Hepimizin tamamen hazırlıksız yakalandığı salgın karşısında tabii ki en yoğun hissettiğimiz duygu; kaygı. Her evde farklı düzeyde her bireyde farklı şekilde hissedilen ve farklı tepkilere neden olduğu düşünülse de toplum olarak birbirimize gerek sosyal medya gerekse yüz ifadelerimizle dahi kaygıyı da bulaştırdığımızı düşünebiliriz.
Yetişkinler ve çocuklar arasında birtakım farklılıklar olmakla beraber ortak duygular da yaşanmakta.. Çocuklar için en belirleyici etken tabii ki evdeki duygusal atmosfer ve anne babanın bu durum karşısındaki baş etme yolları..
Belki de hem birbirimize hem de çocuklara nasıl duygular yansıttığımızı; onlara ne kadar güven verebildiğimizi görebilmek adına öncelikle yetişkinler olarak bizlerin genellikle nasıl tepkiler verdiğimizi düşünmemiz gerekmekte..
Bazılarımız salgının yarattığı tehdit karşısında yapılan uyarılara karşı daha umursamaz, duyarsız bir tavır sergileyebilmektedir; bu kişiler otoritelerin uyarılarını yokmuşçasına daha çok gerçekliği inkar yoluyla bu kaygıyı savuşturmaya çalışmaktadır.. Bu kişiler genellikle gerçeklikle baş etmekte zorlanan ve problem çözme becerileri daha zayıf olan kişiler olarak düşünülebilir.. Tabii bu noktada böylesi olağanüstü bir durumda hem kendilerine hem de çevrelerindekilere zarar verme ihtimalleri de artmaktadır.. Bazıları ise kaygı ve panik duygularını çok üst seviyede yaşar ve muhakeme etmekte zorlanırlar; aşırı önlem alır (marketlerde görülen aşırı tüketim) ; bi nevi hayatı olabildiğince durdurarak aslında salgının zararlarını kontrol altına almaya çalışır gibi görünse de kaygılarını dindirmek ve sakinleşmek için yollar aramaktadırlar..
Öte yandan tabii ki hepimiz için ortak duygu olarak her dakika değişen gündem sonucu ortaya çıkan belirsizlik duygusunun artmasıyla; yaşamımız üzerindeki kontrolün azaldığını hissediyoruz. Çok kısa süreli neredeyse anlık planlar yapıp endişeyle süreci izliyoruz. Kafamızda bir sürü acaba sorusu.. Dışarı çok gerekli nedenlerle dahi çıksak eve dönerken virüs kaptım mı acaba ile başlayan sorular ve önlemler silsilesiyle ruhumuzun üzerinde ne kadar yük olduğunu zamanla daha çok farkedeceğiz.. Önümüzü görememek, hayatın rutin akışının durması, bitmesi o kadar da zor ki; belki öfkemizi de çok yoğun yaşıyoruz ve gergin, aksi geçen çokça zamanımız oluyor. Hem kendimize hem çevremize bu duygular tabii ki yansıyor.. Anne babalar çocuklarıyla, marketçi müşterisiyle, çocuk da anne babasıyla..
Zamanla kaygı ve korkuları devam eden-ki salgının hayatımızı etkileyeceğini düşündüğümüz diğer alanlar(sosyal, ekonomik vs..) için de bu duyguların artacağını tahmin etmek zor değil- hem de daha öfkeli, daha fazla yaşamdan alınan tatminin azlığı ve değersizlik duygularını artmış olarak hissedebiliriz.. İşte tam bu noktada akıldan hiç çıkarılmaması gereken temel nokta yaşanan durumun olağandışı bir durum olmasıdır. Bu hissedilebilecek duyguların hepsi çok çok olağan oysa ki.. belki de tüm insanlığın ortak duyguları denebilir salgının boyutlarını düşünecek olursak.. Bize düşen olabildiğince kontrolün bizde olamayabileceğini unutmamak.. her yeni durumda olduğu gibi insanın temelde doğuştan getirdiği bir becerisi olan uyum sağlayabilmek aslında bize umut veren kısımdır. Var olan yeni duruma zamanla tüm bu zorlayıcı duyguları inkar etmeden; olabildiğince paylaşarak ve dayanışma içerisinde kalarak daha katlanabilir hale getirebiliriz.. Kendi dayanıklılığımızı arttırmak için genelgeçer ‘güçlü ol güçlü görün’ klişeleri bize daha dayanıksız, sahte ve korunmasız bir yol sunar. Oysa ki zamanın gerçekliği çok ağır yaşanmakta.. Başta kendimize karşı bir farkındalık geliştirerek işe başlanmalı.. Belki bu günleri bir yerlere not etmeye başlamak.. Sözcüklere dökmek; gerek yazarak gerek de sesli paylaşarak.. Her duyguyu olabildiğince aktarabilmek; yaşadığımız bu acılı, zorlu günleri daha dayanıklılıkla atlatabilmemize katkı sağlayacaktır.. Başka bir mesele de unutmamak gerek ki bu duyguları yaşayan tek biz değiliz! Evine kapanmış, kendi içine gömülmüş binlerce milyonlarca kişi sizinle benzer hislerde.. Fiziksel olarak aynı ortamlarda olamasak da hayatta destek alabildiğimiz her kim var ise onlarla bu zorlu günleri konuşarak; gerek ağlayarak gerek gülerek yükünüzü hafifletmek çok da zor olmasa gerek.. Unutmayın o da korkuyor, o da elini defalarca yıkıyor kendisine ve çevresine zarar vermemek için, o da artık bitsin parka bahçeye çıkalım, gidip bir kahve içemeyecek miyim ben diyerek umutsuzluğa düşüyor.. En yakınınızdan en uzağınıza herkes.. İnsanlar böyle zamanlarda hiç konuşmadan bile ortak duygularda birbirine destek olabilmeyi, birbirinden güç alarak ötekine yaslanabilmeyi sağlayabiliyor.. Bir açıdan bu zor günler; her ne kadar tekrar yaşanması asla istenmese de; insanlar arasındaki yakınlığı, samimiyeti ve güveni de arttırmış oluyor..
İnsanoğlu bu dönem bir gün bittiğinde; hem aklen hem de kalben bir ay önceki halinden çok farklı olarak çıkacak bu süreçten; hem toplumun hem de bireyin yaşadığı bu zorlu süreç kimimizde bazı hasarlarını bırakıp gitmiş olacak kimimizi de daha dayanıklılığı artmış olarak bırakacak gibi görünüyor..
Olabildiğince var olan yeni zorlu duruma adapte olabilmek ve zor şartlarda durabilmeyi, hissedebilmeyi ve hem şimdi hem de salgın bittiğinde tüm bu süreci belki de yıllarca konuşarak yaşanan etkileri azaltmaya çalışmak için şimdiden harekete geçmek ve kendi ruhsal hayatımızda neler yaşandığına kulağımızı kapatmamayı öğrenmemiz gerekiyor..
Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel