20 Ekim 2017 Cuma

Evin Küçük Hakimi

Yaşamın ilk üç yılı, çocuk gelişimi ve eğitimi açısından bakıldığı zaman “sihirli” yıllardır. Çocuğun bilişsel, motor, dil ve sosyal gelişiminin yanı sıra kişilik gelişimine ait temeller de bu yıllar içerisinde atılmaktadır. 

İki-üç yaş dönemi çocuğun gelişimi açısından çok renkli geçen bir dönemdir. Bu yaştaki çocuklarda gelişimin birçok basamağında seri ilerlemeler kaydedilmektedir. Çocuklar artık rahatlıkla kendi başlarına yürüyebilmekte hatta koşabilmekte, kendilerini ve isteklerini rahatlıkla ifade edebilmekte, hatta diğer çocuklar ile aynı ortamda oyun oynama becerisini gerçekleştirebilmektedirler. Önceki yıllarda her türlü ihtiyacını giderebilmek için annesine veya bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duyan çocuk, artık birtakım becerileri edinmiştir ve bunları bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duymadan kendisinin gerçekleştirebildiğinin farkına varmıştır. İki yaş çocuğu, artık kendisinin farkına varmaktadır, çevredeki diğer bireylerden farklı olduğunu ayırt etmeye başlamıştır. Bu yaş döneminde gerçekleşen birçok alandaki ilerlemeler, çocukları bağımsızlığa doğru yönlendirmektedir. Her gün yeni bir şeyler öğrenme isteği ile dolu olan bu yaş çocuğu sürekli sorular sormaktadır. Bu soruları sormasının nedeni; onun için yabancı olan dış dünyayı yavaş yavaş tanımaya başlaması ve bilmediği şeylere karşı iç dünyasında geliştirmiş olduğu meraktır. Çocuk sıklıkla sorduğu bu sorular aracılığı ile dış dünyaya ait belirsizlikleri ortadan kaldırarak merakını gidermek ve daha fazla bilgi edinmek istemektedir. Edindiği her bir bilgi ve başarabildiğini gördüğü her bir beceri, çocuğun kendine olan güvenini arttırarak sağlamlaştırmakta ve çocuğu bağımsızlığa doğru yöneltmeye devam etmektedir. 

Kendi bağımsızlığını ve becerilerini kanıtlamak isteyen iki yaş çocuğu artık her şeyi ebeveynlerinin desteği olmadan kendi başına yapmak istemekte ve bu konuda yapılacak herhangi bir desteği reddetmektedir. Bu durum daha önceleri çocuklarına her alanda yardım etmiş olan ebeveynleri şaşırtmaktadır. Bu yaş döneminde çocuklar için önemli olan şey “kendi”leridir. Çocukların gerçekleştirdiği her etkinliğin temel amacı kendileridir. Bu dönemdeki çocukların taşıdığı temel özelliklerden bir tanesi de “egosantrizm” yani “benmerkezcilik”tir. Benmerkezcilik, çocuğun kendini dünyanın merkezinde gibi hissetmesidir. Her ihtiyaçları anında karşılığını bulmalıdır, her dedikleri vakit kaybetmeden yerine getirilmelidir, istek ve talepleri kesinlikle reddedilemez, engellenmeye tahammülleri yoktur, başka bir kişinin istekleri olduğundan haberdar değillerdir, diğer bireylerin ihtiyaçlarının farkında değillerdir, her zaman ve her yerde her istediklerini yapabileceklerini düşünmektedirler, her şeyi kontrol etmek istemekte yani bir anlamda evin yeni patronu, evin hakimi olduklarını düşünmektedirler. Bu tarz bir tablo ile karşı karşıya kalan anne ve babalar genellikle çok şaşırmaktadırlar. Bu “her şeyden önce ben ve ihtiyaçlarım” mantığı aslında çocuk gelişimi açısından doğal bir gelişim basamağıdır. 

Dış dünyada gördüğü her şeye merak duyan bu yaş çocuğunun etrafındaki her uyarana yönelik bir ilgisi vardır. Çocuk bu uyaranları tüm duyu organları ile tanımak istemekte, onları ellemekte, koklamakta, onlar ile oynayarak onlar ile ilgili merakını gidermek istemektedir. Çocuklar etrafta gördükleri her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünürler ve her şeyi almak istemektedirler. Her şeyi istediği anda yapabileceğini düşünen çocuk, bu istekleri engellenir veya ertelenirse, herhangi bir talebi karşısında “Hayır!” sözünü duyarsa buna tahammül edememekte, tepkisini ağlayarak, bağırarak, tepinerek, bir şeyleri fırlatarak, etrafındakilere vurarak, tekme atarak göstermektedir. Aslında bu yaş grubunda bu tarz tepkiler sıklıkla görülmektedir. Dünya çocuklar için çok büyük, belirsizlikler ile dolu ve korkutucu bir yerdir. Böyle bir yerdeki çocuk eğer güçlü ve sert tepkiler ile kendini ifade ederse, annesi, babası ve diğer yetişkinler tarafından “güçlü” olarak algılanacağını düşünmekte ve bu yönde bir “sorun çözme ve baş etme yöntemi” geliştirmektedir. Bu güçlü ve sert tepkileri sergileyen çocuk, bu sayede karşılaştığı tüm engellemeleri ortadan kaldırabileceğini düşünür. 

Bu yaş dönemindeki çocuklarda görülen bir diğer özellik; çocukların her şeye sahip olmayı istemeleri ve sahibi oldukları şeyleri diğerleri ile paylaşmamalarıdır. Kendilerine ait bir oyuncak bebeği, askerlerini, arabalarını, topaçlarını kimseye vermezler. O sadece onlarındır, onlara aittir ve o oyuncağı yöneten sadece kendileridir. Kendini her konunun tek hakimi gibi hisseden çocuk, tabii ki bu oyuncağın da patronudur, onun üzerinde bir güce sahiptir. Bu dönem çocukları, paylaşmanın ne demek olduğunu bilmemektedir. Yani eğer çocuk ona ait olan oyuncak arabasını başka birisine verirse artık o oyuncak arabanın bir daha geri gelip gelmeyeceği konusundan dolayı kaygılandırmaktadır. Bu nedenle çocuk kendisine ait hiçbir şeyi kimse ile paylaşmaz. Böylece hem oyuncağı onda kalmaya, onun olmaya devam etmiş olur, çocuk bir şeylerin sahibi ve tek patronu olma duygusunu yaşamaya devam eder olur, hem de patron olmanın verdiği güçlü olma duygusunu yaşamayı sürdürür. 

Bu yaş döneminde karşılaşılan bir diğer özellik ise çocukların, sorulan sorulara genellikle ‘Hayır!’ diyerek yanıt vermeleridir. Tıpkı bazı becerileri kazandıktan sonra destek almayı reddetmeleri gibi, sorulara yanıt vermeyi reddetmeleri de güçlerini çevreye ispat etmeye yönelik bir tepkidir. Karşısındaki bireyin sorusunu yanıtlamayı reddeden veya o kişinin bir talebini karşılamayı kabul etmeyen çocuk kendinin de diğer bireyler arasında güçlü bir şekilde var olduğunu ve diğer bireylerin de onun gücünü hissettiklerini düşünmektedir. 

Eğer bu yaş döneminde bir çocuğunuz varsa;

-Unutulmaması gereken en önemli nokta, bu yaş dönemindeki çocukların benmerkezci özelliklere sahip olduklarıdır. Bu dönem geçici bir dönemdir ve çocukların bu özellikleri hep böyle devam etmeyecektir. Bu nedenle anne ve babaların yapmaları gereken en önemli şey; bu özelliğin yaş dönemine ait olduğunu unutmamaktır. Anne ve babalar çocuklarına karşı sabırlı olmalıdırlar. Çocuklar dünya ile daha yeni tanışmaktadır ve aslında nasıl davranmaları gerektiğini bilmemektedirler. Bu nedenle kendilerini korumak için güçlü olmaya ihtiyaçları vardır ve güç duygusunu ancak istedikleri anında gerçekleşirse hissedebilmektedirler. 

-Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta, bu yaş çocuğunun henüz paylaşma kavramına ait bir bilgisinin olmadığıdır. Çünkü bu yaş çocuğu henüz verdiği nesnenin geri geleceğini tahmin edebilecek yeterli bilişsel gelişim düzeyine sahip değildir. Oyuncağını verdiği anda onu bir daha hiç göremeyeceğini düşünmektedir. Bu nedenle oyuncağını vermemekte, onunla sadece kendisi oynamaktadır. 

-Bu yaş çocuğu için güç kavramı çok önemlidir. Yeni yeni bağımsızlaşmaya başlayan çocuğun temel güven duygusunu kazanabilmesi için bir şeylere sahip olduğunu ve onlar üzerinde bir hakimiyeti olduğunu hissetmesi çok önemlidir. 

- Çocuğunuz size bencil gibi görünse de, aslında bunun tek nedeni bu yaşa ait özellikleri taşıyor olmasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, sizin bu tarz durumlarda nasıl tepki verdiğinizdir. Çocuklar bu dönemde henüz disiplin kavramını edinmemişlerdir ve davranışlarının sonuçlarını deneyerek görmekte ve öğrenmektedirler. Neye nasıl tepki verdiğinize çok dikkat ederler ve aynı durum ile tekrar karşılaştıklarında nasıl tepki verecekleri aslında o tarz bir durum ile ilk defa karşılaştıklarında şekillenmektedir. 

-Eğer çocuğunuz istediği bir şey gerçekleşmediği zaman ağlıyor, bağırıyor, tepiniyor ise; anne-babalar olarak sakin kalmalı, çocuğun bu sert tepkilerine sert ve inatçı tepkiler vermemeli, onun yerine çocuğunuzun dikkatini başka bir şeye yönelterek bu sıkıntıyı gidermeyi denemelisiniz. Eğer çocuğunuz ile inatlaşır, onu cezalandırırsanız; bu hem ebeveyn-çocuk ilişkisinin bozulmasına hem de çocuğun sizin ile ilişki kurma biçimi olarak bu yolu öğrenmesine ve hep bu yolu uygulamasına neden olabilir. Ayrıca öğrendiği bu davranış kalıbı ileriki yıllara taşınabilir ve çocuğunuzun çevresindeki bireyler ile kuracağı ilişkinin şeklini belirleyebilir. Yani çocuğunuz başka bireyler ile de inatlaşarak, karşılaştığı sorunları çözmeye çalışabilir ve bu, ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir. 

Anne-Babalara Öneriler: 

*Bu yaş dönemindeki çocuğunuzun sorduğu sorulara onun anlayacağı basit bir dille yanıt verin. 

*Çocuğunuza yavaş yavaş disiplini öğretmeye başlayın. Yani yaş dönemine uygun olarak kural ve sınırları koymaya başlayabilirsiniz. Ev ortamında her isteğine “Evet” yanıtı alan bir çocuk girdiği bir sosyal ortamda “Hayır” yanıtı ile karşılaşırsa ve bu duyduğu ilk “Hayır”ı olursa çocuk şaşırmakta, ne yapacağını bilememekte ve huzursuz olmaktadır. Bu sıkıntılar beraberinde uyum problemlerini getirebilmektedir. Bu nedenle ev ortamında uyması gereken bazı kuralları olması sosyal gelişimi ve kişilik gelişimi açısından olumlu olacaktır. 

*Ebeveyn olarak anne-babalar yaşanan sıkıntılar karşısında ne kadar sakin kalabilirler ise, sorunu çözmek o kadar rahat ve kolay olacaktır. 

*Bir çocuğa bir davranışı öğretmenin en uygun yolu o davranışı pekiştirmektir. Örneğin eğer çocuğunuz oyuncağını paylaşmıyor, isteyen bir arkadaşına oyuncağını vermiyor ve bu durum sizi üzüyor ise yapmanız gereken şey; bu olumsuz davranışı sertçe cezalandırmak yerine davranışını görmezden gelmek ve oyuncağını arkadaşı ile paylaşarak olumlu davranışı sergilediği anda onu hemen ödüllendirerek geribildirim vermektir. Çocuğunuz oyuncağını bir başkası ile paylaşınca, bu davranışını anında ödüllendirin. Bu ödül, sözel olarak onu tebrik etmek gibi manevi bir ödül olabileceği gibi yaşına uygun çok küçük bir maddi ödül(yapıştırma vb. gibi) de olabilir. Bu ödülü çocuğunuzun sevdiği şeyler içinden belirleyebilirsiniz. 

*Çocuğunuz ne kadar sık yaşıtları ile bir araya gelirse, paylaşma becerisini o kadar hızlı bir şeklide edinecektir. Çocuklar birbirlerini gözlemleyerek birbirleri ile etkileşime geçmeye başlarlar. Birlikte geçirdikleri zaman dilimi attıkça birbirlerine alışacaklar böylece paylaşımlarda bulunmaya başlayacaklar ve sosyal gelişimleri olumlu yönde gelişecektir. 

*Çocuklar görerek öğrenirler. Dünyaya gözlerini ilk açtıkları anda karşılarında annelerini ve babalarını görürler. Öğrendikleri ilk bilgiler, aile içi yaşantılar ile elde edilmektedir. Bu nedenle çocuklar evlerinde ne yaşanırsa onu görür, kalıp olarak öğrenir ve uygularlar. Yani çocuklar ebeveynlerini model alırlar. Bu nedenle anne ve babanın çocuklarına verdikleri mesajlar çok önemlidir. Burada önemli olan çocuğa beklediğimiz davranışı gösteren bir model olabilmektir. Bunun yanı sıra çocuğa anne ve babadan giden mesajlar tutarlı olmalı ve birbiriyle çelişmemelidir. Ayrı iki kanaldan aynı mesajı alan çocuğun güven duygusu artacaktır. 

*Çocuklar yaşayarak öğrenirler. Bu nedenle yaşıtları ile vakit geçirebileceği bir oyun grubu ortamı, geliştirici ve pekiştirici bir ortam olabilir.


Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

13 Ekim 2017 Cuma

BOŞANMANIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Boşanmaya karar veren anne-baba bunu çocuğa nasıl söylemeli?

Alınan boşanma kararı, çocuğa anne ve babanın her ikisi tarafından anlatılmalı, çocuk boşanmadan sonra yaşamında ne gibi değişimler olacağı hakkında bilgilendirilmelidir. Bazen boşanma öncesinde anne ve baba ayrı evlerde yaşama kararı alabilir. Bu durumda da çocuklara bunun bilgisinin verilmesi ve anne ve baba arasında sorunlar olduğu bu nedenle ayrılma kararı alındığı söylenmelidir. Unutulmamalıdır ki; çocukların önünde bu sırada sergilenen duygular ve anne babanın nasıl bir tavırla bu kararı açıkladıkları, onların boşanma kararını algılamalarını da belirleyecektir. 5 yaşından daha küçük çocuklara, kısa, basit kelimelerle, detayları olmayan açıklamalar yeterlidir. Örneğin: “Annen/baban ve ben artık ayrı evlerde oturmaya karar verdik. Çünkü artık birbirimizle evli kalmak istemiyoruz. Ben yakında başka bir eve taşınacağım, sen de annen/babanla burada kalacaksın. Yarın seni yeni evime götüreceğim. Ne zaman istersen oraya gelebilirsin. Orada da yeni bir odan olacak, isteğin oyuncaklarını ve eşyalarını da oraya götürebiliriz ya da yeni oda için yeni eşya ve oyuncaklar alabiliriz” gibi.  Çocukların hayatlarının bundan sonrasında neler olacağı, anne ve babası ile ne şekilde beraber olacağı ile ilgili bilgilendirilmeleri ve bu konuda güven verilmesi son derece önemlidir. Mümkün olduğunca yaşam düzeninin aynı kalacağı, anneyi de babayı da eşit miktarda görebileceği güvencesi verilmeli ve yaşamında aynı kalacak şeylerin çocuğa anlatılması önemlidir. “Yine aynı okula gidecek, aynı sınıfta okuyacaksın. Öğretmenin de aynı kalacak..” gibi... Genellikle 5 yaşından itibaren çocuklar anne baba ayrılığı ile ilgili daha fazla soru sorarlar. Tüm bu soruların mümkün olduğunca doğru yanıtlanması ve net yanıtlar verilmesi önemlidir. 9-12 yaş arasındaki çocuklar daha sert tepkiler verebilirler. Öfkelerini açıkça ifade edebilirler. Ayrı yaşamanın herkes için en iyi çözüm olacağı, ayrı yaşayan ebeveyniyle sık sık görüşebileceği vurgulanmalıdır ve aynı şekilde yaşamında bundan sonra neler olacağı, yaşam düzeninin nasıl olacağı anlatılmalıdır. Ayrıca burada kararlılık önemlidir. Bu kararın çocuğun tavrı ve isteği ile değişebilir bir karar olduğu mesajı vermek çocukları çok zorlamakta bu sürecin sorumluluğunu almalarına ve psikolojik olarak daha fazla zorlanmalarına neden olmaktadır.  

Ebeveynleri boşanan çocuklarda ne gibi sosyal, psikolojik ve fiziksel farklılıklar(rahatsızlıklar) görülebilir?

Anne baba ayrılığı bir çok çocuk için travma niteliğindedir ve her çocuk farklı şekilde etkilenmekte ve farklı reaksiyonlar vermektedir. Her çocuk anne ve babasının bir arada mutlu ve keyifli bir ilişki sürdürmesini arzu eder. Bunun dışındaki tüm durumlar çocukların psikolojik tepkilerine neden olmaktadır. Çocuğun yaşı, genel psikolojik özellikleri ve anne babanın boşanma sürecindeki sorunlarla nasıl baş ettikleri ve ailenin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel özellikleri çocukların tepkilerinde belirleyici olmaktadır. Boşanma sonrası bir çok çocuk  sosyal açıdan uyumsuz davranışlar, suçluluk duyguları, öfke kontrol problemleri, itaatsizlik, kaygı sorunları, depresyon, akademik başarı sorunları, okula uyum ve otorite ile çatışma gibi sorunlar yaşayabilmektedir. Bazen psikolojik sıkıntıların tam olarak ifade edilememesi çocukların psikosomatik bazı rahatsızlıklar yaşamalarına da sebep olabilir. Boşanmadan sonraki ilk 18 ay genellikle hem çocuk hem ebeveyn için akut sıkıntıların doğduğu bir evredir. Ayrılıklarda aşırı zorlanma ve endişe duyma, korkuların yoğunluğunda artış/yenilerinin eklenmesi, ayrılığa bağlı olarak yas reaksiyonları görülebilir; 18 aydan sonra akut belirtiler azalır, derin bir kayıp ve incinebilirlik duygusu kalır. Ani boşanma kararları, çocuğu daha çok etkiler ancak geçimsizliğin belirgin olduğu yoğun kaotik aile ortamlarında ayrılık çocuk açısından bir kurtuluş da olabilmektedir. Ebeveynin tutarlı tutumu da çocuğun genel duygusal halini belirleyici olmaktadır. Her koşulda “sadece çocukların iyiliği için bir arada kalmak” yararlı olmamaktadır. Ancak elbette var olan sorunların ele alınarak çözüme ulaştırılması mümkün ise çocuk anne ve babasını bir aradayken mutlu görebilecekse bu en ideal çözüm olacaktır.

Çocuklarda depresyon belirtileri nelerdir?

Sıklıkla;
* İştahsızlık ya da iştah artışı (kilo alamama/çok kilo alma; yeme tutumu bozuklukları
* Sinirlilik/öfke belirtileri, suçluluk, mutsuzluk, huzursuzluk artışı
* Ağrılar (karın, baş, mide vb.)
* Uyku sorunları ve tekrar eden kabuslar (Gece kabusları, yalnız yatamama)
* Daha önceden görülmeyen öğrenme ve hafıza sorunları
* Belirgin davranış değişiklikleri; utangaçlık, çekingenlik, sosyal izolasyon ve agresiflik gibi.
* Enurezis (çiş kaçırma)
* Enkoprezis (kaka kaçırma)
* Dikkat ve konsantrasyon sorunları  

Boşanan çiftlerin muhakkak yapmaları gereken şeyler nelerdir? Boşanan çiftlerin kesinlikle yapmaması gereken şeyler nelerdir?

1) Boşanmanın hemen ardından kent veya ev değiştirme, bakıcı değiştirme, yeni bir evlilik gibi yaşam değişiklikleri ertelenmelidir. Özellikle yeni bir evlilikle ilgili girişim, aradan bir yıl geçmeden, boşanma kesinlik kazanmadan başlatılmamalıdır.

2)Bunun yanı sıra, yaşanması zorunlu değişiklikler de, kademeli olarak yapılmalıdır. Çocuğun boşanmadan önceki mekanında yaşamaya devam etmesi ve aynı okula gitmesi daha uygundur. Mümkün olduğunca yaşamında az değişiklik yapılması esastır. Bu sayede çocuk hayatındaki bu büyük değişikliği daha kolay tolere eder.

3) Çocuktan ayrı kalacak ebeveyn, evden kademeli olarak ayrılmalıdır. Bu süre, haftada bir günden, 5-6 güne kadar yavaş yavaş çıkarıldığında, çocuk ayrılığa daha kolay uyum sağlar. Birden bire ayrılık kararını duyan çocuk ertesi gün iki ebeveyninden birinin evi terk edeceğini öğrendiğinde çok büyük bir korku ve endişeye kapılabilir. Önce bu fikre alışması, soruları varsa sorması, tüm olumsuz duygularını ifade edebilmesi gerekir. Bu nedenle ayrılık kararı konuşulduktan sonra bir süre anne babanın çocuğun yanında kalarak, her durumda ona destek olmaya hazır olduklarını ve her sorusunu yanıtlamaya hazır olduklarını ifade etmeleri önemlidir.

4) Eşler, boşanmanın çocuk üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin yanında, kendi yaşadıkları olumsuz duyguları göz ardı etmemeli, gerekirse profesyonel yardım almalıdırlar. Çünkü onların toparlanma hızı, çocuklarının da bu süreci daha hızlı ve olumlu atlatmalarını sağlayacaktır. Evlilik bittiğinde ortada bir çocuk varsa ister istemez anne ve babanın ilişkisi bir ömür boyu sürmektedir. Bu nedenle bu ilişkide bir sorun varsa boşanma sonrasında bile çift danışmanlığı almak yararlı olmaktadır. Çünkü bu ilişki ne kadar sağlıklı, kızgınlıktan arınmış olursa çocuğa da bu kadar olumlu yansımalar olacaktır. Böylece çocuk bu zorlu süreçte bir de anne babasının birbirlerine olan kızgınlığının yükünü taşımak ve taraf tutmak zorunda kalmayacaktır.

5) Çocukların ebeveyni model aldıkları gerçeğinden hareketle, sürekli ağlayan bir anne, çocuğa durumun kötü olduğunu, neşeli ve çaba gösteren bir anne ise, her şeyin yolunda gittiği izlenimini verecektir. Elbette akut dönemde anne babanın üzgün olması, yeni duruma alışmakla ilgili zorluklarının olması doğaldır. Ancak bu kararın her iki tarafın isteğiyle alındığını bu nedenle de bu üzüntünün bir süre sonra geçeceğini anlatmak, bir süre sonra da yaşam düzeni iyice kurulduktan sonra çocuğa umut aşılayabilmek önemlidir. Aşırı tepkiler, karşı tarafı kötüleyici ve çocuğu bir taraf tutmaya zorlayıcı tutumlar çocukların çok ciddi psikolojik problemler geliştirmelerine neden olabilmektedir.

6) Bunun yanı sıra, çocuklarıyla birlikte bir pedagogtan veya uzman çocuk psikologundan da profesyonel yardım alınabilir. Çünkü bu süreçte neler olup bittiği, bundan sonraki yaşam düzeninin ne olacağı son derece önemlidir. Bu nedenle ailenin özel durumuna uygun olarak çocuğu yönlendirebilmek, bu süreçte anne babanın nasıl davranması gerektiği ile ilgili danışmanlık ve destek hayati önem taşımaktadır.

7) Anne de baba da çocukla düzenli bir şekilde vakit geçirebilmelidir. Günümüzde boşanmaların çoğunda velayet anneye verilmekte ve babaya çok sınırlı bir zaman kalmaktadır. Bu bazen babaların da tercihi olmaktadır. Ya da velayeti alan ebeveyn çocuğun diğer ebeveyn ile daha sınırlı görüşmesinin uygun olacağına inanmaktadır. Oysa burada da çocuğun yaşı, cinsiyeti, anne ve babası ile ilişkisi ve yaşam düzeni belirleyici olmaktadır. Örneğin hafta içi hep annede kalan bir çocuk annesi ile sadece ders çalışıyor, baba ile de hafta sonu hep eğlenceli aktiviteler yapıyorsa ister istemez annesi ile arasında bir gerginlik oluşmaktadır. Çocuğun her türlü sorumluluğunun paylaşılması gerekmektedir. Bu paylaşımı sadece bir “iş paylaşımı” olarak görmek yanlıştır. Çünkü bu aynı zamanda çocuğun ihtiyacıdır da. Örneğin akademik başarısını ya da ders çalışma sırasındaki zorluklarını her iki ebeveyninin de bilmesi ve ihtiyaç duyduğunda da ebeveynlerinden yardım isteyebilmesi önemlidir. Ya da her iki ebeveyniyle de serbest zaman geçirebilmesi, keyifli aktivitelere zaman kalması önemlidir. Bu nedenle çocuğun anne ve babada olma zamanları planlanırken bu husus mutlaka dikkate alınmalıdır.

Yaş dönemlerine göre (0-3, 3-6, 6-11) çocukların boşanmayı algılayış şekli nasıl olur?

Oyun Çocuğu Dönemi (1-3 yaş)Anne-babadan birinin taşındığını anlar. Ama tam olarak  nedenini anlayamaz.  Sadece evden ayrılan ebeveynin yoksunluğu ile ilgili belirtiler gösterir.

Okul Öncesi Dönem (3-6 yaş) Boşanmanın anlamını bilmemekle birlikte, anne/babadan birinin hayatında aktif olmadığını fark eder. 3-5 yaş arasındakiler, bu duruma kendilerinin yol açtığına inanarak yoğun suçluluk duyguları hissedebilirler.  

Okul Dönemi (6-11 yaş)Boşanmanın ne olduğunu anlamaya başlar. Anne babasının artık birlikte yaşamayacağını ve birbirlerini eskisi gibi sevmeyeceklerini anlar.

Ergenlikte ise genelde artık ebeveynin boşanması düz bir mantıktan ziyade, detayları ve karmaşıklığı ile algılanır. Ergen bu konuda kaygılarını ifade eder fakat daha büyük ergenler daha olgun karşılar, çünkü duygusal ve zihinsel olarak daha gelişmişlerdir.

Elbette her boşanmayı kendi içinde ve kendi koşullarında değerlendirmek gerekir. Olayın karmaşıklığı, çocukları ve ailenin diğer bireylerini nasıl etkilediği de çocukların algılamalarını etkilemektedir. Örneğin ergenlik dönemindeki birçok çocuk durumu tam olarak algılıyor olmalarına rağmen anne babanın boşanma sürecini sunuş şekilleriyle ilgili hatalarından dolayı kafa karışıklığı yaşayabilmekte ve ergenlikte zaten var olan duygusal problemler daha da şiddetlenmektedir.  

Anne-babası boşanan çocuklarda görülen ortak özellikler nelerdir,

Çocuklar anne babaları ayrıldığında, bu durumu değiştirmeye dair arzularını uzun süreler gizliden ya da açıkça dile getirerek devam ettirirler. Ancak yaşadıkları suçluluk,  çaresizlik, umutsuzluk, öfke vb. duygularında artış olabileceği gibi değişen diğer hayat koşulları karşısında da iyi baş edemeyebilirler. Bunların sonucunda da çevresindekilere bağlılıklarında artış, ilgisiz konuşmalar, yalnız kalma isteği, suçlayıcılık, dikkatsizlik, uygunsuz davranışlarda artma sıklıkla gözlenebilmektedir. Çocuklar ana babalarının ayrılmasına ve boşanmasına, suçluluktan (sorumlunun kendileri olduğu duygusu) kızgınlığa (ana-babadan birini ya da her ikisini suçlama) ve yadsımaya (hiçbir şey olmamış gibi davranma) kadar değişen çeşitli biçimlerde tepkiler  gösterebilirler. Bunun yanı sıra; korku, üzüntü, öfke, suçluluk, reddedicilik, bebeksileşme, (bazen yeniden alt ıslatmaya/kaka kaçırmaya başlama) uyku sorunları, mastürbasyon, okul sorunları, ağrılar, yeme problemleri, uyumsuz davranışlar, agresyon, içe kapanma hali ya da aşırı hareketlilik gözlenebilir.

Boşanmış ailelerin çocuklarında küçük yaşlarda kötü alışkanlıkların/bağımlılıkların engellenmesi adına neler yapılmalı?

Bu konuda çocuğun anne babası tarafından ilgi ve değer görmeye devam etmesi, güvenli bir ortamda yetişmesi; dolayısıyla sırf anne baba arasındaki ilişkinin bozulmasından kaynaklı olumsuz etkilerin çocuğun gelişimine zarar verecek boyuta taşınmaması gerekir. Anne baba, ayrı da olsalar çocuklarının ‘anne’ ve ‘baba’sı olduklarını unutmamalıdırlar. Çocuğa olabildiğince ortak disiplin uygulamak, kurallar koymak, hayatıyla ilgili kararlarda bir araya gelebilmek, hayatında her zaman aktif olabilmek çocuğun davranışlarında olumluya gidişi sağlar. Sadece olumsuz olaylarda değil, iyi zamanlarda da çocuk için bir araya gelebilmek; çocukta ilgi, değer görme duygusunu sağlıklı şekilde besleyecektir. Böylece çocuk ilgiyi üzerine çekmek adına zararlı davranışları denemeye girişmeyecektir. Eski eşler mümkün olduğunca ilişkilerini iyi tutmalı, çocuğa sorunlar yansıtmamalı, çocuklarla ilgili konularda her zaman işbirliği yapabilmelidirler. Çocuk için hemcinsinden olan ebeveynin yokluğunda; dolayısıyla bu şekilde bir model almanın mümkün olmadığı durumlarda; çocuğun birlikte kaldığı ebeveynin çocuğa yön gösterebilme becerisinin gelişmiş olması ya da ev dışından yakın akraba ortamları, kurs, okulda kulüp çalışmaları gibi alanlar çocuğa sağlanmalıdır. Çünkü tüm sorunlarda olduğu gibi boşanma sonrası da çocuğun içinde bulunduğu sosyal çevrenin koruyucu etkisi çok önemlidir. Çocuk anne ve babasının kendisine her durumda destek olacaklarına ve kendisini koruyacaklarına inanırsa karşılaştığı sorunlarla baş etmek konusunda daha güçlü hissedecektir. Ama yalnız bırakıldığına, ihmal edildiğine ve anne ve/veya babası için yeterince değerli olmadığına inanırsa bu durumda özgüveni gelişmeyecek ve zararlı da olsa kendini iyi hissedeceği ortamlara ve alışkanlıklara yönelecektir.

Anne – Babanın evindeki kurallar ve iş birliğinin önemiyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Çocukların en büyük korkularından biri değişimdir. Boşanma ile ev içi sorumluluklarda birçok değişiklikler doğacaktır. Bu değişim içerisinde belki bazı yakın akraba veya arkadaşlarıyla görüşmeleri engellenecektir. Boşanmış anne-babalar, boşanmamış ailelerle karşılaştırıldığında disiplinde belirgin bir tutarsızlık ve çocukları üzerinde denetim eksikliği gösterebilirler.  Hem anne baba hem de çocuk için değişime uyum sağlayacak zamanın yaratılması; aceleci davranıp uyum sorunları yaşayan çocuğa kötü davranılmaması, yavaş yavaş ve uygun bir dille çocuğa yaşadığı evde yapabilecekleri ve yapamayacaklarının anlatılması önemlidir. Her iki evde de mümkünse çocuğun özel bir odası/alanı olması; istediği eşyaları/fotoğrafları vs bulundurmasına izin verilmesi önemlidir. Çocuğun günlük rutinindeki temel alışkanlıklarda anne ve babanın söz birliği içinde olması son derece önemlidir. Örneğin belirli bir saatte yatması için yönlendirilen bir çocuk diğer evde daha geç saatte yatırılıyorsa, bu dengesizlik onu etkileyeceği için uyku sorunlarının yaşanmasına neden olabilir. Bu da hem bu kuralda direten ebeveyni ile çatışma yaşamasına hem de okula gitmek için kalkması gereken saatte kalkamamasına ve okulda günü yorgun geçirmesine sebep olabilmektedir. Ancak birçok anne baba bu işbirliğini sağlayamamaktadır. Hatta boşanmalarının sebeplerinden biri de kurallar konusunda fikir birliğine sahip olmamalarıdır. Bu durumda da bir orta yol bulabilmek gerekir. Aksi halde diretmek ve çocuğun diğer taraftaki davranışlarıyla ilgili zorlayıcı olmak bir işe yaramayacağı gibi çocuğun da huzursuz olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle çocuğunuzun yanınızdayken kendi kurallarınızı uygulamanız, onu bu kurallara uyması için teşvik etmeniz ve diğer tarafa da karışmamanız bazen en doğru tutum olmaktadır. Çocuklar büyüdükçe kendileri için neyin doğru ve yararlı olduğunu daha iyi analiz etmekte, çocukla daha iyi ilişki içinde olan ebeveyni de model alma ihtimali artmaktadır.

Boşanma sonrası yeni ilişkiler çocuğa ne zaman ve nasıl söylenmeli?

Yeni ilişki eğer ebeveyn tarafından evlenilecekse ya da  uzun süreli olduğu düşünülüyorsa ve bu kişi çocuğun hayatında yer alacaksa (örneğin aynı evde yaşayacaklarsa vs.); bu haber çocuğa alıştırılarak verilmelidir. Ama bu haberin verilmesi ile evlilik sürecinin birbirine uzak tarihler olması önemlidir. Çocuk henüz annesinin/babasının hayatında yeni birisinin olduğunu tam olarak kabul edemeden bu kişi ile evleneceği haberini alırsa çocuk için iyice zorlayıcı olur. Bunun yerine yeni kişi önce tanıştırılıp, “x benim arkadaşım, onunla çok iyi bir ilişkimiz var, birbirimizi seviyoruz; onunla tanışmanı istiyorum. O da seni tanımak istiyor; senden çok bahsettim, fotoğraflarını gösterdim vb.” gibi bir giriş yapmak ve tanışma zamanı için çocuğu süre vermek gerekir. Bu arada çocuğun soruları olabilir. Tüm bu soruları mümkün olduğunca doğru bir şekilde yanıtlamak gerekir. Sonra da çocuğun da istediği bir zamanda tanıştırılıp çocuğu çok zorlamadan birkaç saat zaman birlikte geçirilebilir. Bu süreçte “onu sevdin değil mi” gibi yönlendirici sorular yerine hiçbir şey söylememek çocuğun kendi yorumlarını ve duygularını ifade etmesine fırsat vermek önemlidir. Çocuklar kim olursa olsun anne ya da babalarının yanında bir başkasını görmekten rahatsızlık duyarlar. Eğer ilk görüşmenin ardından onu çok sevdiklerini söylüyorlarsa büyük olasılıkla sizi memnun etmek için bunu söylüyorlardır. Ya da sizin başka bir cevabı kabul etmeyeceğinize inanıyorlardır. Bu durumda tüm olumsuz duygularını bastırırlar. Bazen diğer ebeveyne rahatsızlıklarını ve üzüntülerini anlatırlar. Buna meydan vermemek için çocuğun her türlü duygusunu dinlemeye hazır olduğunuz mesajını vermeli, bu konuda acele etmemesini, bir süre tanımaya çalışmasını söylemelisiniz. Aralarında iyi ve olumlu bir ilişki geliştikçe zaten baştaki kaygılar azalacaktır.

Özellikle çalışan anne babalar boşanma durumlarında dadı ve bakıcılarından ne gibi özel davranışlar beklemeli?

 Çocuk bu önemli değişim sonrasında hayatında sabit olan kişiye ister istemez daha bağlı kalmak isteyecektir. Diğer yandan bakıcısıyla daha çok çatışabilir, ihtiyaçlarını gidermesi konusunda daha fazla yardım bekleyebilir. Aslında daha fazla şefkat bekler ve kendisinin ne kadar sevildiğini, bakıcısı tarafından da terk edilip edilmeyeceğini test etme ihtiyacında olur.   Bu gibi durumlarda bakıcının toleransının daha gelişmiş olması, çocuğa mümkün olduğunca sevgi ve şefkat gösterebilmesi ve bu yaşananları geçici görebilmesi önemlidir. Ancak çocuktaki değişimleri kabul etmek, onun her istediğini yapmak olmamalıdır;  sırf boşanma sonrası acıma duygusuyla çocuğun her istediğini yapmak da çocuğun davranışlarında olumsuz değişimlere sebep olabilir. Tutarlı disiplinin devam ettirilmesi, günlük ihtiyaçlarının düzen içinde karşılanması ve alışkanlıklar konusunda tutarlı olunması gerekir.  Bu süreçte anne babalar da bakıcıdan fazla beklenti içinde olmamalı; çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamada ve disiplin sağlamada her zaman önde olmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki boşanma dönemi,  çocuğun anne babasının ilgi ve sevgisine en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden biridir.

Belgin TEMUR
Uzm. Pedagog


6 Ekim 2017 Cuma

Erkek Çocuk Yetiştirmek

Erkek çocuk yetiştirirken

Çocuk yetiştirmek gibi genel bir başlık yerine neden “erkek çocuk yetiştirmek” başlığını seçtiğimizi merak ediyor olabilirsiniz. Günümüzde cinsiyet ayrımcılığının en önemli sebeplerinden biri olan “erkek gibi erkek yetiştirme” modeli sanıldığı gibi erkek çocuğu daha güçlü hale getirmiyor. Kız çocukları güçsüzleştirerek cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan çok sayıda sorunun temelini oluşturuyor. Bu yazının amacı anne baba olarak bizlere masum görünen, sıradan, sıklıkla rastlanan, hatta bazen sevimli görünen “erkek çocuk yetiştirme” tutumlarımızın büyük ölçekte nasıl büyük sorunların oluşmasına neden olduğunu fark etmemizi sağlamaktır.

Gerek kültürel alışkanlıklarımız, gerekse erkek çocuğa yüklenen toplumsal anlam çocuklarımızı büyütürken oluşturduğumuz tutumları etkiliyor.  Anne babaların “sağlıklı erkek çocuk” yetiştirme kaygıları neredeyse doğum öncesinden başlıyor. Bebekken “kız renkleri” giydirmemek, oyuncakları, erkek ve kız oyuncakları diye ayırmak, sert ve agresif tutumları “erkek olmanın gereğidir”diye hoş görmek, duygularını ifade ettiğinde “kız gibi davranmakla” suçlanmak neredeyse erkek çocuğun yaşamı boyunca sürecek bir “erkek” olma endişesi oluşturmasına sebep oluyor.
Modernleşme ile birlikte kız ve erkek çocuk sahibi olmakla ilgili beklentiler değişime uğrasa da hala birçok ailede erkek çocuk sahibi olmanın daha fazla arzu edilen bir durum olduğunu görüyoruz. Bu beklenti bile erkek çocuğun kendisini toplum içinde özel ve farklı hissetmesi için yeterince anlam içeriyor. Erkek çocuk için avantajmış gibi görünen bu durum çoğu kez erkek çocukların çeşitli duygusal, davranışsal ve sosyal sorunlar yaşamalarında da belirleyici oluyor.
Erkek çocuk yetiştirirken en sık yapılan hatalar…

Erkek mavi (mi?) giyer: Çocuğun giyimini, çevresini ve seçimlerini kısıtlı sayıda renkle oluşturmak ve “renkli” olmaya izin vermemek sıklıkla gördüğümüz bir tutum. Doğumla birlikte erkek çocuk mavi giyer zorlaması çocukların bebeklik döneminden itibaren kısıtlanmalarına, başlangıçta sevimli ve ilgi çekici gelen tüm renklerin bir süre sonra tabu gibi algılanmasına neden oluyor. Örneğin içinde ince bir pembe çizgi olduğu için o oyuncağa el sürmek istemeyen erkek çocuklar oluyor. Sanki o ince pembe çizgiden kendilerine “kızlık” bulaşacakmış gibi. Buradaki mesele sadece erkek olarak farklı olmak değil aynı zamanda kız olmanın daha az tercih edilir bir durum gibi algılanması sonucunu da beraberinde getiriyor. Böyle bir bakışla kız çocuklar da pembeyi daha fazla tercih ediyorlar elbette. Ama hiçbir kız çocuk (ve anne babası) içinde mavi çizgi olan ya da tamamı mavi olan bir oyuncağı bu erkek oyuncağı diye reddetmiyor. Buradaki gizli anlam gerçekten de cinsiyet ayrımcılığında çok önemli bir belirleyici olarak karşımıza çıkıyor.

Oyun ve oyuncak seçimi: Birçok anne baba erkek çocuğunun bebekle, evcilik malzemeleri ile oynamasından büyük endişe duyar. Hatta bu sebeple çocuğunu bir pedagoga götürmek isteyen çok anne baba vardır. Erkek çocuktan beklenen, sadece araba ile, top ile, lego ile, sert erkek figürleri ve benzerleri ile oynamasıdır. Bunun dışındaki oyuncaklara ilgi göstermesi, erkeklikten uzaklaşması, “kız gibi” davranması anlamına gelir diye endişe duyulur. Oysa bütün oyuncaklar bütün çocuklar için üretilmiştir. Adından da anlaşıldığı gibi oyuncak, oyun oynamak içindir. Elbette cinsiyet rolleri gereği kız çocukların ve erkek çocukların daha fazla tercih ettikleri oyuncaklar vardır. Ama bütün çocuklar bütün oyuncaklara ilgi duyabilirler. Hatta değişik oyun malzemeleriyle oynamaları, yaşam içindeki değişik rolleri deneyimlemeleri açısından çok değerlidir. Hiçbir erkek çocuk bebekle oynadığı için kız olmak istemez. Eğer çocuk kız ya da erkek, karşı cinse ait özellikler gösteriyorsa onun oyuncaklarını değiştirerek de bu durumu değiştiremeyiz. Anne baba olarak görevimiz, çocuğumuzun istediği her oyuncakla özgürce oynamasına izin vermektir.

Erkek çocuğa küfür öğretmek: Birçok ailede yeni konuşmaya başlayan erkek çocuklara yine erkeklerin sıklıkla kullandıkları küfürler öğretilir; belli bir süre de onun tam telaffuz edemeden söylediği bu sözler eğlence aracı olur; sık sık bebeğe söyletilir ve hep birlikte gülünür. Zannedildiği gibi küfür bir erkeği erkek yapmaz. Tam tersine özellikle de karşı cinsi aşağılayan bu küfürler erkek çocukların, çocukluktan ergenliğe geçerken hızlıca, daha kaba, kavgaya yatkın, sorun çözmek yerine karşı tarafa hakareti ve şiddeti öğrenen ve dürtülerini kontrol edemeyen bireylere dönüşmelerini sağlar.

Şiddete teşvik etmek: Erkek çocuklarına herhangi bir tehdit durumunda (bir arkadaşının kendisine vurması, hakaret etmesi vb) şiddete başvurması öğretilir. “Sana vurana sen de vur” en çok duyduğumuz, toplumsal olarak en çok benimsediğimiz nasihattir. Erkekse pısırık olmasın, o da karşılık versin; hatta daha kendisine vurulmadan o vursun isteriz. Oysa şiddet her zaman şiddeti doğurur. Savunmak için bile olsa şiddete başvurmak çocukların yaşları büyüdükçe daha fazla şiddet ortamları içinde yer almalarına, böylece kendilerinin de daha fazla tehdit altında olmalarına neden olmaktadır. Diğer yandan sorunları şiddetle çözme eğilimi, bir süre sonra kendisinden daha güçsüz olana daha fazla şiddet uygulama eğilimini de beraberinde getirecektir. Bu da toplumda sıklıkla rastladığımız kadına, çocuğa, mağdur olan herkese şiddetin temelini oluşturmaktadır. Bunun yerine çocuklarımıza sorun çözmeyi öğretmeliyiz; şiddetten nasıl kaçınmaları gerektiğini, şiddet karşısında bile alternatif çözümler olabileceğini öğretmeliyiz.

Öz bakım becerisi öğretmemek: Günümüzde hala birçok evde erkek çocuklar (ve babalar) evde günlük yaşam için gereken işleri yapmazlar. Tüm bu işler aslen kadınların göreviymiş gibi düşünülür. Genellikle kadınlar da bu rolü bu şekilde kabullenmişlerdir. Hatta çalışan kadınlar bile ev işlerini tek başlarına yaparlar. Erkek çocuklar da bu şekilde büyütülür. Kendi öz bakımları da dahil birçok işleri anneleri tarafından yapılır. Birçok erkek çocuk hayatında hiç yatağını toplamadan büyür. Evde sürekli ona hizmet edilir. Nasılsa anne yapıyorsa, erkek çocuğun böyle bir şeyle uğraşmasına gerek yok diye düşünülür. Yine birçok evde bir kız çocuk varsa ona ev işleri öğretilir; hatta abisine ya da erkek kardeşine hizmet etmesi doğal kabul edilir. Bu erkek çocuklar yaşamları için temel olan basit becerileri bile öğrenemezler; tek başlarına yaşamlarını sürdürmeleri neredeyse imkansızdır. Bu iş  bilmeme hali de sanki erkek olmanın gereğiymiş gibi düşünülür. Oysa sağlıklı  birey gelişiminde yaşam için gerekli tüm becerilerin kazanılması esastır. Tüm bu becerilerden yoksun olmak da erkek olmak için her hangi bir avantaj oluşturmaz. Sadece bu erkek çocuğun ileride eşi olacak kadınla eşit olmayan bir ilişki sürdüreceği gerçeğini oluşturur.

Özetle, çocuklarımızın sağlıklı cinsiyet özellikleri geliştirmelerini istiyorsak, onları kız ya da erkek olarak ayırmadan eşit davranmalı,  yaşam içinde eşit, kendilerine, çevrelerine ve özellikle de karşı cinse saygılı bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Bu anlayışla büyüyen çocuklar arzu ettiğimiz sağlıklı, şiddetten uzak, huzurlu bir toplumun da temelini oluşturacaklardır.
                                                                                                        
Belgin TEMUR
Uzm. Pedagog