29 Mart 2019 Cuma

Savaş Yaşayan Bir Çocuğun Dünyası

Günümüz dünyasında savaş olgusu, teknolojinin ve medeniyetin ilerlemesi ve gelişmesiyle birlikte tüm hayatımıza iyice yerleşmiş durumdadır. Çeşitli bilgisayar oyunları, televizyondaki dizi ve filmler, gazetelerdeki haberler aracılığıyla evimize giren savaş içerikli öğeler, bizler ne kadar çocuklarımızı uzak tutmaya çalışsak ta onlara ulaşmaktadır. Savaş insanların kendi elleriyle oluşturdukları felaketlerin en büyüğüdür. Savaşı sadece dışarıdan izleyen bireyler bile travmatize olurken; savaşı bizzat yaşayan, savaşa asker olarak katılan, savaş ortamında bulunan, savaşta yakınlarını kaybeden herkes savaş mağduru olmakta ve travma yaşayabilmektedir. Savaşlarda yaşananlar çocukların ruhsal dengelerini sürdürmelerini zorlaştırmakta, yaşamın devamı için gerekli olan güvenlik ve korunma duygularını derinden sarsmaktadır. Savaşı yaşayan çocuklar gerçek bir ölüm-kalım süreci yaşarlar.

Piaget’e göre çocukların dünyayı algılamaları, anlamaları ve düşünmeleri için gereken çeşitli yollar vardır. Bu yollara şema denir. Şemaların oluşumu, değişimi, gelişimi ve biçimlenmesi; zihinsel gelişimin temeli olarak düşünülebilir. Organizmalar, içinde yaşadıkları dünyayı kurgular ve zihinlerine kaydederler. Bu kayıtlar organizmaların davranışlarını belirlemektedir. Şemalar, deneyimler sonucu kazanılan, organize edilen ve süreklilik kazanan davranış örüntüleridir. Çocuğun neredeyse her konu ile ilgili şeması vardır ve yeni kişiler tanıdıkça, yeni nesneler ile karşılaştıkça, yeni olaylar yaşadıkça bu şemaların sayıları artmaktadır. Şemaları üç alt grupta incelemekteyiz: 1) davranış şemaları 2) sembolik şemalar 3) düşünce-işlem şemaları.  

1) Davranış Şemaları: Bu şemalar bebeklikten itibaren, bir nesne ile etkileşim ve deneyim sonucunda oluşan en ilkel entelektüel şemalardır. Bu şemalar ilk iki yılda yani Piaget’e göre duyusal-motor evrede oluşmaktadır. Bu dönemde bebek duyarak, hissederek, yaparak dünyayı öğrenir yani beş duyu bebek için çok önemlidir. Bu dönemde oluşturulan şemaların sayısındaki fazlalık, yeni şemaların eklenebilirliğini kolaylaştırmaktadır. Emme ve yakalama refleksleri ile davranış şemaları oluşmaktadır, böylece çocuk ilk önce kendini sonra çevresini anlamaya ve tanımaya başlamaktadır. Savaş döneminde büyüyen çocukların çevrelerinde şema oluşturabilecekleri uyaran sayısı, diğer çocuklara göre daha azdır. Bu dönemde oluşan şemalar sadece yakın çevre ile ilişkili olacaktır. Normal bir fiziksel ve sosyal ortamda büyüyen bir çocuk bu dönemde oyuncaklar, kitaplar, odalardaki değişik malzemeler, çeşitli mamalar, yoğurtlar, vb. gibi birçok uyaran ile karşılaşıp onların özelliklerini öğrenmeye başlayarak şemalarını oluşturma aşamasına gelebilirken; savaş ortamında büyüyen çocuklar bu tarz uyaranlar yerine daha çok savaş ile ilgili ve savaşı anımsatacak obje ve uyarıcılar ile karşılaşacaklardır. Savaş ortamında büyüyen çocuklar sıklıkla kendilerine ait bir yatağa-odaya-eve sahip olamayabilirler. Bu nedenle bu kavramların şemaları bu çocuklarda bizim bildiğimiz anlamda oluşmayacaktır. Onlar kendi yattıkları yeri yatak, kaldıkları sığınağı da ev olarak şema haline getireceklerdir yani bu eşyalara ilişkin şemaları aynı yaş grubunda olup barış ortamında yaşayan çocuklardan daha farklı olacaktır. Bilişsel gelişim, şema oluşumu ve gelişimi ile paralel gitmektedir. Savaş ortamında büyüyen çocukların karşılaştıkları uyaranlar daha az olacağından oluşturacakları şema sayısı da az olacaktır, bu da ileri ki dönemlerde bilişsel gelişimi olumsuz yönde etkileyebilir, çünkü şemalar bilişsel gelişimin temelini oluşturmaktadır. Eğer temel sağlam olmazsa, yapı da sağlam olmayacaktır.

Savaş ortamında büyüyen çocukların, bu ortamın temel özelliği olan yüksek sese karşı tepkisiz kalması mümkün değildir. Ortada gezen tankların sesleri, patlayan top ve bomba sesleri, gökyüzünde gezen füze sesleri, askerlerin ayak ve koşma sesleri, acıdan dolayı inleyen ve ağlayan insanların sesleri, savaşan ve kaçışan insanların bağırma ve çığlık sesleri çocuklarda yüksek sese karşı şema gelişimine neden olacaktır. Bu sesleri duyan çocuklar genellikle huzursuz olurlar ve korkarlar. Bunların sonrasında da çocuklar ağlama tepkisi geliştirirler. Bunların yanı sıra bu yaş dönemindeki çocuklar direk olarak annenin ve babanın duygularını kopyalayarak yaşamaktadırlar. Annesi ve babasının yaşadığı duygular çocuğun duygularına rehberlik edecektir. Yani huzursuz, kaygılı, sıkıntılı, mutsuz ebeveynlerin çocukları da aynen bu duyguları yaşayacaktır. Ayrıca bu dönemde çocuklarda taklit seslerin kullanımı gözlenmektedir. Çocuklar sıklıkla çevreden duydukları bom-güm gibi sesleri taklit edebilirler ve bunlara yönelik şemalar geliştirebilirler. Bu çocukların yiyeceklere ve oyuncaklara ilişkin şemaları da diğer yaşıtlarına oranla daha farklı ve sınırlı olacaktır. Ne yerse ve ne ile oynarsa çocuk onun şemasını geliştirecektir.

2) Sembolik Şemalar: Bu şemalar ikinci yılın sonundan itibaren oluşmaya başlar. Bu şemalar yaşanmış bir olayı düşünüp onun sonucuna göre davrandığımız şemalardır, deneyimlerimiz ve geçmişteki olaylar sonucunda sözel veya düşünsel boyutta ortaya çıkarlar. Çocuklar 0-2 yaş döneminde geliştirdikleri şemaların sonrasında, bu dönemde yeni şemalar geliştirebilirler. Örneğin askerlere ilişkin şemalarda; askerlerin silahı vardır, çok korkutucu bir ses çıkarır bom diye, askerler yeşil giyer, şapkaları vardır, insanlara ateş ederler, insanları öldürürler..gibi askerlerin özellikleri doğrultusunda şemalar geliştirilebilir. Savaşa ilişkin gelişen şemalarda: anne-baba gider, herkes bağırır, çok ses çıkar, askerler olur, bombalar patlar, karanlık olur, ışık yakılmaz vb. gibi özellikler yar alabilir. Bu yaşta çocukların dil kullanımı becerisi gelişmeye başlar. Çocukların kullandığı kelime sayısı arttıkça oluşturdukları şemaların sayısı da artacaktır. Ancak savaş ortamında çevrede kullanılan dil ve kelimeler sınırlı ve az sayıda olacağından çocuk sadece bu kelimeleri öğrenecektir. Bu yaştaki çocuklar için özümleme çok önemlidir. Yani çocuk öğrendiği bir şeyi çok sık tekrar eder. Savaşa ait sorular sıklıkla sorabilir: Nereye gittiler? Neden gittiler? Ne olacak? Bunlar ne işe yarıyor? Biz niye buradayız? Burası neresi? . Burada yetişkinlerin çocuğa nasıl yanıt vereceği ya da yanıt verip veremeyeceği konusu çok önemlidir. Çocuğu en doğru ve güvenilir bilgi ile bilgilendirmek gereklidir ancak savaş ortamında çocuğa bu bilgiyi doğru ve anlayabileceği düzeyde sunabilecek bir yetişkinin varlığının olup olmadığı bilgisi bile çok önemlidir. 

Bu dönemde oyun simgeleşerek gelişmeye başlamaktadır. Savaş ile birlikte büyüyen çocukların oyun materyalleri diğer çocuklara oranla daha sınırlı sayıda olacaktır. Bu dönemde oyunlar genellikle tek başına oynanır. Bu dönemde çocuğu dil ve kavram gelişimi en önemli gelişim özelliklerinden olduğu için çocuğun savaş ile ilgili kavramları çevreden duyarak öğrenecek: savaş, ölüm, kan, silah, kavga, nefret, hüzün, kaygı, ülke gibi kavramların şemalarını oluşturacaktır. Örneğin silahlı bir askerden kaçan bir bireyi gören çocuk; silah ve askerin korkutucu olduğuna ve onları görünce kaçması gerektiğine dair bir şema geliştirebilir. Ayrıca çocuklar bu şemaları oyunlarında da kullanırlar. Öğrendikleri kelime ve kavramlar doğrultusunda çocuklar birbirlerine oyuncaklarını fırlatarak bomba atma oyunu, ellerine aldıkları iki tahta parçası ile savaşçılık oyunu, bu tahtalarla birbirlerini kovalayarak askercilik oyunu oynayabilirler. Ayrıca bu yaşlardaki çocukların genellikle hayali arkadaşları olabilmektedir. Çocuklar savaş ortamı içinde arkadaşlarını ya düşmanların içinden ya da süper kahramanlar içinden seçerler. Böylece ya düşman ile savaşırlar ya da süper kahramanlar gelip onları kurtarır. 

Savaşı yaşayan bu dönem çocukları olup biten olumsuzluklardan, yaşanan felaketlerden kendilerini sorumlu tutabilmektedirler çünkü bu dönemde benmerkezci özellikler sergilemektedirler. Bu tutum çocuklarda ciddi suçluluk duygularının yaşanmasına ve suçluluk şemalarının oluşumuna sebep olabilmektedir.

3) Düşünce-İşlem Şemaları: Bu dönem yedi yaştan itibaren görülmektedir. Bu dönemde şemalar içsel zihinsel aktiviteler ile oluşmaktadır. Çocuklar şemalar aracılığı ile nesne ve olaylara katkı yapmaktadırlar. Gruplama-kıyaslama-serileme becerileri bu dönemde kazanılır. Bu dönemde çocuklar mantıksal düşünme becerisini edinmeye başlarlar. Örneğin 2-6 yaş döneminde çocuk her askere aynı özellikleri atfederken, bu yaş döneminde çocuk her yeşil giyinenin asker olmadığını, aslında iki grup asker olduğunu, bir grubun düşman askeri olduğunu, diğer grubun onu ve çevresini korumak için savaştığını öğrenir ve şemalarını değiştirerek uyma davranışı geliştirir. Bu sayede çocuk ben ve başkalarını da öğrenmektedir. Savaşın sadece kendini ve çevresini etkilediğini düşünen, hatta bu savaşın çıkış nedeni olarak kendini sorumlu hisseden çocuk, bu gelişim döneminde başka bireylerin de savaştan olumsuz yönde etkilendiğini görmeye başlar. Bunun sonucu olarak çocuk bu duruma karşılık ne yapabileceğini düşünmeye başlar çünkü bu dönemde problem çözebilme becerileri de gelişmektedir. Çevresinde hep silahlar, bombalar, tanklar, uçaklar, füzeler gören çocuk bu silahların evleri, ormanları, ağaçları, marketleri, insanları yıprattığını görür ve buna engel olabilmek için insanların hiç bir şey yapamadığını fark eder ve bu olaylar onu çaresizlik duygusunu hissetmeye ve şemalarını oluşturmaya iter. Sonrasında çocuk problem çözme ile ilgili şemalar oluşturmaya başlar. Çaresizliği hakkında neler yapabileceğini düşünür, önce kendisini ve ailesin, sonra akrabalarını ve yakın çevresini, daha sonra da ülkesini korumak adına vatanseverlik şeması geliştirebilir. Bu dönemde çocuklar savaşı daha gerçekçi algılarlar ve bu da özellikle çaresizlik ve öfke duygularının açığa çıkışını tetiklemektedir. Çocukların güvenlik ve korunma duyguları sarsıldığı için geleceğe yönelik kaygıları ortaya çıkmaktadır.
Bu yaştaki çocuklara savaşın iki ülke arasında olduğu, aslında insanlardan çok olayın ülkeler arası olduğu anlatıldığı zaman çocuğun şemaları da ona göre şekillenecektir. Savaşların genellikle toprakları büyütmek ve yer edinmek ile ilgili olduğunu öğrenen çocuk bu doğrultuda savaş şemalarını geliştirecektir.

Vygotsky’e göre çocuğun zihinsel gelişimi Piaget’te olduğu gibi sadece çocuğun kendi başına geçekleştirdiği bir süreç değildir. Başka bireyler de çocuğun gelişiminde çocuğa yol gösterebilir, bilgi verebilir ve bir şeyler öğretebilirler. Vygotsky’e göre çocuğun belli bir gelişim düzeyinde yapabileceği birtakım davranışlar vardır. Ancak öyle davranışlar vardır ki çocuk bunları gerçekleştirebilmek için yetişkininin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Buna proximal zone denmektedir. Savaş ortamında büyüyen bir çocuğun çevresinde ona rehberlik edebilecek, ona bilgi sunup onu eğitebilecek yetişkinlerin mevcut olmama ihtimali çok yüksek olduğundan, yetişkin varsa bile bu yetişkinin bu görevi savaş ortamında ne kadar sağlıklı yapabileceğinden emin olmadığımızdan dolayı, çocuğun bu yönlerden gelişimi çok mümkün olmayacaktır. Vygotsky’e göre zihinsel gelişim dış etkilere açıktır. Çevreden bireye doğru bir yol izlemektedir. Çocuklar dış dünya ile etkileşim kurarlar, diğer bireyleri ve onların etkileşimlerini izlerler ve bunları kendi zihinsel gelişimleri için kullanırlar. Bu sürece içselleştirme adı verilir. Çocuk içselleştirme yaparak sosyal çevreden edindiği bilgileri kazanarak özümser. Burada yetişkinlerin asıl görevi çocuğun içsel denetimini destekleyerek onu güdümlemektir. Eğer çocuk savaş ortamında yetişkin desteğinden mahrum kalırsa içsel denetimini kazanamaz ve dıştan denetimli ve yönlendirilen bir birey olur. Eğer savaş ortamında yetişkinden faydalanmak mümkün değilse onu yerine daha başarılı ve eğitimli çocukları rehber olarak kullanılabilinmektedir. Savaş ortamında aynı evde ya da sığınakta yaşamını sürdüren çocuklar birbirlerine rehberlik yaparak eğitsel süreçlerine devam edebilirler.

Vygotsky’e göre kavram gelişimi iki şekilde olmaktadır: biri kendiliğinden öğrenilen kavramlar, diğeri de öğretilen kavramlar. Kendiliğinden öğrenilen kavramlar günlük hayatta öğrenilen kavramlardır. Savaş ortamında çocuğun öğrendiği savaşın sadece kendisini, ailesini, aynı ortamda bulunduğu kişileri etkileyen, şiddet ve vahşet unsurları içeren, korkutucu bir olgu olduğudur. Öğretilen kavramlar ise okulda edindiğimiz kavramlardır. Savaş ortamında çocukların okula devam edebilmek gibi bir şansları olmadığından çocuklar okullarda öğretilen savaşa ait tarihsel bilgileri, savaş yıllarını, hangi ülkelerin savaştığını, kimin kazandığını, kimin kaybettiğini öğrenemezler. Sadece kendi sosyal deneyimleri ile savaşı tanırlar. 

Burada önemli olan bir diğer nokta çocukların dönemlere göre olayları ve olguları nasıl farklı algıladığıdır. 2 yaşındaki bir çocuk için savaş kelimesi bir huzursuzluk ortamını ifade ederken, 5-6 yaşlarında bir çocuk için askerlerin ellerinde silahlarla gezerek insanları öldürdüğü kaotik bir ortamken 11 yaş çocuğu için iki devletin toprak paylaşımı için yaptığı kavgayı ifade edebilir. Ayrıca dil ve dil kullanımı Vygotsky’e göre çok önemlidir. Kavramları, olgu ve olayları ifade etmek için kullanılan dil, yaşanılan çevreden etkilenir. Savaş ortamında gelişen bir çocuğun sözcük dağarcığı, savaşa ilişkin kelimeler ve çevresindeki yaşıtları ve yetişkinlerin kullandığı kelimeler ile sınırlı kalacaktır. Kullanılan dil, çocuğun bilişsel süreçlerini de etkileyecektir.

Vygotsky’e göre oyun sosyal ortamdan ve sosyal olaylardan etkilenen bir olgudur. Oyun, toplumu ve topluma ait ipuçlarını bize veren sembolik bir etkinliktir. Çocuklar oyunlarında içinde bulundukları topluma ve sosyal ortama göre oyunlarını düzenlerler. Oyun bilişsel gelişime önemli ölçüde katkılar yapmaktadır. Çocuklar oyun aracılığı ile zihinsel imgelemlerini sembolize etmektedirler. Savaş ortamında gelişen oyuna ilişkin zihinsel imgeler daha çok şiddet içerikli olacağından çocukların oyunları da şiddet öğeleri içerecektir. Daha çok savaşçılık gibi kavgalı dövüşlü oyunları tercih edebilirler. Bu tarz oyunların yanı sıra belki de çocuklar savaş esnasında saklanırken sessizce beklemeyi öğrendiklerinden bunu da oyunlarına yansıtıp daha sessiz sakin beklemeli oyunları da tercih edebilirler.

Bronfenbrenner’e göre çocuk ilk önce anne ve babası ile ya da ona bakan kişi ile, sonra kardeşleri, komşuları, arkadaşları ile etkileşime girerek gelişir. Çocuk bu etkileşimin merkezindedir. Ancak savaş ortamında çocuk bunların çok azı hatta belki hiç biri ile sağlıklı bir ilişki kuramayacaktır. Bu etkileşimin eksik kalışı, çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir çünkü insanlar sosyal varlıklardır ve sosyal etkileşim olmadıkça gelişim mümkün değildir.

Bağlanma ve Savaş

Bir yaşına kadar çocuk diğer bireyle bağımlıdır. Tek başına bir şeyler yaparak hayatta kalması mümkün değildir çünkü henüz becerileri yeterince gelişmemiştir. İlk yıllarda anne ile kurulan ilişki güven duygusunun ve tüm duygusal ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Anne-çocuk arasındaki başarısız ilişki çocuğun dış dünyayı tanımasını ve kavramasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bebek için anne her şey demektir. Annenin çocuğun yaşamından herhangi bir nedenle çıkması, çocuğun dış dünya ile ilişkisini olumsuz yönde etkiler ve güven duygusunu sarsar. Bowlby’e göre ilk beş yılda anneden ayrı kalan çocuklarda suçlu kişilik yapısı oluşma olasılığı yüksektir. Savaş nedeniyle annesinden ayrı kalan çocukların ileriki yıllarda suç işleme ve saldırgan kişilik yapısı geliştirme riski vardır. Ericsson’a göre ilk on sekiz ayda temel bağlılık gereksinimleri karşılanan çocuklar kişilik gelişimi açısından sonraki aşamalara devam edebilirler. Eğer gereksinimleri karşılanmamış ise bir sonraki gelişim aşamasına geçemeyebilirler. Savaş döneminde temel ihtiyaçları anneleri tarafından giderilemeyen ve anne yoksunluğu yaşayan çocuklar gelişimin diğer evrelerine atlayamayabilirler.

Ainsworth ve arkadaşlarının geliştirdiği ve Bowlby tarafından tanımlanan bağlanma kuramına göre üç farklı bağlanma stili vardır: Güvenli bağlanma: Çocuk anneyi temel güven kaynağı olarak almakta ve çevre ile ilişkilerini bu bağlamda düzenlemektedir. Güvenli bağlanma geliştirebilmek için çocuğa kesintisiz ve tutarlı tepki veren ve her zaman ulaşılabilir bir bakım verici olması gerekmektedir. Savaş ortamında büyüyen bir çocuğun böyle sağlıklı bir modele sahip olarak güvenli bir bağlanma geliştirmesi mümkün değildir. Çünkü anne ve çocuk ayrı mekanlarda kalmak durumunda olabilirler, birbirlerinden ayrılmak zorunda kalabilirler, hatta bir daha bir araya gelemeyebilirler. Ayrıca anneden başka baba ve ya çocuğa bakan kişi ile de aynı durumların yaşanması, bakım veren kişilerin değişmesi söz konusu olabilir. Bu tarz olumsuz yaşantılar sebebiyle çocuk güven duygusu geliştiremez, ihtiyaçları da karşılanmadığı için güvenli bağlanma gerçekleştiremez. Ayrıca kaotik ve travmatik savaş ortamında olumsuz duygular yaşayan anne-baba-bakıcının çocuğa yaklaşımı da olumsuz olacağından çocuk yine güvenli bir bağlanma gerçekleştiremez. Çocuğun savaş dönemi öncesinde ihtiyaçlarını gideren ve güven duyduğu birisi varsa bu dönemde çocuğun yanında oluşu, çocuğa huzur ve güven verebilir.Bir diğer bağlanma stili güvensiz bağlanmadır. Güvensiz bağlanmada anne çocuktan uzak durmakta, çocuğa duygusuz yaklaşmakta hatta çocuktan kaçınmaktadır. Kaygılı bağlanmada ise anne-baba-bakıcı çocuğun isteklerini gidermekte gecikmektedirler, tutarsız bir tablo sergilemektedirler bu durumda çocukta kaygı yaratmaktadır.

Savaş ortamında büyüyen çocuklar genellikle kaygılı veya güvensiz bağlanma gerçekleştirirler. Bu tarz bağlanma kalıpları geliştiren çocuklar ileride savaşan ve savaşı yaratan yetişkinler olabilirler.


Psikolojik Danışman Tuğba Yarız

22 Mart 2019 Cuma

Çoçuk ve Model Olmak

Çocuklar dünyaya geldikten belirli bir süre içinde kendilerini annelerinden pek fazla ayrı göremezler. Onların bir parçası gibi hissederler. Aslında durum anne için de pek farklı değildir. Sonra bu ikili ilişkinin içine baba da girer ve çocuk hayatında ilk kez annesinden farklı olarak birini fark eder. Giderek çocuk kendisini de onlar gibi görmeye başlar. Hatta anne babalar için bile durum böyledir. Henüz bebekken bile burnunu, kaşını, gözünü hatta hal, tavır ve hareketlerini kendilerine, akrabalarına benzetirler. Ancak pek çok anne-baba, kendi davranışlarıyla onu nasıl etkilediklerini pek fazla irdelemezler. Halbuki çocuk, anne babanın yaptıklarından o kadar çok etkilenir ki; bu pay hiç de yadsınacak bir miktarda değildir.
Çocukların hayatında her zaman onu yetiştiren ebeveynlerin ya da bu kişiler yoksa onların yerinde olan büyüklerin, kendi hareketlerinde, duygularında, düşüncelerinde yeri vardır diyebilmekteyiz. Bu benzer tavırları görmemizin en önemli nedenlerinden biri çocukların bunları ya duyarak ya görerek ya da yaşayarak öğrenmeleridir. Bütün bunlar da ona çevresindekilerin bir model olduğu kanıtlamış olacaktır. Bu model alınan kimseler çocuklar için hayatlarında öncelik taşıyan, beğendiği, gözünde yücelttiği, kendisini ona karşı daha yetersiz, güçsüz hissettiği kimseler olacaktır. Bu durum garip değildir. Çünkü yetişkinlikte de olduğu gibi çocuklar da kendilerinden farklı olanı bulup onun gibi olmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla kendilerini ona benzetmeye çalışmaları da çok kritik bir noktadır. Özellikle 4-6 yaş dönemi ve sonrasında ergenlikte görülen belirgin model alma davranışlarını da kritik bir öneme sahip görmeliyiz.
Şimdi bir de bu duruma anne baba açısından bakmak gerekiyor. Anne babalar çocuklarına model olduklarını kendilerine benzer tarafları bularak biliyor gibi görünseler de çoğu zaman pek farkına varmazlar. Çocuklar çok iyi gözlerler ve hayat hakkındaki deneyimlerini anne-babalarını izleyerek, onların davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini öğrenerek arttırırlar. Bir çocuk babasından maç izlerken nasıl davranıldığını, hangi sözlerin söylendiğini, nasıl hissedildiğini gözlemleyerek öğrenebilecektir. Diğer bir çocuk annesinin evde nasıl yemek yaptığını gözleyerek yemek yapmanın nasıl olduğunu öğrenebilecektir. Şu da bir gerçektir ki; anne babanın ‘bu yaşta bunu anlamaz, fark etmez’ dedikleri şeyleri çocuklar onlar fark etmeden detaylı bir biçimde öğrenmiş hatta kendi hayatlarında uygulamaya geçirmiş olabilirler. Dolayısıyla çocuk için tabii ki yaşına uygun bir şekilde onun yanında davranışlarda bulunmak önemli olmaktadır. Birçok anne- baba ‘Aaa.. bunu da nereden öğrendi bu çocuk, biz hiç böyle davranmayız..’ derler. Aslında çocuk onları; onların kendilerini bildiklerinden daha iyi gözlemlemiş olabilir. Ancak bu durum da anne babaların aklına aşırı korumacılığı getirebilir. Aslında durum bu değildir. Çünkü kapatmaya, engellemeye çalıştığınız birçok davranışınız çocuk için daha da ilgi çekici hale gelebilecektir. Dolayısıyla bazı şeyleri sizden daha hızlı ve kolay yoldan öğrenmesine neden olabilir. Örneğin deminki örnekten yola çıkarsak; maç izlerken öfkeli davranışlar sergileyen babayı uyaran annenin bu davranışı, çocuk için ‘kızılacak bir şey’ diye ele alınıp; önemli bir durum olarak akılda kalıcı hale getirilebilir. Dolayısıyla çocuk ilgi görmek istediği ya da öfkesini göstermek istediği durumlarda benzer şekilde davranış ortaya çıkarmaya daha yatkın hale gelebilir
Çocuk için insanlarla ilişkilerinde anne babasının birbirine nasıl davrandıkları, nasıl konuştukları etkili olacaktır. Örneğin, bir arkadaşına öfkelendiğinde ne yapması gerektiğini anne babasının tartışmalarından öğrenmiş ve bir stil edinmiş olabilir. Ebeveynlerin birbirine karşı kızgın oldukları zamanlardaki gibi öfkeli davranışlar gösterebilir. Bu sadece arkadaşına değil direkt anne babasına karşı da bu şekilde olabilir. Öfkeli, neşeli, mutlu, üzüntülü zamanlarımızda kendimizi nasıl ifade ettiğimize dair bilgileri onlarda bulabiliriz. Tabii ki her çocuk kendine dair ayrı bir davranış gösterebilir ancak anne babasının duygularını nasıl ifade ettiği de onun hayatını kolaylaştıracaktır. Hayatta karşılaştığı sorunları çözmekte, duygu ve düşüncelerini ifade etmeye çalışmada ve benzeri durumlarda hayatta kalabilmeyi öğrenmesi için model alma ve anne baba için de çocuğa model olmak önemlidir. Dolayısıyla anne babaların kendi hayatlarını ne şekilde yürüttükleri, insanlarla nasıl ilişki kurdukları çok çok önemli olmaktadır.
Model olmanın iki önemli döneminden bahsedecek olursak; ilk 4-6 yaş dönemini, çocuğun kendi cinsiyetinden ebeveyniyle özdeşim kurmaya çalıştığı dönem olarak sayabilmekteyiz. Çocuk bir yandan karşı cinsiyetten olan ebeveynini diğerinden kıskanırken; kendi cinsiyetinden olanla da yavaş yavaş aynı olmaya çalışır. Örneğin erkek çocuk babasını tıraş aletini kullanırken izler ve sonra onu taklit etmeye çalışır. Kız çocuk annesinin makyaj eşyalarına meraklanır. Burada önemli olan; bu model almayı kuvvetlendirmek ve faydalı hale getirmek için belli sınırlarda bu taklitlere izin vermektir. Çocuklar çoğu kez oyunlarında anne-baba olarak zaten bu olayı deneyimlerler. Ancak baba ya da annenin yanında bunları yapabilmek de keyifli ve öğretici olacaktır. Bununla birlikte, kendi cinsiyetinden olmasa da çocuk ebeveynini taklit edebilir; burada korkulacak bir durum yoktur. Anne babanın model olarak çocuğun yaptıklarını görmezden gelmemeleri, çabalarını takdir etmeleri ancak gerekli yerlerde de sınır koyabilmeleri yararlı olacaktır.
Ergenlik dönemi de bir diğer kritik öneme sahip yaş aralığıdır. Çocuklar bu dönemde de gerek kendi cinsiyetinden gerek diğer cinsiyette olan ebeveyninden olsun; her ne kadar öyle gözükmese de rehberliğe ihtiyaç duyarlar. Anne babaların hayat tecrübelerinin nasıl olduğunu merak ederler. Bu açıdan onların yetişkin bir görüşe ihtiyaçları vardır. Çünkü bir ergen için kendi yaşamı nereye gideceği belirsiz bir vaziyettedir ve kendi başına karar alması zorlaşır. Dolayısıyla bir ergene iyi bir model olabilmek; ilk olarak onu dinlemek, kabul etmek ve istediği miktarda ona yol gösterebilmekten geçer. Buna gerçekten ihtiyaç duyarlar. İç dünyaları oldukça karışık ve ulaşılamaz görünen ergen bireylerin anne babaları, bu durumu karmaşık olarak algılayıp ondan uzaklaşmamaya özen göstermelidirler. İlişkilerini sıcak tutmak, her iki tarafın da hayatını kolaylaştıracaktır.
Çocuklar anne babalarının hayatlarında olmadığı durumlarda da tahmin edileceği gibi onlara yol gösterecek bir yetişkine bağlanma ve onu hayatlarında tutma ihtiyacı hissederler. Bu kişi tıpkı anne babayla olan gibi ona ışık tutabilecek, güven verebilecek bir kişi olacaktır. Bu açıdan anne-babası hayatta olmasa da çocuğun hayatında öne çıkan bir  yetişkine bu açıdan  ihtiyacı her zaman oldukça fazla olabilecektir.
Uzman Klinik Psikolog Emre Altınel

16 Mart 2019 Cumartesi

Tek Çocuk

Tek çocuklu aile sayısı her geçen gün artmaktadır. Gerek sosyo-ekonomik gerekse ailelerin birden fazla çocuğa yeterli ilgiyi gösterememe kaygıları tek çocuklu aile sayısının artmasına neden olmaktadır.

Tek çocukla yetinen aileler genellikle çocuk sahibi olmaya fazla değer veren ve çocuk yetiştirme konusunda kaygıları olan ailelerdir. Bu aileler çocuklarının gelişim dürtülerini engellememeye, zihinsel ve psikolojik gelişimlerini desteklemeye önem verirler. Bu kaygıyla çocuklarını çok koruyup kollama eğiliminde olabilirler. Ortaya çıkabilecek her türlü problemde kendilerinde bir hata arama eğilimindedirler. Bu da çocuğa uygulayacakları disiplinde dengesizliklere yol açabilir. Örneğin çocuğun her isteğini karşılamaya çalışmak, tüm kararları çocuğa verdirtmek büyük sorunlara neden olabilir. Çünkü çocuklar kendi ihtiyaçlarının karşılanmasında diretseler de bir şekilde sınırlandırılmaya ihtiyaç duyarlar. Davranışlarına, yaşlarına uygun sınırlar getirildiğinde daha huzurlu, daha yaratıcı olurlar. Her konuda kendi istedikleri olsun, kendileri karar versin isterler ama bu kararların ya da davranışların sonucunun sorumluluğunu alamaya hazır olmayabilirler. Bu da çocuğun başarısızlık yaşamasına ve ortaya çıkan tatsız durumdan ötürü suçlanmasına, “Sen istedin böyle oldu” gibi suçlanmalara neden olabilir. 

Tek çocuklar bütün çocuklar gibi uygun anne-baba tutumuyla problemsiz bir yaşam sürdürebilirler. Unutulmaması gereken konu çocuk sayısının değil anne-baba tutumunun önemli olduğudur. 

İlk üç yılda bütün çocuklar tek bir kişinin sürekli ilgisine muhtaçtırlar. Ve mümkün olduğunca anne ile temaslarının yoğun olması önemlidir. Bu dönemde çocukların bu tek kişilik yoğun ilgi ihtiyacı karşılanabilirse bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirirler. Ancak üç yaşından sonra tam bir sosyalleşme ve birey olma dönemine girilir. Yuva vb. gibi sosyal bir kuruma gitmek bu dönemde çocuğun sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için önemlidir. Eğer çocuk böyle bir kuruma gidebilirse yine tek çocuk olmak bir sorun yaratmaz. Çünkü yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olma, oyun oynama ve yaşantıdan deneyim kazanma ihtiyacı bu kurumlarda karşılanabilmektedir. Ancak çocuk üç yaşına gelmiş olmasına rağmen hala sadece yeşitkinlerle birlikte oluyorsa, çocuklarla zaman geçirme fırsatı verilmiyorsa, bu durum çocuğun sosyelleşmesini ve yaşıtlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesini geciktirebilir. Çünkü çocuk paylaşmayı, beklemeyi, dinlemeyi, kurala uymanın önemini ve bir gruba ait olmanın keyfini en etkili çocuklarla yaşadığı deneyimde öğrenebilir.

Diğer yetişkinleri ise ya bir şekilde kontrol etme eğilimindedir ya da onlara itaat etmeye mecbur bırakılır. Ayrıca sürekli anne-babasıyla ya da ailedeki diğer yetişkinlerle olmaya alışan çocukta güven gelişimi de olumsuz etkilenir. Başka ortamlarda da kendine güvenemez, anne-babaya bağımlı kalabilir. Bu da yetersizlik duygusu geliştirmesine neden olabilir ya da her ortamda ayrıcalıklı olmak ister. Olamadığında ise mutsuz olur ve sorun çıkarabilir. Ayrıca sadece yetişkinlerle olan çocuklar kendilerine yetişkinleri model aldıkları için kendilerinden beklentileri yüksek olabilir ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olabilirler. Bu da en ufak hatalarında mutsuz olmalarına ve başaramama endişesine dönüşebilir. Bu nedenle yeni şeyleri ve durumları deneme konusunda, başaramama korkusuyla çekingen davranabilirler.

Tek çocuklu ailelerde çocuk için ayrılan özel zaman miktarı ister istemez çok çocuklu ailelere göre daha fazladır. Aileler zamanlarını iyi organize ederlerse çocuğun her tür psikolojik ihtiyacını karşılamaları için gerekli fırsatı bulabilirler. Tek çocuk olmanın belkide en önemli avantajı budur.

Ancak anne-babanın çocuğun üzerine çok fazla düşmesi ve çocuğun sürekli gözlem altında olması, serbest deneyimler yaşamasına fırsat verilmemesi, en az ilgisizlik kadar olumsuz sonuçlar doğurabilir. 

Anne ve babanın söz birliği içinde ortak bir disiplin anlayışı geliştirmeleri şarttır. Çocuğun istenmeyen bir davranışı bir ebeveyn tarafından engellenmeye çalışıldığında diğer ebeveynin müdahale edip çocuğun bu davranışını sürdürmesine izin vermesi hem çocuğun kural öğrenememesine neden olur hem de anne-baba arasında çatışmalara neden olur. Bu durumda sorun yaşanmasına neden olan çocuk suçluluk duyguları yaşayabilir. 

Tek çocukların ileri ki yaşantıları nasıl etkilenir?

Tek çocuk olarak benmerkezciliği pekiştirilen, ilgi merkezi olmaya alıştırılan; her ihtiyacı, hiç geciktirilmeden karşılanan, sosyalleşmesine fırsat verilmeyen bir çocuk aynı ilgiyi ileriki yaşantısında da isteyecektir. Girdiği sosyal ortamlarda, okulda, işte, yakın ilişkilerinde aynı ilgiyi göremediğinde, öncelikli konuşma, karar verme hakkı ona verilmediğinde hayal kırıklığı, öfke yaşayabilirler, çevrelerine agresif davranabilirler. Ya da tam tersi olarak yeterince sevilmeye değer olmadıklarını düşünüp içe kapanabilirler. Doyumsuz olabilirler, çabuk bıkarlar, mutlu olmaları birçok koşula bağlı olduğundan kolay mutlu olamazlar, paylaşmakta zorluklar yaşayabilirler. Sosyal ortamlarda   kabul görmeyebilir, dışlanabilirler. İhtiyaç ve istekleri başkalarının istek ve ihtiyaçlarıyla çakıştığında erteleyemezler. Annelerine bağımlılıkları uzun sürebilir. Eleştiriye tahammülsüz olabilirler. Okulda ve iş yaşamında sebatsızlıklar ve uyum sorunları olabilir.

Unutulmamalıdır ki, bütün bu sorunlar aslında sadece tek çocuk olduğu için değil uygun olmayan anne-baba tutumları söz konusu olduğu için yaşanan sorunlardır.

Anne-Babalar ne yapmalı?

- Tek çocuğa; öncelikle tek çocuk olarak değil, çocuk olarak davranın. Unutmayın ki sizin onun tek olmasıyla ilgili kaygılarınızı çocuğunuz hissedecektir. 

- Standart disiplin yöntemlerini uygulayın, yaşına uygun kurallar koyun; bu kuralları kararlılık içinde uygulayın. Çocuk kurala uymanın keyfini, bundan yaşayacağı kabulün mutluluğunu yaşasın.

- Beklemeyi, sabretmeyi öğretin; her istediğini anında karşılama çabasına girmeyin. Uygun olan; gerekli olduğunu düşündüğünüz isteklerini karşılayın. İsteklerinin yaşına ve sizin koşullarınıza uygun sınırları olmasını sağlayın.

- Üç yaşından sonra yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olmasını sağlayın. Yuvaya gönderme imkanınız yoksa bile çocuğu olan ailelerle görüşüp çocukların bir arada olmasına, oyun oynamalarına, arkadaşlıklar kurmalarına fırsat verin.

- Onunla iyi iletişim kurun. Yalnız veya mutsuz hissettiğinde size duygularını anlatabilecek kadar yakın hissetmesini sağlayın.

- Yapabileceğinden fazla şey beklemeyin. Hep mükemmel olmaya çalışmak çocuğu yorar ve başarısızlık korkusu artar. 

- Çocuğa söz hakkı verin ama bu, tüm kararları çocuğa aldırmak şekline dönüşmesin. Size uygun karar alternatiflerini sunun, çocuk sizin alternatiflerinizden birisini seçsin (örneğin; bu arabayı alamayız, paramız yetmiyor ama bu uçağı ya da gemiyi alabiliriz gibi) 

- Bireyselliğinin gelişmesini destekleyin. Giyinme, soyunma, yemek yeme, temizlik gibi her türlü öz bakımını yapmasına fırsat verin. Evde sorumlulukları olsun; size bağımlı olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılaması için destekleyin.

- Anneanne, babaanne gibi aile büyükleri genelde çocukların benmerkezciliklerini pekiştirici tarzda davranırlar onlara engel olun, sizin kullandığınız yöntemleri kullanmalarını sağlayın. Unutmayın ki çocuğunuzun psikolojik sağlığının ve kişilik gelişiminin birinci derecede sorumlusu onlar değil sizsiniz. 


Uzman Pedagog Belgin Temur 

8 Mart 2019 Cuma

Minik Kaşif

Yaşamın ilk yılı bebekler için, başkalarına karşı temel güven gelişiminin oluşmaya başladığı bir yaştır. Anne ve babanın ona karşı tutumu, ona yaklaşımı önemlidir. Çocuğun, ne olursa olsun, her zaman, her koşulda annesinin onun yanında olacağını ve ihtiyaçlarını karşılayacağını hissetmesi gerekir. Bebekler ihtiyaçlarını tutarlı bir şekilde karşılayan ebeveynlere güvenmeyi öğrenirler ve dünyaya daha rahat uyum sağlayabilirler. Ancak; aksi durumlarda yani anne baba bebekle yeteri kadar ilgilenmiyor ya da ihmal ediyor ise bebek hayal kırıklığına uğrar; güvensizlik duygusu gelişmeye başlar ve dünyayı ürkütücü bir yer olarak algılar. Bu nedenle anne bebek arasında güvenli bir bağ oluşabilmesi için ilgili, dikkatli, şefkatli ve doyurucu bir bakım önemlidir. 1 yaş itibariyle anneye olan bağımlılık daha da artar. 1 yaş çocuğu ebeveyne yakınlığını sürdürmeye çalışır; bu ihtiyacı daha fazla ifade etmeye başlar. Anne-babasıyla kurduğu ilişki sayesinde geliştirdiği güven duygusunu da bu şekilde pekiştirir.  
1 yaş dönemi bebeklerde fiziksel, zihinsel, sosyal, dil ve motor gelişimi bakımından önemli değişimlerin görüldüğü; bir çocukluğa geçiş dönemidir. Bu yaş döneminin en belirgin özelliklerinden biri benmerkezciliktir; yani çocuk kendini dünyanın merkezinde görür; paylaşmayı bilmez; her şeyi almak; her şeye sahip olmak ister. Zaman zaman olumsuz; dirençli davranışlar; buna bağlı kızgınlık tepkileri gösterebilir. Sevincini, üzüntüsünü, korkusunu ve daha birçok duygusunu daha açık bir şekilde ifade edebilir.   
Bu yaş çocuğunun fiziksel gelişimi çok belirgindir. Boyu uzamıştır; evde birçok yere yetişmeye başlar; kilosu artmıştır ve kas koordinasyonu da belirgin şekilde gelişmiştir. Artık ayağa kalkmış; ve ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Bazı çocuklarda ilk adımlar 11.ayda görülürken, bazıları 15-16 ay civarında yürürler. Ayrıca 1 yaş itibariyle küçük nesneleri tutabilir, bazı objeleri iç içe koyabilir ya da daha büyük bir kutuya atıp tekrar çıkarabilirler. Düşünme, anlama, taklit etme ve kavrama becerilerinin hızla gelişmeye başladığı görülür. Kendince sesler çıkarır; duyduğu sesleri ve gördüğü birçok davranışı taklit etmeye çalışırlar. İlk kelimeler duyulur. Çocuklar 1 yaş civarında derdini anlatabilecek birçok kelime söyleyebilir ya da o kelimenin yerine geçen semboller kullanabilir.  2 yaşlarına doğru 2 kelimeli cümleler de kurabilirler. Bazı kelimeleri olduğundan farklı söylerler ya da kelime yerine bir sembol kullanmayı tercih ederler. Örneğin ‘gezme’ yerine ‘atta’ demek gibi. Bazen bu tarz konuşmalar çocuğun çevresindeki bireylerin hoşuna gider ve onlar tarafından da kullanılır. Fakat böyle durumlarda çocuk kelimenin aslı yerine bu sembolü kullanmayı öğrenir; gerçek kelimeyi öğrenmesi ve kullanması gecikir. Bu sebeple; dil gelişimi açısından yetişkinlerin her zaman kelimenin gerçek formunu kullanması gereklidir. Konuşma ve dil gelişimi çocukların genel gelişimlerinde oldukça önemli bir yer tutar. Konuşma ve dil gelişimi çocuğun çevresiyle iletişiminde de belirleyici bir rol oynar. 2 yaş civarında hala konuşmaya ve iletişime ilişkin girişimi olmayan çocukların mutlaka gelişimsel açıdan değerlendirilmeleri gerekir. Çünkü konuşmada ve dili iletişim için kullanmada sorun yaşayan çocukların başka problemler yaşıyor olmaları riski söz konusudur. Bu nedenle de erken dönemde sorunu fark etmek ve müdahale etmek ileride ortaya çıkabilecek sorunları önlemek açısından son derece önemlidir.  
Sosyal yetenekler 
1-2 yaş çocuğu sosyal ilişki kurmak ister; insanlarla, başka çocuklarla bir arada olmaktan ve değişik oyunlar oynamaktan zevk alır. Söyledikleri kelimeler sınırlı da olsa, duydukları birçok şeyi anlarlar. Kendilerine verilen yönergeleri anlayıp yerine getirebilirler. Hatta çok karmaşık yönergeleri bile anlayabilirler. “Evet” ve “Hayır” dendiğinde bunların ne anlama geldiğini kavrayabilirler. Bu nedenle de artık yetişkinlerle daha kolay iletişim kurabilirler. Yabancılarla tanıdığı kişileri birbirinden ayırtedebilir ve bu nedenle bir yabancı ile karşılaştığında korkup endişelenebilirler. Çocukta ilk yılda gelişen güven duygusunun rahatlığıyla 1 yaş çocuğu anneden ayrı kalmaya biraz daha tolerans gösterebilir ve çevresini yaşayarak öğrenmeye, tanımaya başlar. Ancak, unutulmamalıdır ki, fiziksel yakınlığı ve güveni hissetmeye hala ihtiyacı vardır. Kısacası, 1 yaşla beraber artık çevresini yaşayarak keşfetmeye çalışan, bağımsız bir birey olmaya başlar. Dış dünyayı kontrol edebildiğinin, birçok şeyi kendi kendine yapabildiğinin farkına varır. Böylece, kendine olan güveni de artar. 1-2 yaş döneminde sürekli hareketli olmasının da sebebi budur. Hareket etme becerilerinin de artmasıyla daha çok bağımsızlaşan çocuk büyük bir merak duygusuyla dünyayı tanımak ve etrafı keşfetmek ister. Evdeki dolapları açar; karıştırır; boşaltır; bulduğu, gördüğü eşyaları ağzına götürüp tadına bakar ve onlarla oynamak ister. Bu sırada çevresindeki olabilecek tehlikelerin farkında değildir. Böyle durumlarda, anne babalar genellikle çocuğun her yaptığına ‘yapma’, ‘hayır’, ‘cıs’ diye karşılık verir; kızar ve yasaklar koymaya çalışırlar. Bu dönemde çocuk ‘hayır’ın anlamını bilir; ancak sürekli çocukla inatlaşmak ve kurallar koymaya çalışmak doğru değildir. Evet; yürüme ile özgürleşen ve çevresini keşfetmeye başlayan çocuğa yavaş yavaş kurallar konmalıdır; ancak 1-2 yaş çocuğu kuralın ne ifade ettiğini tam bilemez. Çocuğun davranışlarına vereceğiniz tepkiler de onun öğrenme sürecini etkiler. Bu yaş çocuğu nesneler arasındaki farkları bilemez. Örneğin; bir kaşığın yere düştüğünde zarar görmeyeceğini; ancak bir vazonun yere düştüğünde kırılabileceğini ve bir daha kullanılamayacağını düşünemez. Bu yüzden; ebeveyn çocuk vazoyu düşürdüğünde onu azarlar; ancak kaşığı düşürdüğünde alıp yerine koyarsa bu durum çocuğun kafasını karıştırır. Anne babanın verdiği tepkiye anlam veremez; onların böyle bir durumda nasıl davranacağını kestiremez. Bu nedenle, kurallar koymak yerine tehlikeleri çocuktan uzaklaştırmak, onu tehlikeye sokacak durumları ortadan kaldırmak daha doğrudur. Örneğin; eğer dolapları karıştırmasını istemiyorsanız, dolap kapaklarına kilitler takabilirsiniz; ya da ellemesini istemediğiniz, kırılabilecek eşyaları göz önünden kaldırabilirsiniz. Ancak 2 yaşına gelen çocuklar artık evin içinde yasak olan ve olmayan yerleri ayırt etmeyi öğrenmişlerdir. Bu nedenle yavaş yavaş kendi kendilerine yasak olan yerleri fark edebilmeleri adına, çok zarar verecek şeyler haricinde evin eski düzenine dönebilirsiniz.  Bu dönemde oyunun da rolü büyüktür. Yaşına uygun oyun malzemeleri dünyayı tanımasını kolaylaştırır. Yaşını doldurmuş bir çocuk, alkış yapar; el sallar; şekilleri uygun deliklerden atabileceği kovalarla, iç içe geçen kaplarla, halkalarla ve topla oynayabilir. 2 yaşına doğru da kendisinin hareket ettirebileceği, basmalı ya da itilip çekilebilen araba, kamyon gibi oyuncaklarla, sesli kitaplarla ve oyuncak müzik aletleriyle gelişimi desteklenmelidir. Dramatizasyon oyununun bu dönemde önemi büyüktür. Dış dünyada izlediği rolleri, ilişkileri dramatizasyon malzemeleri aracılığıyla taklit eder. Adeta yetişkinlik provası yapar.  Ayrıca, bu yaş döneminde çocuk kaşıkla kendi başına yemek yiyebileceğini ve bardaktan su içebileceğini de keşfeder. Özbakımını gerçekleştirebilecek becerileri iyice gelişmeye başlamıştır. Bütün bu deneyimler desteklenmeli ve aferinlerle pekiştirilmelidir.  
1-2 yaş çocuğunda, taklit etme becerisi de iyice arttığı için çevresinde gördüğü kişilerin yaptıklarını yapmaya çalışır. Bu yaş çocuğunun taklit ettiği ve model aldığı kişiler, annesi, babası ya da ona bakan kişilerdir. Bu nedenle, ebeveynlere çok fazla sorumluluk düşer. Ebeveynler iyi bir model olmak durumundadırlar; çocuk onları dikkatle inceleyerek uygun olan ve olmayan davranışları öğrenir. Bu yaş döneminde görülebilecek olan atma-vurma gibi davranışlar çevresindeki bireylerin davranışlarını gözlemlemesiyle ortaya çıkar. Hatta mutluluk, kızgınlık gibi duygu ifadeleri de bu taklit etme becerisi ile görülür. Anne ve babaların, çocuklarına çevredeki nesneleri işaret edip tanıtarak, bol resimli hikâye kitapları okuyarak ve onlarla bol bol konuşarak zaman geçirmeleri çocuğun dil, motor ve zihinsel gelişimini hızlandırır. 2 yaşına doğru karalamalar da başladığı için kağıt ve boya kalemleriyle tanıştırmakta da fayda vardır.   
Öneriler 
·        Her gün yeni bir şeyler öğrenmeye çalışan, merak eden 1-2 yaş çocuğunun hareketleri olabildiğince az sınırlandırılmalıdır. Çocuk, bu yaşta dokunarak; deneme yanılma yoluyla öğrenir. Bu yaş döneminde çocuğun bir oyuncağını yere atıp; bizden ona geri vermemizi beklediğini ve sonra tekrar yere attığını görürüz. İşte bu davranış da dünyayı keşfetmeye çalıştığının ve sosyal ilişki kurma isteğinin bir göstergesidir.
·        Ona yeni ortamlar ve fırsatlar sunulmalıdır. Kendisine zarar veremeyeceği, onu tehlikeye sokmayacak, içini açıp keşfedebileceği nesneler verilmeli ve kontrolünüzde bazı objelere dokunmasına müsade edilmelidir. Çocuk, ancak çevresini, objeleri tanıyarak; onların nasıl kullanıldıklarını, ne işe yaradıklarını öğrenerek merakını giderebilir. Onun bu enerjisi ve merak duygusu bastırılmamalıdır.
·        Seslerin ve konuşmanın başladığı bu dönemde, 1-2 yaş çocuğunun yaşıtlarıyla olabilmesi de önemlidir. Her çocuğun gelişimi bir diğerinden farklıdır; ama yine de bir arada olmaları farkına vardıkları, öğrendikleri şeyleri birbirleriyle paylaşmalarını sağlar. Bu da çocuğun dünyayı keşfinde ona yardımcı olur.
·        1 yaş çocuğu tehlikenin farkında olmadığı için kendini tehlikeli durumlara sokabilir. Bu nedenle; ev çocuğa uygun, güvenli bir hale getirilmelidir.
·        1-2 yaş çocuğunun becerilerinin gelişimi çevredeki uyaranların miktarı ile doğru orantılıdır; yani ne kadar fazla uyaran varsa, gelişimi o kadar hızlı olur. Bu nedenle ne kadar fazla ve değişik materyalle tanışırsa o kadar faydalı olur.
·        Onun hoşunuza giden davranışlarını aferinlerle ve alkışlarla desteklemek; kızabileceğiniz bazı davranışları ise zaman zaman görmezden gelmek ya da dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışmak anne baba olarak gösterebileceğiniz uygun tutumlardır.
·        1-2 yaş dönemi çocuğun keşfetmeye, öğrenmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde ebeveynlerin çocuklarını kısıtlamak yerine cesaretlendirici, yönlendirici bir tutum içinde olmaları gerekir. Ancak o zaman kendi kendilerine yetebildiklerini gören, kendilerine güvenen bireyler olabilirler.          
                                                      Uzman Klinik Psikolog İrem Fırat

1 Mart 2019 Cuma

"Biraz Benimle de İlgilenin"

Çocuğunuz Dikkat Çekmeye Çalışıyorsa…
Anne ve baba olmaya karar vermek; çok keyifli, paha biçilemez bir değeri olan ancak bir o kadar da zor ve sorumlulukları arttıran bir durumdur. Artık plan yaparken belki de kendimizden önce düşünmemiz gereken bir birey katılacaktır hayatımıza…Belki de kendi isteklerimizi erteleyeceğiz ve önceliğimiz hayatımıza katılacak minik yürek olacak…Neredeyse tüm ilgimizi ve dikkatimizi ona ve onunla ilgili konulara yönlendireceğiz. Doğumuna kadar ev içi düzenlemeleri halledeceğiz, doğum sonrasında iş hayatımıza ara vererek vaktimizin neredeyse tümünü bebeğimize ayıracağız. Doğumunun ilk yılında tüm ihtiyaçlarının giderilmesi için ebeveynlerine ve etrafındaki kişilere bağımlı olan bebeğimiz, büyüdükçe ve becerilerini kazanmaya başladıkça yavaş yavaş bireyselleşmeye başlayacak ve kendi eksik ve ihtiyaçlarını giderebilecek bir olgunluğa erişecektir. Yine de ebeveynlerin ve çevredeki yetişkinlerin gözleri; güvenliği, sağlığı ve mutluluğu sağlayabilmek için sürekli evdeki ufaklığın üzerindedir.

Çocuklar büyüdükçe ve kendi ihtiyaçlarını giderebilecek beceri düzeyini kazanmaya başladıkça, ebeveynler yavaş yavaş kendilerine daha fazla zaman ayırmaya başlarlar. İşine ara veren anne, çocuğunun büyümesiyle işine dönme zamanının geldiğine karar verecek, anne ve baba artık çocuklarını anneanne & dede veya babaanne& büyükbabalarına bırakarak kısa süreli tatillere gitme planları yapacak, çocuklarının doğumuyla birlikte ara verdikleri spor ve sanat faaliyetlerine tekrar devam etmeye başlayacaklardır. Elbette ki gelişim basamaklarında hızla tırmanan çocukların bireyselleşerek ebeveynlerinden ayrışmaya ve kendi ayakları üzerinde durarak bazı görevleri yerine getirmeye ve görevleri yerine getirmenin gururunu yaşayarak özgüven düzeylerini yükseltmeye ihtiyaçları vardır. Ancak bazı çocuklar bazı durumlarda kendileri ile yeterince ilgilenilmediğini ve dikkatin kendilerinden alınarak başka alanlara yönlendirildiğini düşünebilmektedirler ve bu durum pek de hoşlarına giden bir durum olmayabilmektedir.

Hangi durumlar?
     Özellikle annelerin çocuklarının büyümesiyle birlikte eski iş tempolarına geri dönmeleri, anne&babaların iş seyahatlerine çıkmaları ve çocukların bakımı için aile yakınlarını görev başına davet etmeleri, iş sonrası eve geliş saatlerinin her zamankinden geç olmaya başlaması ve bu durumun sıklığının artması, aileye yeni bir bireyin katılması ve evin prens ve prensesinin yanına bir tane daha prens veya prenses eklenmesi, geniş aileye bir kuzenin veya yeğenin katılması ve bebek ile yetişkinlerin geçirdiği zamanın artması, çeşitli sebeplerle çocuk ile geçirilen vaktin azalması, çocuklar ile oynanan oyunların ve oyun zamanlarının azalması gibi durumlarda çocuklar kendilerine yönlendirilen ilginin azaldığını düşünürler ve dikkat çekmeye çalışmak için uğraşmaya başlayabilirler. Çocuklar “orada” olduklarını hatırlatmak ve ebeveynlerinin kendileri ile ilgili farkındalık düzeyini arttırarak önceden sahip oldukları ilgi düzeyine ve ebeveynleri ile geçirdikleri kaliteli zamanın arttırılmasına ön ayak olabilmek için ilgi çekmeye yönelik bazı davranışlar sergileyebilirler.

Hangi Davranışlar?
     İlgi çekmeye çalışan çocuklarda sıklıkla görülen davranışlara örnek olarak; isteklerini yüksek ses ile ifade etme, bağırarak konuşma, anne ve babanın isteklerini yerine getirmeme ya da istenen davranışı geç sergileme, topluluk ve grup içinde anne ve babaya karşı gelme, ağlama, kasıtlı olarak oyuncakları veya evdeki eşyaları fırlatma, eşyalara zarar verme, arkadaşlarına vurma, kötü sözler söyleme, isteklerinde ısrarcı olma ve istediği olmayınca isteğini talep ettiği kişiler ile inatlaşma, kardeşini kıskanma ve ona zarar vermek isteme, kardeşin doğumu ile birlikte bebeklik dönemi davranışlarını tekrar sergilemeye başlama, emzik-biberon kullanmak isteme, altına kaçırma, yalnız uyumak istememe, anne ve baba ile uyumak isteme, yemek yememe, yemeğini anne veya babanın yedirmesini isteme, bebeksi konuşmalar sergileme, itiraz etme, kuralları kabul etmeme ve kendi kurallarını koymak isteme gibi davranışlar verilebilir. Ancak burada yetişkinlerin dikkat etmesi gereken en önemli nokta; bu davranışların sıklığı ve yoğunluğudur. Bu davranışlar sadece ilgi çekmeye yönelik davranışlar olabileceği gibi, bazıları ise daha ciddi sıkıntıların habercisi olabilirler. Bu nedenle ebeveynler bu davranışların görülme zamanına ve tekrar edilme sayısına dikkat etmeli ve çocuklarını çok dikkatli bir şekilde gözlemlemelidirler.

1-3 yaş döneminde çocukların ilgi görme isteği çok yoğundur. 3-5 yaş arasında ise; özellikle hayal dünyalarının geniş olması nedeniyle farklı yöntemler düşünerek, farklı hikayeler yaratarak ilgi çekme çabasını gözlemlemek mümkündür. Çocukların buradaki amacı; çevrelerindeki kişilerin kendileriyle ilgilenme sıklığını ve kalitesini arttırmaktır. Bu gibi durumlarda yapılacak en önemli müdahale; gerçekten çocuklarımız ile ilgilenme sıklığımız ve birlikte geçirdiğimiz kaliteli zamanlarda bir azalma olup olmadığını fark etmemizdir. Yaşamın zorlu koşulları ile baş etmeye çalışırken bazen gerçekten de çocuklarımıza ayırdığımız zaman diliminde azalmalar görülebilmektedir. Bunu fark ettiğimiz noktadan itibaren gerekli düzenlemeleri yapmamız çok daha kolay olacaktır.

Neler Yapmalıyız?
• Çocuğumuzun davranışlarındaki değişimi fark ettikten sonra yapmamız gereken ilk müdahale; onunla geçirdiğimiz zaman diliminin arttırılması ve bu zaman diliminin içeriğinin düzenlenmesidir. Çocuğumuzla vakit geçirirken hepinizin keyif alması ve eğlenmesi çok önemlidir. Bu zaman diliminde birlikte oyun oynayabilir, şarkı söyleyebilir, dans edebilir, maç yapabilir, kurabiye pişirebilir ve hoşunuza giden birçok etkinliği birlikte gerçekleştirebilirsiniz.
• Çocuklar dikkat çekmek için ilk başta genellikle olumlu yönlerini ve olumlu davranışları sergilerler. Eğer bu davranışlar ile ilgi çekmeyi başaramazlar ise uygun olmayan yolları denemeyi tercih ederler. Burada ebeveynlerin dikkat etmesi gereken önemli nokta; çocuklarının olumlu davranışlarına geri bildirim vermeyi unutmamaktır. Olumlu davranışları ile olumlu geri bildirimler alan çocuklar, olumsuz davranışları ile ilgi çekme yöntemine ihtiyaç duymayacaklardır.
• Çocuklara sadece ilgi çekmek istedikleri zamanlarda değil, gün içerisinde karşılaştığımız olumlu davranışlardan hemen sonra geri bildirim vermek çok önemli bir noktadır. Bu sayede çocuklar hem olumlu davranışlarda bulunduklarını fark ederek aldıkları geri bildirimlerle mutlu olacak hem de olumlu davranışlarının yerleşme ve sergilenme sıklığı ve hızı artacaktır.
• Anne-babalara düşen bir diğer önemli görev ise; çocuklarına duygularını ifade etme konusunda model olmaktır. Örneğin; anne&babasının onunla ilgilenmemesi nedeniyle onların eşyalarına zarar veren bir çocuk, aslında anne&babasından daha çok ilgi istediğinin ve onları özlediğinin sinyallerini veriyordur. Burada anne&babalar “Son zamanlarda iş yoğunluğu nedeniyle seninle çok sık vakit geçiremiyoruz. Bu durum galiba seni biraz üzüyor ve kızdırıyor. Aslında biz de bunu fark ettik, bu durum bizi de üzüyor ve seni çok özlüyoruz.” gibi sözel açıklamalarda bulunarak ve çocuklarını da duygularını ifade etmesi konusunda teşvik ederek, hem rahatlamasına fırsat verebilir hem de kendini ifade etmesini sağlayarak anlaşıldığını fark etmesi için uygun ortamı yaratabilirler.
• Ebeveynler, çocuklarının bu davranışlarını görmezden gelerek ya da ceza vererek çözmeyi deneyebilmektedirler. Görmezden gelme tutumu, bazı durumlarda işe yarayabilmektedir ancak konu ilgi çekmek olunca ebeveynlerin dikkat etmesi gereken nokta, olumsuz davranışların görmezden gelinmesi ancak olumlu davranışların olumlu geri bildirimler ile ödüllendirilmesinin atlanmaması ve sergilenmesi istenen davranışın bu şekilde çocuğa öğretilmesidir. Ceza vermek ise genellikle etkisiz olmakta; bazen sadece kısa bir süreliğine etkili olmakta; ancak sonrasında çocuğun kızgınlığı yoğunlaşmakta, olumsuz davranışın görülme sıklığı artabilmekte ve olumsuz davranışlar şekil değiştirerek fazlalaşabilmektedir. Bu noktada da önemli olan; olumlu ve uygun davranış kalıplarının çocuklara öğretilmesi ve geri bildirimler ile sıklıklarının arttırılarak bu davranışların içselleştirilmesinin sağlanmasıdır.
• Ebeveynlere düşen bir diğer görev de olumsuz davranışlarını görülme sıklığı ve yoğunluğunun gözlemlenmesidir. Eğer bütün müdahalelerinize rağmen çocuğunuzun davranışlarında bir değişiklik olmuyorsa, olumsuz davranışlar şekil değiştiriyor ve sergilenme sıklıkları artıyorsa; bu noktada bir uzman desteğine başvurabilirsiniz.
• Anne&baba olarak çocuklarınızdaki bir farklılığı veya değişimi anlayabilmenin en iyi yolu; çocuklarımızı tüm özellikleri ile çok iyi tanımak ve gözlemlemektir. Bu sayede tüm alanlarındaki değişim ve gelişimleri fark etmek mümkün olabilecektir.
Psikolojik Danışman Tuğba Gürçağ Yarız