olmadığı durum, aşkın olmadığı durum
hoşlanma
mahremiyet var ancak tutku ve kararlılık yok
tutkulu aşk
mahremiyet veya kararlılık yok tutku tek başına var
içi boş aşk
tutku veya mahremiyet yok kararlılık var
romantik aşk
tutku ve mahremiyet var kararlılık yok
birliktelik aşkı
mahremiyet ve kararlılık var tutku yok
yakınlıktan uzak aşk
tutku ve kararlılık var mahremiyet yok
bütüncül aşk
tutku mahremiyet kararlılık var

Tüm bunların yanı sıra çıkma eyleminin birey için dört temel işlevi Skipper ve Nass (1966) tarafından şu şekilde vurgulanmıştır: eğlence, sosyalleşme, statü kazanma ve kur yapma. Bunun dışında Mc Cabe ve Rice (1984)’a göre cinsel deneyim yaşamak, dostluk kurmak ve mahrem bir ilişki geliştirmek için de ergenler çıkmaktadırlar.

Psikolojik Danışman Tuğba Yarız