Yaşamın ilk üç yılı, çocuk gelişimi ve eğitimi açısından bakıldığı zaman “sihirli” yıllardır. Çocuğun bilişsel, motor, dil ve sosyal gelişiminin yanı sıra kişilik gelişimine ait temeller de bu yıllar içerisinde atılmaktadır.
İki-üç yaş dönemi çocuğun gelişimi açısından çok renkli geçen bir dönemdir. Bu yaştaki çocuklarda gelişimin birçok basamağında seri ilerlemeler kaydedilmektedir. Çocuklar artık rahatlıkla kendi başlarına yürüyebilmekte hatta koşabilmekte, kendilerini ve isteklerini rahatlıkla ifade edebilmekte, hatta diğer çocuklar ile aynı ortamda oyun oynama becerisini gerçekleştirebilmektedirler. Önceki yıllarda her türlü ihtiyacını giderebilmek için annesine veya bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duyan çocuk, artık birtakım becerileri edinmiştir ve bunları bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duymadan kendisinin gerçekleştirebildiğinin farkına varmıştır. İki yaş çocuğu, artık kendisinin farkına varmaktadır, çevredeki diğer bireylerden farklı olduğunu ayırt etmeye başlamıştır. Bu yaş döneminde gerçekleşen birçok alandaki ilerlemeler, çocukları bağımsızlığa doğru yönlendirmektedir. Her gün yeni bir şeyler öğrenme isteği ile dolu olan bu yaş çocuğu sürekli sorular sormaktadır. Bu soruları sormasının nedeni; onun için yabancı olan dış dünyayı yavaş yavaş tanımaya başlaması ve bilmediği şeylere karşı iç dünyasında geliştirmiş olduğu meraktır. Çocuk sıklıkla sorduğu bu sorular aracılığı ile dış dünyaya ait belirsizlikleri ortadan kaldırarak merakını gidermek ve daha fazla bilgi edinmek istemektedir. Edindiği her bir bilgi ve başarabildiğini gördüğü her bir beceri, çocuğun kendine olan güvenini arttırarak sağlamlaştırmakta ve çocuğu bağımsızlığa doğru yöneltmeye devam etmektedir.
Kendi bağımsızlığını ve becerilerini kanıtlamak isteyen iki yaş çocuğu artık her şeyi ebeveynlerinin desteği olmadan kendi başına yapmak istemekte ve bu konuda yapılacak herhangi bir desteği reddetmektedir. Bu durum daha önceleri çocuklarına her alanda yardım etmiş olan ebeveynleri şaşırtmaktadır. Bu yaş döneminde çocuklar için önemli olan şey “kendi”leridir. Çocukların gerçekleştirdiği her etkinliğin temel amacı kendileridir. Bu dönemdeki çocukların taşıdığı temel özelliklerden bir tanesi de “egosantrizm” yani “benmerkezcilik”tir. Benmerkezcilik, çocuğun kendini dünyanın merkezinde gibi hissetmesidir. Her ihtiyaçları anında karşılığını bulmalıdır, her dedikleri vakit kaybetmeden yerine getirilmelidir, istek ve talepleri kesinlikle reddedilemez, engellenmeye tahammülleri yoktur, başka bir kişinin istekleri olduğundan haberdar değillerdir, diğer bireylerin ihtiyaçlarının farkında değillerdir, her zaman ve her yerde her istediklerini yapabileceklerini düşünmektedirler, her şeyi kontrol etmek istemekte yani bir anlamda evin yeni patronu, evin hakimi olduklarını düşünmektedirler. Bu tarz bir tablo ile karşı karşıya kalan anne ve babalar genellikle çok şaşırmaktadırlar. Bu “her şeyden önce ben ve ihtiyaçlarım” mantığı aslında çocuk gelişimi açısından doğal bir gelişim basamağıdır.
Dış dünyada gördüğü her şeye merak duyan bu yaş çocuğunun etrafındaki her uyarana yönelik bir ilgisi vardır. Çocuk bu uyaranları tüm duyu organları ile tanımak istemekte, onları ellemekte, koklamakta, onlar ile oynayarak onlar ile ilgili merakını gidermek istemektedir. Çocuklar etrafta gördükleri her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünürler ve her şeyi almak istemektedirler. Her şeyi istediği anda yapabileceğini düşünen çocuk, bu istekleri engellenir veya ertelenirse, herhangi bir talebi karşısında “Hayır!” sözünü duyarsa buna tahammül edememekte, tepkisini ağlayarak, bağırarak, tepinerek, bir şeyleri fırlatarak, etrafındakilere vurarak, tekme atarak göstermektedir. Aslında bu yaş grubunda bu tarz tepkiler sıklıkla görülmektedir. Dünya çocuklar için çok büyük, belirsizlikler ile dolu ve korkutucu bir yerdir. Böyle bir yerdeki çocuk eğer güçlü ve sert tepkiler ile kendini ifade ederse, annesi, babası ve diğer yetişkinler tarafından “güçlü” olarak algılanacağını düşünmekte ve bu yönde bir “sorun çözme ve baş etme yöntemi” geliştirmektedir. Bu güçlü ve sert tepkileri sergileyen çocuk, bu sayede karşılaştığı tüm engellemeleri ortadan kaldırabileceğini düşünür.
Bu yaş dönemindeki çocuklarda görülen bir diğer özellik; çocukların her şeye sahip olmayı istemeleri ve sahibi oldukları şeyleri diğerleri ile paylaşmamalarıdır. Kendilerine ait bir oyuncak bebeği, askerlerini, arabalarını, topaçlarını kimseye vermezler. O sadece onlarındır, onlara aittir ve o oyuncağı yöneten sadece kendileridir. Kendini her konunun tek hakimi gibi hisseden çocuk, tabii ki bu oyuncağın da patronudur, onun üzerinde bir güce sahiptir. Bu dönem çocukları, paylaşmanın ne demek olduğunu bilmemektedir. Yani eğer çocuk ona ait olan oyuncak arabasını başka birisine verirse artık o oyuncak arabanın bir daha geri gelip gelmeyeceği konusundan dolayı kaygılandırmaktadır. Bu nedenle çocuk kendisine ait hiçbir şeyi kimse ile paylaşmaz. Böylece hem oyuncağı onda kalmaya, onun olmaya devam etmiş olur, çocuk bir şeylerin sahibi ve tek patronu olma duygusunu yaşamaya devam eder olur, hem de patron olmanın verdiği güçlü olma duygusunu yaşamayı sürdürür.
Bu yaş döneminde karşılaşılan bir diğer özellik ise çocukların, sorulan sorulara genellikle ‘Hayır!’ diyerek yanıt vermeleridir. Tıpkı bazı becerileri kazandıktan sonra destek almayı reddetmeleri gibi, sorulara yanıt vermeyi reddetmeleri de güçlerini çevreye ispat etmeye yönelik bir tepkidir. Karşısındaki bireyin sorusunu yanıtlamayı reddeden veya o kişinin bir talebini karşılamayı kabul etmeyen çocuk kendinin de diğer bireyler arasında güçlü bir şekilde var olduğunu ve diğer bireylerin de onun gücünü hissettiklerini düşünmektedir.
Eğer bu yaş döneminde bir çocuğunuz varsa;
-Unutulmaması gereken en önemli nokta, bu yaş dönemindeki çocukların benmerkezci özelliklere sahip olduklarıdır. Bu dönem geçici bir dönemdir ve çocukların bu özellikleri hep böyle devam etmeyecektir. Bu nedenle anne ve babaların yapmaları gereken en önemli şey; bu özelliğin yaş dönemine ait olduğunu unutmamaktır. Anne ve babalar çocuklarına karşı sabırlı olmalıdırlar. Çocuklar dünya ile daha yeni tanışmaktadır ve aslında nasıl davranmaları gerektiğini bilmemektedirler. Bu nedenle kendilerini korumak için güçlü olmaya ihtiyaçları vardır ve güç duygusunu ancak istedikleri anında gerçekleşirse hissedebilmektedirler.
-Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta, bu yaş çocuğunun henüz paylaşma kavramına ait bir bilgisinin olmadığıdır. Çünkü bu yaş çocuğu henüz verdiği nesnenin geri geleceğini tahmin edebilecek yeterli bilişsel gelişim düzeyine sahip değildir. Oyuncağını verdiği anda onu bir daha hiç göremeyeceğini düşünmektedir. Bu nedenle oyuncağını vermemekte, onunla sadece kendisi oynamaktadır.
-Bu yaş çocuğu için güç kavramı çok önemlidir. Yeni yeni bağımsızlaşmaya başlayan çocuğun temel güven duygusunu kazanabilmesi için bir şeylere sahip olduğunu ve onlar üzerinde bir hakimiyeti olduğunu hissetmesi çok önemlidir.
- Çocuğunuz size bencil gibi görünse de, aslında bunun tek nedeni bu yaşa ait özellikleri taşıyor olmasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, sizin bu tarz durumlarda nasıl tepki verdiğinizdir. Çocuklar bu dönemde henüz disiplin kavramını edinmemişlerdir ve davranışlarının sonuçlarını deneyerek görmekte ve öğrenmektedirler. Neye nasıl tepki verdiğinize çok dikkat ederler ve aynı durum ile tekrar karşılaştıklarında nasıl tepki verecekleri aslında o tarz bir durum ile ilk defa karşılaştıklarında şekillenmektedir.
-Eğer çocuğunuz istediği bir şey gerçekleşmediği zaman ağlıyor, bağırıyor, tepiniyor ise; anne-babalar olarak sakin kalmalı, çocuğun bu sert tepkilerine sert ve inatçı tepkiler vermemeli, onun yerine çocuğunuzun dikkatini başka bir şeye yönelterek bu sıkıntıyı gidermeyi denemelisiniz. Eğer çocuğunuz ile inatlaşır, onu cezalandırırsanız; bu hem ebeveyn-çocuk ilişkisinin bozulmasına hem de çocuğun sizin ile ilişki kurma biçimi olarak bu yolu öğrenmesine ve hep bu yolu uygulamasına neden olabilir. Ayrıca öğrendiği bu davranış kalıbı ileriki yıllara taşınabilir ve çocuğunuzun çevresindeki bireyler ile kuracağı ilişkinin şeklini belirleyebilir. Yani çocuğunuz başka bireyler ile de inatlaşarak, karşılaştığı sorunları çözmeye çalışabilir ve bu, ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir.
Anne-Babalara Öneriler:
*Bu yaş dönemindeki çocuğunuzun sorduğu sorulara onun anlayacağı basit bir dille yanıt verin.
*Çocuğunuza yavaş yavaş disiplini öğretmeye başlayın. Yani yaş dönemine uygun olarak kural ve sınırları koymaya başlayabilirsiniz. Ev ortamında her isteğine “Evet” yanıtı alan bir çocuk girdiği bir sosyal ortamda “Hayır” yanıtı ile karşılaşırsa ve bu duyduğu ilk “Hayır”ı olursa çocuk şaşırmakta, ne yapacağını bilememekte ve huzursuz olmaktadır. Bu sıkıntılar beraberinde uyum problemlerini getirebilmektedir. Bu nedenle ev ortamında uyması gereken bazı kuralları olması sosyal gelişimi ve kişilik gelişimi açısından olumlu olacaktır.
*Ebeveyn olarak anne-babalar yaşanan sıkıntılar karşısında ne kadar sakin kalabilirler ise, sorunu çözmek o kadar rahat ve kolay olacaktır.
*Bir çocuğa bir davranışı öğretmenin en uygun yolu o davranışı pekiştirmektir. Örneğin eğer çocuğunuz oyuncağını paylaşmıyor, isteyen bir arkadaşına oyuncağını vermiyor ve bu durum sizi üzüyor ise yapmanız gereken şey; bu olumsuz davranışı sertçe cezalandırmak yerine davranışını görmezden gelmek ve oyuncağını arkadaşı ile paylaşarak olumlu davranışı sergilediği anda onu hemen ödüllendirerek geribildirim vermektir. Çocuğunuz oyuncağını bir başkası ile paylaşınca, bu davranışını anında ödüllendirin. Bu ödül, sözel olarak onu tebrik etmek gibi manevi bir ödül olabileceği gibi yaşına uygun çok küçük bir maddi ödül(yapıştırma vb. gibi) de olabilir. Bu ödülü çocuğunuzun sevdiği şeyler içinden belirleyebilirsiniz.
*Çocuğunuz ne kadar sık yaşıtları ile bir araya gelirse, paylaşma becerisini o kadar hızlı bir şeklide edinecektir. Çocuklar birbirlerini gözlemleyerek birbirleri ile etkileşime geçmeye başlarlar. Birlikte geçirdikleri zaman dilimi attıkça birbirlerine alışacaklar böylece paylaşımlarda bulunmaya başlayacaklar ve sosyal gelişimleri olumlu yönde gelişecektir.
*Çocuklar görerek öğrenirler. Dünyaya gözlerini ilk açtıkları anda karşılarında annelerini ve babalarını görürler. Öğrendikleri ilk bilgiler, aile içi yaşantılar ile elde edilmektedir. Bu nedenle çocuklar evlerinde ne yaşanırsa onu görür, kalıp olarak öğrenir ve uygularlar. Yani çocuklar ebeveynlerini model alırlar. Bu nedenle anne ve babanın çocuklarına verdikleri mesajlar çok önemlidir. Burada önemli olan çocuğa beklediğimiz davranışı gösteren bir model olabilmektir. Bunun yanı sıra çocuğa anne ve babadan giden mesajlar tutarlı olmalı ve birbiriyle çelişmemelidir. Ayrı iki kanaldan aynı mesajı alan çocuğun güven duygusu artacaktır.
*Çocuklar yaşayarak öğrenirler. Bu nedenle yaşıtları ile vakit geçirebileceği bir oyun grubu ortamı, geliştirici ve pekiştirici bir ortam olabilir.
Uzman Psikolojik Danışman Tuğba Yarız
Çocuk psikolojisi, çocuk ruh sağlığı, ergenlik, ergenlik sorunları, anne çocuk ilişkisi, baba çocuk ilişkisi, aile içi iletişim, çocuk sağlığı...
20 Ekim 2017 Cuma
13 Ekim 2017 Cuma
BOŞANMANIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Boşanmaya
karar veren anne-baba bunu çocuğa nasıl söylemeli?
Alınan boşanma kararı, çocuğa anne ve
babanın her ikisi tarafından anlatılmalı, çocuk boşanmadan sonra yaşamında ne
gibi değişimler olacağı hakkında bilgilendirilmelidir. Bazen boşanma öncesinde
anne ve baba ayrı evlerde yaşama kararı alabilir. Bu durumda da çocuklara bunun
bilgisinin verilmesi ve anne ve baba arasında sorunlar olduğu bu nedenle
ayrılma kararı alındığı söylenmelidir. Unutulmamalıdır ki; çocukların önünde bu sırada sergilenen
duygular ve anne babanın nasıl bir tavırla bu kararı açıkladıkları, onların
boşanma kararını algılamalarını da belirleyecektir. 5 yaşından daha küçük çocuklara, kısa, basit kelimelerle,
detayları olmayan açıklamalar yeterlidir. Örneğin: “Annen/baban ve ben artık
ayrı evlerde oturmaya karar verdik. Çünkü artık birbirimizle evli kalmak
istemiyoruz. Ben yakında başka bir eve taşınacağım, sen de annen/babanla burada
kalacaksın. Yarın seni yeni evime götüreceğim. Ne zaman istersen oraya
gelebilirsin. Orada da yeni bir odan olacak, isteğin oyuncaklarını ve
eşyalarını da oraya götürebiliriz ya da yeni oda için yeni eşya ve oyuncaklar
alabiliriz” gibi. Çocukların
hayatlarının bundan sonrasında neler olacağı, anne ve babası ile ne şekilde
beraber olacağı ile ilgili bilgilendirilmeleri ve bu konuda güven verilmesi son
derece önemlidir. Mümkün olduğunca yaşam düzeninin aynı kalacağı, anneyi de
babayı da eşit miktarda görebileceği güvencesi verilmeli ve yaşamında aynı
kalacak şeylerin çocuğa anlatılması önemlidir. “Yine aynı okula gidecek, aynı
sınıfta okuyacaksın. Öğretmenin de aynı kalacak..” gibi... Genellikle 5
yaşından itibaren çocuklar anne baba ayrılığı ile ilgili daha fazla soru
sorarlar. Tüm bu soruların mümkün olduğunca doğru yanıtlanması ve net yanıtlar
verilmesi önemlidir. 9-12 yaş
arasındaki çocuklar daha sert tepkiler verebilirler. Öfkelerini açıkça
ifade edebilirler. Ayrı yaşamanın herkes için en iyi çözüm olacağı, ayrı yaşayan
ebeveyniyle sık sık görüşebileceği vurgulanmalıdır ve aynı şekilde yaşamında bundan sonra neler olacağı, yaşam düzeninin
nasıl olacağı anlatılmalıdır. Ayrıca burada kararlılık önemlidir. Bu kararın
çocuğun tavrı ve isteği ile değişebilir bir karar olduğu mesajı vermek
çocukları çok zorlamakta bu sürecin sorumluluğunu almalarına ve psikolojik
olarak daha fazla zorlanmalarına neden olmaktadır.
Ebeveynleri
boşanan çocuklarda ne gibi sosyal, psikolojik ve fiziksel
farklılıklar(rahatsızlıklar) görülebilir?
Anne baba ayrılığı bir çok çocuk için
travma niteliğindedir ve her çocuk farklı şekilde etkilenmekte ve farklı
reaksiyonlar vermektedir. Her çocuk anne ve babasının bir arada mutlu ve
keyifli bir ilişki sürdürmesini arzu eder. Bunun dışındaki tüm durumlar
çocukların psikolojik tepkilerine neden olmaktadır. Çocuğun yaşı, genel
psikolojik özellikleri ve anne babanın boşanma sürecindeki sorunlarla nasıl baş
ettikleri ve ailenin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel özellikleri çocukların tepkilerinde
belirleyici olmaktadır. Boşanma sonrası bir çok çocuk sosyal açıdan uyumsuz davranışlar, suçluluk
duyguları, öfke kontrol problemleri, itaatsizlik, kaygı sorunları, depresyon,
akademik başarı sorunları, okula uyum ve otorite ile çatışma gibi sorunlar
yaşayabilmektedir. Bazen psikolojik sıkıntıların tam olarak ifade edilememesi
çocukların psikosomatik bazı rahatsızlıklar yaşamalarına da sebep olabilir. Boşanmadan sonraki ilk 18 ay genellikle hem
çocuk hem ebeveyn için akut sıkıntıların doğduğu bir evredir. Ayrılıklarda
aşırı zorlanma ve endişe duyma, korkuların yoğunluğunda artış/yenilerinin
eklenmesi, ayrılığa bağlı olarak yas reaksiyonları görülebilir; 18 aydan sonra
akut belirtiler azalır, derin bir kayıp ve incinebilirlik duygusu kalır. Ani
boşanma kararları, çocuğu daha çok etkiler ancak geçimsizliğin belirgin olduğu
yoğun kaotik aile ortamlarında ayrılık çocuk açısından bir kurtuluş da
olabilmektedir. Ebeveynin tutarlı tutumu da çocuğun genel duygusal halini
belirleyici olmaktadır. Her koşulda “sadece çocukların iyiliği için bir
arada kalmak” yararlı olmamaktadır. Ancak elbette var olan sorunların ele
alınarak çözüme ulaştırılması mümkün ise çocuk anne ve babasını bir aradayken
mutlu görebilecekse bu en ideal çözüm olacaktır.
Çocuklarda
depresyon belirtileri nelerdir?
Sıklıkla;
* İştahsızlık ya da iştah artışı (kilo alamama/çok kilo alma; yeme tutumu bozuklukları
* Sinirlilik/öfke belirtileri, suçluluk, mutsuzluk, huzursuzluk artışı
* Ağrılar (karın, baş, mide vb.)
* Uyku sorunları ve tekrar eden kabuslar (Gece kabusları, yalnız yatamama)
* Daha önceden görülmeyen öğrenme ve hafıza sorunları
* Belirgin davranış değişiklikleri; utangaçlık, çekingenlik, sosyal izolasyon ve agresiflik gibi.
* Enurezis (çiş kaçırma)
* Enkoprezis (kaka kaçırma)
* Dikkat ve konsantrasyon sorunları
* İştahsızlık ya da iştah artışı (kilo alamama/çok kilo alma; yeme tutumu bozuklukları
* Sinirlilik/öfke belirtileri, suçluluk, mutsuzluk, huzursuzluk artışı
* Ağrılar (karın, baş, mide vb.)
* Uyku sorunları ve tekrar eden kabuslar (Gece kabusları, yalnız yatamama)
* Daha önceden görülmeyen öğrenme ve hafıza sorunları
* Belirgin davranış değişiklikleri; utangaçlık, çekingenlik, sosyal izolasyon ve agresiflik gibi.
* Enurezis (çiş kaçırma)
* Enkoprezis (kaka kaçırma)
* Dikkat ve konsantrasyon sorunları
Boşanan
çiftlerin muhakkak yapmaları gereken şeyler nelerdir? Boşanan çiftlerin
kesinlikle yapmaması gereken şeyler nelerdir?
1) Boşanmanın hemen ardından kent
veya ev değiştirme, bakıcı değiştirme, yeni bir evlilik gibi yaşam
değişiklikleri ertelenmelidir. Özellikle yeni bir evlilikle ilgili girişim,
aradan bir yıl geçmeden, boşanma kesinlik kazanmadan başlatılmamalıdır.
2)Bunun yanı sıra, yaşanması zorunlu
değişiklikler de, kademeli olarak yapılmalıdır. Çocuğun boşanmadan önceki
mekanında yaşamaya devam etmesi ve aynı okula gitmesi daha uygundur. Mümkün
olduğunca yaşamında az değişiklik yapılması esastır. Bu sayede çocuk
hayatındaki bu büyük değişikliği daha kolay tolere eder.
3) Çocuktan ayrı kalacak ebeveyn,
evden kademeli olarak ayrılmalıdır. Bu süre, haftada bir günden, 5-6 güne kadar
yavaş yavaş çıkarıldığında, çocuk ayrılığa daha kolay uyum sağlar. Birden bire
ayrılık kararını duyan çocuk ertesi gün iki ebeveyninden birinin evi terk
edeceğini öğrendiğinde çok büyük bir korku ve endişeye kapılabilir. Önce bu
fikre alışması, soruları varsa sorması, tüm olumsuz duygularını ifade
edebilmesi gerekir. Bu nedenle ayrılık kararı konuşulduktan sonra bir süre anne
babanın çocuğun yanında kalarak, her durumda ona destek olmaya hazır
olduklarını ve her sorusunu yanıtlamaya hazır olduklarını ifade etmeleri
önemlidir.
4) Eşler, boşanmanın çocuk üzerinde
yarattığı olumsuz etkilerin yanında, kendi yaşadıkları olumsuz duyguları göz
ardı etmemeli, gerekirse profesyonel yardım almalıdırlar. Çünkü onların
toparlanma hızı, çocuklarının da bu süreci daha hızlı ve olumlu atlatmalarını
sağlayacaktır. Evlilik bittiğinde ortada bir çocuk varsa ister istemez anne ve
babanın ilişkisi bir ömür boyu sürmektedir. Bu nedenle bu ilişkide bir sorun
varsa boşanma sonrasında bile çift danışmanlığı almak yararlı olmaktadır. Çünkü
bu ilişki ne kadar sağlıklı, kızgınlıktan arınmış olursa çocuğa da bu kadar
olumlu yansımalar olacaktır. Böylece çocuk bu zorlu süreçte bir de anne
babasının birbirlerine olan kızgınlığının yükünü taşımak ve taraf tutmak
zorunda kalmayacaktır.
5) Çocukların ebeveyni model
aldıkları gerçeğinden hareketle, sürekli ağlayan bir anne, çocuğa durumun kötü
olduğunu, neşeli ve çaba gösteren bir anne ise, her şeyin yolunda gittiği
izlenimini verecektir. Elbette akut dönemde anne babanın üzgün olması, yeni
duruma alışmakla ilgili zorluklarının olması doğaldır. Ancak bu kararın her iki
tarafın isteğiyle alındığını bu nedenle de bu üzüntünün bir süre sonra
geçeceğini anlatmak, bir süre sonra da yaşam düzeni iyice kurulduktan sonra
çocuğa umut aşılayabilmek önemlidir. Aşırı tepkiler, karşı tarafı kötüleyici ve
çocuğu bir taraf tutmaya zorlayıcı tutumlar çocukların çok ciddi psikolojik
problemler geliştirmelerine neden olabilmektedir.
6) Bunun yanı sıra, çocuklarıyla
birlikte bir pedagogtan veya uzman çocuk psikologundan da profesyonel yardım
alınabilir. Çünkü bu süreçte neler olup bittiği, bundan sonraki yaşam düzeninin
ne olacağı son derece önemlidir. Bu nedenle ailenin özel durumuna uygun olarak
çocuğu yönlendirebilmek, bu süreçte anne babanın nasıl davranması gerektiği ile
ilgili danışmanlık ve destek hayati önem taşımaktadır.
7) Anne de baba da çocukla düzenli
bir şekilde vakit geçirebilmelidir. Günümüzde boşanmaların çoğunda velayet
anneye verilmekte ve babaya çok sınırlı bir zaman kalmaktadır. Bu bazen
babaların da tercihi olmaktadır. Ya da velayeti alan ebeveyn çocuğun diğer
ebeveyn ile daha sınırlı görüşmesinin uygun olacağına inanmaktadır. Oysa burada
da çocuğun yaşı, cinsiyeti, anne ve babası ile ilişkisi ve yaşam düzeni
belirleyici olmaktadır. Örneğin hafta içi hep annede kalan bir çocuk annesi ile
sadece ders çalışıyor, baba ile de hafta sonu hep eğlenceli aktiviteler
yapıyorsa ister istemez annesi ile arasında bir gerginlik oluşmaktadır. Çocuğun
her türlü sorumluluğunun paylaşılması gerekmektedir. Bu paylaşımı sadece bir
“iş paylaşımı” olarak görmek yanlıştır. Çünkü bu aynı zamanda çocuğun
ihtiyacıdır da. Örneğin akademik başarısını ya da ders çalışma sırasındaki
zorluklarını her iki ebeveyninin de bilmesi ve ihtiyaç duyduğunda da
ebeveynlerinden yardım isteyebilmesi önemlidir. Ya da her iki ebeveyniyle de
serbest zaman geçirebilmesi, keyifli aktivitelere zaman kalması önemlidir. Bu
nedenle çocuğun anne ve babada olma zamanları planlanırken bu husus mutlaka
dikkate alınmalıdır.
Yaş
dönemlerine göre (0-3, 3-6, 6-11) çocukların boşanmayı algılayış şekli nasıl
olur?
Oyun Çocuğu
Dönemi (1-3 yaş)Anne-babadan
birinin taşındığını anlar. Ama tam olarak nedenini anlayamaz. Sadece evden ayrılan ebeveynin yoksunluğu ile
ilgili belirtiler gösterir.
Okul Öncesi
Dönem (3-6 yaş) Boşanmanın
anlamını bilmemekle birlikte, anne/babadan birinin hayatında aktif olmadığını
fark eder. 3-5 yaş arasındakiler, bu duruma kendilerinin yol açtığına inanarak
yoğun suçluluk duyguları hissedebilirler.
Okul Dönemi
(6-11 yaş)Boşanmanın
ne olduğunu anlamaya başlar. Anne babasının artık birlikte yaşamayacağını ve
birbirlerini eskisi gibi sevmeyeceklerini anlar.
Ergenlikte ise genelde artık ebeveynin boşanması düz bir
mantıktan ziyade, detayları ve karmaşıklığı ile algılanır. Ergen bu konuda
kaygılarını ifade eder fakat daha büyük ergenler daha olgun karşılar, çünkü duygusal
ve zihinsel olarak daha gelişmişlerdir.
Elbette her boşanmayı kendi içinde ve
kendi koşullarında değerlendirmek gerekir. Olayın karmaşıklığı, çocukları ve
ailenin diğer bireylerini nasıl etkilediği de çocukların algılamalarını
etkilemektedir. Örneğin ergenlik dönemindeki birçok çocuk durumu tam olarak
algılıyor olmalarına rağmen anne babanın boşanma sürecini sunuş şekilleriyle
ilgili hatalarından dolayı kafa karışıklığı yaşayabilmekte ve ergenlikte zaten
var olan duygusal problemler daha da şiddetlenmektedir.
Anne-babası
boşanan çocuklarda görülen ortak özellikler nelerdir,
Çocuklar anne babaları ayrıldığında,
bu durumu değiştirmeye dair arzularını uzun süreler gizliden ya da açıkça dile
getirerek devam ettirirler. Ancak yaşadıkları suçluluk, çaresizlik, umutsuzluk, öfke vb. duygularında
artış olabileceği gibi değişen diğer hayat koşulları karşısında da iyi baş edemeyebilirler.
Bunların sonucunda da çevresindekilere bağlılıklarında artış, ilgisiz konuşmalar,
yalnız kalma isteği, suçlayıcılık, dikkatsizlik, uygunsuz davranışlarda artma
sıklıkla gözlenebilmektedir. Çocuklar ana babalarının ayrılmasına ve
boşanmasına, suçluluktan (sorumlunun kendileri olduğu duygusu) kızgınlığa
(ana-babadan birini ya da her ikisini suçlama) ve yadsımaya (hiçbir şey olmamış
gibi davranma) kadar değişen çeşitli biçimlerde tepkiler gösterebilirler. Bunun yanı sıra; korku,
üzüntü, öfke, suçluluk, reddedicilik, bebeksileşme, (bazen yeniden alt
ıslatmaya/kaka kaçırmaya başlama) uyku sorunları, mastürbasyon, okul sorunları,
ağrılar, yeme problemleri, uyumsuz davranışlar, agresyon, içe kapanma hali ya
da aşırı hareketlilik gözlenebilir.
Boşanmış
ailelerin çocuklarında küçük yaşlarda kötü alışkanlıkların/bağımlılıkların
engellenmesi adına neler yapılmalı?
Bu konuda çocuğun anne babası
tarafından ilgi ve değer görmeye devam etmesi, güvenli bir ortamda yetişmesi;
dolayısıyla sırf anne baba arasındaki ilişkinin bozulmasından kaynaklı olumsuz
etkilerin çocuğun gelişimine zarar verecek boyuta taşınmaması gerekir. Anne
baba, ayrı da olsalar çocuklarının ‘anne’ ve ‘baba’sı olduklarını
unutmamalıdırlar. Çocuğa olabildiğince ortak disiplin uygulamak, kurallar
koymak, hayatıyla ilgili kararlarda bir araya gelebilmek, hayatında her zaman
aktif olabilmek çocuğun davranışlarında olumluya gidişi sağlar. Sadece olumsuz
olaylarda değil, iyi zamanlarda da çocuk için bir araya gelebilmek; çocukta
ilgi, değer görme duygusunu sağlıklı şekilde besleyecektir. Böylece çocuk
ilgiyi üzerine çekmek adına zararlı davranışları denemeye girişmeyecektir. Eski
eşler mümkün olduğunca ilişkilerini iyi tutmalı, çocuğa sorunlar yansıtmamalı,
çocuklarla ilgili konularda her zaman işbirliği yapabilmelidirler. Çocuk için
hemcinsinden olan ebeveynin yokluğunda; dolayısıyla bu şekilde bir model
almanın mümkün olmadığı durumlarda; çocuğun birlikte kaldığı ebeveynin çocuğa
yön gösterebilme becerisinin gelişmiş olması ya da ev dışından yakın akraba
ortamları, kurs, okulda kulüp çalışmaları gibi alanlar çocuğa sağlanmalıdır.
Çünkü tüm sorunlarda olduğu gibi boşanma sonrası da çocuğun içinde bulunduğu
sosyal çevrenin koruyucu etkisi çok önemlidir. Çocuk anne ve babasının
kendisine her durumda destek olacaklarına ve kendisini koruyacaklarına inanırsa
karşılaştığı sorunlarla baş etmek konusunda daha güçlü hissedecektir. Ama
yalnız bırakıldığına, ihmal edildiğine ve anne ve/veya babası için yeterince
değerli olmadığına inanırsa bu durumda özgüveni gelişmeyecek ve zararlı da olsa
kendini iyi hissedeceği ortamlara ve alışkanlıklara yönelecektir.
Anne –
Babanın evindeki kurallar ve iş birliğinin önemiyle ilgili neler
söyleyebilirsiniz?
Çocukların en büyük korkularından
biri değişimdir. Boşanma ile ev içi sorumluluklarda birçok değişiklikler
doğacaktır. Bu değişim içerisinde belki bazı yakın akraba veya arkadaşlarıyla
görüşmeleri engellenecektir. Boşanmış anne-babalar, boşanmamış ailelerle
karşılaştırıldığında disiplinde belirgin bir tutarsızlık ve çocukları üzerinde
denetim eksikliği gösterebilirler. Hem
anne baba hem de çocuk için değişime uyum sağlayacak zamanın yaratılması;
aceleci davranıp uyum sorunları yaşayan çocuğa kötü davranılmaması, yavaş yavaş
ve uygun bir dille çocuğa yaşadığı evde yapabilecekleri ve yapamayacaklarının
anlatılması önemlidir. Her iki evde de mümkünse çocuğun özel bir odası/alanı
olması; istediği eşyaları/fotoğrafları vs bulundurmasına izin verilmesi
önemlidir. Çocuğun günlük rutinindeki temel alışkanlıklarda anne ve babanın söz
birliği içinde olması son derece önemlidir. Örneğin belirli bir saatte yatması
için yönlendirilen bir çocuk diğer evde daha geç saatte yatırılıyorsa, bu
dengesizlik onu etkileyeceği için uyku sorunlarının yaşanmasına neden olabilir.
Bu da hem bu kuralda direten ebeveyni ile çatışma yaşamasına hem de okula
gitmek için kalkması gereken saatte kalkamamasına ve okulda günü yorgun
geçirmesine sebep olabilmektedir. Ancak birçok anne baba bu işbirliğini
sağlayamamaktadır. Hatta boşanmalarının sebeplerinden biri de kurallar
konusunda fikir birliğine sahip olmamalarıdır. Bu durumda da bir orta yol
bulabilmek gerekir. Aksi halde diretmek ve çocuğun diğer taraftaki
davranışlarıyla ilgili zorlayıcı olmak bir işe yaramayacağı gibi çocuğun da
huzursuz olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle çocuğunuzun yanınızdayken kendi
kurallarınızı uygulamanız, onu bu kurallara uyması için teşvik etmeniz ve diğer
tarafa da karışmamanız bazen en doğru tutum olmaktadır. Çocuklar büyüdükçe
kendileri için neyin doğru ve yararlı olduğunu daha iyi analiz etmekte, çocukla
daha iyi ilişki içinde olan ebeveyni de model alma ihtimali artmaktadır.
Boşanma
sonrası yeni ilişkiler çocuğa ne zaman ve nasıl söylenmeli?
Yeni ilişki eğer ebeveyn tarafından
evlenilecekse ya da uzun süreli olduğu
düşünülüyorsa ve bu kişi çocuğun hayatında yer alacaksa (örneğin aynı evde
yaşayacaklarsa vs.); bu haber çocuğa alıştırılarak verilmelidir. Ama bu haberin
verilmesi ile evlilik sürecinin birbirine uzak tarihler olması önemlidir. Çocuk
henüz annesinin/babasının hayatında yeni birisinin olduğunu tam olarak kabul
edemeden bu kişi ile evleneceği haberini alırsa çocuk için iyice zorlayıcı
olur. Bunun yerine yeni kişi önce tanıştırılıp, “x benim arkadaşım, onunla çok
iyi bir ilişkimiz var, birbirimizi seviyoruz; onunla tanışmanı istiyorum. O da
seni tanımak istiyor; senden çok bahsettim, fotoğraflarını gösterdim vb.” gibi
bir giriş yapmak ve tanışma zamanı için çocuğu süre vermek gerekir. Bu arada
çocuğun soruları olabilir. Tüm bu soruları mümkün olduğunca doğru bir şekilde
yanıtlamak gerekir. Sonra da çocuğun da istediği bir zamanda tanıştırılıp
çocuğu çok zorlamadan birkaç saat zaman birlikte geçirilebilir. Bu süreçte “onu
sevdin değil mi” gibi yönlendirici sorular yerine hiçbir şey söylememek çocuğun
kendi yorumlarını ve duygularını ifade etmesine fırsat vermek önemlidir.
Çocuklar kim olursa olsun anne ya da babalarının yanında bir başkasını
görmekten rahatsızlık duyarlar. Eğer ilk görüşmenin ardından onu çok
sevdiklerini söylüyorlarsa büyük olasılıkla sizi memnun etmek için bunu
söylüyorlardır. Ya da sizin başka bir cevabı kabul etmeyeceğinize
inanıyorlardır. Bu durumda tüm olumsuz duygularını bastırırlar. Bazen diğer
ebeveyne rahatsızlıklarını ve üzüntülerini anlatırlar. Buna meydan vermemek
için çocuğun her türlü duygusunu dinlemeye hazır olduğunuz mesajını vermeli, bu
konuda acele etmemesini, bir süre tanımaya çalışmasını söylemelisiniz.
Aralarında iyi ve olumlu bir ilişki geliştikçe zaten baştaki kaygılar
azalacaktır.
Özellikle
çalışan anne babalar boşanma durumlarında dadı ve bakıcılarından ne gibi özel
davranışlar beklemeli?
Çocuk bu önemli değişim
sonrasında hayatında sabit olan kişiye ister istemez daha bağlı kalmak
isteyecektir. Diğer yandan bakıcısıyla daha çok çatışabilir, ihtiyaçlarını
gidermesi konusunda daha fazla yardım bekleyebilir. Aslında daha fazla şefkat
bekler ve kendisinin ne kadar sevildiğini, bakıcısı tarafından da terk edilip
edilmeyeceğini test etme ihtiyacında olur. Bu gibi
durumlarda bakıcının toleransının daha gelişmiş olması, çocuğa mümkün olduğunca
sevgi ve şefkat gösterebilmesi ve bu yaşananları geçici görebilmesi önemlidir.
Ancak çocuktaki değişimleri kabul etmek, onun her istediğini yapmak
olmamalıdır; sırf boşanma sonrası acıma duygusuyla
çocuğun her istediğini yapmak da çocuğun davranışlarında olumsuz değişimlere
sebep olabilir. Tutarlı disiplinin devam ettirilmesi, günlük ihtiyaçlarının
düzen içinde karşılanması ve alışkanlıklar konusunda tutarlı olunması gerekir. Bu süreçte anne babalar da bakıcıdan fazla
beklenti içinde olmamalı; çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamada ve disiplin
sağlamada her zaman önde olmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki boşanma dönemi, çocuğun anne babasının ilgi ve sevgisine en
çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden biridir.
Belgin TEMUR
Uzm. Pedagog
6 Ekim 2017 Cuma
Erkek Çocuk Yetiştirmek
Erkek çocuk
yetiştirirken…
Çocuk yetiştirmek gibi genel bir başlık yerine neden “erkek
çocuk yetiştirmek” başlığını seçtiğimizi merak ediyor olabilirsiniz. Günümüzde
cinsiyet ayrımcılığının en önemli sebeplerinden biri olan “erkek gibi erkek
yetiştirme” modeli sanıldığı gibi erkek çocuğu daha güçlü hale getirmiyor. Kız
çocukları güçsüzleştirerek cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan çok sayıda
sorunun temelini oluşturuyor. Bu yazının amacı anne baba olarak bizlere masum
görünen, sıradan, sıklıkla rastlanan, hatta bazen sevimli görünen “erkek çocuk
yetiştirme” tutumlarımızın büyük ölçekte nasıl büyük sorunların oluşmasına
neden olduğunu fark etmemizi sağlamaktır.
Gerek kültürel alışkanlıklarımız, gerekse erkek çocuğa
yüklenen toplumsal anlam çocuklarımızı büyütürken oluşturduğumuz tutumları
etkiliyor. Anne babaların “sağlıklı
erkek çocuk” yetiştirme kaygıları neredeyse doğum öncesinden başlıyor. Bebekken
“kız renkleri” giydirmemek, oyuncakları, erkek ve kız oyuncakları diye ayırmak,
sert ve agresif tutumları “erkek olmanın gereğidir”diye hoş görmek, duygularını
ifade ettiğinde “kız gibi davranmakla” suçlanmak neredeyse erkek çocuğun yaşamı
boyunca sürecek bir “erkek” olma endişesi oluşturmasına sebep oluyor.
Modernleşme ile birlikte kız ve erkek çocuk sahibi olmakla
ilgili beklentiler değişime uğrasa da hala birçok ailede erkek çocuk sahibi
olmanın daha fazla arzu edilen bir durum olduğunu görüyoruz. Bu beklenti bile
erkek çocuğun kendisini toplum içinde özel ve farklı hissetmesi için yeterince
anlam içeriyor. Erkek çocuk için avantajmış gibi görünen bu durum çoğu kez
erkek çocukların çeşitli duygusal, davranışsal ve sosyal sorunlar yaşamalarında
da belirleyici oluyor.
Erkek çocuk yetiştirirken en sık yapılan hatalar…
Erkek mavi (mi?)
giyer: Çocuğun giyimini, çevresini ve seçimlerini kısıtlı sayıda renkle
oluşturmak ve “renkli” olmaya izin vermemek sıklıkla gördüğümüz bir tutum.
Doğumla birlikte erkek çocuk mavi giyer zorlaması çocukların bebeklik
döneminden itibaren kısıtlanmalarına, başlangıçta sevimli ve ilgi çekici gelen
tüm renklerin bir süre sonra tabu gibi algılanmasına neden oluyor. Örneğin
içinde ince bir pembe çizgi olduğu için o oyuncağa el sürmek istemeyen erkek
çocuklar oluyor. Sanki o ince pembe çizgiden kendilerine “kızlık” bulaşacakmış
gibi. Buradaki mesele sadece erkek olarak farklı olmak değil aynı zamanda kız
olmanın daha az tercih edilir bir durum gibi algılanması sonucunu da
beraberinde getiriyor. Böyle bir bakışla kız çocuklar da pembeyi daha fazla
tercih ediyorlar elbette. Ama hiçbir kız çocuk (ve anne babası) içinde mavi
çizgi olan ya da tamamı mavi olan bir oyuncağı bu erkek oyuncağı diye
reddetmiyor. Buradaki gizli anlam gerçekten de cinsiyet ayrımcılığında çok
önemli bir belirleyici olarak karşımıza çıkıyor.
Oyun ve oyuncak
seçimi: Birçok anne baba erkek çocuğunun bebekle, evcilik malzemeleri ile
oynamasından büyük endişe duyar. Hatta bu sebeple çocuğunu bir pedagoga götürmek
isteyen çok anne baba vardır. Erkek çocuktan beklenen, sadece araba ile, top
ile, lego ile, sert erkek figürleri ve benzerleri ile oynamasıdır. Bunun
dışındaki oyuncaklara ilgi göstermesi, erkeklikten uzaklaşması, “kız gibi”
davranması anlamına gelir diye endişe duyulur. Oysa bütün oyuncaklar bütün
çocuklar için üretilmiştir. Adından da anlaşıldığı gibi oyuncak, oyun oynamak
içindir. Elbette cinsiyet rolleri gereği kız çocukların ve erkek çocukların
daha fazla tercih ettikleri oyuncaklar vardır. Ama bütün çocuklar bütün
oyuncaklara ilgi duyabilirler. Hatta değişik oyun malzemeleriyle oynamaları,
yaşam içindeki değişik rolleri deneyimlemeleri açısından çok değerlidir. Hiçbir
erkek çocuk bebekle oynadığı için kız olmak istemez. Eğer çocuk kız ya da
erkek, karşı cinse ait özellikler gösteriyorsa onun oyuncaklarını değiştirerek
de bu durumu değiştiremeyiz. Anne baba olarak görevimiz, çocuğumuzun istediği
her oyuncakla özgürce oynamasına izin vermektir.
Erkek çocuğa küfür
öğretmek: Birçok ailede yeni konuşmaya başlayan erkek çocuklara yine
erkeklerin sıklıkla kullandıkları küfürler öğretilir; belli bir süre de onun
tam telaffuz edemeden söylediği bu sözler eğlence aracı olur; sık sık bebeğe
söyletilir ve hep birlikte gülünür. Zannedildiği gibi küfür bir erkeği erkek
yapmaz. Tam tersine özellikle de karşı cinsi aşağılayan bu küfürler erkek
çocukların, çocukluktan ergenliğe geçerken hızlıca, daha kaba, kavgaya yatkın,
sorun çözmek yerine karşı tarafa hakareti ve şiddeti öğrenen ve dürtülerini
kontrol edemeyen bireylere dönüşmelerini sağlar.
Şiddete teşvik etmek:
Erkek çocuklarına herhangi bir tehdit durumunda (bir arkadaşının kendisine
vurması, hakaret etmesi vb) şiddete başvurması öğretilir. “Sana vurana sen de
vur” en çok duyduğumuz, toplumsal olarak en çok benimsediğimiz nasihattir.
Erkekse pısırık olmasın, o da karşılık versin; hatta daha kendisine vurulmadan
o vursun isteriz. Oysa şiddet her zaman şiddeti doğurur. Savunmak için bile
olsa şiddete başvurmak çocukların yaşları büyüdükçe daha fazla şiddet ortamları
içinde yer almalarına, böylece kendilerinin de daha fazla tehdit altında
olmalarına neden olmaktadır. Diğer yandan sorunları şiddetle çözme eğilimi, bir
süre sonra kendisinden daha güçsüz olana daha fazla şiddet uygulama eğilimini
de beraberinde getirecektir. Bu da toplumda sıklıkla rastladığımız kadına,
çocuğa, mağdur olan herkese şiddetin temelini oluşturmaktadır. Bunun yerine
çocuklarımıza sorun çözmeyi öğretmeliyiz; şiddetten nasıl kaçınmaları
gerektiğini, şiddet karşısında bile alternatif çözümler olabileceğini
öğretmeliyiz.
Öz bakım becerisi öğretmemek:
Günümüzde hala birçok evde erkek çocuklar (ve babalar) evde günlük yaşam için
gereken işleri yapmazlar. Tüm bu işler aslen kadınların göreviymiş gibi
düşünülür. Genellikle kadınlar da bu rolü bu şekilde kabullenmişlerdir. Hatta
çalışan kadınlar bile ev işlerini tek başlarına yaparlar. Erkek çocuklar da bu
şekilde büyütülür. Kendi öz bakımları da dahil birçok işleri anneleri
tarafından yapılır. Birçok erkek çocuk hayatında hiç yatağını toplamadan büyür.
Evde sürekli ona hizmet edilir. Nasılsa anne yapıyorsa, erkek çocuğun böyle bir
şeyle uğraşmasına gerek yok diye düşünülür. Yine birçok evde bir kız çocuk
varsa ona ev işleri öğretilir; hatta abisine ya da erkek kardeşine hizmet
etmesi doğal kabul edilir. Bu erkek çocuklar yaşamları için temel olan basit
becerileri bile öğrenemezler; tek başlarına yaşamlarını sürdürmeleri neredeyse
imkansızdır. Bu iş bilmeme hali de sanki
erkek olmanın gereğiymiş gibi düşünülür. Oysa sağlıklı birey gelişiminde yaşam için gerekli tüm
becerilerin kazanılması esastır. Tüm bu becerilerden yoksun olmak da erkek
olmak için her hangi bir avantaj oluşturmaz. Sadece bu erkek çocuğun ileride
eşi olacak kadınla eşit olmayan bir ilişki sürdüreceği gerçeğini oluşturur.
Özetle, çocuklarımızın
sağlıklı cinsiyet özellikleri geliştirmelerini istiyorsak, onları kız ya da
erkek olarak ayırmadan eşit davranmalı,
yaşam içinde eşit, kendilerine, çevrelerine ve özellikle de karşı cinse
saygılı bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Bu anlayışla büyüyen çocuklar arzu
ettiğimiz sağlıklı, şiddetten uzak, huzurlu bir toplumun da temelini
oluşturacaklardır.
Belgin TEMUR
Uzm. Pedagog
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)